Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. BÖLÜM (BİR EL MESELESİ.)

@kisgunesialtinda

"EL UZATMADIĞINIZ HER İNSAN ÖLMEYE MECBUR DEĞİLDİR. KİMSE KİMSEYE NE MECBUR NE DE ZORUNLU. HERKES KALBİNİN AİT OLDUĞU KİŞİYE EL UZATIR."

//////////////////////////// ////////////////////////

Şu cins herife biran önce sipraşini vereyim de gitsin. Deli filan olmalı. Gülmek diş yapısını bozar diyen birinin akıl sağlığı çok da yerinde olamaz. . Adam acayip derece de beyaz sabun kokuyordu. Bugün herkes beyaz sabuna bulanmış olmalı. Nereye gitsem beyaz sabun kokusu karşılıyor beni. Otobüste ki nazik adam ile bu kaba adam aynı kişi diyeceğim de emin değilim. Her siyah gözlü, beyaz sabun kokulu insan aynı kişi değildir dimi. O adam bu kadar salak değildi zaten. Gayet aklı başında gözüküyordu.

Tepsiyle mutfak bölümünden çıktım. Adamların olduğu masaya gidiyordum ki Sena kafeden içeri daldı. Onun bu neşesine hastayım. "Efnan!" Kaşlarımı sus der gibi yukarı kaldırdım. O da abartılı tepki verdiğinin farkına varıp gülerek insanlara, "Pardon," dedi. Heyecanlı adımlarla yanıma vardığı gibi, "Akşam yemeğe sen de gel," dedi pat diye.

"Ne?" diye sordum anlamsızca. "Ne yemeği?" O cins herifin bakışlarını üzerimizde hissediyordum.

"Ne demek ne yemeği Efnan. Abim geliyor diye yemeği iptal ettik ama etmemize gerek yok. Hem abim ile tanışırsanız onun içide rahat olur. Kendisi biraz pimpirikli. Ayrı eve çıktım diye kaç gün söylendi. Seni tanırsa belki bir nebze olsun rahatlar."

Suratım ekşidi. "Beni tanısa bence çok memnun olmaz. Bu fikirden vazgeç. Sen abinle baş başa yemek ye." Dudaklarını sarkıttı. İtiraz istemeyen yaşlı mahalle teyzeleri moduna geçiş yaptıysak ben bu akşam onlarda yemeğe gidiyorum. O laf etmeden ben kabul ettim. "Tamam ben sekiz gibi gelirim. Başka bir diyeceğin yoksa siparişi götürmem gerek. Soğumak üzereler."

Zafer kazansa bu kadar mutlu olmazdı. Kocaman gülümsedi. "Olur. Bende bir kahve içeyim."

"Tamam sen bir yere otur. Ben bu siparişi verip geleyim." Gülerek göz kırptı. Konuştuğumuzdan beri gözü üzerimizde olan adama çevirdim bakışlarımı. Hiç utanmadan sıkılmadan bizi izliyor. Her tipi normal gözüken adam olmuyormuş. Bugün de bu adam sayesinde bunu anlamış oldum. Cinsi peşimi bırakmaz akıllısı eyvallah demez.

Adamın keskin bakışlarını umursamadan masalarına vardım. Filtre kahve ile ıhlamuru servis edip bitterli kurabiyeyi ortaya koydum. Zorunlu bir tebessüm ile, "Başka bir isteğiniz var mı?" diye sormak hiç içimden gelmese de sordum. Aziz denilen cins cevap vermek için ağzını aralayacaktı ki karşısında ki adam susturdu onu. "Yok," dedi nazikçe. "Kolya gelsin size." Aziz bozulsa da ses etmedi. Surat asmakla yetindi. Harbiden garip bu adam. Beyaz sabun koksa neye yarar. Sapık gibi suratıma bön bön bakıyor. Sena'ya da çok dikkatli baktı. Derdi umarım tahmin ettiğim gibi bir sapıklık değildir. Yoksa ebesinden girip dedesinden çıkarım aklı şaşar.

"Afiye tolsun." Ne kadar sinir bozucu afiye tolsun denebilirse o kadar sinir bozucu demeyi de es geçmedim. Gram muhattap olasım yok şu herifle. Nedense acayip işgillendim kamere gibi bakışlarından.

Ben içimden adam hakkında bin tane sonuca varsam neye yarar. Sena'ın seslenişi ile tüm hepsi kafamdan aşağı boca oldu. "Oha! Abi!"

Abi? Ne dedin sen? Şok olmuş halde arkamı döndüm. Sena arkamdan durmuş otuz iki diş sırıtarak benim kıl olduğum adama hayranlıkla bakıyordu. "Abim benim!" Adam ayağa kalktı. Sena ise koşarak adamın kolları arasına girdi. "Delisin sen ne ara geldin buraya. Çok özlemişim seni. Canım abim." Sımsıkı sarıldı benim sapık dediğim adama. Sapık olan adam Sena'ın abisi mi yani? Yok devenin nalı. Dünya bu kadar küçük bir yer olamaz. Olmasın da lütfen. Bu adam Sena'ın abisi filan olmasın. Aziz denen adam da Sena kadar mutlu bir şekilde ona sarıldı. "Kestaneme bak sen. Abisini bu kadar çok mu özlemiş. Bilseydim daha erken gelirdim."

Kollarının arasından ayrıldı Sena. Abisinin yüzüne sahte bir trip attı. "Yalancı. Anca kendini düşün sen. Bakma acayip kızgınım sana. Ama dua et evde değiliz. Yoksa kafanı kırmıştım abi." Abisi bu sahte tribe kızmak yerine gülümsedi. Hem de sıcacık gülümsedi. "Gülme," dedi huysuzlanarak Sena. "Ben acayip kızgınım sana."

"Tamam sen bana kız ama ben sana kızmıyorum."

"Zaten kızamazsın," dedi naz yaparak. Onun bu halleri Azizin hoşuna gitmişe benziyor.

"Öyle mi küçük hanım?" diye sordu abisi gülerek.

"Öyle," dedi çenesini dikleştirip. "Hem bak seni kimle tanıştıracağım." Kazık yemiş gibi iki adım gerilerinde duran bana döndü Sena. Onla birlikte iki adamın bakışları da bana döndü. Sena abisinden ayrılıp koluma girdi. Elimde ki tepsi az kalsın yere düşüyordu. "Bu benim en yakın dostum, canımın içi Efnan. Kendisi komşum da olur."

Abisi buna şaşırmadı. Diğer adam şaşırdı hatta Aziz'a baktı. Aralarında ben içeri gittiken sonra nasıl bir konuşma geçtiyse Aziz'e imayla gülümsedi. "Efnan demek." Adımı neden sesli dile getiriyor. Türkçesi mi kıt? "Kardeşimin arkadaşısın."

"Her şeyi böyle tek tek üç kere der misin?" Ters cevabıma diğer adam güldü. Aziz ona kötü kötü bakıp bana döndü. Sena da neden abisine ters cevap verdiğimi anlamaya çalışıyordu.

Aziz istifini bozmadı. Aynı rahatlıkla beni sinir etmeye devam etti. "Yok ama sen de müşterilere karşı baya kabasın."

"Hak edene hak ettiği davranırım." Cevabımla kaşları öyle mi der gibi havaya kalktı.

"Kaba davranılmayı hak ettiğimi düşünmüyorum."

Burnumdan güldüm. Alay ettiğim çok belli oluyordu. "Senin hak anlayışın ile benimki aynı değilse bu benim sıkıntım değil." Bu dediğime bozuldu. Hatta baya bozuldu. "Adalet herkese eşit değil ne de olsa dimi." Lafımla adam daha da bozuldu. Onu umursamadan Sena'ya döndüm. "Ben işe döneyim. Sonra konuşuruz." Azizi günahıma bile takmadan yanlarından uzaklaştım. Azizin sinirli bakışlarını sırtımda hissediyorum olsam da dik duruşumu bozmadım. Anlaşılan o ki baya bozulmuş beyefendi. Kıyamam çok üzüldüm. Laf edemedi ya içinde kaldı adamın. Hadsiz ne olacak. Herkese laf edebileceğini sanıyorsa baya yanılıyor olduğunu göstermiş oldum. Sena'ın abisi diye ona karşı alttan alacağımı filan mı düşündü? Eğer öyle düşündüyse baya yanıldı.

Mutfaktan içeri sakin bir sinirle girince şef Kerem elinde ki krema ile önümde durdu. "Hayırdır su küresi ne bu surat?" Tepsiyi tezgaha bıraktım.

"Ne varmış halimde?" Sorumla birlikte Kerem güldü. "Ne gülüyorsun Kerem? Komik bir şey mi var?"

"Yoo," dedi genişce. "Halinde bir şey yok da baya suratında güller açıyor ona güldüm."

"Dengesiz bir müşteriye denk geldim ona sinir oldum oldu mu?"

Gülümsemesi genişledi. "Bak işte şimdi oldu. Seni kimse kolay kolay sinir etmez. Hayırdır ne yaptı da sinir oldun?" Sırtını duvara yaslayarak kremayı karıştırmaya devam etti.

"Hadsiz herkese sinir oluyorum ben Kerem. Sadece belli etmiyorum."

Kremayı çırpmayı bıraktı. Önlüğünde ki kaşığı kremaya daldırıp tadına baktı. Tadı güzel olmalıydı ki yüzünde memnun bir ifade oluştu. "Onu biliyorum. Maşallah duvar gibisin bu konuda ama bak seninde ayarını bozan biri çıkmış karşına."

"Ayarımın bozulmasını dört gözle beklediğini bilmiyordum."

Gülürek kafasını iki yana salladı. "Anlaşıldı senin ayarınla baya oynamış o kişi. Sen en iyisi çalışmaya devam et. Bende şu kremeye çilek ekleyeyim." Kerem gülerek pasta alanına geçti. Sinirli olunca suç, olmayınca suç. Ne yapayım ben? Oturup kurdeşen mi dökeyim? O adamın da Sena'ın abisi olduğuna inanamıyorum. Sena gibi şirin birinin öyle odun abisi nasıl olabilir. Üvey oldukları buradan belli.

"Ne diyorum ben Allah aşkına." Tanımadığım birinin arkasından sırf iki dakika beni sinir etti diye kesin yargıda bulunmam çok saçma. Nasıl biri olduğunu bile bilmeden arkasından odun dediğime inanamıyorum. Resmen çocukluk yapıyorum. Akılsızsın Efnan , akılsız. Tanımadığın etmediğin adamdan sanane. Tut çeneni olsun bitsin. Bu kadar basit dimi. Ne uzatıyorsun mevzuyu. Sena'ın mutluluğuna gölge düşürmeye hakkın yok. Kendi mutsuzluğunu ona bulaştırmaya hakkın yok. İçimde ki ses haklı. Kızın yanında abisine kaba cevap vermem hiç olmadı. İstemeden de olsa üzdüm kızı. Herkesi üzde onu üzme be akılsız kafam. Tam dayaklığım var ya.

Kendime söylene söylene diğer müşterilerin siparişlerini hazırlayıp tespsiye koydum. Mutfaktan çıkmadan suratımda ki sinirli ifadeyi silip yerine sakin ifademi yerleştirdim. Hiçbir şey olmamış gibi davranmakta benden daha iyisi yoktur. Bende hakkıyla yapayım bu işi dimi.

Mutfaktan çıkınca Sena ile göz göze geldim. Gülümseyerek el salladı bana. Abisine laf etmemi dert etmemişe benziyor. Gayet abisi ile mutlu duruyor. Abisine laf etmeme takmadı mı? Neden ki? Abisi hakkımda kötü bir şey söylemiş olmasın. İçimi kemiren şüpheyle Sena'ya kahvesini verdim. Gülümsemeye çalıştım ama çok da harika bir gülümseme sunamadım Sena'ya. O, bana her zaman ki sıcacık gülümsemesiyle bakmaktan hiç vaz geçmedi. Kendime verdiğim sözü bir kere daha hatırladım. Herkesi kır ama Sena'yı sakın kırma Efnan. Unutma sözünü Efnan. Herkesi kır ama Sena'yı kırma. O kötü olan hiçbir şeyi hak etmiyor.

Saatler boyunca Sena'nın kalbini kırdım mı diye pişmanlık çeke çeke müşterilerle ilgilendim. Suratımda engel olamadığım bir sıkıntı vardı. Abisi de kalkmak bilmedi kızın yanından. Bir iki dakika kalkıp dışarı çıksa Sena'ya soracağım bana kırgın mı değil de abisi kene gibi. Üç saattir orada oturmuş çene çalıyorlar.

5 SAAT SONRA

Sakin oluyoruz. Beş saattir üç demlik çay içtiği için Aziz denen oduna kızmayacağım. Sena yanındayken onla papaz olmayacağım. İnsanları yargılamak yok Efnan. Sakinliğini koru. Bilerek seni ayar etmek için çay isteyip duruyor. Düşme bu tuzağa. Sakin ol ve siparişleri kasaya ekle.

Masa 23'e altı porsiyon soğuk baklava mı götürmüşüm? Ne ara götürdüm? Hiç hatırlamıyorum. "Doğru ya..." diye kendi kedime mırıldandım. "Ufak çocuklu masaya götürdüm." Diğer masaya geçtim. Farenin üzerinde ki soğuk parmaklarım ritmik bir şekilde hareket ediyordu. Mahir olmayınca kayıtlarda bana kalmıştı. Hesabı da bir zahmet Rana gelip alsın. Hem nerede o? On dakikalığına tuvalet molasına gitti. Yarım saattir ortalıkta yok. Bugün her şey benim tersime olmak için bir mi oldu? Ben de bir ayar bozuntusu var olmalı. Buluttan nem kapma durumunu baya net yaşıyorum.

Ekranda ki saate baktım. Bir saat sonra mesaim bitiyor. Bir saat kadar o herifi görmezden gelsem olur. Sena'ın kalbini kırmayacağıma emin olsam abisine çok iyi laflar ederim de neyse. Gereksiz herif ne olacak. Siparişleri kaydederken kafenin kapısı açıldı. Müşteri geldi diyerek kafamı o tarafa çevirdiğimde gördüğüm suratla yüzümde ki tüm hisler çekildi.

"Efnan?" Duyduğum sesle farenin üzerinde ki elim dondu. Elimi hareket ettirmek istedim ama tüm kaslarım tutulmuş gibiydi. Yamaç elinde ki frezya buketi ile kasa da ki bana bakıyordu. Günlerdir gelmedi bugün mü gelecek zamanı buldu. Kasayı onaylayıp oturduğum yerden kalktım. Sena'ya baktım bize bakıyor mu diye ama İrfan denen adamla konuşuyordu. Aziz ise tüm dikkatiyle Yamaç'a bakıyordu. Kaşları hafif çatılmış, dudakları düz çizgi halinde öfkelenmişe benziyordu. Ona baktığımı hissetmiş gibi bana çevirdi anlık bakışlarını. Sakin bakıyordu siyah gözleri. Yüzümde nasıl bir ifade gördüyse kaşları daha da çatıldı. Anlamaya çalışıyordu bir şeyleri. Anlayamayacağım şeyleri anlamaya çalışarak hayatımı mahvettim ben. Boşuna anlamaya çalışmasın her şeyi. Çünkü her şeyi anlamak ve bilmek iyi bir şey değil. Aksine kabus gibi bitmek bilmeyen, uyanması imkansız bir cehhennem.

"Efnan?" Yamaç bir kez daha adımı ağzına alınca gözlerimi yumdum. "Konuşalım mı biraz? Mesaim bitmek üzere biliyorum. Beni geçiştirmeye çalışma." O kendince bir şeyleri hesaplayıp buraya gelmiş olsa da ben onla konuşmak istemiyorum. Neden zorluyor abi kardeş olmak için. Bizden abi kardeş olmaz. Bizden hiçbir şey olmaz.

Gözlerimi açıp Azize bakmadan Yamaç'a baktım. "Beş dakika konuşalım sonra da git. Daha mesaim bitmedi."

"Olur," dedi sakince. Tuvaletten dönen Rana'yı dışarı çıkmadan son saniye yakaladım. "Ben iki dakika dışardayım." Sıkıntı yok manasında kafasını salladı. Yamaç'ı tanıdığından sorgulamadı. Ben yokken de buraya çok geliyordu. Hatta bir iki kere olay çıkartan adamları ayırmış. İyi niyetini annemle kirlettiğinden beri onun yaptığı hiçbir şeye inancım tam değil. Annemin vicdanına da güvenmem, Yamaç'ın da.

Dışarı çıkınca bedenimi saran soğuk hava ile tüm bedenim titredi. Akşamın ayazı çoktan şehre çökmüştü. Yamaç'ın üzerine siyah kabanı olduğundan soğuktan çok da etkilenmişe benzemiyordu. Benim üzerimde kafenin tişörtü ile önlüğü olduğundan üşümem çok normal. "Ne oldu?" Konuyu uzatmadan direk giriş yaptım. "Buraya gelme diye bin kere dedim. Hala ısrar ediyorsun gelmekte."

Frezya çiçeklerini önüme kaldırdı. Suçsuzluğun simgesi olan çiçekler. Bu çiçeği getirerek geçmiş günahlarını mı affettirmeye çalışıyor? Hoşuma gitmediğini asık suratımdan anladı.

"Beğenmedin."

Yalan söylemedim. "Evet, beğenmedim. Çiçklerin senin olabilir."

"Ne zaman affedeceksin Efnan?"

Affetmek.

Kısa bir kelime ama çok ağır anlamları var. Birini affederseniz size yapılan zulme boyun eğmiş olmuyor musunuz? Neden ben, bana yapılan zulme göz yumayım. İçimde ki uçurumların haddi hesabı yok. Bir de utanmadan beni ne zaman affedecek misin diye soruyor. Şaka gibi gerçekten.

"Cevap filan vermiyorum." Sert tavrımla kafeye geri girmek için arkamı dönmemle Yamaç kolumdan tuttu.

"Cevap ver Efnan." Bıkkın bir nefes verdim. Kolumu elinden sertçe çekip arkama döndüm. Elinde ki buketi yere atmıştı. Çiçeğe bakıp ruhsuz bir gülümseme ile dudaklarım iki yana hafif kalktı.

"Her zaman ki gibi verdiğin değer saniyelik. İnsan huyundan asla vazgeçemiyor değil mi?" Sorumla birlikte kaşları çatıldı. Her kelimem de vicdanımı kalbime gömdüm. Acımadım çünkü o da bana zamanında acımadı. Şimdi hiçbir şey olmamış gibi benden onu affetmemi beklemesi çok gurursuzca bir hareket. "Yamaç, gelip rol gereği iyi abi oyunları oynama bana. İnan bu sahte kişiliğin sadece midemi bulandırıyor. Zamansız ortaya çıkıp benden af dilemelerin de o kadar samimiyetsiz ki anlatamam sana." Derin bir nefes alıp içimde ki öfkeyi bir nebze olsun yumuşattım. "O yüzden şimdi defol git. Tamam mı?" Yamaç'ın ela gözleri koyulaşmaya başladı. Demek ki biraz olsun dediklerimi dert edindi. İyi bari hala insan olması için zamanı var. Umurumda olmadı nasıl hissettiği. Aynı sertlikle bakmaya devam ettim ona. "Yanıma yaklaşmayın Yamaç. Ne sen, ne baban, de annem. İnsanları yok saymayı ben sizden öğrendim. O yüzden bana bulaşma."

"Senle sakince konuşmaya geldim Efnan. Senin," dedi kınayıcı bir tonda. "Takındığın şu tavra bak. Düşmana bakar gibi bakıyorsun."

"En azından ben düşmana bakar gibi bakıyorum. Öldürülmeye çalışan bir kıza yardım eli uzatmaktan aciz biri gibi bakmıyorum." Söylediğim cümle ile Yamaç'ın çenesi gerildi. Susmadım, devam ettim. "Yüzde bir bile olsa karanlıkta ölüme terk edilen birine düşmanı bile acır. Senin, bana yaptığını düşmanım yapmazdı. O yüzden abilik taslayacağına git ilk önce adam ol. Sonra gel bana ahkam kes. Beni kınayacak son insan bile değilsin Yamaç." Sesim bir kez olsun incelmedi. Dik duruşum bir kez olsun eğilmedi. Ben kendi kanımda boğuldum ama herkesin karşısında ateşten gül gibi yeniden açtım. Kanımın rengi güle bulaştı. Yandım kendimi ben söndürdüm. O yüzden kimse kusura filan bakmasın, ben buyum. Kimseye affetmem. Affedilecek hatayı yapmasalardı. Ben de onlar gibi insanım. Onların hata yapmaya hakkı var ama benim hiçbir zaman hata yapmaya hakkım olmadı. Bir de affedeceğim onları öyle mi? O kadar da yüce bir insan olmadım, olmamda. "Şimdi defol Yamaç. Bir daha da buraya gelme. Anneni de görmek istersen ben yokken eve gel."

Kafasını eğip omuzlarını gerdi. "Senle insan gibi hiçbir zaman konuşamaycağız Efnan." Sessizce söylediği şeyler karşısında tepki vermedim. Yüzüma baktı. Ela gözlerinde sevgiyİ, merhameti aradım ama hiçbiri yoktu. Yamaç sadece rol gereği iyi bir insan gibi davranmaya çalışıyor. Annemin oğlu o, bizi biz yapan tek ortak bir şey var. Ne biliyor musunuz? Merhamet duygumuz çok zayıf.

Gözlerime nefretlede bakmadı ama güzel hislerle de bakmadı. "Diyecek başka bir şeyin yok sanırım. Benle insan gibi konuşamıyorsan bunun sorumlusu ben değilim Yamaç." Daha fazla konuşma hakkı tanımadan arkamı dönerek kafeden içeri girdim. Girer girmez kasada bizi seyreden Rana'nın sorusuna maruz kaldım. "Kavga mı ettiniz?" Kısa kahverengi saçlarını tepesinde sıkıca at kuyruğu yapmıştı. Saçlarına bakıp sorusuna soruyla karşılık verdim. "Böyle bağlamak başını ağrıtmıyor mu?"

Saçlarını eliyle yokladı. "Nesi ağrıtsın ki? Normal saç işte."

"Çok geriyorsun diye dedim. Başın ağırır dikkat et."

