Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5.Bölüm

@kisakursunkalem

Ali'nin o an kalbine büyük bir ağırlık çökmüştü. Bu ağırlık kalbini sıkıştırmış, nefes almasını zorlaştırmıştı. Bir an ne yapacağını bilmeden öylece kalırken dudaklarından onun adı döküldü fısıltı gibi.

"Yazgı..."

Anlık duraksamadan sonra bu sefer var gücüyle bağırdı.

"YAZGI!"

Koşmaya başladı Ali. Sesin geldiği yöne doğru bütün yorgunluğuna rağmen durmadan koştu. Çok korkuyordu ona bir şey olmasından. Düşmüş müydü? Başına ne gelmişti? Hiç bilmiyordu ve bu bilinmezlik onu daha da korkutuyordu.

Biraz daha o yöne doğru koştu Ali. Bir yandan da gözleriyle etrafı tarıyor, Yazgı'yı veya ona dair herhangi bir şeyi bulmaya çalışıyordu. Çok geçmeden ileride bir yerde birini gördü. Daha iyi görebilmek için biraz yavaşladığında o kişinin Yazgı olduğunu anladı. Hemen tekrar hızlanıp ona doğru koşmaya başladı.

"Yazgı!"

Yazgı olduğu yerde oturmuş bacağını tutuyordu. Yüzünü pek göstermemekle birlikte ara ara ona doğru koşan adama bakıyordu. Gerginlik tüm vücudunu sarmışken olacakları bekledi sadece.

Ali var gücüyle koşarak Yazgı'nın yanına giderken hala seslenmeye devam ediyordu ona cevap vermeyen kadına. Bu sırada gözü sürekli ondaydı. Yanına yaklaştığı sırada hızını azalttı ama koşmaya devam ediyordu hala. Biraz daha yaklaştığında ise biraz daha yavaşlamıştı. Fakat hala başına geleceklerin farkında değildi. Yavaş da olsa koşarak ona giderken beklemediği bir şey oldu.

Son bastığı yerde ayağı boşluğa düştü ve bir anda kendini beklemediği bir yerde buldu.

Bir çukurda.

Yazgı'dan

İşte böyle avlarlar adamı.

"Yazgı!"

Onun öfkeyle çıkan sesi bulunduğu yerde yankılanıp beni de bulmuştu. İstediği kadar öfkelenebilirdi, şahsen beni ilgilendirmiyordu.

"Ne yapmaya çalışıyorsun sen?!"

Oturduğum yerden kalkıp ağlarıma düşmüş avıma bakmak için çukurun yanına gittim. Keyifle gülümsedim. Onun sorusunu umursamadan konuştum.

"Orada havalar nasıl?"

Ali sinirle üstünü başını eliyle temizlerken bana bakıp bağırdı.

"Derdin ne kızım senin?! Ne yapmaya çalışıyorsun?!"

Bıyıkaltı gülmeye devam edip cevap verdim. Bu her zaman yaşayabileceğim bir zevk değildi.

"Sana ne güzel koşmadan orman havası aldırıyorum. Daha ne istiyorsun?"

Ali daha da sinirlenmiş öfkeyle soluklanırken yine bağırdı.

"Yazgı bak gülüp durma! Şimdi adamlarımı arıyorum, sen de bir yere gitmiyorsun! Anladın mı beni?!"

"Oldu, başka isteğin var mı?"

"Yazgı!"

Yine ve yine sinirle bağırdıktan sonra cebinden telefonu çıkarıp tuşlara basmaya başlayınca ben bağırdım bu sefer.

"Dur, arama!"

Gözleri bana dönerken devam ettim bağırmadan.

"Beni dinle. Hala sana güvenmiyorum ve beni getirdiğin yer çok tekinsiz. Bu yüzden fırsatım varken kaçtım. Eğer şimdi benim dediğimi yaparsan seninle beraber gelirim. Ama yapmazsan seni burada bırakır kaçarım, adamların gelene kadar da gitmiş olurum."

Ali, en az bir kendi boyu kadar daha derin olan çukurdan yukarı bana doğru bakarken hala sinirli gibiydi. Kaşlarını çatmış dediklerimi düşünüyordu muhtemelen. Gözlerini benden çekip önüne baktığı sırada telefonu yavaşça cebine koydu ve tekrar bana döndü.

"Ne istiyorsun?"

"Semih'in yanındaki adamlarından birini görüntülü ara. Önce Semih'i göstersin, sonra da olduğu yerden çıkıp senin arabana kadar yürüsün. Bu kadar."

Gözlerini çukurda gezdirip sinirle güldü.

"O iti oraya sakladığımdan emin olacaksın yani? Şurada kaçmak için fırsatın var, sen hala onu düşünüyorsun!"

Onu düşünmeyip de ne yapacaktım? Daha neler olduğundan bile emin değilim. Sonuç olarak onu seviyorum ve orada bırakacak değilim.

"Benden hemen her şeye inanmamı bekleyemezsin. Yapıyor musun yapmıyor musun?"

Yine sinirle soluklandı ve cebinden telefonunu çıkardı. Bir şeyleri tuşladıktan sonra ses geldi telefondan. Ali sert sesiyle konuştu.

"Semih'i göster!"

Biraz bekledikten sonra telefonu bana çevirdi. Görüntülü konuşma açıktı ve ekranda Semih vardı. Bir sandalyeye oturtmuşlar, elleri arkasından bağlanmış ağzı da bir bez parçasıyla kapatmıştı. Gözleri de kapalıydı, ya uyuyordu ya da baygındı. Onu öyle görünce içim acıdı. Ellerimi dayadığım toprağı sıktım dişlerimi sıktığım gibi. Ona bunu yapanın telefonu tutan şahıs olduğunu düşündükçe daha da öfkelendim. Ağlamamak için dişlerimi daha da sıkarken kendimi tutmaya çalıştım.

"Gözü niye kapalı? Ne yaptın ona?!"

Öfkeyle ona bakarken nefretimi kusmak istedim ama bunu şimdi yapamazdım. Önce Semih'in can güvenliğinden emin olmam sonra da gerçekleri ondan dinlemem gerekiyordu.

Ali sinirle telefonu kendine çevirip emir verdi.

"Ayıltın şunu!"

Birtakım seslerden sonra telefonu tekrar bana çevirdi. Semih gözlerini açmıştı. Ama canı yanıyor gibiydi. Acıyla sızlanırken gözleri telefona kaydı. Tahminimce telefondaki benim kim olduğumu anlamaya çalışıyordu. Gözleri yarım yamalak açık dururken dudaklarından çelimsiz bir ses çıktı.

"Yazgı..."

"Benim Semih, buradayım. Yanına geleceğim birazdan sakın kendini bırakma."

Ona olabildiğince ikna edici ve rahatlatıcı bir şekilde konuşmaya çalışırken Ali tekrar telefonu kendine döndürdü.

"Şimdi o itin yanından arabama kadar gidiyorsun ve geçtiğin yerleri telefonla gösteriyorsun. Araba kapının orada. Anladın mı?"

Her seferinde öfkeli çıkan sesi şimdi daha sert çıkmıştı. Karşı taraftan aldığı onayla beraber telefonu tekrar bana çevirdi ve izlememi sağladı. Adam Ali'nin dediğini yapıp Semih'in yanından arabaya kadarki yolu bana gösterdi. Evet, gerçekten oradaymış Semih.

"Arabaya geldim efendim."

Telefonu tekrar kendine çevirirken ben oturduğum yerde doğruldum. Gerçekten Semih'e gelmiştik ve o hiç iyi gözükmüyordu. Üstü başı berbat haldeydi. Kan lekeleri, çamur izleri... Yüzü solmuştu ve anladığım kadarıyla dayak da yemişti. İçimden şu Ali denen adama saydırırken aklıma ister istemez Semih hakkında söyledikleri de geliyordu. Bunların gerçek olma ihtimali ve Semih'in o hali... Kafam allak bullak olmuştu ama şimdilik en büyük derdim Semih'in iyi olmasıydı. Bu Allah'ın cezası herif onu öldürmeden yanına gitmeliydim.

Ali denen adam kendi adamlarına emir verip gelmelerini söyledikten sonra telefonu kapatmıştı. Gözlerini tekrar bana dikerken sinirle konuştu yine.

"Sözünde dur, bir yere ayrılma. Adamlar birazdan gelir."

Az önce gördüklerimden sonra nefret ve iğretiyle baktım ona. Şu an gözümde bir caniden farkı yoktu.

"Onu senin gibi birinin eline bırakmam merak etme!"

Sözlerime karşı gözleri seğirdi Ali'nin. Bu şekilde tam bir psikopata benzemişti. Sinirden mi öfkeden mi bilmiyorum ama yumruklarını da sıkmıştı. Başını benden çevirip bulunduğu yerde etrafına baktı. Tek elini de alnına koyup ovmaya başladıktan sonra en fazla iki metre genişliğindeki çukurda volta atmaya başladı.

İkimiz de barut gibiydik. Beklemeye bile tahammülümüz yoktu. Adamların gelmesi ne kadar sürdü bilmiyorum ama bana çok fazla gelmişti. Ama en nihayetinde geldiklerinde yanlarında getirdikleri şeylerle onu çukurdan çıkardılar. Çukurdan çıkan Ali üstünü başını sert hareketlerle temizledikten sonra bana bakarak konuştu.

"Yürü hadi!"

Bağırmayı andıran sesi daha da sinirlerimi bozarken adamların geldiği yöne doğru yürümeye başladım. Öfkemi ve üzgünlüğümü yere attığım sert adımlarla belli ediyordum. Etkisi oluyor muydu bilmiyorum ama umrumda değildi. Bir an önce Semih'in yanına gitmem gerekiyordu.

"Siz burada kalın biraz. Tek bir hareketlilik olursa haberim olacak!"

Emirlerini de yağdırdıktan sonra yaklaşan ayak seslerinden anladığım kadarıyla o da sert ve hızlı basıyordu yere. Çok geçmeden bana yetiştiğinde bana bakmadan konuştu. Sesi hem sert hem de fısıltı gibiydi.

"O nefret dolu bakışlarını iyi sakla! O bakışların muhatabı birazdan ben olmayacağım!"

Ben de ona bakmadan yürümeye devam ettim. Ona karşı nefret dolmuştu içim. Çok öfkeliydim. Ve aynı zamanda çok tedirgin. Bir an önce Semih'in yanına gitmek istiyordum. Çok kötü gözüküyordu.

Giderken çoğu zaman kendi arkada kalmış olan adam muhtemelen yeni bir kaçma vakasıyla uğraşmak istemiyordu. Arabanın yakınlarına geldiğimizde biraz önüme geçip o yerdeki kapağı buldu. Kapağı açtıktan sonra geri çekilip bana baktı.

"Geç!"

Onun da öfkesi benimki gibi tazeydi belli ki. Sesi hem sert hem de itiraz istemez netlikteydi.

Yürüyüp yerin altına açılan kapağın yanına gittim ve aşağı baktım. Merdiveni gördüğümde ise beklemeden inmeye başladım. Ben indikten hemen sonra o da indi ve inmeden hemen önce de kapağı kapatmayı ihmal etmedi. Neredeyse karanlık olan bu yer bir koridora benziyordu. Ali önüme geçtiğinde onu takip ettim. En azından onu görecek kadar ışık vardı burada. Biraz yürüdükten sonra bir düğmeye basma sesi geldi ve bulunduğumuz yer aydınlandı. Hemen sonra Ali yürümeye devam etti. Bir sürü kapı bulunan bu koridorda en ilerideki sağdaki kapıya kadar yürüdük. O kapıya geldiğimizde ise Ali denen herif hiç duraksamadan açtı kapıyı ve benim geçmemi bekledi. Zaman kaybetmeden içeri geçtiğimde o korkunç manzarayla karşılaştım.

Telefonda gözüktüğünden çok daha kötü gözüküyordu Semih. Üstü başı çamur ve kan içindeydi. Yüzü yer yer morarmış, dudağının kenarında akan kanı kurumuştu. Elleri arkadan bağlı ve gözü kapalıydı yine. Ben gelene kadar bayılmış olmalıydı.

"Semih..."

Az çıkan sesime inat hızla yanına gidip diz çöktüm. Yüzünü daha iyi görebilmek için uğraşırken bir yandan da ona sesleniyordum.

"Semih, uyan. Uyan iyi misin? Ne yaptılar sana? Duyuyor musun beni? Semih, ne oldu sana?"

"Herkes çıksın dışarı!"

