@kisgunesialtinda
|
"Hani insanlar masum doğar ya. Kötülük sonradan ruhlarına işler derler. Gerçekten öyle mi? İnsan kalbinde olmayan bir hissi yıllar sonra bu kadar benimseyebilir mi? Kötülük sonradan gelmiyor. Kötülük doğduğumuzdan itibaren kalbimizde ufak bir leke olarak duruyor. Biz ise onu silmeye çalıştıkça büyüttük. Sonrada leke tüm hayatımızı kana buladı." /////////////////////////// ///////////////////////// AZİZ DEMİR Unutmak. Belki de bize verilen hem iyi hem de en kötü duygu. Unutmak mı iyi? Hatırlamak mı? Hangisi daha az acı veriyor? Unuttuklarımızın kurbanı, hatırladıklarımızın düşmanı oluyoruz. Duracağı yeri bilmezse insan namlunun ucunda kendisi olur. Bir milim fazla gidersen, hayat sana acımaz. Peki Efnan neden bu halde? Unuttuğu anılar yüzünden mi yoksa hatırladığı anılar yüzünden mi? Korkunun bedenini ne denli eser ettiğinin farkında değil. Bir şey var onu korkutan. O an sanki kendine değildi. Kendine geldiğinde odağını kaybetmiş, boş bakan gözleri korkuyla parıldadı. Bilinç dışı davranıyor ve Efnan bunun farkında değil. Yanında ona yardım edecek kimse olmazsa ne yapıyor? Bu tip krizleri sık sık yaşıyor olmalı. Kötü mü iyi mi çözemiyorum. Ailesi de garip. Ama salaklık bende. Sena'ın etrafında gezen erkek sineği bile araştırdım. Nasıl olurda oturduğu apartmandaki insanları araştırmam. Süzme aptallık yaptığım. Böyle bir şeyi atlamam daha kötü sonuçlar doğurabilirdi. Hayatımıza giren kimse sebepsiz yere girmiyor. Herkesin bir amacı var hele de şu son günlerde. Üzerimde tonlarca göz var. Her hareketimi inceliyor o şerefsizin adamları. Belki de Efnan ile bile tesadüfen karşılaşmadım. Anladığım kadarıyla ailesi ile işler de sıkıntılı. Yamaç denen gereksiz iti de gözüm tutmadı. Hiç öyle güven veren bir duruşu yok. Ya da ben şu son olaylardan sonra paranoyaklaşmaya başladım. Yanımda biri nefes alsa ondan bile yüz tane sebep çıkartacağım. Sıkıntıyla ovaladığım şakaklarımı sıktım. Başımda hafif bir sızı vardı. Efnan dört saattir uyuyordu. 22:16. Yolda gelirken hastaney gitmemekte çok ısrar ettiği için eve getirmiştim. Kendi evine gideğini söylediğinde Sena çok sert ve kesin bir şekilde olmaz demişti. Kardeşimi nadiren öyle sert gördüğüme yemin edebilirim. Genelde o hale gelmesi için birinden baya nefret etmesi gerek. Demek ki Efnan'ın ailesi ile arası kötü. Niye acaba? Bir şey mi oldu aralarında? Sokak lambasına baktım. Yağan kar yavaş yavaş yere düşüyordu. Turuncu loş ışık sokağı aydınlatsa da gecenin karanlığını en derinden hissediyordu insan. Sokaklarda tek tük insanlar vardı. Kafamı arkaya yasladım. Düşüncelerim her zaman ki gibi ağır gelmişti. Tonlarca ihtimal ve şüphe içinde yaşıyor olmak yoruyordu bedenimi. Sena'ın yorgun sesini duymamla kendime çeki düzen verdim. "Abi?" Kafamı arkaya çevirdim. Salonun kapısında üzgün halde bana bakıyordu. Oturduğum yerde diklendim. Yanıma gelmesi için koltuğun boş kısmına vurdum. Bunu bekliyormuş gibi hiçbir şey söylemeden direk yanıma gelip kollarımın arasına girdi. Kafasını kalbimin üzerine yasladı. Ağlamıştı benim minik kardeşim. Kalbim ağlamıştı. Niye akıtmıştı kıymetli göz yaşlarını. Ne için üzmüştü kendisini? "Şşşş....Niye ağladın Sena?" Burnunu çekti. Elleri belimin iki yanını kavramıştı. "Efnan kendine çok kızacak. Benim yüzümden kendisinden daha da nefret edecek." Efnan için mi üzgün ve dertli? Ah be Sena, kendinden başka herkesi bu kadar düşünme. Her şeye, herkese üzülme. Bu sadece yıpratır seni. "Böyle düşünmene gerek yok Sena. Olanlar senin suçun değildi." Kendini suçluyordu. Böyle düşünmesi için mantıklı bir nedeni olmalı diye düşündüğüm için konuşması bitene kadar tepki vermedim. Sakin bir ifadeyle dinledim. "Bana dedi sabah ben gelmeyeyim diye. Abi kardeş baş başa hasret giderin. Bunları dediği halde gelsin diye ısrar ettim. Gelirsem akşamınız mahvolur dedi. Oldu da ve Efnan bundan kendisini suçlayacak." Suçluluk içinde dertli bir nefes verdi. Küçük bedeni göğüsümün üzerinde kırılacak kadar yorgundu. "Zaten kendisini suçlamak için yer arıyor. Benim yüzümden fırsat çıkmış oldu ona. Gerçekten büyük hata yaptım. Hiç çağırmayacaktım onu ama evde annesi ile kalmasın istedim. Kötüydü sabahta. Belki akşam bizle olursa morali düzelir dedim ama olanlara bak." Yatıştırıcı bir sesle saçlarını okşarken konuşmaya başladım. "Şu anda sende kendini suçluyorsun Sena. Bunda senin de , Efnanın'da suçu yok. O yüzden ağlama tamam mı? Hem nereden bilebilirdik Efnan'ın öyle bir duruma geleceğini. Kendisi bile farkında değil ki ne yaşadığının." "Biliyorum," diye fısıldadı göğsüme daha çok sinip. "Annesi yüzünden hep." Sesi öfkeyle doldu. "O annesi olacak şeytan Efnan'ı bu hale getirdi. Mahvetti kızı. Ona," dedi ve sustu. Diyeceği şeyler ağırına gitmiş olacak ki saklanmak için göğsüme daha da sindi. "Annesi," dedi titreyen sesiyle. "Annesi onu öldürmeye çalışıyor." Saçlarında dolaşan elim dediği cümle ile durdu. Ne demek annesi onu öldürmeye çalışıyor? "Bir ay önce oldu. Hatta haftada bir bile oluyormuş. Annesinin ruh durumuna bağlı değişiyor demişti Efnan." Burnunu çekti. "Bir ay önce Efnan kapıma geldi. Taşındığımdan bu yana ilk kez o gün kapımı çaldı. Bir iki kere ayak üstü konuşmuştuk ama o gün ilk kez kapımı çaldı. Kimseden yardım istemeyen Efnan ilk kez o gün benden yardım istedi abi." Kendime gelip sakinliğimi bozmadan saçlarını okşamaya devam ettim. Burada olduğumu ona hissettirmeye ihmal etmedim. Gözüm yolda yanan soluk ışıklı sokak lambasındaydı ama aklım içerde yatan Efnan'daydı. "Bileğinde on dört kesik izi vardı. Öylece karşımda dikilmiş, bileğinden akan kanla bana ruh gibi bakıyordu." Kollarımın arasında ki bedeni ürperdi. O anları tekrar hafızasında yaşamak ürpermesine neden olmuş olmalı. Ses vermedim. Onu dinlemeye devam ettim. " 'Yaşamak istiyorum. Normal insanlar gibi sadece yaşamak istiyorum.Yardım et bana.' Bana bu cümleleri dedi. Karşımda dimdik duruyordu ama ruhu paramparça olmuştu abi. O hissiz, ruh gibi olan donuk bakışlarını hala hatırlıyorum. Saatlerce ağladım. O tek damla göz yaşı dökmedi. Ben saatlerce ağladım. Allah'tan kesikler derin değildi abi. Yoksa Efnan şu anda hayatta olamazdı. Efnan ile aynı yaştayız ama onun kalbi bir abla kalbi gibi sıcacık. O benim ablam gibi. Bir aydır hep benim yanımda oldu. İyi yönden, kötü yönden. Hep bir adım önümde kendisini siper etti bana." Sessizce göğsümde kız kardeşimin hiç tanımadığım bir kız için ağlamasını dinledim. Ben kızdan şüphelenirken Sena, kızı ablası yerine koymuş. Bir ay içinde aralarında ne olduysa Sena, kıza anormal derecede bağlı. Nasıl birisin bilmiyorum Efnan ama kız kardeşime zarar verecek bir davranışın olursa Sena'ın akıttığı her damla göz yaşının hesabını sana misliyle sorarım. Dua edelim de gerçekten masum biri ol. Yoksa bu durumu ben bile toparlayamam. Anormal bir tepki verip daha fazla Sena'yı üzmek istemedim. "Şimdi sen sakinleş ve gidip güzelce yat tamam mı? Saat geç oldu. Sabah olunca sakin kafayla tekrar konuşuruz." Burnunu çekti. Göğsüme daha da sırnaşıp kafasını aşağı yukarı evet manasında hareket ettirdi. Saçlarının üzerine minik minik öpücükler kondurdum. "Hadi bakalım sen yatağa. Bende biraz dinleneyim." Yorgun olduğuma inanması için 4 aydır uydurduğum yalana sığındım. "Hem yoldan yeni geldim. Uykum var." Kafamda ki bu düşüncelerle nasıl uyuyacaksam. Kızın annesi, kendi öz kızını öldürmeye çalışıyor. Bundan ilerisi var mıdır? Yok. Peki annesi ile neden hala aynı evde yaşıyor? İnsan ailesini seçemez mantığıyla yaşadığına eminim. O it kardeşi olacak Yamaç mıdır uçurummudur her ne haltsa ne bok yiyordu acaba bunlar olurken. Bir köşede oturup seyredecek kadar şerefsiz değildir diyecem de insan milletinden her halt beklenir. Hem Efnan onla konuşurken bir şey demişti. "Öldürülmeye çalışan bir kıza yardım eli uzatmaktan aciz biri gibi bakmıyorum." Demek ki Efnan'ın başına gelenleri biliyor. Bildiği halde yardım etmemiş mi pezevenk? Ense köküme saplanan sızı ile boynumu iki yana esnettim. Kansız itden bol ne var memlekette. Askerken dilediğim gibi itlerin ağzı ile yüzünü yamultuyordum ama şimdi sivil bir vatandaş olarak bunu yapmam etik olmaz. Yoksa bir yumruğuma bakar o kansızları devirmek. Dua etsin o Yamaç efendi. ////////////// Misafir odasının kapısını ses çıkarmamaya özen göstererek araladım. Sena uyuyalı baya olmuştu ama benim gözüme tek damla uyku girmemişti. Gece yarısını da çoktan geçti. Birazdan sabah ezanı okunur. Güne bol baş ağrılı bir başlangıç yapacağım adım kadar eminim. Migren ağrım beni bitiriyor. Omurgamdan yukarı ince ince başlayan bi sızı. İlk sol tarafımda ki kaslar çekiliyor sonra sağ. En sonunda kafatasımın tümü penseye sıkıştırılmış gibi ağrıyor. İçimi kemiren şüphe tohumlarını bu gecelik susturmam için Efnan'ı görmem gerek. Ses çıkarmadan odaya girdim. Efnan kanepenin üzerinde hareketsiz bir halde yatıyordu. Nefes alış verişleri o kadar zayıf ki anca yanına vardığımda yavaşça inip kalkan göğsünden anlayabildim yaşadığını. Her zaman mı böyle uyuyor yoksa şu ana özel mi? Yastığa dağılmış sarı saçlarına baktım. Uzun kirpiklerine, incecik dudaklarına. Konuşurken bile belli olan gözünün altında ki gamzeye baktım. Şu anda belli olmasa da orada çok güzel bir gamzesi olduğunu biliyorum. Kim bilir gülünce nasıl gözüküyordur? Hiç düşünmedim ama eminim çok güzel gözüküyordur. Dizlerimin üzerine çöktüm. Efnan anında huzursuzlandı. Yattığı yerde gerildi. Dudaklarının arasında oluşan minik boşluktan kısık bir nefes verdi. Minik ellerini yüzüne doğru kaldırdı. Sol gözünü ovaladı. "Hhhh...." diye mırıldandı. Rüya mı görüyor? Acaba ne görüyor? Yattığı yerden bana doğru döndü. Saçları yüzüne doğru düştü. Ufacık bedeni var kızın. Boyu kaç 1.55 filan mı? Benle yan yana durduğunda o kadar da kısa gözükmüyordu. Ben 1.90'ım. Bu kız da 1.55 değilde 1.70 vardır. Saçları zaten upuzun. Beline kadar inen saçları var. Onları yıkarken insanın ömrü tükenir. "Ne saçmalıyorum ben." Geceye karışan fısıltımla dertli bir nefes verdim. Efnan'a dikkatlice baktım. İyi biri misin, kötü biri misin Efnan? Ben sana nasıl inanacağım? "Neden beni izliyorsun?" diye sordu uyku mahrumu çatallı sesiyle Efnan. Saçını kulağının arkasına sıkıştırdı. Uyku sersemi olduğundan olmalı ki gözleri berrak bir nehir gibi pürüzsüzdü. "Ne saçmalıyorsun bilmiyorum bende." Kafasını yastığa gömdü. Mayışmış hali acayip sevimli. "Galiba acıktım. Rüyamda bol nar ekşili kısır yiyordum. Evde var mıdır?" "Bilmem," dedim gayet ciddi bir ifadeyle. "Var mıdır ki?" Kafasını yastıktan kaldırıp uykulu gözlerle yüzümü incelerken dudakları sarkmıştı. "Yok mudur diyorsun. Olsun ben alışkınım istediğim şeyleri alamamaya." Şu anda bir kısır için mi üzlüyor? Yattığı yerden yavaşça doğruldu. Yorganın altında ki çıplak ayaklarını yere indirdi. "Ben en iyisi kısır yapayım." Şaka yapıyor olmalı. Uyanır uyanmaz kısır mı yapacak? Nasıl bir iştah var bu kızda? Ayağa kalktım. Efnan yüzüme ılımlı bir şekilde gülümsedi. "Sende ister misin?" Bu kızda kişilik bozukluğu olmalı. Neden böyle davranıyor? Bir de bana gülümsedi. Sabah benden nefret eden kız, şimdi yüzüme gülüyor. Benle maytap mı geçiyor? "Anlamadım?" "Kısır diyorum sevmez misin?" "Severim," dedim şaşkın halde. "Severim de gerek yok sabahın köründe kısır yemeye." Yatması için yorganı elime alacaktım ama Efnan ayağa kalktı. "Nereye?" "Mutfağa," dedi direk. "Sen uyu istersen." Otobüste ki hali gibi davranıyor. Peki kafede ki hali neydi? O anki Efnan mı gerçek yoksa otobüste ki Efnan mı? Ben, Efnan'ı çözmeye çalışırken o, çoktan üzerine Sena'ın verdiği hırkayı giyinip odadan çıkmıştı. Peşinden odadan çıktım. Allah'tan Sena'ın uykusu ağır. Yere tavayı da düşürsek uyanmaz. Zaten akşam çok ağladı. Ondan dolayı şu anda ölü gibi yatıyor. Mutfağa geçtiğimde Efnan sırtını tezgah dolabına yaslamış yerde oturuyordu. "İyi misin?" Yanına gidip aramıza iki adımlık mesafe bırakarak oturdum. "Kısır yapmayacak mıydın?" "Kısır mı?" diye sordu affalamış halde. Gözlerini bana çevirdi. "Sen niye yanımdasın?" Kaşları hafifçe çatıldı. Surat ifdesinde kafede ki gibi bir gerginlik peydah olmuştu. Anlaşılan uyku halinde sıyrıldı. "Yanımda ne arıyorsun diye sordum." Kısır mevzusunu direk çöpe attım. Anlaşılan o ki Efnan ile baya bir işimiz olacak. "Kardeşimin evi." En makul olan savunmayla konuşmaya giriş yaptım. "Marketten sonra seni evine göndermek istemedi Sena. Bende onu üzmek istemedim. Sende o yüzden buradasın." Nazik olmayı bir kenara ittim. "Yoksa seni, kız kardeşimle aynı evde barındırmayı bende istemiyorum." Kaba da değildim nazikte. Stabil bir sakinlik, kaba olmaktan daha fazla yaralar bazı insaları. Bende genelde kaba bir insan değilim. Sadece kelimelerimin ucu sivridir. Sakince söylediğim her kelime karşı tarafı yaralar. Efnan kafası karışık halde gözlerini yüzümden çekti. Sesinde hüzün vardı. "O anları hatırlamıyorum. Bende burada olmak, sizinde gecenizi mahvetmek istemezdim." Sena haklıymış. Kendisini suçluyor. Dizlerini kendisine doğru çekti. "Bazenleri kafamda ki tüm anılar bir yabancıya aitmiş gibi hissediyorum. Yaptığım, yapmadığım her şey birbirine giriyor." Kafamı mutfak dolabına yasladım. Ayaklarımı uzatıp gülümsedim. Öylesine bir gülümsemeydi. Sıradan, öylesine bir gülümseme. Efnan gülümsediğimi göremeyecek kadar dalgın haldeydi. "Sen haklısın." Gülümsemem silindi. Ne konuda haklıydım ben? "Kardeşini korumak istiyorsun ve bu senin en doğal hakkın. Harika bir abisin Aziz." Dedikleri afallamama neden oldu. Ben cevap veremeden Efnan konuşmasına devam etti. "Çok garip benim de bir ailem var. Üvey abim de var ama senin gibi bir abi değil." Demek ki Sena üvey abisi olduğumu Efnan'a demiş. Keşke bu yalana hiç bulaşmamış olsak Sena. Herkese öz bi öz abin olduğumu söylebilsek. Keşke normal bir hayat yaşamak için bu kadar yalana başvurmamış olsam. İçimden gitmek bilmeyen sıkıntı Efnan'ın dedikleri ile birlikte daha da omuzlarıma bindi. "Her ailenin kendine has bir zorluğu vardır. Hiçbir aile kusursuz değil Efnan. En kötüsü senin ailen sanırsın ama inan binlerce berbat aile gördüm." Kafasını dizlerinden kaldırıp yüzüme baktı. Artık tüm yüzü gözlerimin önündeydi. Mahmurdu bakışları. Ona rağmen ifadesinin arkasında hep bir gerginlik kol geziyor. Neden peki? Ne oldu da her şeye karşı bu kadar mesafeli. "İnsan ailesini seçemiyor." Gözlerine bir ses perdesi indi. "Kurtulamıyor ailesinden. Bir tek kurtuluş yolu var o da ölmek. Onu yapmaya da gücüm yok." "Ölmek için daha çok gençsin." "Ölmek istemeyecek kadar bu hayatı seviyorum Aziz." Sesinde kırıklar vardı. "Ama yaşamak kolay bir şey değil. Hem de hiç değil." "Neden peki? Bugün ölmek istemeyen ruh neden ölmeyi düşünür?" "Geri dönemeyeceği bazı şeylerin vicdan azabının ağırlığı yüzündendir." Kafasını umutsuzca iki yana salladı. Onu izleyen gözlerim kalbime bir his bıraktı. "Uyanmak için her gün insan kendisine bir sebep bulamıyor. Nefes aldığın için mutu oluyorsun ama saniyelik. Sonra tüm her şey gerçeklere bulanıyor. Gerçekler de asla mutluluk barındırmıyor." Dediği her kelime de kalbimde garip şeyler oldu. Bakışları bir zamanlar ki Azizi hatırlattı bana. Efnan ile eski Azizin ortak hissini şu anda çok net hissedebiliyordu kalbim. Çaresizlik. Hemde en alasından. "Gerçekler canını acıtsa da sonunda ya vezir eder seni ya da rezil." "Hep rezil oluyorsan?" diye sordu üzgün halde. Konuşsa, kendisini tutmasa binlerce cümle kusacaktı ama kendisini tutuyordu. Sena'ın dediği gibi Efnan, kimseden ne yardım istiyor ne de derdini anlatıyor. O sadece kendisiyle yaşıyor. Farkında değil mi? Belki de bu düşünce ona bu yaşta ölümü düşündürüyor. Her şeyi tek başına halledebileceğine inanıyor oluşu onu mahvetmiş ama farkında değil. Yara izine alışmış, bir tane daha alsa umurunda değil. "Yoruldum," diye fısıldadı gözlerimin en derinine bakarken. "Senin gözünde ailem yüzünden bir tehlike olduğumun farkındayım. Ne dersem diyeyim kendi bildiğine inanacaksın." Histerlikli bir gülümseme kondu dudaklarına. "Alıştım biliyor musun? İnsanı ailesi düşmanı gibi gördüğü vakit başka insanlar umurunda olmuyor. Aile ya cennetin ya da cehhenemin oluyor. Benim hakkıma düşen cehhenem de değil. Bana kalan araf. Öyle bir yer ki burası. Ne mutlu oluyorsun ne üzgün. Sadece yaşamaya çalışıyorsun , öldüğünü bile bile." Kafası sola büküldü. "Rüya mısın sen?" Öyle masum sordu ki hayır diyemedim. Lanet olsun ki aklım hala bir tehlike olarak görüyor Efnan'ı. Hiçbir şey diyemedim karşımda un ufacık olan kıza. Kötü bir rüyayım diyemedim. İyi bir masal kahramanı olmayı çok isterim diyemedim. Suskunluğun arkasına saklandım. Mavilikleri yerdeydi. "Yenildim. Ne kadar yenilmem desemde yenildim. Tanıyamıyorum kendimi." Her bir kelimesi, her bir hecesi kalbimle, aklımın çatışmasına neden oldu. Düşünmekten, neye inanacağımı düşünmekten kendimle sayısız kavgaya tutuşmuştum. Tanışalı bir gün olmuştu ve Efnan'a ne düşman ne de dost diyebiliyordum. Diğer herkesi ilk görüşte bir konuma koyan ben, Efnan'ı arafta bırakmıştım. Kendisi arafta kaldım dedi. Ben de mi onu arafta kalmaya zorladım. Birine güvenemeyecek kadar kötülüğün içinde büyüdüm ben. Düşmanım çok. Kim iyi rol yapıyor anlamam çok kolay ama bir o kadar da zor. Anlamak istemediğim insanlara konduramadığım çok an oldu. O yapmaz dediğim halde yaptığını bildiğim sayısız insan tanıdım. Kimseye güvenmemeyi çok ama çok ufak yaşta gayet net anladım. Hayat kafamı eze eze bana bunu harika bir şekilde anlattı. Gibileri bıraktım. Keşkeleri sildim. Hayatımda sadece netlik kaldı. İyi ya da kötü. Gerisi tamamen siyaha büründü. "İyi misin?" Çekinerek sordum çünkü nasıl bir tepki vereceğini kestiremiyorum. "Stabil," dedi düşünceli halde. "Sen?" "Düşünmedim," dedim onun gibi düşünceli halde. Aklıma takılanı daha fazla içimde tutamadım. "Markette ne gördün Efnan?" Sorumla yerde ki maviliklerini bana kaldırdı. Korku. Ne gördün Efnan? Seni bu kadar korkutacak ne gördün? Oturduğu yerde daha da kendi içine saklandı. "Bilmiyorum," derken çaresizdi. "Bilsem keşke ama bilmiyorum." Onu korkutan şeyi bilmiyor. Bir şey ya da birini gördü demek ki. "Bir eşya mı ya da insan mı gördün?" "İnsan," diye fısıldadı. Bacaklarını daha da kendine çekti. "Bir adam." Kaşlarım sakince havalandı. "Adam mı? Nasıl biri? Tanıyor muydun o adamı?" "Tanımadığımı sanıyordum ama tanıyorum sanırım." Düşünceleri ağır gelmişti ruhuna. Dertli bir nefes verdiğinde omuzları inip kalktı. "Bunu konuşmasak olmaz mı?" Bu kadarını bana anlattığına bile şaşkınım. Devamını anlatmasa da bir şey diyemem. "Olur ama istersen İrfan ile konuş. Doktor, hasta olarak değilde iki yabancı gibi ufak bir konuşma yapsanız sana iyi gelebilir." "Sena ile aynısın." "Nasıl yani?" Buruk bir tebessüm kondu dudaklarına. Samimiydi mavilikleri. "O da bana İrfan'ı önerdi." Bana imreniyor gibi baktı. Bu bakışı ilk kez ondan görmek garip hissettirdi. Daha önce kimse bana imrenerek bakmamıştı. Askeriye de gurur dolu bakışlar çok olmuştu ama bu bakış farklıydı. Bu duygu bambaşkaydı. "Çok şanlısın Aziz. Sena gibi tertemiz kalbi olan bir kardeşe sahipsin. Şu hayatta masumiyete inanmama neden olan bir kardeşe sahipsin. Bunun kıymetini bil." Kendi ailen tarafından bu denli yara almak çok mu canını acıttı Efnan? Ailenin kapatamadığı boşluğu kimse kapatamaz dimi. Sende ki boşluk kim bilir ne kadar derin. O yüzden bu kadar sönük maviliklerin. Umut yok sanıyorsun. Aynı eski Aziz gibi. Oysa umut her zaman vardır. En dipte olduğun vakit bile umut vardır. Mağlup olduğunu sandığın her vakit dizlerini kanatma pahasına tek başına ayağa kalkacağın vakit anlayacaksın umutsuzluk sadece laftan ibaret olduğunu. Umarım çok kanamaz dizlerin. Bu savaştan az yarasız kurtulma şansın varsa hiç durma Efnan. "Şansılıyım," diye onayladım onu. "Belki de sende şanslısındır ama farkında değilsindir." "Hiç sanmıyorum." "Gözlerin bile bir şans Efnan." Somurttu. "Normal mavi göz." "Normal mavi gözlerin içinde sim gibi parıltılar olmaz. Mavi gözlü insanlar gördüm Efnan. Seninkinin içinde sim varmış gibi parıldıyor." Dediğim şeyleri ciddiye almaz diye düşünmüştüm ama Efnan saklandığı yerden sıyrıldı. Kafasını bacaklarının üzerinde kaldırıp, bacaklarını öne uzattı. "Öyle mi diyorsun?" Bir şeylerden kaçıyor. Kaçmak için kafasını binbir türlü şeyler meşgul ediyor. Hala umut var Efnan. Senin için hala umut var. Kaç ama pes etme. Kafanda ki celladı bir kenara at ve kaç. "Evet öyle," dedim onu inandırmak için ılımlı bir şekilde. "Hele de karanlıkta daha fazla." Etrafı gösterdim. Hava aydınlanmaya başlasa da etraf karanlıktı. "Şimdi bile gözlerin parıldıyor. Ve bu herkeste olan bir şans değil." "Senin de kirpiklerin şansın." Gülümsedim. "Uzun diye mi?" "Evet." "Seninkilerde uzun. Hem benim gözlerim senin gözlerin kadar güzel değil," dedim anlayışla. "Geceye benziyor gözlerin," dedi bu hoşuna gidiyormuş gibi. "Seninkiler de gündüze. Saçların da sapsarı. Tam gökyüzü gibisin." Kafasını dağıtmasına yardımcı olduğumu şu anda tam olarak anladım. Yüzünde ki gerginliğin saniyelik olsa da ortadan kalkmış olması bu konuşmanın ona iyi geldiğinin gösteriyor. Kafede ki halimizden sonra bu kadar sakin konuşuyor olmamız bence büyük bir şey. O hala hatırlamıyor ama otobüste ki halini de hatırlıyorum. "Beyaz sabun gibi kokuyorsun." Düşüncülerimi okumuştu sanki. Otobüsü düşünür düşünmez bunu demesini beklemiyordum. Şaşırdım. O ise bu kokudan hoşlanmışa benziyordu. "Bugün otobüste ki bir adamda beyaz sabun kokuyordu." Aklına kötü bir şey gelmiş gibi yüzünde ki tüm kaslar gerildi. "Kan oldu botları. Benim yüzümden her yer kan oldu." Gözlerime baktı. Karmakarışık bir ifade vardı yüzünde. "Burnum kanadı ama her yer kan oldu. Benim yüzümden onun da botları kan oldu. Bilerek yapmadım. Yanlışlıkla kan oldu her yer." Kan görmeye midesi mi dayanmıyor yoksa kana karşı farklı bir korkusu mu var tam anlamadım. Kafasını daha fazla yormamak için anlayışlı olmaya özen göstererek konuştum. Kafasında yeterince karmaşık düşünce var. Benim de daha fazla karıştırmama gerek yok. "Azıcık kan damladı diye bota bir şey olmaz. Hem burnunun kanaması senin suçun değilmiş. Bunun için üzülmene gerek yok." Düşünceleri çıkmaza girince kaçmayı seçti. Belki de şu anda öyle olması daha iydiri. Her zaman savaşmak kazandırmaz. Bazenleri kaçıp mağlup olmak lazım. "Başım ağırıyor." Burnunu çekti. "Mutfağa da neden geldik anlamadım." Gözlerini ovuşturup saçlarını geriye doğru yatırdı. "Ezan okunur ben eve gideyim. Sabah işlerim var." "Sena?" "O alışık merak etme." Oturduğu yerden kalkıp üzerinde ki hırkayı çıkarırken durdurdum onu. "Ne oldu?" "Hırkayı neden çıkarıyorsun?" "Sena'ın çünkü." "Bir sürü hırkası var. Giy sen bunu. Hava buz gibi." "Alt kata inene kadar soğuktan donmam," dedi ters tavırla. Hoş geldin Efnan. Uyandıktan bir saat sonra bu kızın ayarları bir karışıyor. Bence biz hep uyanır uyanmaz konuşalım. Yoksa başka türlü birbirimize ters cevap verip, kalp kırıcı konuşuyoruz. Ters tavrına karşılık sakince karşılık verdim. "Donmakla alakası yok. Giy ve konuyu uzatma." "Emir verme bana." "Ricada bulundum," dedim anında. "Ricada bulunma tavrın bana emir verici," diye homurdandı. Tekrar burnunu çekti. Onun gibi suratımı ekşitip homurdandım. "Bak şimdiden burnun akmaya başladı. İnat etmeyi bırakıp git şu hırkayı." Hırkayı omuzlarına geri giydirdim. "İnat etme lütfen." Bir şey demedi ama inat da etmedi. Lütfen demek işe yarıyor. Zor yapmazsam, Efnan da zoru oynamıyor. Karşısındakinin davranışına göre davranışlarını şekillendiriyor. Mutfaktan önce Efnan çıktı. Salondan çantasını alıp sessiz adımlarla dış kapıya ilerledi. Kilidi açıp kapıyı araladı. Dışarı çıkmadan evin karanlığında son kez dönüp bana baktı. Beklemediğim bir cümle kurdu. "Beni dinlediğin için teşekkürler. Her şeye rağmen." Seni tehlike olarak gördüğüm halde. Her şeye rağmenin asıl manası. Bunu bilmesine rağmen onunla konuşup, onu dinlediğim için teşekkür edecek kadar narin bir kalbi var. Ufak bir gülümseme armağan ettim karşımda ki çaresiz ama çok güçlü olan kıza. "Rica ederim. Seni tehlike olarak görmüyorum Efnan. Sadece emin değilim." Sıkıntı yok manasında gülümsedi ama bu gülümsemenin altında kocaman bir acı kabullenmişlik vardı. İçim acıdı. Yıllar sonra Sena hariç başka bir kız için canım acıdı. Başım ağırıdığı için olmalı. Yoksa bu kadar çabuk canım asla acımaz. Hele de tanımadığım bir kızın üzgün bakışlarına canımın acıması saçma. Kendime gelmek için yutkunup dudaklarımı yaladım. Gitti. Kapıyı kendisi çekip arkasına bakmadan gitti. Sanki hiç burada olmamış gibi gitti. Bıraktığı tüm düşüncelerin ağırlığı ile kapının önünde dakikalarca dikildim. Mağlup oldun. Kalibimde ki ses fısıldadı. En alasından mağlup oluşunu kutla Aziz Demir. EFNAN YASA Kırıkları toplayıp çöp poşetinin içine attım. Büyük parçalar kapının arkasına fırlamıştı. Onları da elime alıp poşete koydum. Boğazımda ki sızıya rağmen yutkundum. Annem siyah sandalyede oturmuş nefret dolu gözleriyle beni izlerken, ben yere eğilmiş onun parçalara ayırdığı vazonun kırıklarını topluyordum. Konuşmadım. Neden böyle bir şey yaptın diye sormadım. Yeter artık demedim. Yüzüne bile bakmadan kırıkları toparlamaya giriştim. Ben temizlemesem o asla elini sürmez. Yeteri kadar dağınık hayatımız zaten. Bir de evimiz dağınık olmasın. Kırıkların hepsini güzelce temizledim. Ayağa kalktığımda cebimde ki telefonum çaldı. Elimde ki poşeti yere koyup telefonu cebimden çıkardım. Uraz arıyordu. Annemi yok sayıp odama geçtim. "Efendim?" Arkadan yüksek bir kargaşa sesi geliyordu. "Efor! Nerede kaldın!" "İşe gideceğim Uraz." Sesim sertleşti. "Abuk subuk arama beni. Yokum bu işte ben." "O da ne demek?" Dalgaya vuran neşeli sesi ciddileşmişti. "Sen yoksan bu iş patlak verir. Gel ve gör şu salaklara." Sabır dilenerek kafamı iki yana esnettim. "Kafan yerinde mi Uraz?" "Asıl senin kafan yerinde mi? Bu işi sen planladın. Şimdi de tıkırında işliyor. Bırak sonuna kadar gidelim." Kargaşa sesi gittikçe kayboldu. Daha sakin bir alana geçiş yapmıştı. Uzlaşmacı bir tavırla konuşmasına devam etti. "Bak senin istediğin gerçekler benim istediğim de para. İkimiz bu yolun sonunda her türlü kazanan oluruz. Şimdi pes etmenin sırası değil." Babamı benden alanları bulmak. Eskiden çok uzak gibi görünüyordu. Şimdi ise bir adım dahi olsa yakınım. Ellerime kanı bulaştıran o insanlara bir adım daha yakınım. Yakınım ama ben kendime çok uzağım. Hafızam paramparça. Bu durumda nasıl ilerleyebilirim. "Anlamıyor musun Uraz? Hiçbir şeyde netlik yok." "Netlik olmasının bir önemi yok Efnan," dedi sinirle. "Seni kimse tanımıyor. Ama sen onları tek tek tanıyacaksın. Kafanı bir yere mi vurdun sen? Ne oldu da bir anda ters yöne çevirdin kafayı?" Yatağa oturup kafamı eğdim. Düşünceler yine ağır basmıştı. "Yasa dışı yoldan iş yapıyoruz daha ne olsun." "Bunu sen planladın," dedi gurur duyarak. "Dahisin sen ve bunun farkında değilsin. Tonla para kazandık. Geçenlerde senin gibi bir dahi de bir ton para yatırdı bu işe. Yurt dışında olacak boks maçını Türkiye'de yaptırdı. Hangi deli bilmiyorum ama bugün o da geliyor diye duydum. Belki de babanın katiline ulaşman da yardımcı olur." Cevap vermeyince daha anlaşılır bir şekilde konuşmaya devam etti. "Her zaman ki gibi kılık değiştirip gelirsin. Seyircilerin arasından bu zamana kadar kimse tanımadı seni Efnan. Bu saatten sonra da kimse tanımaz." Söylemesi ne kadar da kolay geliyor. Kılık değiştirsem de oradaki biri beni tanırsa işmiz sarpa sarar. Onların beni tanıması değil benim onları tanımam gerek. Planı kurmakta sıkıntı yok. Sıkıntı uygulamada. Onu da genelde Uraz hallediyor adamları ile ama arada bir bende ortaya çıkıyorum. Yoksa koca adamların ilaçlarını kim verecek dimi. "Bak," dedi uzlaşmacı, samimi tavrıyla. "Parayı siktir et. İşin espirisi o Efnan. İkimizin de bu adamların acı çektiğini görmeye ihtiyacımız var. O yüzden lütfen kalbini bir kenara it ve hazırlan. İşten de bir şekilde izin al tamam mı? Lütfen Efnan." Haklı olmasan keşke Uraz. Keşke hiç haklı olmasan. Hoşnutsuz bakışlarımı aynada ki yansımama kaldırdım. Sıkıntı var içimde. Sanki kötü bir şey olacak. Bugün orada kötü bir şey olacak ve ben bundan baya zararlı çıkacağım. Bu his içimde büyüdükçe büyüdü ama Uraz'a cevabım netti. "Tam olarak kaçta?" Gülümsediğini neşeli sesinden anladım. "Öğlen üçte başlayacak. Sen erkenden gel ama." "Tamam," dedim kararlılıkla. "Geleceğim. Sen hazırla her şeyi." "Dahisin Efor dahi!" "Görüşürüz Uraz," dedim onun aksine ruhsuz bir şekilde. "Görüşürüz Efor." Telefonu kapatıp yatağın üzerine attım. Aynada ki yansımam da ben varım ama ben bu kadar berbat mı gözüküyorum. Ölü gibi de değil yaşayan biri gibide gözükmüyorum. Gözlerimde ki parıltılar nerede? Aziz parıltı var demişti. Neredeler? Dediği gibi sadece karanlıkta mı gözüküyorlar? Ya da çocuk avutur gibi beni avutmak için mi dedi o süslü lafları? Nedense ikincisi daha makul geliyor. Kapıdan çıkmadan seni tehdit olarak görmüyorum demişti. Peki ne olarak görüyor? Tehdit değilsem gözünde ki konumum ne? Hayatlarımız birbirinden o kadar farklı ki. Her şeye rağmen sadece tek bir ortak noktamız var. Kimseye güvenmiyor oluşumuz. Onu suçlayamam çünkü yerinde bende olsam aynısı yaparım. İnsan hayatta darbe aldıkça güvensizleşiyor. Öyle bir anda bu hale gelmiyor. Zamanın içinde kalbi katılaşıyor. Güzel şeyleri duymaz oluyorsun. İyi olacak dediğin ne varsa hepsini bir köşeye itiyorsun. Mecbursun buna. Hayat senin mutlu olmanı beklemiyor. Sen çabalamak zorundasın. Çabalayıp mutsuzluklarla dolu hayatını inşa etmek zorundasın. Eğer yapmazsan hayat seni sağ bırakmaz. Adım adım olsa da çabalamak zorundasın. Aynada ki yansımama baktıkça içimden bir şeylerin kaybolduğunu hissettim. Teker teker eksiliyorum. En sonunda bana kalacak tek şey yarım kalmış olan umutlarım olacak. Bunun farkında olup yine de yola devam etmek zorundayım. Ne acı ki başka şansım hiç olmadı. Durup, iyileşmek için bana kimse zaman tanımıyor. Parıldamayn gözlerime daha derin baktım. Yeteri kadar dinlendim. Hazırlanıp gitmem gerekiyor. Annemle daha fazla aynı yerde nefes almak boğuyor beni. Ayağa kalkıp ahşap dolaptan siyah kotumla, kırmızı kazağımı çıkardım. Üzerimde dünden kalmış kıyafetleri hızlıca çıkarıp yenilerini giyindim. Dolabın alt çekmecesinden siyah peruğumla makyaj malzelemelerimi kol çantamın içine koyup yatağımın üzerinde ters şekilde duran telefonumu cebime sıkıştırdım. Sandalyenin üzerine fırlattığım siyah kabanımı bedenime sarıp odadan çıktım. Annem hala mutfaktaydı. Gittiğimi haber versemde umurunda olmayacağından ses etmeden botlarımı giyip dış kapıyı açtım. Bir kere olsun ne yaptığımı merak etmedi. Bu saatten sonra da merak edeceğini hiç sanmıyorum. Annem için ölmüş olmam daha mutlu edici bir haber olur. Evden çıktığım vakit merdivenlerin başındayken telefonum çaldı. Cebimden çıkardığım telefonumun ekranında onun adını görmemle mideme yumruk yemiş gibi yüzüm kasıldı. Hala hangi yüzle beni arıyordu? Yüzsüz olduğunu biliyordum ama bu kadarı ona bile fazla. Cevaplamadım. Gerekte yok onunla konuşmaya. Merdivenlerden seri ama yavaş adımlarla inip dış kapıya vardım. Demir kapıyı açtığımda gördüğüm kara şaşırmadım. Dün akşam baya kar yağmış olmalı. Sabah da yağmıştı. Otobüs durağına yürüdüm. Evimize beş dakikalık bir mesafede otobüs durağı olması bu hayatta ki tek şansım olabilir. Durağa varana kadar sessize aldığım telefonum cebimde çalıp durdu. Bu kadar ısrarla aramasından nefret ediyorum. Dün oğlu ile muhattap oldum bugünde gereksiz babası ile muhattap olmaya hiç niyetim yok. Annem kendisi başıma dert olmuyormuş gibi bir de bu iki şerefsizi başıma bela etti ya bravo ona. Kendisiyle gurur duysun. Babam öldükten sonra dirke hayatımıza girecek kadar midesiz adamın teki. Anneme ne demeliyim bilmiyorum. Güya babama aşıktı. Aşk, aşık olduğun kişiyi mezara koyduktan sonra son bulacak kadar ucuz bir duygu mu? Hiç sanmıyorum. Aşk denen duygu o kadar ucuz ve iğrenç bir his değil. Ben babamın kızıyım. Umutsuzluğun dibine de vursam aşka inanırım. Babam bana hep öyle öğretti. Annem gibi bir kadına nasıl aşık bende bilmiyorum. Annemin öyle güzel duyguları hissedebileceğine inancım sıfır. Otobüsün gelmesini beklerken üşüyen ellerimi kabanımın cebine yerleştirdim. Durduğum yerde üşümemek için kıpırdandım. Erzurumlu olduğum halde bu soğuk gerçekten insanın ruhunu donduracak cinsten. Benim parmak uçlarım hep üşür. Kat kat giyinsem de parmak uçlarım sıcaklamaz. Kafamı yere eğdim. Botlarımın üzerinde ki çamur izlerine bakarken Kutay'ın kalın sesini duymamla gerilmem bir oldu. "Seni aradığım halde telefonu neden açmıyorsun?" Sesi bedenimi daha da buz kestirdi. "Yüzüme bakmayacak mısın?" Kafamı kaldırdım. Öfkeli bakışlarıma engel olmadan onun iğrenç gözlerine baktım. Her zamanki siyah takım elbisesi , siyah kabanı ile karşımdaydı. Onu görmemle bedenimde ki tüm kaslar gerim gerim gerildi. Kutay'ın gözlerinin içine bakmam onu mutlu etmiş olmalı. Yüzünde her zaman ki itici, rahatsız edici gülümsemesi vardı. Benden 20 yaş büyük biri gibi değilde benimle yaşıtmış gibi davranması mide bulandırcı. "Sevinmedin mi beni gördüğüne?" Cevap vermedim. Tiksinerek baktım yüzüne. 45 yaşında olmasına rağmen zaman onu hiç yaşlandırmamıştı. İlk gün ki gibiydi bakışları. Rahatsız edici. Annem de bunu bilirdi. Kutay'ın rahatsız edici davranışlarını. Annem, Kutay'dan ayrılıp babamla evlendi. Çok geçmeden ben doğdum. Annemin nefreti doğdu. Babamın eceli doğdu. Kutay bana doğru bir adım attı. Bir adım geriye kaydı ayaklarım. Bunu görüp gülümsedi. "Benden korkuyor musun?" Evet dersem bundan mutlu olacak kadar iğrenç herifin teki. Babam bu adam hakkında şeytan derken haklıymış. Ben bunu çok geç anladım. Babam olsa bu adamı benim yanıma asla yaklaştırmazdı. Babamı hatırlamak bu sefer acı yerine öfke verdi. Bu adamın karşısında acıdan ölmektense, öfkeden deliririm daha iyi. "Ne var?" Sorum buzdan bile soğuktu. "Eski karın evde. Gidip onla muhattap ol." Güldü. Midemi bulandırdı gülüşü. "Annenle konuşmayı tercih etmiyorum." Otobüs durağında bize bakan insanlara baktı. Bana bakarken yüzünde olan o iğrenç ,sakin ifade; diğer insanlara bakarken sert ifadesinden bambaşkaydı. "Şu gerkesiz insanların ortasında konuşmayalım." Arabasını işaret etti. "Benle bir kahve içmeye ne dersin." "Def ol derim," dedim direk. Hiç nazik filan olmaya çabalamadım. "Gidip kendine başka eğlence bul." Gelen otobüse binmek için arkamı dönüp gideceğim sırada Kutay, "Babanın kızısın," dedi zevk alarak. "Aynı onun gibi güçlü olduğunu sanıyorsun ama bir halta yaradığınız yok." Sözlerini bir tek bana söylemiş olsa umursamadan otobüse binip giderdim ama ölmüş babam hakkında konuşmasını sessiz kalmam imkansızdı. Herkes otobüse bindi. Kutay kazandığını sandı ama arkamı dönmemle iki adımda yanına varıp cebimden çıkardığım çakıyı onun şah damarına yaslayacağımı hesaba katmadı. Ölüm kokan, saf nefret dolu sesimde hiçbir ihtimal kırıntısı yoktu. Ela gözlerine bakarken nefretim ruhumu ele geçirdi. "Babamın adını o leş ağzına alamazsın. Benim babam güçlü olmasa bile senin gibi kansız asla olmadı. Sen ve senin oğlun gibi kansız olacağımıza güçsüz oluruz daha iyi. Şimdi ya siktir olup git ya da karının yanına çık da hasret giderin. Ama sakın!" dedim öfkeyle yükselerek. "Babamın adını ağzına alma! Seni insan yerine bile koymuyorum Kutay. Bu hayatta kaybeden canımdan başka bir şeyimde yok!" Kulağına yaklaştım. Nefesi kesikleşti. "Yani seni öldürmekte asla gocunmam. 20 yaşında, hiçbir şeyi olmayn bir kız beni öldüremez diye düşünme çünkü en çok hiçbir şeyi olmayan gençler ölümü sever. O yüzden bende ki kotanı doldurma." Yüzüne baktım. Ela gözlerinde bariz bir zevk vardı. "Belki de senden önce ben seni mahvederim." Meydan okumaktan geri durmadım. Laflarımı öyle anlık söylemem ben. Biraz önce söylediğim her şeyi yıllardır düşünüyorum ben. O sözler anlık bir sinirle söylenmedi. İlmek ilmek nefretimle inşa ettim. "Elinden geleni ardına koyma. Birini hafife almadan akıllıca düşünmen gerek." "Seni asla hafife almadım," dedi direk. "Al ya da alma," dedim çakıyı boynundan çekip cebime geri koyarken. "Gram umurunda değilsin." Benim onu umursamıyor oluşum da onun umurunda değildi. Buraya gelmesinin asıl sebebini daha fazla tutamadı. "Anlaşmamızı unuttun mu küçük hanım?" Nefretle dişlerimi sıktım. "Ben o bedeli çoktan ödedim." İğrenç bir gülümsemeyle yüzümü inceledi. Dediğimi umursamamıştı. "Ben hatırlamıyorum Efnan. Ne ara ödedin?" "Oğlunu şikayet etmedim bence bu baya büyük bir bedel." "Oğlumu şikayet etmen senin hayrına olmazdı biliyorsun." Dışardan ne kadar sakin görünsem de içimden ya sabır çekmediğim tek bir an yoktu. "Oğlunun mesleği elinden mi alınsın istiyorsun?" Dünyanın en komik şeyini demişim gibi kahkaha attı. Durağa yeni gelen insanlar onun bu gülüşüyle ona baksa da o benden başka kimseyle göz teması kurmadı. "Oğlumun polis olmasını istemiyorum zaten. Ama asıl önemli olan onu şikayet etsen senin direk hapse gireceğin, onun da sadece mesleğinden olacağı biliyorsun değil mi?" "Öyle mi?" Sorum alaycıydı. "Çok korktum inan." Etrafta ki gözleri umursamadan sesimi biraz daha yükseltip konuştum. "Oğlunun taciz etmesi mesele değilde benim onu bıçaklamam dert dimi. Bir de gelmiş bana anlaşma diyorsun." Durakta ki insalara Kutay'ı gösterdim. "Bu gördüğünüz dışardan harika görünen insanın oğlu polis ama bana taciz etmeye çalıştı." Şaşkın bakışlara gülümseyerek cevap verdim. "Lütfen korkmayın. Oğlu polistir. Adalete ve polislere sonsuz güvenmemiz gerek dimi." Durakta ki insanlar aralarında konuşarak bizden uzağa yönlerini değiştirdi. Hiç şaşırmadım. İnsanlar için korkup kaçmak her zaman en kolay yol olmuştur. Lafı bile onları korkutuyor. Ümitsiz bakışlarımı insanların üzerinden çektim. Kutay'a baktığımda bana öfkeli bakıyordu. Yalandan saf ayağına yattım. "Ne oldu suratından düşen bin parça? Yoksa imajın mı yamuldu? O zoruna gittiyse dert değil üzerine yakışmıyordu." "Haddini aşma," diye uyardı. "Alttan alıyorum diye benim sabrımı sınama." "Sınarsam ne olur?" diye sordum diklenerek. "Öldürür müsün beni? Ya da oğlunu mu üzerime salarsın?" Bu vakitten sonra beni neyle korkutabilir ki. Beni yaşamadığım neyle korkutabilir de bana boş tehditlerini savuruyor. Korkmadığım, dik bakışlarımdan belliydi. Bunu o da biliyor. Bu yüzden benle uğraşıyor. Asıl o benim sabrımın sınırlarını merak ediyor. Bu yüzden bu kadar zorluyor. Bir adım atıp bana yaklaştı. Aynı saniyede beyaz sabun kokusu çevremi sarıp sarmaladı. Yine otobüs, yine beyaz sabun kokusu. Etrafıma bakmaya fırsatım olmadan Azizin sert sesini duydum. On adım ilerinden bize doğru geliyordu. Geceye kafa tutan gözleri benim üzerimde değil Kutay'ın sırtındaydı. "Efnan? Hayırdır Kutay Sergen, sizin gibi bir adamın otobüs duraklarında ne işi olur?" Aziz, Kutay'ın yanından geçip benim yanımda yerini aldı. Kutay anlam veremeyerek bir bana bir de Aziz'e baktı. Aziz'de duran bakışlarında bariz bir nefret vardı. "Tanışıyor musunuz siz?" "İlk ben soru sordum," dedi Aziz ketum bir dille. "Cevap Kutay bey." Kutay'ın çenesi kasıldı. Bana kaydı öfkeli bakışları. Benden bir cevap istiyorsan boşan beklemesin. "Nereden tanışıyorsunuz Efnan?" "Şu anda ben size soru sordum Kutay bey. Efnan soru sorunca onla muhattap olursunuz," dedi Aziz sakin bir sinirle. Nereden tanışıyorlarsa ikisi de birbirinden nefret ediyor. Bunu öfkeli bakışlarından anlamak hiç de zor değil. "Cevap?" "Kızım o." Cümlesi ile Aziz'in bedeni kas katı oldu. Yanımda ki varlığı yok oldu gibi. "Kızın," diye tekrarladı kendi kendine. "Öz kızın değil her halde." "Değil," dedi Kutay öfkeyle. "Bundan sanane peki?" "Yanlış soru," dedi ölümcül bir sakinlikle. "Ne?" Aziz ceketinin cebinden bana ait olan tokayı çıkarıp Kutay'a gösterdi. "Yamaç denen o köpeğ oğluna de ki, bir daha Efnan'ın etrafında dolaşmasın. Kafeye, eve yaklaşırsa olacakları benden çok daha iyi sen biliyorsun Kutay bey." Tokatımı bana uzattı. Kutay ile konuşurken ki katı sesi yerine daha usul bir sesle, "Tokanı evde unutmuşsun," dedi. "Sena başımın etini yediği için sana vermek için buraya kadar koştum." Ne yapmaya çalışıyorsun Aziz? Kaşlarımı çatıldı. Ne olduğunu anlamaya çalışıyor olduğumu anladı ama kendi oyununa devam etti. Kutay pür dikkat bizi izliyordu. Umarım aklımda ki saçma planı uygulamazsın. Bu zamana kadar yalanlarla kendimi kurtarmadım. Bundan sonra da kurtarmam. "Sena'yı biliyorsun söz konusu sen olunca susmak bilmiyor. Alsana tokanı." Tokayı elinden alıp bileğime geçirdim. "Söz konusu ben olunca dimi." Yüzünde memnun bir ifade belirdi. "Aynen öyle. Biliyorsun dün akşam baya iyi geçti." "Dimi?" dedim yalandan ama gerçekçi görünen bir gülümsemeyle. "Baya iyi geçti." Kutay'a baktım. Öfkesi baya artmış bir halde bizi izliyordu. Konuyu anlamadığı için kafasında kurduğu bin tane senaryo canını sıkmışa benziyor. "Ne oldu Kutay?" Salağa yattım. "Ruh görmüş gibisin." "Dün akşam nasıl iyi geçti?" diye sordu öfkeden sıktığı dişlerinin arasından. "Sen," dedi Aziz'i kast ederek. "Nereden tanıyorsun onu?" Aziz değersiz bir insanmış gibi kendisinden bahsedilmesinden hoşlanmamıştı. Buna rağmen sadece sinirden burnundan bir nefes verdi. "Bilmen gerekmiyor. Ama tek bileceğin şey şu olsun Kutay," dedim çenem dik, bakışlarım hür şekilde. "Annemi üzerime salman eskisi kadar canımı yakmıyor. Yani anlayacağın ben yaşayacağım. Ne senin, ne oğlunun, ne de annemin elinde yok olup gitmeden yaşayacağım." Üsten bir gülümsemeyle gözlerim kısıldı. "Çok yazık istediğin gibi mahvolmuş göremedin beni. Senin adına üzüldüm. Güne kötü bir başlangıç yaptın." Dişlerini öyle sert birbirine bastırdı ki bir an çenesi kırılacak sandım. Aziz'e yan yan baktı. "Seni burada görmem iyi olmadı Aziz Demir." Sesine kin bulaştı. "Görmeyeli Fuat bey nasıllar? En son görüğümde cenazedeydik değil mi?" Aziz göze görülür bir şekilde gerildi. Suratında soğuk, insanı korkutacak cinsten gülümsemesi ile Kutay'a öyle bir baktı ki istemeden bir adım geriye gittm. "O çeneni yerinden söküp atmamı istemiyorsan haddini aşma.Yoksa ben senin gibi tehditle kalmam sağdece. Büyük olman da sana karşı saygımı her dakika yerinde tutmamı gerektirmez. Haddini aşarsan ben de saygımı bir kenara atmak zorunda kalırım." "Cenaza...." Kutay'ın lafı bitirmesine izin vermedi Aziz. Öfkeli iki adımla Kutay'ın yakasından tuttuğu gibi yüzünü yüzüne yaklaştırdı. Ölüm gibiydi sesi. "Kes sesini Kutay," diye hırladı. "Yoksa bize bakan insanları umursamam sıkarım kafana." "Yapsana," dedi nefretle. "Senin için normaldir insan öldürmek değil mi?" Aşağlayıcı bir kahkaha attı. "Bir haraketine bakar beni öldürmek Aziz. Neden yapmıyorsun? Yoksa Efnan yanlış anlar diye mi?" Bana baktı. Yüzünde iğreç bir ifade vardı. "Yanında durduğun insanla dikkat et küçük hanım. Öyle herkese güvenme." İması midemi bulandırdı. Öfke ense kökümden girip başıma saplanınca laflarımın keskiliğini umursamadım. "Kes sesini bence. Yanımda tuttuğum insanları gayet iyi seçiyorum. Senin gibi kansız ve namussuz değil hiç biri. Senden yaşça küçük birine sataşacak kadar aşağlık varlıklar hiç değiller. Kendin gibi görme herkesi." Konuşmak için ağzını açıyordu ki susturdum onu. Daha fazla dinlemeye mecbur değilim bu adamı. Sabah sabah yeteri kadar sinirlerimizi bozdu. "Fazla boş konuştun. Sus artık. Bir daha da ansızın karşımda belirme." Aziz'e baktım. Kutay'a değil bana bakıyordu. Guru duyar gibiydi geceye kafa tutan güzel gözleri. "Gidelim mi?" Soru sormadı. Beni yalnız bırakmadı. "Gidelim. Çok bile kaldık." Önüne geçmem için eliyle yol gösterdi. Kutay'a bir kez bile bakmadan yanından geçip gittim. Aziz hemen yanımda arabasına doğru ilerlerken beyaz sabun kokusu sakinleşmeme yardım oluyordu. Dün bindiğimiz arabayı etrafta göremeyince, "Araban nerede?" diye sordum. O sırada yanında durduğum Peugeot 2008 modeli gri renkte ki arabanın kilidi açıldı. Anlaşıldı arabası buymuş. "Dün ki araban nerede?" "Soru sorma günündesin sanırım," dedi o da gülerek. Somurtarak yüzüne baktım. Gülse de yüzünde garip bir sinir vardı ama sesine yansıtmamakta iyi. "Neden işime karıştın sorusunu sormadım." Yolcu kapısını açıp, "Kutay ile nereden tanıştığınızı da sormadım," dedim huysuzca kaşlarımı çatıp. Arabaya bindim. Aziz arabanın önünden geçerken huysuz bakışlarımdan eğleniyordu. Sürücü koltuğunun kapısını açıp koltuğa kuruldu. Arabayı çalıştırı çalıştırmaz klimayı açtı. Soğuktan ikimizin de bedeni kas katı olmuş haldeydi. Üşüyen ellerimi birbirine kenetleyip ağzıma yaklaştırdım. Nefesimi sıcaklamak için kullanırken Aziz o sırada telefonundan birisi ile yazışıyordu. Burada onunla ne işim var benden bilmiyorum ama bir anda kendimi onunla yan yana buldum. Kutay'la otobüs durağında bekleyecek halim yoktu. Gereksiz herif ne olacak. Aziz kemerini takarken, "Ne düşünüyorsun?" diye sordu. Bir şey yok manasında omuz silktim. "Yalan söyleme konusunda biraz öncesi kadar iyi olman gerek." "Biraz önce rezil olma diye bozmadım seni. Senin dediğin şeyle bizi yanlış anlamış olma ihtimali de var." Kendinden emin bir şekilde kafasını iki yana salladı. "Sena ile olduğumuzu dedim aksine tam olarak ona istediğim mesajı verdim. Sen de aynı şekilde." "Neymiş benim asıl vermek istediğim mesaj?" " 'Yalnız biri değilim. Benim canımı yalnızlık ile acıtamazsınız bundan sonra.' Bunları demek istedin ve bende yardımcı oldum sana." Aklına sinirini bozacak bir şey gelmiş olmalı ki kafasını sinirle iki yana çıtlattı. Gece gözlerini omuzunun üzerinden bana çevirdi. "Kutay iblisinin oğlu seni rahatsız mı etti?" "Kulakların nasıl o kadar uzağı duyuyor?" Kaşlarını bıkkın halde havaya kaldırıp indirdi. "Soruma soruyla karşılık verilmesinden hiç hoşlanmam Efnan. Cevabımı alayım." Konunun üzerinde durmak istemediğimden yolu gösterdim. "Sen beni ilerde ki durakta indir." Gözlerini yola çevirip ardından yüzünün tamamını bana çevirdi. Suratıma bıkmış halde bakıyordu. "Ne?" diye salağa yattım. "Yardım ediyorsan sonuna kadar et dimi. On dakika edip diğer üçüncü dakika etmemezlik etme." "Çenen baya iyi laf ediyor var ya," dedi sinirden gülerek. "İşine gelince de iyi salağa yatıyorsun maşallah." Araba ilerlemeye başladı. Otobüs durağından geçerken Kutay'ın hala bizi izlediğini gördüm. Delici gözlerle bizi seyrediyordu. Aziz de fark etmişti bizi izlediğini. Bu ayarlarını bozmuş olmalı ki kendini tutamyıp, "Siktiğimin pezevenki. Yaşlı demeyecem ağzı ile kulağını yerinden sökecem az kaldı. