@kisgunesialtinda
|
"BAŞKA HAYATLARA BAKIP KENDİ HAYATINI KIYASLAMA. KİMSENİN YARASI DIŞTAN GÜZEL GÖZÜKMEZ. HER YARANIN KENDİSİNE HAS BİR KABUĞU VARDIR." ////////////////////// //////////////////////////////// İnsan çabaladıkça batmaya meyilldir. Ne kadar adım atsa da en sonunda başladığı noktaya geri dönmeye mecburdur. Hayat onu dener. Sınavlara maruz bırakır. Nereye kadar dayanacağını tartar ve sonunda yere yıkılıp kaldığında, hayat geçer karşına alkışlara boğar onu. Neden mi? Çünkü muazzam bir kaybedilişi büyük bir zevkle izlemiştir hayat. Hayat sizin hayatınız ama kurucusu siz değilsiniz. Siz sadece çabalarsınız ayakta durmak için. Hayat ise binlerce yumruk vurur, sen yine de yıkılmamak için çabalarsın. Basit mantık aslında. Yaşamak için kimseye karşı boyun eğmeyeceksin. Her zaman dik duracaksın, asla karşındakine koz vermeyeceksin. Çünkü insanın ailesi de olsa en ufak bir hatanda seni idam sehpasına çıkarır. Öz annen ,seni öldürmek için bir ton yol ararken bu hayatta sen kime sonsuz güvenip gardını indirebilirsin ki.
Yaşamak istiyorsanız hayatın kurallarına uyarak yaşamayı bilmelisiniz. Hayat bir kumar masası. Bende en son kozumu kullanıyorum. Kumara canımı koyuyorum. Eğer kaybedersem yok oluşuma kimse üzülmeyecek. Çünkü ben bile isteye canımı kumar masasına koydum. Yaşamak için son şansım. Anneme boyun eğmemem için son çıkış yolum bu kumar masası. Ben bir kere oynarım onda da tam oynarım. Canım pahasına hem de. Ben Efnan. 20 yaşındayım.15 yaşından beri annem beni öldürmeye çalışıyor. İlk 26 Ocak 2018'de beni öldürmeye çalıştı. Uyurken bileğimi keserek hem de. Canımın acısı ve korku dolu şaşkınlığımla nasıl uyandığımı hala çok net hatırlıyorum. Annemin nefret dolu bakışlarını da çok net hatırlıyorum. Beş sene oldu her gün o bakışlarıyla yüz yüzeyim. Annem, babam öldükten sonra beni katili olarak kafasında kodladı. O zamanda beri nefretinden tek kurtuluş yolum ölüm. Hayatımı mahvetti. Yine de ben hala onunla yaşıyorum. Garip geliyor biliyorum. Ama insan ailesini seçemiyor. İnsan yaşayacaklarından kaçamıyor. İnsan kaçmaya çalıştıkça daha da batıyor pisliğe. Ben de akışına bıraktım. İstediğim gibi davranacağım. Kapanmayan yara izlerimi kapatmak için canımı dişime takmayacağım. Kapanır ya da kapanmaz yaşamanın yoluna bakacağım.
"Efnan?" Sena nazik sesi ile adımı gülerek dile getirdi. Önümde duran kahva bardağına dalıp gitmiş dalgın bakışlarımın odağını Sena'ya çevirdim. Yüzünü aydınlatan şirin bir gülümseme ile bana bakıyordu. "Yine dalıp gitmişsin. Kahveni de içmemişsin." Karşımda ki borda koltuğa oturdu. "Akşam yemeğe geleceksin dimi. Harika bir makarna tarifi buldum." "Bilmem. Annem aşağıda tek." Annemi sevmiyor. Annemi tanıyan hiçkime sevmiyor zaten onu. Buna üzülmüyorum çünkü annem böyle olması için uğraştı. Herkese karşı nefret duyarsa insanlar da onu sevmez. O istedi bu yalnızlığı. Sena'ın gülen yüzü hafif soldu. "Efnan, annen o biliyorum ama onla yaşamay devam etmen garip. Daha geçen hafta canına kast etmedi mi bu kadın. Sen niye hala onla yaşıyorsun?" Onun ailesinde bu tip olaylar olmadığından bu olay her gün ona garip geliyor. Hatta ilk bileğimi kesik gördüğünde ağlamaktan canı çıkmıştı. Ben bile onun kadar ağlamamıştım. Kabullenmiş bir hissizlikle gülümsedim. "Ben annemi görmüyorum ki Sena. İnan evde iki yabancı gibi bile değiliz. Yokuz ikimizde o evde. Sadece uyumak için giriyorum ben o eve." Kahvemde bir yudum daha aldım. Erzurum'un buz gibi sıcağına iyi gelen kahve gülümsememi derinleştirdi. Bir kahve ile mutlu olabiliyorken, hayat neden bana karşı bu kadar zoru oynuyor. İmtihan deyip Allah'a sığınıyorum çünkü Allah'tan başka güvenecek kimsem yok. O bana dayanacak gücü veriyor. İsyan ettiğim çok an oluyor yalan değil. Sadece kontrol altında tutmayı öğrendim duygularımı. Kalbimin acısı ile feryat etmemeyi zor da olsa öğrendim. Benim sakin duruşuma anlama veremeyen , üzgün bakışlarıyla bana bakan Sena'ya ılımlı bir şekilde gülümsedim. "Sena, inan üzülmene gerek bir durum yok. Sende biliyorsun ki alıştım ben bu duruma. Bir tek benim annem değil evladını sevmeyen. Daha binlerce insan var ailesinin sevmediği." Kalbimde ki burukluk sesimi titretti ama dik duruşumu bozmadım. Dudaklarımda ki hissiz gülümsemeyi kabullenmiş olan ruhum acıyordu. "Bu hayatta insan bir tek kendisini koşulsuz şartsız sever Sena. Diğer herkes bir çıkar için birbirine elini uzatır. Sana sarılan, gülen, yardım eden insanlara güvenme. Ne malum sarılırken seni sırtından bıçaklamayacağı. Ya da ne malum yüzüne gülüp, senin gülümsemeni soldurmayacağı. Gülmek kolay değil Sena. Sahte gülmek bile zorken içinden gelerek gülmek ne derece zordur bir düşünsene. Öylesine zor elde edilen bir şeyi neden hak etmeyen insanların elinde yok edelim." "Efnan, sen hiç içten gülmüyorsun. Tanışalı üç ay oldu ama ben bir kere bile gözlerin kısılacak kadar mutlu bir şekilde gülümsediğini görmedim." Sena çok masum kalpli. Ben mutlu olmadığım zamanlarda, o benden daha çok üzülüyor. Hatta elinde olsa benim içten bir şekilde gülümsemem için kendi muazzam gülümsemesini bana bağışlar. Ama bana gülmek günah gibi geliyor. Annemin 15 yaşımdan beri gülümsediğim her an bana lanetler okuduğu için belki de. Belki de gülersem annemin dediği gibi cehhenneme bile alınmayacağıma kalbim inandı. Ne çok belkiler var dimi hayatımda. Belkiler, neyseler le bir ömür geçirip sonunda mutsuz öleceğimiz bir Dünya da neden mutlu olmaya çalışalım ki. Mutsuzluk bir kere kalbimizde zift bağlamış. Onu orada söküp atmak imkansız. Yine belki de diyeceğim ama bu kendimi korumanın bir yolu da diyebilirim. Acı çekmemek için alışık olduğum mutsuzluğun arkasında saklanıyorum. Çünkü ben mutlu olmayı bilmiyorum. Sahte mutlukları adım kadar iyi biliyorum ama gerçek mutluluğu hissetmeyeli çok uzun zaman oldu. İnsan bilmediği bir histen korkar. Bilinmezlikler zarar verir insana. Bir kere saklandığım yerden çıkayım dedim yara bere içinde geri döndüm mutsuzluk çukuruna. Mutlu olmak, gülümsemek bana günah sanırım. Annem haklı. Ben hiçbirini hak etmiyorum. En iyisi bildiğim bu mutsuzluk çukurunda ölene kadar yaşamak. Zarar görmemem için burada kalmalıyım.
