7. Bölüm

7.Bölüm

Zeynep Vza
kisakursunkalem

"O itle evli kalmayı düşünmüyorsun herhalde?"

Kaşlarımı çattım. Tamam boşanacaktım elbet ama aklıma ilk gelen şey bu değildi. Onun benden önce bunu düşünüp önüme boşanma protokolünü koyması şaşırtmıştı beni.

"Sana ne benim boşanmamdan?" dedim tersleyerek. Ona mı kalmıştı?

"Ne demek sana ne?! O kadar şey öğrendin hâlâ evli mi kalacaksın onunla?!" diye sesini yükseltti. Gözlerimi kaçırdım.

"Sana kalmadı."

"YAZGI!" diye bağırdı tekrar. "Delirtme beni! İmzala şu kağıdı!"

"Bağırma artık yeter!" diye ben bağırdım bu sefer. Beklemediğinden olsa gerek durakladı. Devam ettim ben de.

"Ben de bayılmıyorum evli kalmaya! Ama seni ilgilendirmiyor bu mesele!"

"Ne yapacaksın?! Sırf inadın yüzünden evli mi kalacaksın o şerefsizle?!"

"Hayır!"

"İmzala o zaman şu kağıdı!"

"Adam akıllı söylesen yaparım zaten!"

"Ne yapayım, yalvarayım ki kendini kurtar diye?!"

Sinirle göz devirdim.

"Göz devirip durma bana!"

"Aman sus yeter! İmzalayacağım tamam!" deyip kağıda baktım. "Ya sabır ya selamet!"

"Sesini yükseltme bana!"

Ağzımın içinden "He he." deyip kağıdı okumaya başladım. Bütün maddeleri inceledim. İki taraf da birbirinden bir şey talep etmiyordu. Bana uymayan bir şart göremeyince kağıtları imzaladım gitti. Semih zaten imzalamıştı. Doğrulduğum sırada Ali gelip bir anda aldı kağıtları. Katlayıp cebine koydu.

"Şimdi burada neler yapacağını anlatacağım. Sonra beraber notere gideceğiz. Avukata vekalet vereceksin, gerisiyle o ilgilenecek. Burada en fazla bir hafta duracağız. O sıra ben güvenliğini sağlayacağım. Bir hafta geçince seni annenin yanına götüreceğim. Orada kalacaksın. Ama benimle iletişimde olacaksın sürekli. Anladın mı?"

"Bana ne zaman kendini anlatmayı düşünüyorsun?"

"Anlatacağım. Başımın etini yedin bitirdin. Sorma artık, anlatacağım. Seni tehtidle tutmayacağım burada. O herif için burada duruyor olman yeterince zor zaten. Her şeyi bir anda anlatıp seni boşluğa düşürmek istemiyorum anlamıyor musun?"

Kaşlarımı çattım yine. Cidden dengesiz herifin tekiydi. Kaba kaba konuşup bağırıp çağırırken bir anda düşünceli gibi oluyordu. Derdi neydi gerçekten anlamıyorum.

"Çok sağ ol." dedim gözlerimi kısarak. Bu hareketime de sabır çekti.

"Neyse ne. Şimdi anlatıyorum ne yapacağını, iyi dinle." deyip anlatmaya başladı.

**

2 Gün Sonra

Sabahın köründe gelmiş yine çalışıyordum tek başıma. Ali, yapacaklarımı göstermişti. İki gündür sadece yaptırdıklarını yapıyordum. Artık sormayı falan da bırakmıştım kimsin diye. Anlatacağım demişti, anlatır diye umuyordum. Bütün hırsımı onun da dediği gibi böyle çalışarak atıyordum. Çok da iyi gelmişti açıkçası. Bu içimdeki acı beni zinde tutuyor gibi hissediyordum. Çalıştıkça hem fiziksel hem ruhsal olarak güçlendiğimi hissediyordum. Düşünmek yerine sadece kendime zaman vermek istiyordum, yoksa delirecektim.

"Kolay gelsin."

Duyduğum sesle beraber durup o tarafa baktım. Gelmişti yine manyak.

"Kolaysa başına gelsin." deyip önümdeki boks torbasına vurmaya devam ettim.

Adımlarının sesini duysam da umursamadan vurmaya devam ettim. Aslında bana bilmediğim pek bir şey öğretmemişti. Babamın verdiği eğitimler çok daha kapsamlıydı. Sanırım benim iyi olduğumdan emin olmaya çalışıyor ve yeni herhangi bir saldırı için hazır olmamı istiyordu.