Ben Semih'e seslenirken Ali adamlarına emir vermişti. Onu umursamadan Semih'e seslenmeye devam ettim. Önceleri ses gelmese de sonrasında yavaş yavaş ayılmaya başlamıştı.

"Semih, duyuyor musun beni? Hadi aç gözlerini lütfen."

"Yazgı..."

"Buradayım. Aç gözünü hadi."

Eğik duran başını oynatmaya başladığında eş zamanlı olarak acıyla inlemişti de. Her ne kadar dokunup yaralarına bakmak istesem de sahte imam meselesi aklımdan çıkmıyordu. Bu meseleyi düşündükçe midem bulanıyordu ama Semih'in şu hali bu hissi bile bastırmıştı.

Başını biraz dikleştirdiğinde yarım yamalak gözlerini açtı.

"Sen nasıl geldin?"

Zar zor çıkan sesiyle konuşmaya çalışırken bile ne kadar acı çektiği belli oluyordu.

"O getirdi... Nasılsın? Çok canın yanıyor mu?"

Semih bana cevap vermek yerine Ali'ye çevirdi başını.

"Neden getirdin onu?"

Ben de Ali'ye döndüğümde onun eli cebinde bizi izlediğini fark ettim. Sırtını duvara yaslamış, yüzünde mimik oynamıyor kaşları çatık bizi izliyordu.

"Ona gerçekleri anlatacaksın."

Buz gibi çıkan sesine karşı Semih yarım ağız güldü.

"Öyle mi? Nasıl olacakmış o?"

Ortada benim bilmediğim gerçekler gerçekten var yani...

"Çok kolay olacak. Yeterince vaktimiz var. Ya sen anlatacaksın ya da ben gerekeni yapacağım."

Çok rahat bir şekilde kurduğu cümleler benim kafamı karıştırmaktan başka bir işe yaramamıştı benim için. Semih'e baktığımda yüzünün değiştiğini fark ettim. Az önceki alaycı hali gitmiş yerine daha ciddi bir hal gelmişti.

"Açık açık tehtid ediyorsun yani?"

Ali buz gibi gülümsedi. Kendinden ne kadar emin olduğu belli oluyordu.

Çömeldiğim yerden kalkıp onları dinledim.

"Seni öldürmediğime dua et bence. Sırf Yazgı senden duysun öğrensin diye yaşıyorsun. Yaşamaya devam etmek istiyorsan gerçekleri anlatacaksın. Sen anlatmazsan ben kanıtlayacağım. Ama o zaman da sen yaşamayacaksın."

Semih gözlerini ondan çevirip başka bir yere baktı ve ağzında bir şeyler yuvarladı. Sanırım küfür etmişti. Gözlerini bu sefer bana çevirince yarım ağız güldü.

"Evcilik oyunu buraya kadarmış demek ki karıcığım."

Kaşlarımı çatarak ona baktım. Kalbime bir ağırlık çökerken söyleyeceklerini duymaya hazır olup olmadığımı kestiremedim. Çünkü Semih duymak isteyeceklerimden çok daha farklı şeyler söyleyecek gibiydi.

"Ne demek bu?" diye sordum kısık sesimle. Sesim titremesin diye konuşmaya korkuyordum çünkü.

Semih Ali'ye dönüp aynı gülüşle sordu.

"Nereden başlamalıyım anlatmaya?"

"En başından!"

Az öncekine kıyasla daha gergin çıkmıştı Ali'nin sesi. Daha sinirli daha sert.

"Peki," deyip tekrar bana dönen Semih yüzündeki o sinir bozucu gülüşü bırakmış ve tekrar ciddiyete bürünmüştü. Gözlerini bana çevirmiş bakarken yutkundum ister istemez. Sanırım gerçekten söyleyeceklerini duymak istemiyordum. O benim sevdiğim adamdı çünkü. O korkunç şeyleri bana söyleyemezdi. Söylememeliydi... Bunları duymamalıydım ben. Hele ondan, hiç duymamalıydım...

"En başından anlatayım."

Ellerim iki yanımda üstümdeki elbiseyi tutarken söyleyeceklerini bekledim sessizce.

Semih de gergin gibiydi. Boğazını temizledi önce. Sonra da duygu barındırmayan sesiyle anlatmaya başladı.

"İş ortağımın bir kızı vardı. Ve bu kız ortağımın tek varisiydi..."

Tekrar yutkunurken sessiz kalmayı tercih ettim. Ellerim elbisemi sıkmaya başladığında o da devam etti.

"Eğer ben o kızla evlenirsem ortağımın bırakacağı mirastan da bir hayli faydalanabilirdim."

Sözleri kalbimde ufak ufak boşluklar açmaya başlamıştı. Kapanması çok güç olan boşluklar... Her kelimesiyle yeni bir delik oluşuyordu sanki kalbimde.

"Ben de gerekeni yaptım." dediğinde ise bu sefer sırtıma bir hançer yemiş gibi hissetmiştim. Ama o hançer gerçek olsaydı bu kadar acıtmazdı eminim.

"Ne?.." dedim hayal kırıklığı içinde. Sesim yine çok az çıkmış titremesini gizlemeye çalışmıştı.

"Önce seni kendime aşık ettim. Sonra da evlendim. Tabii senin pederin de katkısını göz ardı edemeyiz. Çok vakitli gitti rahmetli."

"DÜZGÜN KONUŞ!" diye bağırdım cümlesi biter bitmez. Nasıl olurdu bu? Sevdiğim dediğim adam nasıl o olabilirdi? Nasıl bunları yapmış olabilirdi? Nasıl babam hakkında böyle konuşabilirdi? Nasıl? Nasıl! NASIL?!

Semih pek umursamamış gibi olsa da hali daha bir ciddiyete bürünmüş fakat konuşması dünyanın en duygusuz insanının konuşması gibiydi.

"Yani sonuç olarak seni sevdiğim için evlenmedim. Güzel bir servetin vardı ben de fırsatı değerlendirdim. O dini nikah falan da umurumda değildi. Bana resmi nikah yetiyordu. Sana gerçek imamı getirip de riske girmeye gerek yoktu. Tuttum herifin birini, göstermelik bir nikah kıydı. O da sen istedin diye. Yoksa benim umurumda değildi."

Nasıl konuşabiliyordu böyle? Bunu nasıl yapmış olabilirdi? Bir hayatla oynamak bu kadar mı kolaydı, birinin bile isteye canını yakmak bu kadar mı kolaydı?

Az önce dedim ya sırtıma hançer yemiş gibi hissettim diye. O hançer keşke gerçek olsaydı. Keşke gerçek olsaydı da bunları duymamış olsaydım. O hançerin acısı geçerdi belki... Ama Semih'in kalbimde açtığı şu yaranın acısı, işte o hiç geçmeyecek gibiydi.

Yutkunup güçlü kalmaya çalıştım. Kendimde artık elbisemi sıkacak kadar bile güç kalmamıştı sanki. Ama bir umut, son bir umut sormak istedim. Yalan söylediğini düşünmek istedim. Buna inanmak istedim...

"Yalan söylüyorum, de." dedim çaresizce. Dudaklarından sadece bu iki kelimeyi duymaya ihtiyacım vardı. Çünkü kendimi artık nefes alamayacakmış gibi hissediyorum.

Semih bana öyle boş gözlerle, öyle duygusuz bir şekilde baktı ki beynimden vurulmuşa dönmüştüm sanki. Hiç umurunda değilmişim, hiç beni sevmemiş, hiç bana karşı bir şey hissetmemiş gibi konuşması öyle içimi acıttı ki söyleyeceklerini dinlemekten başka bir şey yapamadım. Öylece, gözümdeki akmayan yaşlarla, donmuş bir şekilde onu dinledim. Dinledim dinlemesine ama beni vursa bu kadar koymazdı, bu kadar içimi yakmazdı.

"Yalan değil," dedi ruhsuz sesiyle ve devam etti. "Seninle servetin için evlendim. Canım parandan daha önemli olduğu için söylüyorum şimdi bunları. Ben seni hiç sevmedim Yazgı. Hiçbir zaman da umurumda değildin."

Kalbim sanki bir anda paramparça olmuş, parçaları bütün her yere dağılmıştı. Artık üzerinden herkes geçebilirdi, kimsenin umurunda olmayan o parçalar artık çok değersizdi. Az önce açılan boşluklar şimdi kalbimin her yerindeydi ve o kalbin yeri boştu artık.

Çünkü ben, duygularımı kaybetmeye başlamıştım bile. Ruhum çekilmiş gibi hissediyordum artık. Donup kalmıştım ve gözümde dolan yaşların akmasına bile engel olamamıştım.

Ağlamıyordum. Sadece sağ gözümden yaş akıyordu ama o da çok uzun sürmemişti.

"Bu kadar yeter."

Ben hala girdiğim şoktan çıkamazken bu sesin sahibi beni kolumdan tutup götürdü. Ona ne engel olabilmiştim ne de dur diyebilmiştim. Sadece aklımdaki sözlerle ve kalbimdeki boşlukla onun adımlarına ayak uydurdum.

En sonunda Semih'in olduğu yerden çıkardı beni ve aniden durup kollarımı tuttu sıkıca.

"Yüzüme bak!" diye bağırdı bana. Donup kalmış olduğumdan hala mantıklı düşünemiyordum ama o pes etmeyip tekrar bağırdı.

"Yüzüme bak!"

Dümdüz önüne bakan gözlerimi onun sesi yüzünden kaldırıp ona baktım. O da gözlerimin ta içine bakıp net sesiyle konuştu.

"Bu, son ağlaman olsun! Anladın mı? Gözyaşlarını görmek istemiyorum artık! Senden çalınan hayatı geri alacaksın Yazgı! Özellikle de, geçmişini. Artık yalnız değilsin."

Bir şeyler söylüyordu ama söyledikleri bana ulaşmıyordu sanki. Çünkü zihnimde dönenleri dinlemekten ona sıra gelmiyordu.

Nasıl anlamadım? Nasıl göremedim onun nasıl biri olduğunu? Nasıl fark edemedim? Bu kadar mı kör olmuştu gözüm? Bu kadar mı şuurumu yitirmiştim? İnsan anlamaz mı hiç? Gözünden anlamaz mı sevip sevmediğini? Hislerini anlamaz mı? Bakışından anlamaz mı? Hani gözler yalan söylemezdi? Bana neden yalan söyledi gözleri? Ya da ben mi kör olmuştum da görememiştim? Bu nasıl bi körlük? Bu nasıl bir anlayamamak? Salak mıyım ben? Aptal mıyım? Geri zekalı mıyım? Nasıl görememiştim tüm bunları? Nasıl?..

"YAZGI!"

Hala gözüne baktığım ama göremediğim adam tekrar bağırınca aklım başıma geldi sanki. Kaşlarımı çatıp bulunduğumuz duruma baktım. Kollarımı tutmuş tam önümde dibimde bana bakıyordu. Gözlerimi kollarımı tutan ellerine çevirip geri adım attım. O da itiraz etmeden ellerini çekti. Bakışlarımı yere çevirirken kendime gelmeye çalıştım bir süre. En azından dağılmış gözükmek istemiyordum. Evet dağılmıştım, paramparça olmuştum ama bunu görsünler istemiyordum.

Elimle ağrımaya başlayan başımı tuttuğumda onun tekrar bana yaklaştığını fark ettim. Hemen geri adım atıp boşta kalan elimi havaya kaldırdım dur der gibi. Sonra da düz çıkan sesimle konuştu.

"Bir daha bana dokunma."

Olduğu yerde kalırken az önceye nazaran yumuşak çıkan sesiyle konuştu.

"Tamam. Burada işimiz kalmadı. Gidelim istersen?"

Esir tuttuğu kadına seçim hakkı mı sunuyordu o? Komikmiş. Onun sorusunu es geçip aklımdaki şeyi sordum.

"Ne yapacaksın ona?"

Konuşursa eğer yaşayacağını söylemişti. Söylediğinde ciddi miydi, emin değilim.

"Sen ne yapmamı istersin?"

Beklediğimin aksine soruyla cevap vermişti soruma. Neden soruyordu ki? Beni mi dinleyecekti sanki?

"Öldürecek misin?" diye sordum tekrar ona cevap vermek yerine.

"Bilmem."

"Öldürme." dedim ruhsuz çıkan sesimle.

"Neden?" diye sordu o da gergin bir şekilde. İçimden geçenleri saklama gereği duymadan cevap verdim. Zira saklayacak pek bir şey kalmamıştı. Bütün olanlara o da şahit olmuştu.

"Çünkü önce içimde ölsün istiyorum."

Loading...
0%