Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3.Bölüm

@kisakursunkalem

Az sonra neler duyacaktım acaba? Sıradan bi hayatım var işte. Hayatımda pek bi aksiyon yok ve yaşadığım en büyük olay da hafızamı kaybetmem. Anlatacağı hangi şey beni bu kadar etkileyebilir ki? Onu daha önce görmedim ve ben hafızamı kaybedeli bir yıl oluyor. Önceden tanıyor olsam onu, hakkımda bir şeyler bilecek kadar yakın olsa şimdiye kadar onu çoktan görürdüm herhalde. Bu zamana kadar karşıma çıkardı. Geçmişten biri olsa bir yıl neden beklesin? O zaman kim ki bu adam da bana bu kadar büyük bir şey söyleyeceğini iddia ediyor?

 

Sakinliğimi korumaya çalıştım. Karşımda beni ve Semih'i kaçıran bi adam vardı. Ve bana bir şey yapmak yerine bana bir şeyler anlatacağını söylüyordu. Bana bu kadar bir şey anlatmak istiyorsa bırakalım anlatsın. Keyfinden adam kaçırdığını sanmıyorum. Bir derdi vardı belli ki.

 

Peki o zaman, dinleyelim.

 

"Sağlamdır benim bünye, merak etme. Anlat, dinliyorum." dedim kararlı bir şekilde. Hafif kaşlarımı çatmayı da unutmamıştım tabii. O detay önemli, atlayamam.

 

Karşımdaki hala ismini söylemeyen, söylese de bari düşüncelerimde ismini kullansam diye düşündüğüm adam aynı ciddiyetle bana bakarken başıyla onayladı beni.

 

"Güzel."

 

Sonra da cebinden telefonu çıkardı ve bir şeylere tıklayıp telefonu bana çevirdi.

 

"Bu adamı hatırlıyor musun?"

 

Az önce az çatılan kaşlarım telefona bakınca tam çatılmıştı. Bu adam bi yerden tanıdıktı hatta çok tanıdıktı. Biraz daha zihnimi zorladığımda aklıma geldi. Bu adam Semih'le benim imam nikahımızı kıyan imamdı. İyi de ne alaka şimdi bu adam?

 

"İmam işte, bizim nikahımızı kıyan imam," dedim anlamayarak. "Ne alaka şu an, sen nereden tanıyorsun bu adamı?"

 

Telefonunu tekrar kendine çevirip bir şeylere basarken aynı zamanda kendi kendine konuşuyordu.

 

"İmam, aynen imam."

 

Sonra telefonu tekrar bana çevirip "Bak," dedi. "Gerçekten imam mıymış?"

 

Telefonu elinden alıp korktuğum şey olmaması için içimden dua ettim önce. Sonra ekrana odaklandım. Bu bir haber sitesiydi ve haberin başında bu adamın fotoğrafı vardı. Altında ise...

 

Sahte imam yakalandı.

 

Dişlerimi yavaş yavaş sıkmaya başlarken yanlış anlamış olma ihtimalimi düşünerek altındaki yazıları okumaya başladım. Ama okuduğum her şey o adamın gerçek imam olmadığını ve bizden başkalarını da imam kılığıyla nikahladığını öğrendim.

 

Okuduğum her şey sanki beynime bir bıçak gibi saplanıyor, başıma ağrılar girmeye başlıyordu. Sıkmaktan neredeyse kırılmak üzere olan dişlerimi ise başım ağrımaya başlayınca serbest bıraktım. Kolumu aniden indirirken diğer kolumun eliyle alnımı ovmaya başladım.

 

Demek bizim nikahımızı sahte imam kıydı, öyle mi? Yani biz aslında Semih'le evli değiliz, ben bir haftadır evli olmadığım bi adamla aynı evdeydim. Evli olmadığım bi adamla aynı odayı paylaştım. Evli olmadığım bi adamı kocam sandım, öyle mi?