"Nasıl gidiyor?"

Cevap vermek yerine vurmaya devam ettim. Bana ne? Onunla hoş beş mi edeyim?

"Seninle iletişim kurmayı bir türlü beceremedik farkındasın dimi?"

Durup ona döndüm ters ters bakarak.

"Kimin yüzünden acaba?"

"Senin yüzünden." dedi elleri cebinde bana bakarken. Ben kaşlarımı çattığımda devam etti. "İnsan gibi bir şey soruyorum. Ya laf sokmaya çalışıyorsun, kendince tabii, ya da bağırıyorsun car car. Normal insanlar gibi konuşmayı öğren biraz."

"Sen normal misin de ben sana normal insan muamelesi yapayım?" dedim sinirle. "Nerede bir manyaklık, tak oradasın. Saçma sapan gizemli adam triplerine girdin bir de. Sözde anlatacaktın, hâlâ bekliyoruz."

Sıkılmış gibi nefesini verdi.

"Anlatacağım," dedi yine, tabii yersen. "Vallahi yoruldum çenenden. Laf yetiştiremiyorum sana."

Bünyeyi saran gururla beraber göğsüm kabardı. Tabii yetiştiremezdi, susmam ki.

"Ama önce elimden kurtulman lazım." diye devam ettirdi sözlerini. Anlamayarak kaşlarımı çattığımda elini cebine attı. Bıçak çıkardı oradan.

"Önce öldüreyim sonra söylerim mi dedin?" diye sordum. Göz devirdi. Sonra ters ters konuştu yine.

"Sen salak mısın Yazgı? Öldürmek istesem çoktan yapardım bunu dimi? Kafan mı kıt anlamadım ki! Ayrıca seni öldürmek için buna ihtiyacım mı var?" diyerek bıçağı gösterdi.

Ters ters bakmayı sürdürdüm yine. Sonra kendimden emin bir şekilde "Bence var." dedim. Çıplak elle öldürme ihtimali zor gibi geliyordu bana. Ya da benimki deli cesareti de olabilirdi bilmiyorum.

Kaşlarını kaldırdı 'Allah Allah' der gibi. Sonra bir anda bıçağı bana fırlattı. Refleksle havada yakaladım.

"Kendinden baya emin gibisin." deyip yaklaştı biraz. "Deneyelim bakalım, ağzın kadar elin de çalışıyor mu?"

"Bırak ya," dedim umursamazca. "Bir şey olacak, sonra benim başımı yakacaksın."

"En son bıçağı eline aldığında kelepçelenmiştin yanlış hatırlamıyorsam?" diyerek damarıma basmayı ihmal etmemişti tabii. Ee benim sinirler de zıplamaya yer aradığı için amacına ulaşmıştı.

"Şu, bilmem kaç tane adamı üzerime saldığın günü mü diyorsun?" diyerek ben de onun damarına bastım. Ali'nin kaşları hafif çatıldı ama cevap verdi hemen.

"Biz seninle teke tektik, bunu da mı unuttun?"

Sabır çektim. Sürekli konuyu hafızama getirip duruyordu.

"Beni hafızamdan vurup duruyorsun sürekli." dediğimde gözleri başka bakmaya başlamıştı. Kaşlarımı çattım ve anlamak ister gibi devam ettim sözlerime.

"Çok merak ediyorum, acaba hayatımda nasıl bir yerin vardı?.."

Anlamlandıramadığım bakışlarını üzerimde gezdirdi bir süre. Sonra yüzünde çok az bir sırıtma oluştu.

"Bunu öğrenmek istiyorsan," deyip gözleriyle bıçağı işaret etti. "Ne yapacağını biliyorsun."

"Ne istiyorsun? Seni mi öldüreyim?"

"Etkisiz hâle getir." dedi bıkmış gibi.

"İstemiyorum." dedim.

"Dengesiz misin? Dikleniyordun az önce, ne oldu?" dedi.

"Dengesiz olan sensin. İki gün önce bağırıp çağırıyordun, şimdi bir iyimsersin ne hikmetse." dedim. "Oyun oynama benimle." diye ekledim.

"Oyun için değil Yazgı." dedi net bir şekilde. "Ne kadar ilerlediğini görmek için yapacaksın bunu. Seninle uğraşmaya çok meraklı değilim ben de."