Rana'ya örünüşü hakkında bir şey dersem bir saat boyunca ona kafayı takar. Bende onun gerkesiz sorularına maruz kalmam. Kerem, Rana, Mahir, Canan olsun hepsi bana iyi davranıyor ama ben o yakınlığa alışık değilim. Benim üzerimde eğrelti duruyor o sevgi. Bana öylesine alıştırdılar ki hissizliği artık kimin sevgisi gerçek, kimin sevgisi sahte bilmiyorum. Bu yüzden aldırmıyorum hiçbirini.

Rana'ın el aynasından saçını düzeltme bataklığına düşmesini fırsat bilip lavaboya gittim. Soğuktan donan bedenime ikinci soğuk dalgasında buz gibi suyla yüzümü yıkayarak verdim. Üç kere buz gibi soğuk suyla yüzümü iyice yıkadım. Parmak uçlarım soğuktan hissizleşmeye başlayınca suyu kapatıp mermere tutundum. Aynada ki kıza baktım. Sarı saçları omuzlarından aşağı sarkmış, mavi gözlerinde duygusuzluk kabuk bağlamış kıza baktım. Mermeri sıkıca kavradı parmaklarım. "Duygsuz canavar." Annemin, babam öldüğü gün bana dediği tek şey. Kısık sesle tekrardan, "Duygusuz canavar," dedim. Aynada ki kız tepki vermedi. Duygusuzca yüzüme bakmaya devam ettim. Gözümün altında ki gamzemi görmek için dudaklarımı yukarı kıvırdım. Olmadı. Tekrar denedim. Yine olmadı. Gamzemi ortaya çıkarabilecek kadar içten gülmeyi bırakalı kaç yıl oldu? En başından beri mi bu kadar acınası durumdayım. Ne zaman bu kadar nefretle harmanlandı kalbim? Herkesi kendimden soğutmaya çalışarak mutlu olabilecek miyim gerçekten?

Mermere sıkıca tutunmuş parmaklarımı gevşettim. Mavi gözlerime baktım. "İyisin." Hiçbir his yok. "Hep iyisin Efnan." Kendi yalanıma ilk ben inanmalıyım ki başkalarına inandırmak kolay olsun. Kötü olmaya gerek yok. Ben yenilmek için yaşamıyorum. Sevgisizliğin altında kalacak kadar güçsüz bir kalbe sahip değilim.

Kuruyan dudaklarımı yaladım. İyiydim. Her zaman da iyi olacağım.

Yüzümü kurulayıp tuvaletten çıktığım sırada karşımda Aziz'i görmeyi beklemediğimden anlık bir duraksama yaşadım. Aziz'i ve Sena'yı tamamen unutmuştum. "Ne?" Sorum baya kaba bir şekilde dudaklarımdan dökülmüştü. Aziz kaba oluşuma takmayıp gözlerini ıslak olan yüzümde gezdirdi. Konuşmayacaksa burada durup daha fazla yüz göz olmaya gerek yok. Yanından sıyrılıp geçecektim ki Aziz iki adım arkaya atıp tekrar önümde durdu. İyi bari Yamaç gibi kolumu tutma aptallığında bulunmadı. Yamaç bitti bir de bu Aziz denen adamla uğraşayım. Bana kimse bulaşmasın dedikçe herkes inadıma bana bulaşıyor. Dışardan bakıldığında renkli bir kişiliğim olduğuda söylenilmez. Öyleyse insanların bana garezi ne onu çok merak ediyorum. "Ne diyeceksin?"

"Bir şey demeyeceğim," dedi koyu gözleri her milimimi incelerken. "Sen bir şey diyecek misin?"

"Çekil önümden."

"Üvey abin dimi."

Sabır diledim içimden. "Bundan sanane."

"Neden sinirlisin?"

"Sinirli mi?" Kendimi işaret ettim. "Çok çay içmekten hayal görmeye başladın sanırım."

"Hayır ama gözler bazı şeyleri çok net gösterir."

"Görmek isteyen görür sadece."

Kafasını sağa doğru yatırdı. "Evet ve ben şu anda görmek istediğim şeyi mallesef çok net görüyorum." Ne görüyorsa canını sıkmışa benziyordu. "Öfkeni gizlemekte iyisin ama kelimelerin de öfken baya net hissediliyor."

"Gözden bahsediyordun en son," dedim alaycı bir tavırla. Bana psikiyatrist gibi konuştuğu için hoşuma gitmemişti. Bunu belli etmekten de sakınmadım. "Ne var biliyor musun istersen içerde oturan arkadaşını çağır o gelip konuşsun benle. Daha işe yarar olur. Sende eğlenmiş olursun."

Dediklerime kızar diye düşündüm ama tam aksi bir tepki verdi. Yarım ağız güldü. "Seninle eğlendiğim için mi konuştuğumu düşünüyorsun?"

Cevap için düşünmedim. "Evet, senin gibi insanların genelde sıkılıp etrafında ki insanlarla uğraşıp eğlenmek gibi saçma bir huyu var."

Tek kaşı merakla havalandı. "Benim gibi insanlar derken? Nesi varmış benim gibi insanların?"

"Cevap vermek zorunda değilim."

"Bir soru sorduysam cevap vermek zorundasın."

"Vermezsem," diye diklendim. "Ne yaparsın? Kimi, neyle korkutuyorsun?"

"Ben kimseyi korkutmam. Hak etmediği sürece. Sadece konuşuyorum senle. Korkutmak filan yok işin içinde."

Sıkıldım. Ciddi manada bu saçma muhabetten de bu adamdan sıkıldım. Yüzüme gelen saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. Daha makul bir sesle konuşmaya çalıştım. "Sena'ın abisisin diye senle muhattap oluyorum sadece. Sena üzülmesin diye sesim çıkmıyor ama şansını zorlama. Sena'nın üzülmesini istemiyorsan benle muhattap olma."

"Sena seni çok seviyor onu anladım ama senin de ona bu kadar değer vermene şaşırdım." Söylediğinde samimiydi. Bu garibine gitmişe benziyordu. Siyah gözlerinde anlık bir mutluluk görüldü ve kayboldu. "Sena ile aynı yaştasınız dimi." Kafamı evet manasındaa salladım. "Seni ablası gibi görüyor ama."

"Biliyorum."

"Neden Sena'yı seviyorsun?"

Böyle bir soru sormasını beklemiyordum. "Anlamadım?" Kardeşini sevmemde ne gibi bir sakınca var? Ben kimseye değer veremez miyim?

"Kimseye değer vermeyen biri gibisin. Sena üzülmesin diye bana laf etmeyecek kadar ona değer veriyor olman ilginç."

"Asker olduğun için bu kadar şüpheci olduğunu düşünüyorum."

"Önemi var mı asker olup olmamamın?"

"Var," dedim üşüyen ellerimi birbirine kenetleyip. "Sena'ya zarar verecek hiçbir şey yapmam, yapılmasına da bu zaman kadar izin vermedim. Yani ben, Sena için tehlike değilim."

"Neden güveneyim sana?" diye sordu ciddi bir ifadeyle. "Ailesi tarafından ölüme terk edilen bir kıza neden güveneyim?"

Kenetli ellerimi daha da sıktım. "Sen nereden biliyorsun bunu?" Sesimde en ufak bir değişiklik olmadı. "Sena mı söyledi?"

"Üvey abinle konuştuklarından anladım."

Dışardaki konuşmalarımızı mı duymuş? Ama nasıl? Onların oturduğu masa dış kapıya uzak. Konuştuklarımızı duyması imkansız. "Saçmalık," dedim inanmayarak. "Bu yalana kimse inanmaz. Oradan bizi duyman imkansız."

"Öldürülmeye çalışılan bir kıza yardım eli uzatmaktan aciz biri gibi bakmıyorum." Cümlemi onun ağzından eksiksiz duymak tüylerimi diken diken etti. Derimin altında ki dikenler bedenimi sarıp sarmaladı. Aziz vereceğim tepkiyi ölçmek için bir iki saniye bekledi. "Üvey abin ve bu konuşmanın sonucunu bulmak çok da zor olmadı."

Kenetli ellerimi çözüp omuzlarımı dikleştirdim. "Haddin olmayan olaylara çok fazla burnunu sokuyorsun. Oradan oraya bizi nasıl duydun bilmiyorum ama senle ilgili olmadığı için bu konuşma burada bitti." Yanından geçip dükkanın içine girdim. Saate baktım. "16:45. Biraz erken çıksam bir şey olmaz. Kay aydır izin günlerimde bile çalıştım. Bu kadarına da hakkım var. Azizin arkamdan gelmesine aldanmadan Rana'ın yanına gittim. Kasa da hesaplama yapıyordu. Beni görünce gülümsedi. İfadesizce bakmakla yetindim.

Hiç uzatmadan, mırın kırın etmeden direk söyledim. "Bugün erken çıkabilme şansım var mı?"

Rana arkama bakıp," Bir sıkıntı mı var?" diye sordu. Azizi umursamadan hayır manasında kafamı salladım. "Neden o zaman?"

"Rana soru sormadan sadece cevap versen. Zaten müşteri de yok. Kapanışa yaklaştı. Ben işlerimi hallettim."

Rana bu sabırsız, fevri tavrıma şaşırdı. Şaşırmakta haklı da. Ben asla böyle hareketli bir insan değilim. Ben hep sakinimdir. Bugün değilim ama. Çünkü her şey üzerime üzerime geliyor. Daha beter günlerimde oldu ama bugün kesinlikle günümde değilim.

"Peki, iyi değil gibisin. Sen çık."

"Sağ ol," dedim ruhsuzca. Arkamı döndüğümde Aziz çatık kaşlarıyla bana bakıyordu. Görmezden gelip personel odasına gittim. Kafenin kıyafetlerini çıkarıp kendi kıyafetlerimi giyindim. Berem ile atkımı da çantama sıkıştırdım. Her hareketim gereksiz yere hızlıydı. Sanki biran önce buradan çıkmazsam ağlayacak gibi hissediyordum. Dikenler batmaya devam ediyordu. Derimin altında yatan o dikenler, benim en büyük düşmanım. Personel odasından çıktığımda Sena'ların kasada hesap ödediklerini gördüm.

Sena beni görür görmez yanıma geldi. Suratımın asık olduğunu fark edince yüzünde ki gülümseme yavaş yavaş soldu. "İyi misin Efnan? Ruh görmüş gibisin."

"İyiyim," dedim sadece. Konuşursam kusacak gibi hissediyorum.

"İyi gibi durmuyorsun Efnan," dedi endişeyle. "Yamaç gelmiş. O mu bir şey yaptı?" Elimi tuttu. Buz gibi olan elim onun sıcak avuçlarına değince irkildi. "Donuyorsun sen." Korktu. "Kesin bir şey yaptı o hadsiz. Ne yaptı söyle? Kim ki seni bu hale getirebiliyor?"

"Yorgunum," dedim solgun halde. "Gerçekten yorgunum Sena. Eve gidip uyusam yeter."

Bunun olmayacağını ikimizde biliyorduk. Annem kesin yine kavga çıkaracaktı. Uyku yine haram olacaktı bana. Uyku, gülmek, yaşamak günah gibi bana. O zaman bu koca Dünya da ne yapabilirim? En temel insan haklarımı bile kullanmaya hakkım yok.

"Bana gel Efnan. Ne olur bu sefer itiraz etme. Gerçekten iyi gözükmüyorsun."

İtiraz edecek takatim bile yoktu. "Olur," dedim kurur bir sesle. "Olur Sena." Koluma girdi. Üzgün bir gülümseme hediye etti bana. Ben ona hibçri şey veremedim. Bakmakla yetindim. Bana acıyor musun Sena? O yüzden mi bana yardım ediyorsun? Başkaları bana acımadığı için mi görmüyorlar beni? Kimin yaptığı doğru ben artık bilmiyorum. İnsanlar çok yoruyor beni. Onları anlamaya, kendimi anlatmaya çalışmaktan çok yoruldum. Erken yaşta bu kadar pisliğe, günaha bulşamış olmak midemi bulandırıyor. Kaldırmaya takatim kalmadı. Dik durmaya çalıştıkça ruhum çöküyor. İçimde ki harebenin enkazı çok ağır.

İfadesiz gözlerimi Aziz'e diktim. İrfan denen adamla konuşuyordu. Yine aynı şey oldu. Sanki ona baktığımı hissetmiş gibi direkt bakışlarını bana çevirdi. Koyu siyah gözlerinde sabahtan beridir çözemediğim bir his vardı. Yine o hisle baktı bana. Ben konuşmadım. Benim yerime Sena açıkladı durumu.

"Efnan da bizle geliyor. En sonunda ısrarlarımı kırmayıp bana gelmeyi kabul etti. Bu akşam çok güzel bir sofra hazırlarım mis gibi yemek yeriz." İrfan'a baktı Sena. "Sende gel abi. Hem senin meşhur salatanı yaparsın."

İrfan gülümsedi. "Valla çok isterdim ama işlerimi akşama ertelediğim için bugün beni pas geçin." Sena'ın yanağından makas aldı. Araları iyi olmalı. "Ama söz bir dahakine malzemelerimi alıp gelececem."

Sena benim sıkıntımdan dolayı çok mutlu olamasa da İrfan'a gülümsedi. "Sözümü aldığıma göre sıkıntı yok. Hadi gidelim valla açlıktan ölmek üzereyim." Benim keyfim yüzünden onunda gecesi mahvolacak. Çok kafaya takıyor benim ruh durumumu. Keşke onun yaptığını annem yapsaydı. Belki o zaman daha farklı bir hayatım olurdu. Her yerim yara bere içinde Sena. Nasıl olurda başkasına iyi gelebilirim bilmiyorum. Bilmediğim şeylerden çok korkuyorum ve bundan kimsenin haberi yok. Hiçbir şeyden korkmadığımı, bir köşeye kaçıp ağlamak istediğimi bilmiyor. Herkese göre duygusuz bir canavarım ama kimse kalbime dokunmak için çabalamıyor. Yüreğim yanıyor kimsenin ruhu duymuyor. Sen bana iyi davranıyorsun ama ben buna çok yabancıyım. Seni kırmaktan çok korkuyorum. Bu hayatta ki tek dostumu da kaybedersem, tek başıma ne yaparım bu koca Dünya'da. Yapayalnızken, hiçkimsesiz kalmak istemiyorum. Senin hayatını da mahvetmek istemiyorum. Ne yapacağım ben Sena? Hiçbir fikrim yok.

Azizin gözlerine dalıp gitmiştim. Sena bir iki seslendikten sonra kolumu hafif sıkınca sudan çıkmış gibi derin bir nefes alıp olduğum yerin farkına vardım. Rana dahil üçü de meraklı bakışlarıyla bana bakıyordu. "Efendim?" Dalgındı sesim. "Bir şey mi dedin?"

Sena buruk bir tebessümle gözlerime öyle derin baktı ki boğazıma oturan taşlar ağırlaştı. "Yok," dedi anlayışla. "Hadi gidelim Efnan'ım."