Sana en çok zarar veren yerde sırf alışık olduğun için durduğunun farkına ne zaman varacaksın Efnan? Aklın değil ama kalbin acıdan paramparça olana kadar küle dönmüş halde.
Düşünceler birer birer aklıma dolmaya başladığı sırada kendime gelmek için kahvemden koca bir yudum aldım. Yanan dilim ile birlikte acıyan kalbimi gölgelemek için gülümsedim. Sena ne yapmaya çalıştığımı anladığı için ses etmedi. Üstelemedi de. "Galiba Erzurum'un soğuğu senin bu lezzetli kahvene etki etmiyor. Baksana hala sıcacık ve muhteşem tadı." Kahvemde ki son yudumu da sıcak olmasına umursamadan bir dikişte içtim. "Ben gideyim. Biliyorsun iş beklemez." "Bende okula gideceğim. Birlikte çıkalım olur mu? Akşam müsait olursan gel ama." Bakarız manasında kafamı sallamakla yetindim. O da benle birlikte oturduğu yerden ayağa kalktı. Atkım ile beremı takıp," Olur," dedim. "Sen hazırlan ben kapıdayım." "Tamamdır." Sena koşarak odasına gitti. Bende kahve bardağımı mutfağa bırakıp dış kapının önüne yöneldim. Kırmızı botlarımı siyah kotumun altına giyinip bağcıklarımı bağladım. Sena hızlıca hazırlanıp sırt çantasını karıştırırken yanıma geldi. "Galiba abim geliyor," dedi heyecanla. "Ona aldığım hediyeyi," dedi ki çantasından çıkardığı hediye kutusu ile sevinç çığlığı attı. "Buradaymış! Bir an kaybettim diye çok korktum." Hediyeyi çantasına gerip koyup bana baktı. "Abimin arkadası İrfan abi aradı da. Sana da bahsetmiştim psikiyartrist olan. Abim uçaktan inmek üzereymiş. Bugün abimin şansına da bir dersim var sadece. Dersim bitince o bana süpriz yapmadan ben ona süpriz yapacağım." Abisine olan sevgisini biliyordum da bu kadar üst derece olduğunun farkında değildim. Abisi geleceği için havalara uçacak kadar mutlu olması garip. Açıkçası kardeş sevgisini çok bilmiyorum. Yamaç, annemin ikini kocasından olan oğlu. Annem onu da sevmiyor ama bana davrandığı kadar berbat da davranmıyor. Yamaç beni sevmiyor değil ama Sena ile abisi gibi bir kardeş ilişkimiz yok. Onlarda üvey ama bizden çok farklılar. Olması için o çabalasa da ben ona karşı duvar gibiyim. Güvenmiyorum ona. Aramızda ki tek şey kan bağı. Kan bağım var diye ona güvenmek zorunda değilim. Onun kalbinde ki kötülüğü gördüm ben. O beni saf sanmaya devam etsin, ben onun ne mal olduğunu gayet iyi biliyorum. "Senin adına sevindim," derken samimiydim. "Abine sonunda kavuşuyorsun." Sena'ın abisi dört ay önce aniden yurt dışına gitmişti. Sena dahil ailesinde ki kimse neden gittiğini bilmiyor. Benim aklıma gelen bir şey olsa da Sena'ya deyip panikletmek istemediğim için sessiz kalmayı tercih etmiştim. Abisinin boksla ilgilendiğini söylemişti ama ailesi buna pek sıcak bakmadığı için o da buna ara verdi diye söylese de Sena, bana hiç öyle gelmemişti. Eski asker bir boksör. Askerliği bırakmış ailesi ile papaz olması normal. İşte bu yüzden susmak en iyisi. Hep abisinin bir bildiği vardır da söylememiştir diye düşündüm. Ne de olsa aile işlerine karışmak haddime değil. Her ailenin kendine özgü karanlık bir tarafı var. Hiçbir aile tertemiz, berrak değil. Belki de abisi bunu bilerek bir anda yurtdışına gitti. Hiçbir şey bilmeden laf etmek mantıklı bir hareket olmaz. Sena kafamda dönen düşüncelerden habersiz heyecanla gülümsedi. Siyah botlarının bağcıklarını bağlıyordu. "Abimin kafasını kıracağım var ya. Bir anda hiç bir şey demeden gitmek neymiş hesabını verecek. Bizim akşam yemeği de iptal oldu ama." Sıkıntı yok manasında göz kırptım. Abisi ile vakit geçirmesi benle vakit geçirmesinden bin kat daha iyidir. Hem aylardır görmüyor abisini. Böyle dese de abisine kıyamayacağını çok iyi biliyorum. Onun tatlı sitemlerini dinleyerek evden çıktık. Apartmandan çıkana kadar abisine yapacağı şeylerden bahsetti. Heyecandan çenesi açılmıştı küçük hanımın yine. Tabi bu benim otobüsüm gelene kadar sürdü. Sena ile vedalaşıp otobüse bindim. Otobüsün ön kısmı doluydu. Arkada ki tekli koltuğa oturup kulaklığımı taktım. Seksendört (Yara) şarkısını açıp arkama yaslandım. Gitar sesiyle birlikte gözlerimi yumdum. Kelimerle birlikte ruhum gevşemeye başladı. Müzikler insanın ruhunda ki yaraları tamir edemez ama yara bandı gibi üzerlerini örtmekte çok becerikli. Konuşmayı çok sevmesem de sesim güzeldir. Bir zamanlar şarkı bile söylerdim. Mutlu olduğum bir zamanlar gerçekten hayatın tadını alarak yaşamayı biliyordum. Müzik ilerlerken otobüste trafikte yavaşça ileriliyordu. Durağa yaklaşınca gözlerimi araladım. Otobüs durdu, kapılar aralandı. İçeri ilk yaşlı bir teyze bindi. Ardından üç tane liseli kız. En son bir adam bindi. Siyah beresi ağzının tamamını kaplayacak şekilde örtülmüştü. Uzun kirpikleri, en az atkısı kadar koyu olan siyah gözleri ile ortaktı. Bana kısa bir an bakıp arkaya doğru yürüdü. Her adımında sarsılmaz bir duruş sergiliyordu. Arkamda ki koltuğa oturdu. Burnuma dolan yoğun beyaz sabun kokusu ile farkında olmadan derin bir nefes çektim içime. Bir anda otobüsün içine dolan bu ferah kokunun sebebi ne acaba? Arkama döndüğümde adamla göz göze gelmeyi hesaba katmamıştım. Simsiyah gözleri stabil bir ifadesizlikle bana bakıyordu. Onun arkasında ki dörtlü koltukta oturan liseli kızlar da bana bakıyordu. Neden bana bakıyorlar? Müziğin sesini kıstığım o anda burnumdan akan sıcak sıvıyı hissettim. Burnumdan akan kan dudaklarımın arasına damladı.Şimdi anladım neden baktıklarını. Şimdi mi kanayacak zamanı buldun burnum? Harbiden en olmadık yerlerde kanamak hobin filan olmalı. Doktor stresten oluyor demişti. Kısaca bunun bir tedavisi yok. Tek tedavisi strest olmamak. Benim hayatımda da bu imkansız olduğundan burnumun kanaması ile yaşamaya alışmam gerek.