 

Başımdaki ağrı ara sıra gözüme de vururken evli olmadığımız halde Semih'le olan anılarımız geldi aklıma ve bu sefer midem bulanmaya başladı. Ama öyle bir bulandı ki elimdeki telefonu yere düşürüp iki elimle ağzımı kapattım. Her an kusabilirdim, hemen buradan çıkmam lazımdı.

 

"Yazgı iyi misin?"

 

Onun sesini duyuyordum ama ne zaman dolduğunu anlamadığım gözlerim etrafı bana buğulu gösteriyordu. Zar zor kapının ne tarafta olduğunu seçebildiğimde ise kendimi hemen oraya attım. Sağa sola çarpmaya başladığımda bir elimle duvarlardan destek alarak dış kapıdan da çıktım ve hızla merdivenleri inmeye başadım.

 

"Yazgı dur nereye? Ne oluyor iyi misin?"

 

Arkamdan gelen sesler de boğuklaşırken artık içimde tutması imkansızlaşan şeyleri kendimi toprağa atabildiğimde dışarı çıkarmıştım. Midemdekilerin neredeyse hepsini çıkardıktan sonra vücudumda derman kalmamıştı. İki elimi de toğrağa dayayıp bir süre öksürdüm. Sonrasında gelen ağlama isteğini zor bela bastırmaya çalışıp sağ kolumdaki kumaşla ağzımı sildim. Sonrasında ağlamamak için ağzımı tek elimle kapatırken biri iki eliyle yüzümü kavrayıp kendine çevirdi beni. Yüzlerimiz birbirine bakarken bana bir şeyler söylediğini anlamıştım ama duymuyordum sanki onu. Anlamamıştım ne dediğini. Şu an düşündüğüm yüzümde olan elleriydi.

 

Dizlerimden destek alıp iki elimle ellerini ittim.

 

"DOKUNMA!" diye bağırdığımda o da kendini geri çekmişti. Tekrar gelen öğürme isteğiyle ağzımı tutup ondan ve diğer adamlardan uzak bir yere gittim. Sonrasında yere çöküp tekrar çıkardım midemdekileri.

 

Artık gerçekten gücümün tükendiğini hissediyordum. Sanki ne elimi ne kolumu kaldırabilecek halim kalmıştı. Yine de zar zor yerden destek alıp kendimi iki aldım geri çektim. Ardından dizlerimi kendime çekip kollarımı dizlerime sardım. Sonra da kafamı dizlerime yaslayıp bir süre sakinleşmeyi bekledim.

 

Kendimi o kadar kötü, o kadar iğrenç hissediyordum ki içim dışıma çıkana kadar da ağlasam bu his değişmeyecek gibiydi. Çok iğreniyordum. O şerefsiz oyunbaz pislikten ölesiye tiksiniyordum, kendimden iğreniyordum, elimde olmasa bile Semih'ten bile iğreniyordum. Her şey, herkes çok iğrenç geldi gözüme bir an. Bütün her şeyden soğudum, herkes gözüme kötü gözüktü. Hiç bu kadar kötü hissetmemiştim kendimi.

 

Başıma giren ağrılar yetmiyormuş gibi şimdi de midem kasılmaya başlamıştı. Hatta kramp giriyordu mideme. Her saniye sanki daha da kötü oluyordum. Ama yapabileceğim bir şey yoktu şu an, beklemek başka.

 

Bir süre öyle kaldıktan sonra yavaş yavaş kendime geliyor gibiydim. Başımın ağrısı devam etse de midemdeki kramplar geçmişt. Nefes almak az önceye göre daha kolay geliyordu artık. Yavaşça kollarımı çözüp başımı kaldırdım. Üzüntü, stres, gerginlik nasıl da etki etmişti vücuduma direkt. Dakikalar içinde ne hale getirdi beni.