Im eki. Aitlik eki. Birine ait olacak kadar değerli olmak nasıl bir duygu acaba? Annem benden çaldığına göre pahalı bir şey olmalı. Pahalı olmasa annem gülümsememi de çalmazdı. Anne benden neden her şeyimi çaldın? Geride bıraktığın tek bir duygu var; acı. O da geçmek bilmiyor. Üzerini kapatmaya çalıştıkça, battığı yerden artıp öyle omuzlarıma biniyor.

Avuçlarımı birbirine kenetleyip dışarı çıktım. Arkamızdan İrfan ile Aziz'de çıktı. İkisi arasında kısaca bir şeyler konuşup İrfan, Aziz' e bir araba anahtarı verdi. Aralarında vedalaştıktan sonra İrfan nazikiliğini bozmadan bana da hoşçakal dedi.

Nazik bir gülümsemeyle bana baktı. "Tam tanışamadık ama memnun oldum Efnan. Kendine iyi bak. Bir dahaki görüşmemize kadar hoşçakal."

Yapay bir naziklikle, "Sağ ol," demekle yetindim. Bu soğuk tavrıma alınmadı, üstelemedi de. Anlayışla karşıladı. Yüzünde ki gülümseme bunun belirtisiydi. Sena'ın biraz önce olduğu gibi makas alıp," Görüşürüz ufaklık," dedi. Onunla konuşurkan ufak bir çocukla konuşur gibi konuşuyor. Benle konuşurken sanki Sena'dan on yaş büyükmüşüm gibi konuştu. Oysa biz Sena ile aynı yaştayız. Dışardan bakılınca o kadar mı çökmüş gözüküyorum? Sena ile güzelce vedalaştıktan sonra kendi arabasına yöneldi. İrfan gidene kadar bekledik. Araba gözden kaybolunca Aziz bize döndü.

"Evde yemek yapmak için malzemen var dimi?" Azizin alaycı sorusu ile Sena güldü.

"Abicim sen hiç merak etme. Evimde on kişiyi doyuracak yemek var. Ama yolda markete uğrayalım. Efnan'ın çok sevdiği bir şey yok evde." Kafasını iki yana haylaz bir çocuk gibi sallayarak gülümsedi. "Vardı ama biz onu dün akşam Efnan ile bitirdik. Bu yüzden hazır araba da ayağımızın altında alalım."

"Gerek...." Cümlemi tamamlamaya fırsatım olmadı. Aziz itiraz istemeyen bir tavırla bana bakıp, "Neymiş o?" diye sordu. Sena yanımda bıyık altından gülüyordu. Yani bir akşam da onu yemesek ölmeyiz her halde. Sırf aklım dağılsın diye dediğini bilmiyorum sanki. Biliyor ona zaafım olduğunu. Ne zaman üzgün olsam önüme koyuyor bir kutu antep fıstıklı dondurmayı. Onu yerken kendimden geçiyorum bu sayede de sakinleşiyorum. Kurnaz kız ne olacak.

"Antep fıtsıklı dondurma."

"Dondurma? Bu havada?"

Göz devirdim. "Bunu demeni bekliyordum bende. O yüzden gerek yok almaya."

"Kötü bir şey demedim. Soğuk ya hava dondurma çarpmasın."

"İyi geliyor bana," dedim kısık sesle.

Garibine gitse de merakını bastırdı. "Garip huylarına bir tane daha eklendi."

"Abi!" diye uyardı Sena. "Garip huyların da var ne demek. Deme öyle şeyler."

"Peki küçük hanım," dedi Aziz yalandan yakalandım taklidi yaparak. Ellerini havaya kaldırıp gülümsemesini saklama gereği duymadı. "İzninizle gidip alalım dondurma ne dersin küçük hanım?"

Sena kendini daha fazla tutamayıp kıkırdadı. "Abim olmasan çekilecek çile değilsin." Aziz bundan gurar duyarak dikleşti. Sena'yı mutlu etmeyi iyi beceriyor. Öz kardeşi olmadığı halde onu güldürmeyi çok iyi biliyor. Bazılarının şansı, başka insanların şansızlığı oluyor. Kimine mutluluk veren duygular bazı insanlara ızdırap veriyor. Onlara imrenerek bakmamak için çok çabaladım. Yaşayamadığım güzel anıları bir başkasının yüzünden izlemek ne kadar da zor. Buna alıştığımı sanıyordum ama hala kalbim acıyabiliyormuş.

Sena ile ikimiz arkaya bindik. Binerken Aziz, Sena'ya sataşmadan edemedi. "Şöför de oldum ya hadi hayırlısı. Resmen ayak işleri için kullanılıyorum." Sena gülüp omuzuna hafifçe vurdu. Bu Aziz için yeterli bir cevap olacak ki susup kemerini taktı. Arabası otomatik olduğundan düğmeye basmadan dikiz aynasından bana baktı. Göz göze geldiğimizde Sena'ya bakarken ki iç ısıtan bakışları yoktu. Soğuk, samimiyetsiz bakıyordu. Hem de insanın içini üşütecek cinsten. Beni sevmemişti bende olsam benim gibi birini sevmem. Kardeşin için endişelenmekte haklı. Bu yüzden bir şey demeye hakkım yok ona. Benim de bir kardeşim olsa bende onun için endişelenirim. Hoş benim de üvey abim var ama benim için endişelenmez. Genelde onun endişesi yalandan, göstermelik oluyor. Ne kadar da güzel bir ilişki dimi.

Dudaklarım ruhsuzca iki yana kıvrılır gibi oldu. Geceye nispet eden gözleri dudaklarımda ki gülümsemeye kaydı. Can acıtan bir bakışı vardı. Etkisi büyük ama haberi yok. Bir insan acı verirken bundan nasıl haberi olmaz. Her acı bilerek, ilmek ilmek işlenerek yapılıyor. Boşver desek her acıya, bizim sonumuz olur mu?

Gözlerime bakmadan önüne döndü bakışları. Arabayaı çalıştırdığında gidene kadar ne kimse konuştu ne de kimse konuşmak için ortam yaratmaya çabaladı. Ben camdan kara bürünmüş Erzurum'a bakarken Sena da telefonu ile uğraşıyordu. Aziz'in de aklında ne geçiyorsa baya düşünceli gözüküyordu. Resmen abi kardeş gecesinin içine etmiştim. Ben olmasam Sena abisine aylar sonra kavuştuğu için daha mutlu bir tepki verebilirdi. Her zaman ki gibi olduğum her yeri iğrençleştirdim. Uğursuz muyum ki ben? Niye her olduğum yerde güller sadece kuruyor. Dikenleri kalıyor bir tek. Güzel olan kısmı solarken, acı veren yer niye hala yaşıyor?

Sessizliğin içinde süren yolculuğumuz markete varıncaya kadardı. Aziz arabayı marketin önüne park edip bize döndü. "Bir zahmet gelip alma işini de siz halledin." Sesinde ki sahte kınayıcı ve alaycı üsluba Sena göz devirdi. Ben ise tepkisiz bakmayı tercih ettim. Aziz bunun farkında olmasına rağmen laf etmeye devam etti. "İkiniz iyice beni uşağınız sanmadan inin arabadan. Ne alacaksanız alında gidip biran öne yemek yiyelim. Açlıktan ölmek üzereyim." Söylene söylene arabadan indi. Sena, onun bu hallerine alışık olduğundan gülümsedi. "Şaka yapma konusunda biraz eksik farkındayım." Gülümsemesi genişledi. "Ama bunu kafası dağınıkken toplamak için yapar abim. O yüzden sen, onun kusuruna bakma. Yine takmış bir şeyi kafasını çözemiyor gibi duruyor."

"Sıkıntı yok. Alışkınım böyle gel gitli duygu durumlarına." Alışıkındım. Hem de baya alışkındım. Aziz benim gördüklerimin yanında normal kalıyor. Sena içi rahatlamış gibi derin bir nefes verdi. Kim bilir aklında ne sorular var da bana sormaya çekiniyor. Sorsa da cevabım yok. Keşke ona verecek bir cevabım olsa ama yok.

Atkısını kafasına geçirdi. "Hadi gidelim de bu geceye yakışır bir şeyler alalım."

Yüzüme yapay durmayacak, Sena'yı inandıracak bir gülümseme yerleştirdim. "Hadi gidelim." Arabadan indik. Aziz arabayı kilitleyip önden bizim geçmemiz için arkamıza geçti. Marketin otomatik kapısından içeri girdiğimizde sıcak bedenimi öyle bir sarmaladı ki kedi gibi bir köşeye sinip saatlerce uyumak istedim. Ansızın böyle uyku istekleri geliyordu bana. O anda uyursam her şey yok olacak gibi hissediyordum. Uyursam geçerdi. Uyursam hallolurdu. Uyursam mutlu olurdum. Uyursam ölmezdim. Kaçıyorum farkındayım. Bedenim benden habersiz beni korumak için yollar geliştirdi. Bunun farkındayım ama ona bile kafa tutuyorum. Nereye kadar kendimle savaşımı sürdürebilirim bilmiyorum ama bu işin sonunda her türlü zararlı çıkacak olan benim onu çok iyi biliyorum. İnsan kendisini mahvedeğini bile bile neden ölüme yürü dimi. Ne kadarda değersiz canlarımız var diye düşünüyorum bazenleri. Değersiz ki biz, bize verilen bu canları en güzel şekilde bakmaktan aciziz.

Daha fazla düşüncelerimde boğulmamak için ilgimi reyonlarda ki yiyeceklere vermeye çabaladım. Genelde fıstıklı şeylere zaafım daha fazlaydı. Bitter sevmezdim. Acıydı tadı. Her şey acıyken yediğim şeylerin acı olmasını tercih etmiyordum. Bari buna hakkım olsun. Çikolata reyonundan antep fıstıklı gofretten üç tane aldım. Belki onlarda sever diye düşünerek üç tane almıştım ama emin değilim severler mi? Damak zevkimiz Sena ile benzer olsa da Aziz ile benzer olmayabilir. Yemezse onun payına düşeni de yerin diyerek Sena'ın tuttuğu sepete çikolataları koydum. Bunları aldığıma şaşırmadı. Dakikalar önce yaşanılanları unutmuş, normal hayatlarımız varmış gibi davrandı. "Sen ve fıstık aşkına hayranım. Abim de sever biliyor musun? Ona aldığına göre altıncı hissin kuvvetli olmalı." Benzer damak zevkimiz varmış. Çikolata zevkimiz aynıymış. Kurabiyeyi bitterli yediğinden her şeyi bitterli sever diye düşünmüştüm. Genelde bizim kafenin bitterli kurabiyesi biraz acıdır. Hatta bitter çok yoğun olduğundan bazı insanlar yiyemez. Aziz dört adet kurabiyeyi bir saat içinde bitirince böyle bir sonuca varmam normal.

Sena ne bulduysa, gerekli gereksiz her şeyi sepete attı. Dondurma kısmında bana bıraktı tüm tercih hakkını. Benim tercihim başında belli olduğundan seçmem zor olmadı. Dolaptan fıstıklı dondurma kutusunu alıp tepesine kadar dolan sepete ekledim. Sepetin fazlalığına bakıp, "Bu kadar şeye gerek var mı?" diye sormadan edemedim. Sanki Sena biraz abisinin cüzdanına kast etmek istiyor.

"Yoo!" dedi sinsice gülerken. "Neresi çok ki canım. Ben hepsini tek başıma iki günde yerim." Sepetin içinden kuskus paketini çekip aldım. Sena'ın yüzüne bu ne alaka der gibi baktım. Omuz silkti gülerek. "Kuskus salatası yaparız diye aldım." Attığı yalana inanmadım çünkü bu sabah gördüm evde kuskus var. Attığı yalanı yemediğimi anlayınca muzip bir ifadeyle bana yan yan baktı. "Abimeden 4 ayın hesabını soramadım. Valla bir şey yapmasam içimde kalır. Hem bu kadar şeyle batmaz her halde." Eliyle dudaklarını örtüp gülümsemesini gizledi. "Hem onu kıyıda köşede parası vardır. Babaannem gibidir de kendisi. Her yastığın, yorganın altında parası çıkar."

Yok artık der gibi göz devirdim.

"Valla öyle."

"Sen çok yaramaz bir kardeşsin."

"O da çok yaramaz bir abi. Beni bir anda bırakıp gitti diye madalya verecek halim yok ona."

Kafamı sen iflah olmazsın manasında iki yana yavaşça salladım. Sena gülerek göz kırptı. Allah abisine acısın çünkü Sena onu batıracak. Bir market alışverişinde bu kadar şey alıyorsa başka bir mağaza da kim bilir neler alır.

Aziz elinde iki şişe şeftali suyuyla yanımıza geldi. Sena'ın elinde tepesine kadar dolu olan sepete göz ucuyla bakıp, "Az olmuş bu," dedi imayla. "Sen en iyisi iki tane market arabası al Sena. Bakıyorum da evin de yiyecek bir şey yok. Doğru düzgün alışveriş yapalım. Ben yokken duvarları kazıyıp taş yiyordun sanırım." Dediği şeye gülmemek için yanak içlerimi ısırdım. Sena'ya laf ederken bile nazikti. Ona sandığımdan fazla değer veriyor.

Sena masummuş gibi göz kırpıştırdı. "Aaaa! Nesi varmış benim evimin? Gayet de yiyecek şeyler var."

"O zaman bu sepet niye tepesine kadar dolu. Dondurma almaya gelmedik mi sadece?"

"Abi," dedi Sena bir anda ciddiyetle. "Battın mı?"

"Ne?" diye aval aval sordu Aziz. "Ne batması?"

Sena sepeti Azizin yüzüne kaldırıp yalandan trip attı. "Şu kadarcık şey için laf ediyorsun ya ondan sordum. Eğer battıysan yurt dışında söyle lütfen."

Aziz, Sena'ın saçma tribine bile gülümsedi. "Ben senin derdini şimdi anladım. Sen benden gidişimin acısını çıkartmaya çalışıyorsun." Bu hoşuna gitmiş gibi eliyle gitmesini işaret etti. "Reyonda ne var ne yok hepsini doldur sepete canım benim. Hatta sen zorlanma direk dükkanı senin üzerine yapayım. Tabi bunları yaparsam bana karşı rahatlayacak mısın?"

"Yoooo!" dedi dudak sarkıtıp Sena. "Rahatlamam için bana gidiş sebebin adam akıllı demen gerek abicim."

"Senle bu konuyu burada konuşmayacağım küçük hanım." Bana baktı. "Sen bu cadıdan fırsat bulup alabildin mi istediğin şeyleri?" Kafamı evet anlamında salladım. "İyi o zaman hadi gidelim. Yoksa bu cadı harbiden marketi satın alacak." Sena'yı kolundan tutup," Hadi bakalım cadı," dedi gülerek. "Evde dırdırına devam edersin." Sena'ın tribi dediğim gibi saniyelikti. Yüzünde ki tüm kötü duygular uçup gitti. Yerini huzura bıraktı.

İkisi önden kasaya ilerlerlerken karşı reyonda ki bir adam dikkkatimi çekti. Bana bakıyordu. Yanağında ki kesik izine kaydı bakışlarım. Vücudumda ki dikenler tekrardan baş gösterdi. Beynimde bir kurşun yemiş gibi hissettiğim anda bedenim arkaya sendeledi. Karmakarışık olmuş bakışlarıma bakarken zevk aldı adam.

"Yapma! Yapma bunu bana! Öldür ama yapma bunu bana!"

Soğukkanlı bir ses, şeytanın sesi. "Buna şahit olman hiç iyi olmadı madam."

"Yapma!" diye yalvardım. Ağlayarak, şok içinde yalvardım karşımda ki adama. "Yalavarırım bunu bana yaşatma! Öldür beni, öldür!"

Kalbim korkuyla çırpınmaya başladı. Kafamın içinde yankılanan sesler midemi ağzıma getirdi. Öğürdüm. Sena'ın endeşeli sesi kulaklarıma doldu ama kafamın içinde tek bir ses vardı. "Öldür beni." Kalbim de ki sancı daha arttı.

"Efnan! Kendine gel Efnan! Efnan!" Kollarımdan tutup kendime gelmem için salladı bedenimi. Bakışlarım boşluktaydı. Ne görüyordum ne de duyuyordum. Tüm algım bir anda sıfırlanmıştı. Sanki ruhum bedenimi terk etmişti. "Abi!" dediğini duydum Sena'ın sisin ardından. "Efnan'a bir şey oluyor! Yardım et!" Yüzümde gezindi Sena'ın narin elleri. Kendime gelmem için bir şeyler söylüyordu ama kalbim de ki sancı öyle arttı nefes alamadım. Sessizlik içinde zihnimde kıyametler koptu. Acı hissi çok derinden geliyor. Ben bu acıyı bu kadar net hiç hissetmedim. Ne var kafamın içinde? Kimdi o adam? Kimin anıları var kafamda? Neler oluyor? Ne olu kötü bir rüyada olayım. Ne oluyor bu kadar acıyı kalbim daha fazla kaldıramaz. Sena'ın ağlaması ile boşluğa dalan hissiz ruhum bedenime geri döndü. Özgürce nefes aldım. Önümde duran, yüzümde ki ellerin sahibi Sena değildi. Aziz'di kırılacağımdan korkar gibi bana dokunan. Sıcacık, narin elleri yanaklarımın iki yanında duruyordu. Ne ara yere çöktüm bilmiyorum ama o da benle birlikte yere çökmüştü.

Markette alışveriş yapan meraklı insanlardan etrafımıza çember oluşturmuştu. Sol tarafımda ağlayan Sena'ya kaydı donuk bakışlarım. Her şey o kadar sisli geliyordu ki gözüme. Buraya nasıl ve niye geldiğimi bile zar zor aklımda tutmayı becerebilmiştim.

Aziz sıcak ellerini yüzümden çekmedi. Panik vardı gözlerinde. Gizli bir panik. "Sakin ol." Sakin ol Efnan. Doğru diyor sakin ol. Sağ eli usulca sağ gözümden damlayan göz yaşını sildi. Kendimi sıkmaktan gözlerim dolmuştu. Bunun bile farkında değildim. "Senle neden hep böyle anlarda kalıyoruz? Hep acı çekerken mi görmem gerek seni?" Sesinde üzgün bir tını vardı. Ya da ben hayal görüyorum. Biz, Azizle daha önce tanıştık mı? Tanıştıysak bile ben neden hatırlamıyorum. Hep acı çekerken mi görmem gerek seni? Daha önce beni nereden gördü Aziz? Düşünmeye çalıştıkça tenime batan dikenlerden yoruldum. Düşünmemeliyim. Bir müddet hiçbir şey düşünmemem gerek. Daha fazla düşünürsen kendi katilim olacağım.

Dudaklarımı araladım. Soğuk bir nefes dudaklarımın arasından solup gitti. Aziz bana yol göstermek adına sakince bir nefes aldı. Onu tekrarlayıp bende nefes aldım. Aynı anda üç kere nefes alıp verdikten sonra kafam bir nebze olsun sakinleşmişti. Azizin arkasına kaydı bakışlarım.

Gitmiş. Beni mahvettiğini görüp gitmiş.

Kimdi o kişi? Beni nasıl bu hale getirebilmişti?

Soluk bakışlarımı yorgun halde etrafta gezdirdim. Şaşkın, meraklı bakışların hepsi benim üzerimdeydi. Bakışlarından istemsizce rahatsız oldum. Korkarak gözlerimi yere çevirdim. Aziz rahatsız olduğumu anlamış olacak ki, "Yapacağım şeyi yanlış anlarsan da anla ama şu anda bunu yapmam gerek," dediği gibi bir şey demem fırsat vermeden beni kucağına aldı. İlk kez biri beni korumak için kendini sper etti. Kimsesiz oluşum kalbime bir yumruk daha indirdi. Yalnızlığım daha fazla nefesimi zehir etti. Tükettiğim tüm ümitler bir bir omuzlarıma bindi. Aziz bana iyilik yaptığını sanıyor ama benim halim harabe. Bana böyle davranırsa ben yalnızlığım ile daha beter kavga ederim. Bu zaman kadar düştüğüm tüm zamanlarda hep tek başıma ayağa kalktım. Her kalkışımda bir darbe daha yedim. Yine de kimseden yardım istemedim. Şimdi ise ben yardım istemeden bana yardım etmen canımı yakıyor. İçimde kapanmayan yalnzılık yarasını deşme Aziz. Beni saklandığım yerden çıkarma. Ben oradan ne zaman çıksam yara bere içinde kalıyorum.

Aldığım şeylerin hiçbirini almadan marketten çıktık. Bedenim Azizin kucağında cansız bir kukla gibi duruyordu. Azizin güçlü kolları belimi ve bacaklarımı sarmış olmasa yere düşerdim çünkü benim tutunmaya değer hiçbir çabam yoktu. Hızlı adımlarla arabaya vardık. Sena sessizce ağlamaya devam ediyordu. Aziz bir yandan onu sakinleştirmeye çalışırken diğer yandan iyi olup olmadığımı kontrol ediyordu.

"Sena, o iyi. Ağlamayı bırakıp cebimden anahtarı al da aç arabayı."

Sena göz yaşlarını silip titreyen elleriyle Azizin cebinden arabanın anahtarını aldı. Sena arka koltuğun kapısını açtı. Aziz beni nazikce koltuğa bırakıp Sena'nın kolunu tuttu. Anlayışlı, yumuşacık sesinde güven verici bir şey vardı. "Benim sözüme güven Sena. O iyi. Sadece panik atak geçirdi. Anladın dimi?"

Ağlamaklı sesiyle, "Tamam," desede öyle olmadığını biliyorum. Ben demiştim bu geceyi mahvedeceğim diye. Benim olduğum yerde mutluluk olmaz. Neden onların hayatını da mahvettiysem. Ben olmasam şu anda gülerek yemek yiyor olacaklardı. Konuşup, abi kardeş birbirlerine umut olacaklardı. Ben geldim her şeyi mahvettim. Her zaman olduğu gibi her şeyi mahvettim. Her türlü insanlara zarar vermekten başka hiçbir halta yaramayan günahkar bir şeytanım.

Annem haklı. Annemiz haklı Efnan. Nefes aldığımız bu gökyüzünde kimseye iyi gelemeyeceğiz. Öldüğümüz gün herkes rahat bir nefes alacak bu gökyüzün altında.

 

 

​​​​

 

 

 

Loading...
0%