Kanayan burnumdan akan kan adamın siyah botuna damladı. "Kusura bakmayın," diyerek kafamı yukarı kaldırdım. Adam saniyesinde oturduğu yerden kalkıp yanıma geldi. Yukarı kaldırdığım kafamı tuttuğu gibi yere eğdi. Tok sesi bu konuda gayet bilgili olduğunu belli ediyordu. "Kanı vücudundan dışarı atman gerek. Kafanı eğik tut. Sakın kaldırma." Burnumu tuttum. Adam ona da itiraz etti. "Tutma burnunu." Cebinden siyah bir mendil çıkardı. Nazik bir şekilde kanayan burnuma tampon yaptı. Önde oturanlar, sonradan otobüse binen yolcular meraklı halde bize bakıyordu. Adam aynı naziklikle uyardı insanları. "Merakınızı giderdiyseniz önünüze dönebilirsiniz. Hanımefendi gayet iyi." Atkısından dolayı sesi kalın ve sert çıkıyordu. "İyisin sen de. Bir hastalığın filan mı var?" Hayır manasında kafamı hafifçe iki yana salladım. "Stresten o zaman," dediğinde kafamı ani bir hareketle yukarı kaldırdım. Adamla burun buruna gelmeyi kesinlikle beklemiyordum. Şaşkınlıkla irileşti mavi gözlerim. Bu kadar yakınımda olmasında gerek var mı? Kulaklığımdan gelen hafif müzik, adamın simsiyah gözleri ve insanı büyüleyen beyaz sabun kokusu hiç olmadığım kadar huzurlu hissetmeme neden oldu. Burnum kanarken, bir yabancı ile göz gözeyken huzurlu olmam kesinlikle saçmalığın daniskası biliyorum. Neden bilmiyorum kalbim huzurlu sadece. Hafif bir rahatlama var kalbimde. "Yara geçti izi duruyor," dedi şarkıda. Adam o kadar kısık seste olmasına rağmen cümleyi kendi içinde mırıldanınca şaşkınlığım daha da arttı. Bu adamın kulakları o kadar kısıkta ki müziği nasıl duyabildi? "Seksendört dinliyorsun." Cevap veremedim. Beyaz sabun kokusu mest etmişti aklımı. "Yara şarkısını bende severim. Güzel tercih." Öylece baka kaldım adama. O ise hala stabil bir ifadesizlikle bana bakıyordu. Yakınlığımız gram umurunda değil gibiydi. Atkısından dolayı olmalı diye düşündüm. Çünkü adamın yüzünde görebildiğim tek şey gözleriydi. Simsiyah olan gözleri. "Mendili tut," dedi sakince. Elimi burnuma götürdüğümde adam elime değmemeye özen gösterip elini çekti. Mendili adamın tuttuğu gibi nazikçe burnumda tuttum. Burnum kanadağı için boğuklaşan sesimle teşekkür ettim. "Yardım için sağ ol. Ayakkabın hep kan oldu özür dilerim onun içinde." Ben demesem ayakkabısına damlayan kanın farkında bile olmayacaktı. Ayakkabısına baktı. Ardından hissizce, "Emin ol bu kan hiçbir şey," dedi ama ne demek istediğini anlayamadım. Söylerken sesinde tuhaf bir yorgunluk vardı.Bu yorgunluk o kadar tanıdık geldi ki huzura bulunan kalbime bir sancı saplandı. Babamı kanlar içinde gördüğümde hissettiğim sancının aynısını şu anda hissetmem normal olamaz. Efnan kontrolünü kaybetme. Sakinleş. O zaman aklımdan geçen o cümlenin aynısını bu adamdan duyuyorum. Aklım bana oyun mu oynuyor? Babamın cansız bedeninden akan kanlar, yerde ki kan gölü......Bu kan hiçbir şey. Beynime saplanan cümle ile gözlerimi yumdum. Otobüs şansıma durakta durdu. Gözlerimi açıp adamla konuşmadan hızlıca oturduğum yerden kalkıp, otobüse binen insanların arasından kendimi dışarı attım. Mendili daha da burnuma bastırdım. Arkama bile bakmadan, nerede olduğumu umursamadan hızlı adımlarla yürümeye başladım. Kimseye bakmadım, kendimden kaçmak için adımlarım daha da hızlandı. Zihnimde ki düşünceler bıçaklarını biledi. Her adımımda zihnime sapladılar bıçaklarını. Adımlarım hızlandıkça şeytan tüm günahlarını daha da omuzlarıma yükledi sanki. Babamın cesedinin ağırlığı omzularımdan aşağı bir an olsun inmedi. Beyaz sabun kokusunun yerine kanın iğrenç kokusu aldı. Babamın kanının kokusu tüm bedenime doldu. Hızlanan nefesimle ayaklarımda ki tüm güç çekildi gibi hissettim. Yere düşmemek için yolun kenarında ki ağaca tutunmak zorunda kaldım. Burnumda ki kanlı mendili yere düşürdüm. Ayaklarımı taşımaya mecalim yoktu. Acı o kadar derinden vurdu ki yıkılmaktan kurtulamadım. Dizlerimin üzerine yıkıldım. Soluk boruma takılı kalan nefesimi son nefesimmiş gibi dudaklarımın arasından kaybolup gitti. Elimi kalbimin üzerine bastırdım. Nefes alamıyorum. Nefes al Efnan.....nefes al Efnan. İçimden binlerce kez nefes al diye kendime kızdım. Nefes alamadığım her an gözlerim de ki yaşlar arttı. Acıdan kavrulan kalbimde ki sancı o kadar canımı yaktı ki nefes alsam ölecekmiş gibi hissettim. Öfkeyle kalbimin üzerine vurdum. "APTAL!" diye haykırdım. "Aptalsın sen," diye fısıldadım gökyüzüne bakıp. İnsanların kınayıcı, garip bakışlarına aldanmadım. "APTAL!" diye bir kez daha haykırdım. İçimde ki acıyı anca böyle atabilirim sandım ama işe yaramadı. Acı geçmek yerine daha da arttı. Kalbimin üzerine sertçe vurdum. "Sakinleş! Lanet olsun sana artık sakinleş!" Feryadım ile ağlamamak için zor tuttuğum göz yaşlarım boğazıma taş gibi oturdu. Dişlerimi öyle sert sıktım ki bir an çenem kırılacak sandım. Ağlamayacaktım. Asla. Benim. Hatam. Olmayan. Bir. Şey. İçin. Ağlamayacağım. Zar zor kesik bir nefes aldım. Bedenimde depremler oldu. Ağaçtan destek alan ellerimi yere dayadım. Soğuk zemine iyice bastırdım buz gibi olan ellerimi. Ayağa kalkıp bu hayata yenilmediğimi göstereceğim. Ben suçlu ya da günahkar değilim anne. Ben, senin kafamda kurduğun celladın kurbanı olmayacağım diye çok savaştım. Beni yenemeyeceksin anne. Gözlerimi kapattım. Ağlamak için an kollayan titrek sesimle kendime seslendim. Kendimi kurtarmak için kendimi duymam gerekiyor. Duy kendini Efnan. Başka kimse duymasa da sen duy. Bırak şu yükü kalbinden. Hadi Efnan..... "Senin suçun değil. Kafanın içinde ki cellada kulak asma Efnan. Sakinleş. Bırak kalbinde ki sancıyı, düşünme. Sakinleş." Her kelimeyi kısık sesle on kere tekrarladım. Tekrarladıkça ağlama isteğim arttı yine de devam ettim. Bir Allah'ın kulu durup da iyi misin diye sormadı. Gözleri önünde paramparça oldum, nefesim kesildi. Biri de durup yardım etmedi. Tek bir kişi diyorum. Bakın tek bir kişi yardım etmedi. Bu mu sizin insanlığınız. Böyle insanlar olmaz olsun. Hayvanlardan farkları yok. Kimseye ihtiyacım da yok. 15 yaşında beridir kendi başımın çaresine baktım. Bundan sonra da bakarım. Bana ellerini uzatmayacak kadar kötü biriysem.....ağlamak yok Efnan. Hayır ağlayamayacağım. Hayır....Hayır! Ağlamayacağım.... Burnumu çekip gözlerimi açtım. Bulanıktı görüşüm. Ağlamak istiyorum. O kadar yalnız ve güçsüzüm ki ağlamak istiyorum. Sanki acıdan kavruluyor kalbim. Her defasında böyle yıkılmaktan çok yoruldum. Bir anda vuran bu acıyı taşımaktan çok yoruldum. Anlasanıza ben daha 20 yaşındayım ama çok yoruldum. Normal değil bu. Neden görmüyorsunuz beni. Neden bana yardım etmekten bu kadar korkuyorsunuz? Annemin dediği gibi yardım edilmeyecek kadar günahkar biri miyim? Neden ya neden? Allah aşkına bir sebep verin bana! Benim sizden ne farkım var? Bende hepiniz gibi insanım. Ben sadece insanım! İnsan! Canı olan! Kanı olan! Acı çekebilen! Sıradan bir insanım ya! İnsan! Sizden ne farkım var! Ben, bana davrandığınız gibi asla kimseye davranmadım. Peki neden.....bana böyle davranıyorsunu? 20 yaşındayım ben daha. Neden beni yok etmek istiyorsunuz? Ağlamamak için kendi ruhumu paramparça ettiğimi hiçbir zaman asla unutmayacağım. Bunu bana hissettiren herkesten bunun hesabını tek tek soracağım. Nefesimi kesen herkesin kan kusmasını sağlayacağım. Yemin ederim anne bana yaşattığın tüm acıların hesabını bana vermeden ikimizde ölmek yok. AZİZ DEMİR Tek bir hata ile tüm Dünyam tepe taklak olmuşken benden hiç olmadığım biri gibi davranmamı bekleyenler var. Kendimi yok sayıp onların görmek istediği Azizi onlara sunamam. Kendime verdiğim sözde, eğer beni değiştirmeye çalışırlarsa giderim demiştim. 4 ay önce son sabrım da yok oldu. Beni başka birine çeviremeyeceklerini onlara gidişimle göstermenin adımı ilk kez o gün attım. Ben bu yaşıma kadar sadece Sena'yı yaşatmak için yaşadım. Yoksa ailemiz bizi sokağa attığı zaman ikimizi de o karın içinde ölüme terk etmesini iyi bilirdim. Yapamadım ama. Sena'ya kıyamadım. Doğduğu anda ailesi yaşama hakkını elinden almışken, bir de ben onu öldürmek istemedim. Umut kurdum ikimiz için. Başta hiç şansı olmayan bir umuda bel bağladım. Belki dedim yaşarız. Belki dedim hayat ben için Sena için güzel bir yer olur. Oldu da. Canımı hiçe saydım yine de Sena'ya bir gün olsun acı çektirmedim. Parmağına diken battığında bile o dikeni kendi ellerimle söküp attım. Kendi ellerimi kanattım, onun ellerini kanatmadım. Ben ona abi değil, aile oldum. Annesi, babası sıcacık yuvası oldum. Burnuma kadar atkımı çektim. Herkes beni yurt dışında bilirken böyle ulu orta yerde ağzım yüzüm açık gezersem olmaz. Zaten Sena'ın evine yakınım. Buraya ufak kestanemi merak edip de geldim. Hatta her gün gelip kontrol ediyorum desem yalan olmaz. Başına bir şey gelecek diye ödüm kopuyor. Üvey ailemiz de sağ olsun hiç ilgilenmiyor Sena ile. Dua etsinler onlara can borcum var yoksa çoktan sikip atmıştım aramızda ki tüm bağı. O evde rahat edemediği için inat edip kendine ait eve çıktı. Ona laf etmedim ama öyle başı boş bırakacakta salak değilim.Mallesef çok güzel bir genç kız oldu. 20 yaşında bu kadar güzelse büyüyünce Allah bilir ne halde olacak. Onun güzel olması benim dövecek adam sayımı arttırmaktan başka bir şey yapmıyor. Tüm it kopuk okulda bakıyor zaten Sena'ya. Elimde kalacak o serseriler. İrfan ile buluşacağımız yere gitmek için otobüsün gelmesini bekledim. Benim arabayı Sena işgillenmesin diye kendi evimin önüne park etmiştim. Arabam 4 aydır yerinden milim kıpırdamayınca gittiğimden emin olmuştu küçük hanım. Biraz şüphecidir de kendisi. Bende otobüslere kaldım bu zaman içinde. Yurt dışına çıkmadığımı bir öğrense beni çiğ çiğ yer kestanem. Ufak kestanem benim. Çok özledim ona sarılmayı. Minicik kafası var. Sarılınca kayboluyor göğsümde. Bildiğin kestane. Sena'yı düşününce içim sıcacık oldu. Yüzümde bir tek ona ait olan huzur dolu bir gülümseme meydana geldi. Atkı yüzünden kimse güldüğümü fark etmese de ben gülüyordum. Beni bu hayatta düşüncesi ile güldürebilen tek kadına gülüyordum. Otobüs gelince ilk yaşlı teyze bindi. Ardından kendi aralarında gülüp eğlenen liseli genç kızlar bindi. Hemen ardından ben bindim. Otobüse bindiğimde burnuma garip ama bir o kadar da cezbedici bir koku doldu. Bildiğin kiraz çiçeği kokuyor burası. Buram buram hem de. Liseli kızlardan geliyor olmalı. Bin bir tane parfüm var şu sıralar. Artık gerçek kiraz çiçeği kokusunu alıp yapmak zor değil. Kırmızı atkısı, beresi ile arkada ki tekli koltukta oturan kızın arkasında ki tekli koltuğa oturmak için adımlarımı oraya yönlendirdim.Koltuğa oturduğum da önümede ki kız yerinde huzursuzca kıpırdandı. Cama düşen yansımasından kaşlarını çattığını fark ettmem zor olmadı. Çok umursamadım da ne yaptığını. Bakışlarımı camdan ayırdığım sırada kızla göz göze geldim. Kafasını arkaya uzatmış sakince bana bakıyordu. Daha doğrusu bir şey arıyor gibiydi. Bir şey demek için ağzını aralıyordu ki kanamaya başlayan burnu ile donup kaldı. Burnundan akan kan botuma ve yere damlayınca sakin bir mahcupiyetle," Kusura bakmayın," dedi zarif sesi. Kafasını kaldırıp kanı durdurmaya çalışacaktı ama izin vermedim. Öyle yaparsa kendisine zarar verir sadece. Oturduğum yerden kalkıp kızın yanına gidip eğilim. Kafasını nazikçe tutup yere eğdim. Kanı daha hızlı akmaya başlayınca paniklese de ses etmedi. "Kanı vücudundan dışarı atman gerek. Kafanı eğik tut. Sakın kaldırma." Burnunu tutmak için elini kaldırdı ama itiraz etmemle durdu. "Tutma burnunu." Bu durum her zaman olan bir şey olmalı. Paniği çok kısa sürdü. Hasta filan mı acaba? O değil de ben bu kızı bir yerde gördüm ama nerede gördüm. Acayip tanıdık yüzü. Yüzüme daha dikkatli baksa nerede gördüğümü hatırlardım ama burnu kanayınca öyle bir şeye zaman olmadı. Ayrıca buram buram kiraz çiçeği kokan kişi de liseli kızlar değil. Bu kız kokuyor. Hiç bir yerde bu denli ferahlatıcı bir kokuyla karşılaşmadım ben. Parfüm olduğunu da sanmıyorum. Sapık gibi de koklayamam kızı. Sadece garip ve harika bir koku. İnsanlar benim beyaz sabun kokmama şaşırır ama bu kızı görseler eminim daha da şaşırırlar. Cennet gibi kokuyor bu kız. Kız düşüncelerimden habersiz kanayan burnuna odaklanmış durumdayken otobüsün içinde ki meraklı gözler de bizim üzerimizdeydi. Kaba bir naziklikle etrafta ki meraklı gözlere gerekli cevabı verdim. " Merakınızı giderdiyseniz önünüze dönebilirsiniz. Hanımefendi gayet iyi." Durup seyretmek yerine nasıl diye sorabilirler. Tabi onların umurunda değil. Önlerinde biri ölse bile alırlar telefonu ellerine haber yapma derdine düşerler. Kızın uzun kirpklerine baktım. "İyisin sen de. Bir hastalığın filan mı var?" Sesim atkıdan dolayı kalın ve hışırtılı çıksa da kız dediğimi anlayıp kafasını hayır manasında iki yana salladı. "Stresten o zaman," dedim düşüncemi sesli dile getirerek. Dememle birlikte mavi gözlerini bir anda bana kaldırdı. Aramızda bir el mesafe vardı ve bu kızın şaşkınca paniklemesine neden oldu. Yüz ifadesini ne kadar iyi gizlese de gözleri duygularını çok belli ediyor. Şaşkınlıkla irileşen mavilikleri , siyah gözlerimde kayboldu. O kadar mavi ki gözleri çok garip. Kokusu gibi gözleri de çok garip bu kızın. Masallardan filan mı fırladı bu kız? Sarı saçları, mavi gözleri, kiraz çiçeği kokusu, su gibi zarif sesi. Hayali bir karakter gibi karşımda ki bu kız. Kulaklığında kısık sesle çalan müziğe odaklandım. Mavilikleri, siyahlarımda kaybolurken Seksendördün, Yara şarkısında geçen sözü istemsizce mırıldandım. "Yara geçti izi duruyor." Mavilikleri daha da şaşırdı. "Yara şarkısını bende severim. Güzel tercih." O kadar kısık seste ,bir de kulaklıktan gelen müziği duymama haliyle şaşırmıştı. Bu da benim lanetim diyebilirim. İnsanların duymayacağı kadar kısık seste ki sesleri duyabiliyorum. Belki de bu yüzden ailem beni ve Sena'yı ölüme terk etti. Korkutmuş olmalı bu lanetim onları. Herkesi korkuttuğu gibi öz ailemi de korkuttum. Üvey ailem ise bunu çıkarları için kullandı. Herkes kendi çıkarını düşündü anlayacağınız. Geçmiş, kara bir bataklık gibi beni içine çekmeye başladığını hissettiğimde kıza, "Mendili tut," dedim sakin kalmaya çalışarak. Elini kaldırıp burnunu tuttu. Kıza temas etmemeye dikkat edip elimi çektiğimde kız botlarıma bakıp, kanayan burnu yüzünden boğuklaşan sesiyle hem teşekkür etti hem de özür diledi. "Yardım için sağ ol. Ayakkabın hep kan oldu özür dilerim onun için de." O diyene kadar farkında bile değildim botlarımın kana bulandığından. Abartılacak bir miktar olmasa da kız mahcup olmuştu. Ona fazla mı geliyor bu kan? Bu kanın on katını üzerimden bir günde yıkayarak çıkarmaya mecbur edildim ben. Bu kan onun yanında hiçbir şey. "Emin ol bu kan hiçbir şey," dedim geçmişin ağır yorgunluğu sesime yansıyarak. Dediğime anlam veremese de gözleri acıyla titredi. Saniyeler sonra nefes alamıyormuş gibi dudakları kısacık aralandı. Oturduğu halde bedeni dokunsam yıkılacak gibi titremeye başladı. Bunun farkına varamayacak kadar kendinden geçmiş durumda gözüktüğünün farkında mı? Ne geçiyor bu kızın zihninde? Bir şey diyemedim. Otobüsün durakta durmasını fırsat bilip hiçbir şey demeden kaçar gibi otobüse binmek isteyen insanların arasından çekip gitti. Elime bulaşan kana baktım. Ardından camdan dışarı. Koşar adım gidiyordu. Kaçıyordu resmen. Düşüncelerinden kaçıyor hem de canı pahasına. Otobüse binen insanların söylenmeleri ile kızın kalktığı koltuğa oturmak zorunda kaldım. Otobüs hareket etmeye başladı ama kız kaşla göz arasında kaybolmuştu. Nereye, ne halde gitti bilmiyorum ama şu anda iyi halde olmadığına yemin edebilirim. O kız paramparça olmuş durumda. Derler ya gözünün feri sönmüş. Gülüyor, tepki veriyor sanıyorlar ama o kız tamemen bitmiş halde. Kimse kızın gözlerinde ki umutsuzluğun farkında değil mi? Kim bu kız bilmiyorum ama eski Aziz'e çok benziyor. Eski kaybolmuş Aziz'e. Hala daha kendisini bulamamış Aziz'e. Umarım iyidir. Umarım iyisindir, kokusu cennet olan kız. Umarım kendini bulursun, gözleri büyü olan kız. Yaşamayı bırakmazsan belki benden önce kendini bulabilirsin.Yaşa ki hayat birimizin canını bağışlasın. 1 SAAT SONRA İrfan benden önce varmıştı buluşacağımız yere. Geç geldim diye söylenmeyi de ihmal etmemişti dakik manyak. Bende dakik biriyim ama onun kadar takıntılı değilim Allah'a şükür. Karşımda oturmuş kahvesini yudumlayan İrfan'a tip tip baktım. "Söylenmek söz konusu olunca çenen durmuyor. Ne oldu da sustun şimdi?" "Düşünüyorum," dedi sakince. "Sende yap arada Aziz. Sakinleştirir." Rahat bir tavırla arkama yaslanıp bacak bacak üzerine attım. "Ben gayet rahatım İrfan. Yurrt dışı işini de kazasız belasız hallattim. Başka bir sıkıntım yok." "Emin misin ukala egosit?" diye sordu alayla. "Bir psikiyatrist olarak beni bile bu denli sinir edecek ukalalığın olduğu için kendinle gurur duyuyor olmalısın." "Aynen öyle yapıyorum," diyerek bende alaya vurdum onu. "Zatem başka işim gücüm yok dimi benim. Oturup acaba bugün İrfan'ı nasıl sinir etsem diye düşünüyorum. Neden çünkü ben ruh hastasıyım." "Sen salak mısın Aziz?" diye sordu büyük bir ciddiyetle. Masaya eğildi. Daha kısık bir sesle, "Yasa dışı boks maçlarına katılıyorsun. Yurt dışında bu yasal olsa da Türkiye'de değil. Bunu sende çok iyi biliyorsun," dedi sinirle. "Yurt dışına çıkamam bir yıl boyunca sende çok iyi biliyorsun İrfan." "Evet, sende çok zekice bir hareket yapıp onları buraya getirdin. Bu daha büyük bir sıkıntı ya zaten!" Bezmiş halde sıkıntıyla alnını sıvazlayarak arkasında yaslandı. "Senin rahatlığın beni geriyor. Bir de eski askersin Aziz sen. Böyle bir saçmalığı nasıl yaparsın?!" "Bir senedir asker değilim sende biliyorsun," dedim pişkince. İrfan bu cevabımla sinirden deli olup, "Bir de cevap veriyorsun!" diye yükseldi. Etrafta ki bazı insanlar bize bakınca sesini kıstı. "Aziz,bir senedir seni o bok çukurundan çıkarmaya çalışıyoruz farkındasın değil mi? Aynı şeyleri yaşamayı sende istemiyorsun. O yüzden mantıklı düşünmeye çalış." Bok çukuru diye bahsettiği şey benim ruh durumum farkında dimi. Bende harika zamanlar geçirmedim o bir yıl içinde. O beni iyileştirirken yoruldu , bir de o durumun içinde iyileşmek için debelenen benim halimi düşünsün. "İstersen sen abartma İrfan." Ne alaya vurdum ne de güldüm. Çünkü bu yoldan başka şansım olmadığını o da bende çok iyi biliyoruz. İrfan'ın kızmasının nedenini de çok iyi biliyorum. Bana bir şey olacak diye korkuyor. Haksız da değil. Eski bir asker olarak o insanların dünyasına girmekle büyük kumar oynuyorum ama bunda başka şansım yok. Benim meslek hayatımı bitiren, o masum çocuğu katleden o insanlardan alacak bir can burcum var. Aile borcumu misliyle alacağım o insanlardan. "Hiçbir sıkıntı olmadan hallettik her şeyi. Kimsenin kılına bile zarar gelmedi." Masada ki çayımı avucumun arasına aldım. "Onların arasına anca bu yolla girebilirim İrfan. Onlara bu iş için canımı ortaya koyacağıma inandırmalıyım ki bana güvensinler. Eski askerim diye bana güvenmeyecekleri için bu yola başvurmaktan başka şansım yok. O küçük çocuk kollarımın arasında kan kusarak öldü İrfan. Benim ailem bize sırt çevirdi. Bunun bir bedeli olacak. O bedeli benle, Sena ödedi bunca zamandır. Sırada onlar var." "Kimliğini değiştirdin diye seni tanımayacaklar mı Aziz?" "İrfan, ben kimliğimi değil tüm sicilimi baştan sona yeniden yazdım." Bunu yapmamda ki en yardımcı faktör Albay Hakim Saraç. Sena'yı ve beni korumak için yıllar önce bu fikri Hakim Albay önermişti. Önerdiği ilk anda kabul etmiştim. Kendimi değil Sena'yı korumak için kabul etmiştim bu fikri. Çünkü kendimi tanıyorum. Bu işin içine bir şekilde bulaşacağımı da çok iyi biliyordum. Haklı da çıktım. Beni olmadığım bir canavara dönüştürmeye çalıştılar 4 ay önce. Onların arasına katılabilmem için ellerimi kana bulamamı istediler. İlk başta vicdanım çok ağır bastı. Suçlu birini vururken bile vicdanım ağır bastı ama o ufak çocuğun kanları daha da ağırlaştırdı kalbimi. İstedikleri gibi vurdum o adamı. Sonra dövüş için Amerika'ya çağırdılar beni. Türkiye de para karşılığında dövüşü yapacağım dediğimde ise ilk başta istemeselerde sonradan kabul ettiler. Bir hafta önce olan kanlı dövüşte verdiğim paranın on katını kazandırdım onlara. Hiçbir şekilde zararlı çıkmadılar bu işten. Bu işime geldi benimde. Gözü paradan başka hiçbir şey görmeyen eski asker imajı tam da istediğim bir imaj oldu. İrfan huzursuzca yerinde kıpırdandı. "Sonunda Sena'yı senden kim kurtaracak Aziz? Bunu da düşündün mü?" Sorusu taş yemişim gibi boğazıma oturdu. Bunu düşünmedim mi sanıyor? Bu yolun sonunda olabilecek tüm hasarları bin kere düşündüm. "Sena'yı üvey kardeşin olarak biliyor herkes. Üvey ailen dışında tabi." "Onu yakından korumam için bu gerekli bu İrfan. Onlar da ses etmez. Çünkü benim onlaraca can borcum olduğu kadar onların da bana can borcu var." "Gerekli biliyorum Azız. Peki ne için tüm bunlar?" Sıkıntıyla alnını kaşıdı. "Bak ben polis ya da mafya değilim. Bu işleri anlıyor oluşum onları haklı bulduğum manasına gelmiyor. Sen ise tamamen intikam uğruna kendi hayatını yok etmeye gidiyorsun. Bu bana doğru gelmiyor. 1 sene önce o olay yaşanmasaydı sen her şeyi silip bu yola dönmezdin." "O olay dediğin şey de masum bir can öldü." Çay bardağını masaya bırakıp avuçlarımı gösterdim. "Ellerimin arasında kendi kanında öldü o çocuk. Ve niye biliyor musun İrfan." Öfkeyle gözlerimi kırptım. "Sırf bana gözdağı vermek istediler diye. Ben askerlik hayatımda bir çok suçluyu adalete teslim ettim. Hiçbirine zarar vermedim ama 4 ay önce yaşanan şeyde vicdanımı susturmayı nasıl başardım sanıyorsun." "Sana çocuğu getiren o adamdı," diyerek kafamda ki kanlı düşünceyi dile getirdi. Öfkem ağırlaştırkça nefesim keskinleşti. Nefretim sinsi bir yılan gibi damarlarımda dolaşmaya başlamıştı ki kafenin ahşap kapısı aralandı. Hemen ardından tüm öfkeme yönelmiş olan aklım ile kalbim bir ses işitti. O naif sesi. İrfan duymadığı için bana bakıyordu ama benim algım tamamen o sese odaklanmış durumdaydı. Omuzumun üzerinden dış kapıya baktım. "Çok geç kaldım," dedi kız hızlı adımlarla personel kapısına yönelirken. Saniyeler sonra atkısını, montunu, beresini çıkarmış kafenin kıyafetlerini giyinmiş halde dışarı çıktı. Biraz önce bize servis yapan kıza, "Üst kata çıkayım," dedi ama siyah kısa saçlı kız nazikçe itiraz etti. "Ben üst kata bakarım. Üst kat soğuk sende buz gibisin. Yürüyerek mi geldin?" Otobüsten indikten sonra bu soğukta buraya kadar yürüyerek mi gelmiş? Soğuktan çatallaşmış sesiyle, "İyi geldi," dediğinde siyah saçlı kız sen iflah olmazın der gibi gülümsedi. Kiraz çiçeği, "Ben boşları toplayayım," diyerek daha fazla oyalanmadan bize doğru gelmeye başlayınca önüme döndüm. Otobüsten indikten sonra ne oldu acaba? İyi gibi gözüküyor şu anda. Ya harika rol yapıyor ya da gerçekten iyi. İrfan baktığım yere bakıp, "Ne oldu?" diye sordu. Önemli bir şey göremeyince merakı daha da arttı. "Neye şaşırdın bu kadar?" Soğumaya yüz tutmuş çayımı bir dikişte içtim. "Bir şey düşündüm sadece." Kızdan önce kiraz çiçeği kokusu etrafımızı sardı. Masaya vardığında mesafeli bir gülümseme ile, "Başka bir isteğiniz var mı?" diye sorup önümüzde ki boşları topladı. Kız sabah ki olayı unutmuş filan olmalı. Beni tanımıyor gibi davranıyor. Kıza olan dikkatli bakışlarımı saklayamadım. İrfan, "Ben bir tane daha fitre kahve alayım," dedi. "Sen de çay ister misin Aziz?" Sorusuna cevap veremedim. Kıza baka kalmış durumdaydım. Kız , ona bu kadar dikkatli bakmama anlam veremedi başta. Bir sıkıntı olduğundan şüphe edip üzerine baktı ama bir sıkıntı göremeyince, "İyi misiniz?" diye sordu mesafeyle. Ona bakmamdan hoşlanmamıştı. Ona rağmen yüzünde ki sahte, nazik tebessümü silmedi. Yüzüne yapışmış bu gülümseme yakışmıyor ona. Sahte gülümsemesi nedensiz yere canımı sıktı. "Beyefendi, iyi misiniz?" "Aziz?" İrfan da bu duruma şaşırmıştı. "Ne oldu sana? Dondun kaldın." Ayağıyla ayağıma vurdu. "Aziz diyorum kendine gel. Dondun kaldın." "Gülme," dedim kızın mavi gözlerine dik dik bakarken. Kız dediklerimi idrak edemedi. "Anlamadım?" diye sordu bozuntuya vermemeye çalışarak. "Sahte gülümsemenden bahsediyorum." Cümlemle birlikte kızın dudaklarında ki tüm hisler çekildi. Düz çizgi haline gelen dudaklarına eş ifadesiz bakan bakışlarının hedefinde ben vardım. Maviliklerine bakarken, "Böyle gülmek zor değil mi?" diye sordum. İrfan'ın şoke olmuş bakışları, kızın anlamsız bakışları ile sorum resmen bomba etkisi yaratmıştı. Daha önce bende tanımadığım birine böyle hadsizce bir soru sormamıştım çünkü hiçbiri umurumda değildi. Bu kızın sahte gülümsemesi nedensiz yere canımı sıktı. Kız duruşunu bozmadı. "Kim olarak bu soruları soruyorsunuz bilmiyorum ama haddiniz aşıyorsunuz beyefendi." Otobüste bana nazikçe teşekkür edip, özür dileyen bu kızla o kız aynı kişi olamaz. Atkımdan dolayı yüzümü görmedi. O yüzden mi tanımadı beni? Salak mısın Aziz? Kıza yardım ettin diye kız sana kul köle mi olacak? Aptal aptal konuşma. Şu kafanı düz tut. Sapmasın düşüncelerin. Düşüncelerimi toparlayıp derin bir nefes aldım. Bana şaşkın şaşkın bakan İrfan'a yan gözle baktım. Ne halt etmeye çalıştığımı anlamaya çalışıyordu. "Su," dedim saçma sapan bir konuya girip. Sesim biraz önce buz gibi sertti şimdi ise saçma bir salaklıkla konuştum. İrfan, "Ne?" diye sordu şaşkın halde. "Su mu?" Kıza baktım. O da şaşkın halde suratıma bakıyordu. Evet, Aziz. Sıçtık bir de sıvayalım. Daha ne kadar dibe batarımı düşünmeden konuşmaya devam ettim. "Su getiren kız gülüyordu. Garip, sahte bir gülümseme ile o yüzden dedim. Yani sahte gülünce diş yapısı bozulur. Ondan dedim." İkisi de mala bakar gibi suratıma bakıyordu. Evet, aynı mala bakar gibi suratıma bakıyorlar. Ağzımı tutamayıp her lafı dersem olacağı bu. İnsanlar beni salak sanır. Ah lanet olası ağzım! Ah kafasız aklım ah! "Pardon?" dedi kız anlamsızca. "İyi değilsiniz sanırım. Ihlamur getirmemi ister misiniz?" "Ihlamur mu?" diye şaşkınca soranda bu sefer ben oldum. "Sakinleşmeniz için ihtiyacınız var gibi." Sakin açıklamasına dümdüz baka kaldım. İrfan'a bakıp daha ılımlı bir şekilde konuştu. "Arkadaşınız iyi bir gün geçiremiyor olmalı. Ben siparişlerinizi getireyim. Başka bir isteğiniz var mı?" Neden bana bakmadan konuşuyor? Benle muhattap olsun. Hem burada bana laf ediyor hem de İrfan ile konuşup karar alıyor. Ne saçma iş lan bu. Eşek başı mıyım ben? İrfan yaptığım saçmalığın üzerini toparlamakta usta olduğundan bunu da iyi toparladı. Gayet sakince konuştu. "Büyük boy ıhlamur olursa çok iyi olur. Yanına da bitterli kurabiye alalım." Kız bana bakmadan, "Hemen getiriyorum," deyip hiçbir şey olmamış gibi masadan uzaklaştı. İnsan yerine koyup bir kere baksaydı bari. Beni görmezden geldi bas baya. Kız diğer masaların boşlarını toplayıp, yeni gelen masaların siparişlerini alırken İrfan bacağıma tekme attı. Sinirle ona döndüm. "Ne vuruyorsun oğlum!" "Asıl sen kızın karşısında niye salak saçma laflar ettin?" Sorusu gayet mantıklı bir soruydu. Kızarak da demedi. Şimdi üste çıkmak için kızsam da olmaz. "Hiç bana aval aval bakma Aziz. Ne oldu sana?" "Bir şey olmadı," dedim ters ters. "Bir şey olmuşa mı benziyor?" "Salağa yatmada beceriksizsin Aziz. Kim o kız?" "Kimse," dedim direk. "Nasıl kimse değil?" "Baya baya kimse değil." "Aziz," dedi uyarıcı bir tonda. Uzatma da söyle diyor kısaca. Benden ne söylememi bekliyorsa benden onu alamayacak. Çünkü ortada söylenecek bir durum yok. "Kızın karşısında salağa döndün. Gülmek diş yapısını bozar da ne demek Allah aşkına." Dehşet içinde ağzı açık kaldı. "Yani bunu anca bir salak yapardı Aziz. Eşek kadar adamsın ve bunu yapman acayip derecede saçma." Şüpheyle gözleri kısıldı. "Bu kızla farklı bir durum olmamıştır umarım Aziz." "Oradan bakınca karı kız işiyle uğraşacak vaktim var gibi mi duruyor İrfan?" Omuz silkti. "O zaman niye boş boş konuşuyorsun İrfan? Tanımam etmem kızı. Laf edesim geldi.Bende ettim." "Sen kimseyi umursamazsın Aziz. Birine laf etmen için onu düşünmen gerek. Ve baya bu kızı düşünmüşsün ki karşısında saçmaladın." Psikiyatrist bir arkadaşım olduğu için kendime lanetler olsun. Somurttum. Manyak bundan bile bir anlam çıkardı. "Ne zaman tanıştınız? Adı ne kızın? Nerede tanıştınız?" "Bilmiyorum ama kız acayip tanıdık." Masalara servis yapan kıza kaydı bakışlarım. Acayip derece de çevik ve hızlı. Mutfaktan bizim siparşlerin olduğu tepsiyle çıktı. Tam o anda kafenin kapısı açıldı. Günüm daha ne kadar saçma geçer diye söylenmeme gerek kalmadan kız kardeşim olacak minik cadının neşeli sesini duydum. "Efnan!" Bütün kafe içeri neşe saçarak giren kardeşime döndü. Fazla neşesinin farkına varıp, "Pardon," diyerek Efnan diye bahsettiği kızın yanına ilerledi. Kim bu Efnan?" Hem bu minik cadı niye beni görmedi? Bugün herkes tarafından görünmez ilan mı edildim? Yok ama ben baya salak saçma düşünmeye başladım. Beni bir saat görmemesi daha iyi olur. Efnan denen kız kim diye kafamı sola çevirdiğimde o kızın, kardeşime baktığını gördüm. Ha siktir! Bu kız o kız! Sena ile onu aynı karede görmek kafamda ki eksik parçaların yerine oturmasına neden oldu. Bende diyorum nereden tanıdık bu kız. Bu kız Sena'ın evinde ki kız Efnan. Annesi alkol bağımlısı, üvey abisi polis olan o kız bu. Adı Efnan mıydı? O kadar umuruda bile olmamış ki unutmuşum kızın adını. Koca şehirde bu kızla mı papaz olacağım tuttu. Bravo bana da. Nerede cinsi var gelip beni buluyor. Adı gibi aynı.Cennetteki güzel gözlü kız. Adını kim koyduysa nokta atışı olmuş. Hem kokusu ile hem gözleri ile cennetten gelmiş gibi yalan yok. Bunlar beni ilgilendirmiyor. Benim hayatıma burnunu sokmasın. Yeteri kadar belam var başımda. Umarım daha fazla şaşırtmaz bu kız beni. Yoksa hayat daha fazla zorlaşır benim için.
|
0% |