 

Kalkmak için yerden destek alacağım sırada sağ tarafımda birinin varlığını fark ettim. Başımı çevirip baktığımda yine aynı adamı gördüm karşımda. Yüzündeki tuhaf ifadeyle yanımda diz çökmüş duruyordu. Aramızda biraz mesafe bırakmayı akıl etmişti neyse ki. Kaşlarım yine çatılırken elinde yeni fark ettiğim su şişesini uzattı bana.

 

"Su iç, iyi gelir."

 

Bakışlarımı birkaç saniye yüzünde tutup ciddi olup olmadığına baktım. Beni kaçıran biri olarak fazla iyi niyetli bir hareketti bu.

 

"İstemez." dedim soğuk sesimle. Ardından yerden destek alarak kalktım ayağa. Eş zamanlı olarak o da kalktı. Gözüne dağılmış bi halde gözükmemek adına hemen üstümü topraktan temizlemeye çalıştım. Sonra da eşarbımı düzeltip konuştum aynı ses tonuyla.

 

"Semih'le konuşmam lazım."

 

Evet Semih'le konuşmam lazımdı. Çünkü o adamı imam diye getiren oydu ve bana bi açıklama yapması gerekiyordu.

 

"Sebep?"

 

Sinirle soludum. Acaba neden? Ne oldu ki ben Semih'i görmek istiyorum? Sebebi ne olabilir ki? Kesin çok özlemişimdir ya. Başka ne olacak, ölüyorumdur hasretinden!

 

"Resmiyette evli olduğum ama Allah katında eşim olmayan adama bunu yeni öğrenmişken ve buna sebep olan o iken ben acaba neden konuşmak istiyorum onunla? Bi düşünelim!"

 

Sinirle kelimeleri sıraladıktan sonra ondan sabırla cevap bekledim. Beklemek gerçekten sabır işi. Bu adam cidden bir acayip! Ben komik bir şey mi söyledim? Ne bu yüzündeki, çok küçücük de olsa, sırıtan ifade?

 

"Sebebinin o olduğunu anlaman güzel," dedi yüzündeki aynı ifadeyle. Sonra tekrar ciddileşip devam etti. "Ama onunla şimdi konuşamazsın. Daha anlatacaklarım bitmedi."

 

Daha anlatacakların bitmedi mi? Daha mı bitmedi anlatacakların? Anlatacakların mı bitmedi daha?

 

Lan ne anlatacaksın daha? Söylediklerinle içimden geçtin zaten bi de bunun devamı mı var?

 

"Öyle mi? Anlat hadi dinliyorum." deyip kollarımı bağladım. Umarım yine kusmamı gerektirecek bir şey anlatmaz. Midem boşaldı zaten kalmadı içinde bir şey.

 

"Önce eve geçelim, sana banyonun yerini göstereyim. Bahçeye inmekle uğraşma bir daha." deyip arkasını döndüğünde sinir küpü olmak üzereydim ama arkasını döndükten sonra dedikleri tam sinir küpü olmama sebep oldu zaten.

 

"Sözde bünyen sağlamdı."

 

Duymadığımı düşünmesi için biraz sesli söylemişti bunu ve ben de duymuştum evet. Sinirle peşinden yürüyüp yine sinirle konuştum.

 

"Bana bak, midemin bulanmış olması sağlam bi bünyem olduğu gerçeğini değiştirmez. Gayet insani bir olay bu."

 

Bana yandan bi bakış atıp tekrar önüne döndüğünde ben de önüme dönmüştüm.

 

"Doğru. Ağlamak da gayet insani bir olay zaten." diye bana cevap verdiğinde keyfi yerinde gibiydi, sesi öyleydi. Ama yüzünde ciddiyetten ödün vermeyen bir ifade vardı.

 

"Evet öyle. Ama zaten ağlamadım. Sakinleşmeyi bekledim. Sanki hesap vermek zorundayım sana. Benimki de laf." dedim sona doğru sesimi biraz alçaltarak. Sanki onun rehinesi değilmişim gibi bu rahatlık nereden geliyordu bilmiyorum. Polis damarım tuttu sanırım.

 

"Elimde esir olduğun sürece bazı şeylere zorundasın."

 

Baya komik adammış. Esirim diye her istediğini yaptırabileceğini falan sanıyordu herhalde.

 

Biz konuşurken çoktan evin kapısına gelmiştik. O ayakkabılarını çıkarırken ben ne yapsam diye düşünüyordum. Ayağımda sadece çorap vardı ve evi kirletmek istemiyordum. Şimdi de temizlik damarım tuttu herhalde.

 

O içeri girdikten sonra önce bana sonra ayaklarıma bakıp içeri girdi. Ben gitmiş olmasını beklerken o terlik bırakıp banyonun yerini söyledi. Sonra da içeri girdi.

 

Terlikleri giydikten sonra az önce yaşadıklarımı nasıl bu kadar hızlı atlattığımı düşündüm. Nasıl olacak? Doğru düzgün üzülmeme bile izin vermiyor, sinirlendiriyor beni bu herif!

 

Sabır çekerek içeri girdikten sonra önce banyoya gidip elimi yüzümü yıkadım. Soğuk su biraz iyi gelmişti. En azından daha iyi hissediyordum. Elbisenin kol kısmı kirlendiğinden suyla onu da temizledim. Tam temizlenmese de en azında pis gözükmüyordu. Ardından kenarda asılı duran ve kokusundan temiz olduğu belli olan havluyla elimi yüzümü kuruladım. Diğer taraftaki raflarda gördüğüm peçeteyle de kolumdaki ıslak kumaşı sildim. Ardından peçeteyi çöp kutusuna atıp banyodan çıktım.

 

Yine aynı odaya, salona, girdim. Bana kanepelerden birini işaret ettiğinde bir an önce ne anlatacağını öğrenmek için istediğini yapıp kanepeye oturdum. Ben oturduktan sonra o da diğer kanepeye oturup ellerini birleştirdi.

 

"Aslında," dedi yere bakarken. Sonra gözlerini bana çevirdi. Ben de yere baktım o konuşmasına devam ederken. Kafamın içi kazan gibiydi ve evliliğimizin gerçek olmadığı gerçeği aklıma gelip duruyordu sürekli. Zar zor odaklandım onun sesine.

 

"Seni esir tutmaya niyetim yok. Bazı şeyler planladığım gibi giderse sen zaten burada kalacaksın, kendi kararın olarak."

 

Kaşlarım sanki düzelmeyi unutmuş gibi olsa da kendini zorlayıp daha da çatılıyordu. Beni burada esir tutmayacak ama kendi rızamla kalmamı sağlayacak ne gibi bir şey söyleyebilirdi ki bana? Gerçi, az önce söylediklerinden sonra her şeyi beklemeliydim sanırım.

 

"Sırayla anlatırsam daha iyi anlarsın. O yüzden beni iyi dinle."

 

Hala bana baktığını düşünerek başımı onaylar şekilde salladım. O da devam etti konuşmasına.

 

"O sahte imamı size getirenin Semih olduğunu biliyorsun. Ama bunu bilerek yaptığını bilmiyorsun."

 

Aniden başımı kaldırıp ona baktım. Şaka falan yapmıyordu.

 

Ne demek bilerek yaptı?

 

"O ne demek?" dedim ani bi çıkışla. Her şey daha da kötüleşiyordu sanki.

 

"Sakince dinlersen senin yararına olur," dedi önce. Ama ben zaten sakindim, sadece şaşkın ve öfkeliydim.

 

Ben de ellerimi bağladım. "Sakinim, anlat." dedim sakin gözükmeye çalışıp. Benden ona aval aval bakmamı bekleyemezdi. Çok basit şeyler söylemiyordu çünkü. Bu kadar tepki bıraksın da vereyim.

 

"Bilerek yaptı, çünkü onun derdi seninle gerçek bir evlilik yaşamak falan değildi. Tek derdi, senin servetin."

 

Başımdaki ağrı yine şiddetlenmeye başladığında bu sefer tepki vermemeye çalışıp sadece başımı ovdum ve onu dinlemeye devam ettim.

 

"En başından beri planı buydu. Seninle evlenip en sonunda şirketin üzerine konmak. Babanla da ortak olmak istiyordu. Çünkü onunla ortak olup şirketin diğer yarısı sana devrolduğunda seninle evlenerek diğer yarısına da kolayca ulaşacaktı. Senin işlerden anlamadığını biliyordu, bu yüzden daha da kolay olacaktı onun için bu iş."

 

Acaba ne anlattığının farkında mıydı ki? Elinde hiçbir kanıt yokken ve Semih dururken ona mı inanacaktım yani? Gerçi...

 

Sahte imam meselesi var ve o imamı getirenin Semih olduğunu ben de biliyorum. Ama onun da haberi olmayabilir, ki ben böyle düşünmüştüm.

 

Yine de bu adamın dediklerini sonuna kadar dinlemeye niyetim vardı.

 

"Yani seni sevdiği için değil, babanın mirası için evlendi seninle. Çünkü onun için önemli olan resmi nikahtı, dini nikah değil."

 

Bunları söylerken sesindeki gerginlik bariz belli oluyordu ve o gerginlikten bende de vardı. Bu adamın yalan söylediğini sanmıyordum ama söylediklerinin doğru olmama ihtimali sakin kalmama yardım ediyordu. Olabildiğince sakin kalmaya çalışıyordum yoksa kafayı yiyebilirdim her an.

 

"Söylediklerim senin için bir şey ifade etmiyor mu? Sana o herif seni kandırdı diyorum, hiç umurunda değil mi?" diye bir anda sinirlendiğinde yavaşça başımı kaldırıp ifadesizce ona baktım. Merak ediyorum, ne bekliyordu benden?

 

"Sana inanmam için bi gerekçen falan var mı?" diye sordum düz bi ifadeyle. Sadece konuşarak beni ikna edemeyeceğini bilmesini beklerdim. Bu kadar şeyi biliyorken üstelik. Gerçi bunları uyduruyor da olabilir, o da bi ihtimal.

 

"Sana önceden söylüyorum," dedi daha da sinirli çıkan sesiyle. "Sonra bunları o..." deyip tahminimce söyleyeceği kötü sözleri yutarak devam etti. "...şerefsizden duyduğunda şok olma diye."

 

Yani bu, beni Semih'e götürecek demek miydi? Eğer öyleyse olanları ondan da duyabileceğim demekti bu. Asıl gerçekleri ondan öğrenebilecektim.

 

Fakat bu adam bu kadar ciddi ve iddialı konuşuyorsa ve de beni Semih'e götürecek kadar sözlerine güveniyorsa gerçekten doğruları söylüyor olabilir miydi? Yani Semih'in benimle evlenme sebebi gerçekten para için miydi? Bu doğru muydu yani? Bu adam niye bu kadar tereddütsüz konuşuyordu? Dedikleri gerçekten doğru muydu yani?

 

"Tehtidle yalan mı söyleteceksin ona?" dedim yine aynı ciddiyetle. Aklıma gelen bütün ihtimalleri değerlendirmek istiyordum.

 

Karşımda sinir katsayısının yavaş yavaş arttığını hissettiğim adam sinirle gülüp ayağa kalktı.

 

"Tehtid, öyle mi?"

 

Küçük odanın içinde volta atmaya başladığında iyice öfkelendiğini anlamıştım. Bir süre öylece gidip geldikten sonra önümde durup konuşmaya devam etti.

 

"Yani hiç mi düşünmüyorsun bu adam doğru söylüyor mu acaba diye? Bu kadar mı güveniyorsun o herife? Sanki ne kadar tanıyorsun onu?" diye sesini yükselttikten sonra bağırarak devam etti. "BU KADAR MI KÖR OLDUN SEN?"

 

Söyledikleri başımdaki ağrıyı katlıyordu sanki. Sanki tekrar tekrar yankı yapıyordu beynimde. Başımı çatlatacakmış gibi ağrıtıyordu hem de. Dayanılmaz bir noktaya gelmeye başlamıştı. Yine de kendimi zorlayıp ayağa kalkmayı başarmıştım. Karşısına dikilip ben de konuştum, sesimi biraz yükselterek.

 

"Sen ne bekliyorsun ya benden? Derdin ne senin? Beni ve Semih'i sanki kaçırmamışsın gibi geçmiş karşıma hiç tanımadığım sana inanmamı mı bekliyorsun?"

 

Kaşlarını çatmış beni dinlerken nefes alış verişleri çok hızlıydı. Öfkeden deliye dönmüş gibi bakıyordu bana. Lafımı bitirir bitirmez cevap verdi.

 

"En azında bi dene!" diye bağırdı yüzüme doğru. "Bu kadar güvenme şu ite! Ne dedi de kandırdı seni? Hangi zayıf noktandan yakaladı? Sen ne zamandır bir insana bu kadar çabuk ve bu kadar çok güvenir oldun Yazgı? Nasıl bu kadar değişebilirsin? Bir kaza insanı nasıl böyle değiştirebilir?"

 

Başımdaki ağrı sınırlarını zorlar gibi daha da artarken kaşlarım çatıldı. Sesimi biraz daha alçaltarak konuştum.

 

"Kaza mı?" dedim anlamayarak. Hafızamı kaybettiğim kazadan mı bahsediyordu? "Sen nereden biliyorsun bunu?"

 

"Ben," dedi aramızdaki iki adımlık mesafeyi bir adıma indirirken. "Seninle ilgili sandığından çok şey biliyorum. Kazayı da biliyorum, babanın ölümünü de biliyorum, o itle bir hafta önce evlendiğini de biliyorum. Hatta bir şey söyleyeyim mi Yazgı?" dedi yüz hatları daha çok gerilirken. "Ben o kazadan öncesini de biliyorum."

 

O, yüzünde gördüğüm şey neydi bilmiyorum. Acı gibi ama daha çok öfke gibiydi bakışları. Sözleri ise hançere benziyordu. Her cümlesinde bana sapladığı bir hançer. Hayatımla ilgili bildiklerim neredeyse sadece bana söylenenlerken o bana benim için karanlık olan o zaman dilimiyle ilgili bildikleri olduğunu söylüyordu. Ailem dışında biri söylüyordu bunu üstelik.

 

Böyle durumlar nasıl anlatılır ki, inanın bilmiyorum. Beynimde neler döndüğü, içimdeki karmakarışık hislerin daha ne kadar çok bulandığı, kalbimin ne hale geldiği ve bu gerginliğin vücuduma olan etkisi... Hepsi birbirine girdi sanki. Ve vücudum tepkisini gösterip başımdaki ağrıyı sanki azmış gibi kat kat artırdı. Gözlerim hafif kapanır gibi oldu ama kendimi hemen toparlayıp yutkunduktan sonra sordum sorumu.

 

"Kimsin sen?"

 

Sesim biraz sessiz çıkmıştı fakat onu da düzeltip devam ettim.

 

"Benimle ilgili niye bu kadar çok şey biliyorsun? Geçmişimi nereden biliyorsun? Ne derdin var benimle? Kimsin sen?"

 

Bağırmasam da sesim az öncekine kıyasla yüksek çıkmıştı ama bu onun için pek bir şey ifade etmiyor gibiydi. Yüzündeki ifadeyi çözemiyordum. Bariz bir öfke vardı ama ardındaki şeyleri göremiyordum. Sinirle bakışlarımı çektim ondan. Sırf öfkeliyim diye ona bakma hakkını nereden buluyordum ki kendimde? Üstelik bakmak bir şey ifade ediyormuş gibi...

 

Karşımdaki adam dediklerimi ya anlamadı ya da cevap vermek istemiyor. Gayet açık bi şekilde sorduğum halde hala bir şey dememesi sinirlerimi daha çok geriyordu. Hem anlatacağım diyor hem de susuyordu. Ne yapmaya çalışıyor bu?

 

"Ali," dedi birden, hiç beklemediğim bir anda. Bu isim hiç yabancı gelmemişken hatırladığım bi anı da yoktu. "Ali Kandemir, hatırlıyor musun bu ismi?"

 

Hatırlıyor muydum, bilmiyorum. Ama bu isim yabancı gelmiyordu bana. Hafızamda herhangi bir görüntü canlanmıyordu ama bu isim çok tanıdıktı. Bu kadar tanıdık gelmesi normal miydi şu an? Bu adamı hatırlamazken ismi tanıdık geliyordu. Yani ben aslında bu adamı önceden tanıyor olabilir miyim?

 

Bilmiyorum, kafam o kadar karışık ve dolu ki buna bi cevap veremiyorum.

 

"Sadece," dedim ve alnımı ovdum. "Tanıdık geldi o kadar," dedim pek emin olamamış gibi. Sonra tekrar ona baktım ciddiyetle. "Kimsin sen, söyleyecek misin artık?"

 

Adını sonunda öğrendiğim adam acınası bir şekilde gülünce kendimi biraz kötü hissetmiştim. Kendi kendine konuşur gibi yuvarladı ağzında lafı.

 

"Sadece tanıdık geldi demek..."

 

Sonra kendini toparlayıp eski ciddi haline geri döndü.

 

"Neyse, şu an benim kim olduğum önemli değil. Önemli olan sizi neden kaçırdığım."

 

Konuyu bir anda değiştirince tuhaf oldum ve kaşlarım çatıldı ister istemez. Onun kim olduğu önemliydi elbette ama ondan önce bizi neden kaçırdığını da öğrenmem gerekiyordu. Ve zaten şu anda kendi kimliğini açık etmeye pek niyeti olmadığı belli olduğundan sessiz kalıp devam etmesini bekledim. O da bu sırada kanepeye tekrar oturmuştu. Ben de öyle yapıp kalktığım yere oturdum tekrar.

 

"Kısaca özet geçeceğim sana," deyip dirseklerini dizlerine yerleştirdi ve ellerini bağladı tekrar. "Babanın düşmanları var ve gözleri şu an senin üzerine olan şirkette. Senin şirket işlerinden uzak olduğunu bildikleri için bi şekilde şirketin üzerine çökmeye çalışıyorlar. Bi de babanın onlardan aldıklarını geri almak için. Semih'in de istediği şey şirket olduğundan sana bu süreçte yardım edip seni babanın düşmanlarından korumuş. O zorla değil de güzellikle almak istedi sana miras kalanları. Bu yüzden bi şeklide seninle evlenmeye çalıştı ve başardı da. Ama bu şekilde Semih hem babanın düşmanlarının düşmanlığını kazandı hem de kendi düşmanları üzerine saldırdı. Bir haftadır bunlarla uğraşıyordu ama bazı şeylere engel olamadı. Eve baskın yaptığımız gece nasıl geldiğini hatırlarsın, leş gibi içmişti. Baş edemedi bazı şeylerle ve olaya ben el attım. İkinizi de kaçırdım çünkü seni korumak ve o itin düşmanları onu gebertmeden önce sana gerçekleri söylemesini istedim. Yer değiştirmemizin sebebi ise her yerde aranıyor olmanız. Semih'i bulurlarsa ne yaparlar bilmiyorum, muhtemelen öldürürler. Seni bulurlarsa eğer tehtid edip istediklerini alırlar."

 

Anlattıklarından sonra direkt gözüme bakıp devam etti.

 

"O yüzden, ben diyene kadar burada kalmak zorundasın. Ve dediklerime de harfiyen uymak zorundasın. Aksi halde seni de, elindekileri de, anneni de koruyamam."

Loading...
0%