"Uğraşma o zaman!" dedim sinirle. "Ne söyleyeceksen söyle işte ne diye şart koşuyorsun?"

"Çünkü sana bir şeyler yaptırmak için ya tehtid etmem gerekiyor ya da şart koşmam. Kendin düşünüp anlayamıyorsun çünkü."

"Bir şey anlatamadığın için anlamıyor olabilir miyim acaba?"

"Kafan yerinde olmadığı için anlatmıyor olabilir miyim acaba?" diyerek beni taklit ettiğinde ters ters baktım yine.

"Benim kafam gayet yerinde. Böyle saçma sapan sırlara gerek yok. Hem sen kendin demiştin, her şeyi öğrendiğinde kendin kalacaksın burada diye. Madem kendine güveniyorsun o zaman anlat. Bakalım ben burada duruyor muyum durmuyor muyum, görürüz."

"Önce bir savaş bakalım."

"Ya Allah'ım ya Rabbim!"

Bu adamın harbi beni taktığı falan yoktu. Ben bir şeyler anlatıyorum ama ne anlatıyorum? Umrunda değil.

Beklemediği bir anda hamle yaptım. Buna karşılık hızla geriye çekilirken durmadan devam ettim saldırmaya. Ben durmadan saldırdıkça o da geriye gidiyordu. Çok hızlı hareket ettiğim için saldırıya geçemedi muhtemelen, o fırsatı vermiyordum çünkü ona. Biraz daha ilerleyip duvara yaklaştığımızda yine hızlı bir hamle yaptım karnına doğru. Fakat bu sefer geriye kaçmak yerine uzattığım kolumun bileğine vurdu. Kolum aldığı darbeyle aşağı düşerken az kalsın bıçak da elimden düşüyordu ama son anda tutmayı başardım. Fakat boşluğa düştüğüm o saniyeler içinde Ali diğer kolumu büküp sırtıma getirdi. Bıçak tutan kolumu da diğer eliyle tutup beni olduğum yerde sabitledi.

"Gelişme var, ama daha dikkatli olman lazım." dediğinde ayağına sertçe bastım. Bıçak tutan kolumu tutan eli gevşediği anda ise karnına dirsek atıp kurtuldum ondan. Saniyelik bir tökezlemeden sonra kendini toparlayan Ali üzerime gelmeye başladı. Tekrar bıçağı savurup onu uzaklaştırmak istesem de bu sefer o çok hızlı hamlelerle kurtuldu her bir hareketimden. Geriye doğru giden taraf bu sefer ben olurken öne doğru hızlı bir hamle yaptım. Koluma vurmak yerine bu sefer tutan Ali'ye karşı hamlem çok hızlı oldu. Tuttuğu kolumdan elimdeki bıçağı bırakıp diğer elimle tuttum ve bu sefer engelleyemediği bir şekilde karnına sertçe bastırdım.

Ali'nin kaşları havalanmış şaşkın bakışlarını üzerimde gezdirmeye başlamıştı yine. Bense sırıtıp geri çekildim.

"Gelişme var, ama daha dikkatli olman lazım." dedim onun dediğine ithafen. Bıçağın arka tarafını bastırmıştım. Yani onu bilerek bıçaklamadım. Bıçaklarsam ben kazanmış olurdum zaten ve buna gerek yoktu yani tam gerçekleri öğrenecekken onun sakatlığıyla uğraşamazdık.

"Gerçekten gelişme var." dedi yüzündeki şaşkınlık kaybolurken. "Aferin." diye devam etti.

"Rakibini hafife alırsan böyle olur." dedim ben de. Asla kolay bir rakip değildi, beni hafife aldığı için böyle olmuştu.

"Haklısın, beklediğimden hızlı ilerlemişsin." deyip ellerini cebine attı yine. Sonra da buradaki masaya doğru ilerledi. Ben de peşinden ilerledim.

"Bunlar benim zaten bildiğim şeylerdi, hatırlamam gerekiyordu sadece. O kadar."

Başını yavaş yavaş sallayıp oturdu sandalyeye.

"Babanın sana faydası olduğu konular da varmış demek ki." deyince kaşlarımı çattım. Şimdi de babama mı sardı bu adam?

"O ne demek?"

"Otursana." deyip sandalyeyi gösterdi. Bir şey demeyip karşısındaki sandalyeye oturdum. Sanırım artık konuşacaktı.

"Oturdum, anlat." dedim merak içinde. Artık bilmediğim ne varsa öğrenmek istiyordum, özellikle bu adamın kim olduğunu.

"Duymak isteyeceğini sanmıyorum." dedi ciddi bir şekilde. Daha anlatmadan beni germeyi başarmıştı. "Çok zor olacaktır eminim ama daha fazla yalanlarla yaşayamazsın. Ve beni daha fazla düşmanın gibi görmeni istemiyorum."

"Bu kadar kötü ne söyleyebilirsin?" dedim anlamayarak. Gerginliğim daha da katlanmıştı söyledikleriyle.

Sıkıntılı bir nefes alıp verdi.

"Öncelikle," deyip ellerini masanın üzerinde birleştirdi. "Kim olduğumu söyleyeyim." diye devam etti. Bütün dikkatimi ona verip dinlemeye başladım.

"İş adamıyım ben. Öyle nereden çıkardın anlamadım ama mafya falan değilim. Seninle olan muhabbetimiz de bir yıl öncesine kadardı. Biz seninle..." deyip duraksadı. Ne diyeceğine karar verememiş gibi olup devam etti. "Arkadaştık..."

"Arkadaş mı?" diye sordum şaşkınlıkla. Ben böyle bir adamla ne sebeple arkadaş olmuş olabilirdim ki? Ne alaka yani? "Nasıl?"

"Ben de babanla ortak olmaya çalışıyordum. Yani Semih'le bir nevi rakiptik. Bu ortaklık meselesi ortaya çıktığı sırada tanıştık seninle. Sen babanın yanına gidip geliyordun, ben de seni o zamanlar görüyordum. Sonra seninle bir gün konuşma fırsatımız oldu. Öyle arkadaş olduk işte."

"Ne saçma. Ben seninle ne diye konuşayım ki?"

"Normal bir konuşma işte Yazgı. Şimdi sana o detayları mı anlatayım? Allah Allah ya..."

"Aman iyi devam et." dedim boş vererek. Bu detaylardan daha çok merak ettiğim şeyler vardı.

"Neyse..." deyip devam etti. "Ben bu kadar yani. Soracağın bir şey var mı?"

"Var tabii ki." dedim hemen. "Bizi niye kaçırdın?"

Ofladı.

"Bunu anlatmıştım zaten."

"İyi de ne diye beni koruyorsun?"

"Arkadaşımsın dedim ya Yazgı." diye bıkkınca konuştu. Gözlerimi kıstım.

"Yeme beni. Kimse arkadaşı için bu kadar şey yapmaz."

"Ben yaparım! Ne bekliyorsun? Senin çevren bozuk diye herkes öyle mi sanıyorsun?"

Yavaştan sinirlendirmeye başlamıştı yine.

"Bunun çevre bozukluğuyla alakası yok. Sen bizim evi tarayıp bizi yedi araba adamla kaçırdın! Bu çok fazla. Sadece arkadaşınım diye yapmış olamazsın. Mutlaka başka bir sebep vardır."

"Ne olabilir? Seni koruyarak elime ne geçecek benim?" diye bir soru yöneltince düşündüm biraz ama bir şey gelmedi aklıma.

"Bilmiyorum, ama başka bir sebebin olmalı."

Arkasına yaslandı.

"O zaman sen kafanda kurmaya devam edebilirsin. İkna etmekle uğraşamayacağım çünkü."

Göz devirdim. Bir şeye de uğraşsa şaşarım zaten.

"İyi! Devam et o zaman anlatmaya."

Duraksadı. Tereddütte kalır gibi oldu. Ama en son pat diye söyledi söyleyeceğini.

"Kısaca anlatacağım iyi dinle. Senin babanın karanlık işleri vardı Yazgı."

Yeni bir şokla karşı karşıya kalırken kaşlarımı çatmaktan başıma ağrı gitmeye başladı.

"Ne?"

"Kesmeden dinle beni. Bunu ilk ben öğrendim ve sana söyledim. Sen bana inanmadın. Kendin araştırdın, defter bile tuttun. Bütün detayları, ipuçlarını oraya yazdın. Sonra gerçekleri anlayınca babana hesap sormaya gittin. Giderken de kaza geçirdin ve o kazada hafızanı kaybettin sen."

"N-nasıl?" dedim şok içinde. Neler söylüyordu böyle? Babam hakkında... Ne demek karanlık işler? Ne demek bütün bunlar? Nasıl bir saçmalık?

"Saçmalıyorsun!" diye devam ettim. "Saçma yani, olamaz böyle bir şey... Niye yalan söylüyorsun bana?"

Ciddiyetini bozmadı. Ama sakince cevap verdi benim aksime.

"Yalan değil, gerçek bunlar." diye itiraz etti. Kendinden emin gibi konuşuyor, canımı daha çok yakıyordu. Başımı iki yana salladım.

"Hatırlamıyorum diye yalan söylüyorsun! Elinde kanıtın var mı? Yok. Ne düşünerek söyledin bunları bana?"

Yine sakin kaldı. Ben öfkemle söylediklerini bastırmaya çalışırken o sakinliğiyle delirtiyordu beni.

"Kanıt var. Şu an inanamaman normal. Ama o kanıtı bulunca gerçek olduğunu anlayacaksın."

"Saçmalık!" diyerek ayağa kalktım. Saçmalıktan başka bir şey değildi bunlar. "Ben babamı tanıyorum, öyle biri değil o! Ayrıca nerede kanıtın? Göster hadi!"

Gösterecek bir kanıtı yoksa neyi konuşuyorduk ki biz? Körü körüne inanacak değildim ya. Ne düşünerek söylüyordu bunları, neden kafamı karıştırıyordu anlamıyorum!

"Onu da sen biliyorsun." dedi o da ayağa kalkarak. "O defteri nereye sakladığını bir tek sen biliyordun. Ama sen de hafızanı kaybettin..." diyerek çaresizliğini belli etti. Anlaşılan kanıt falan yoktu elinde. O zaman ne diye inanayım ki ona? Daha kim olduğundan bile emin değilim. Ama gelmiş bana emin emin konuşuyor, baban kötü falan diyor!

Sinirle güldüm.

"Güzel kurmuşsun! Olmayan bir defteri mi kanıt diye sunuyorsun bana?"

"Var o defter Yazgı!" dedi o da sinirlenmiş gibi. Sesi biraz daha sert çıkıyordu artık. "Defterden sadece ikimizin haberi vardı. Eğer başkası bulup yok etmediyse hâlâ duruyor bir yerlerde."

"Bırak ya!" dedim sinirle. Nasıl bir kârı vardı bilmiyorum ama uydurmaktan başka bir şey yapmıyordu. Anlamıyorum ki nasıl ona inanmamı bekliyor? "Ne anlatıyorsun sen bana? İnanmamı sağlayacak bir tane bir şeyin yok ama sen benim inanmamı bekliyorsun! Ortada annemin babamın lafı varken sana mı inanayım?"

O da sinirlendi. Hatta öyle ki sesini yükseltip bağırmaya başladı. Bütün öfkesini kusar gibi, gerçekleri kafama kazımak ister gibi baskındı sesi.

"Çok mu tanıyorsun onları, ha?! Çok mu güveniyorsun?! Semih itine de güveniyordun, ne oldu?! Bozuk para gibi harcadı seni! Unuttun mu hemen?!"

Gözleri alev saçan adama karşı derin bir acıyla baktım. Bünyem kaldırmıyordu artık bu kadarını.

"Yeter artık, başıma gelenleri yüzüme vurmaktan vazgeç!" diye bağırdım. Burama kadar gelmişti artık. Zaten zar zor hazmetmeye çalışıyorum, gelip yüzüme vuruyor sürekli. Doldum artık taşmak üzereyim, görmüyor bunu.

Allah kahretmesin ki gözlerim de dolmaya başlamıştı. Hemen başımı çevirdim görmesin diye. Karşısında ağlayıp zırlayacak değildim.

"Yazgı..." dediği sırada gözlerimi art arda kırpıp gelen yaşları geri gönderdim. Sonra yavaşça başımı çevirdim. Sesini alçaltıp öyle konuştu.

"Yine üzülme diye söylüyorum. Çok yanlış insanlara güveniyorsun... Daha önce de güvendin, hep üzülen sen oldun. Ailen de olsa tanımıyorsun onları. İnanma artık, güvenme bu kadar... Sonra olan hep sana oluyor..."

Başıma yine çok sancılı bir ağrı girmiş, beynimi uyuşturmaya başlamıştı. Düşünceler öyle birbirine girmişti ki hangisi benimki seçemiyordum. Bir taraftan Ali'nin söyledikleri diğer taraftan rahmetli babam... Hangisi doğruydu gerçekten?

Ben nasıl babamdan şüphe edecek raddeye gelmiştim?

Peki ne zaman onlara bu kadar güvendim?

Kim doğru?

Kim yanlış?

Kim sahte?

Kim gerçek?

Ben ne yaşıyorum böyle? Nasıl bir oyunun içindeyim? Nasıl bir sahteliğin içine düştüm? İnsanın bir tane güveneceği biri olmaz mı? Şüphe etmediği bir Allah'ın kulu olmaz mı? Bu nasıl bir yalnızlık böyle?

Derin derin nefes alıp verdim. Her şey, herkes üzerime geliyor gibi hissediyordum. Sanki dünya yıkılmış da altında ben kalmış gibiydim. Gözlerim doluyordu elimde olmadan. Aldığım nefes bile ciğerimi yakıyor gibi hissediyordum. Kimi tutsam elimde kalıyordu. Güvendiğim kim varsa ihanete uğruyordum. Sanki sevdiğim herkes eline bir bıçak almış, vurmak için arkamı dönmemi beklemişlerdi. Döndüğüm gibi de saplamışlardı bıçağı. İlk darbeyi Semih'ten, sevdiğim adamdan, yemiştim fakat sırtımda daha kimin olduğunu bilmediğim bir sürü bıçak vardı anlaşılan.

"Çok yoruldum..." dedim, canım çok acıyordu. Sesim kısık ve bitik hâlde çıkıyordu. Dizlerim tutmaz gibi hissederken yavaşça yere çöktüm. Dermanım kalmamıştı ayakta durmaya.

"Çok fazla artık." diye kısıkça konuştum yine. Gözlerim artık tutamamıştı gözyaşlarımı. Ağır ağır döküldüler yanağıma. İçimden bir şeyler kopup gider gibi oldu. Kalbim sıkıştı. Ciddi manada zor nefes alıyordum.

"Yazgı..." diyen sesini duymuyor gibiydim. Önümde dizlerinin üzerine çöktüğünü görmüyor gibiydim. Gözlerim bulanıklaşmaya, kulaklarım uğuldamaya başlamıştı.

"Geçecek hepsi, halledeceğiz." dedi ama geçecek olan bir şey yoktu ortada. Eğer dedikleri doğruysa, hayatımda en sevdiğim iki adam hayatımın içine etmişlerdi. Bu geçecek bir acı gibi gelmiyordu. En fazla hazmetmeye çalışırdım. Onu da yapamıyordum işte.

"Allah'ım yardım et..." dedim çaresizce. Sanırım Allah'tan başka kimsem kalmamıştı, annem de bunlara ortaksa eğer. "Hiçbir şey hatırlamıyorum, kimseye güvenemiyorum. Nasıl yaşayacağım ben? Bir yol göster ne olur..."

Üstümde öyle ağır bir yük vardı ki tanıyamadığımı hissediyordum. Sanki eziiyordum o yükün altında. Ne kim olduğumu biliyorum ne de çevremdekilerin gerçekte kim olduğunu. Ailem sandıklarımdan üst üste darbe yemişken kime güvenecektim ben? Kim anlatacaktı gerçekleri bana? Kim öğretecekti kim olduğumu? Bu kadar güvensizliğin içinde yaşayabilir mi insan? Kafayı yemeden ayakta durabilir mi? Çünkü ben kendimi delirmenin eşiğinde hissediyorum.

"Halledeceğiz Yazgı!" dedi yine. Başım eğik yere bakarken kafamdaki seslerle onun sesini dinlemeye başladım. "Her şey düzelecek... Kuyuya da düşsek yukarıda gökyüzü var, yeter ki vazgeçme Allah kuluyla beraberdir demiştin. Sen unutsan da ben unutmadım. Şimdi zor, evet. Ama üstesinden geleceksin. Ne gerekiyorsa yapacağız. Sana yalnız değilsin dedim lafımın arkasındayım. Bu zamana kadar gelemedim ama artık buradayım, yanındayım. Ve sana zarar vermelerine izin vermeyeceğim."

Söylediklerini dinlerken düşüncelerim iyice karıştı ve aklıma bir şey düştü. Hâlâ sormadığım o soruyu sordum ona.

"Madem benim arkadaşımdın, madem beni bu kadar önemsiyordun, bana bunca yalan söylenirken sen neredeydin? Tam bir yıl oldu, bir yıl boyunca niye gelmedin yanıma?"

Bölüm : 28.04.2025 18:29 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...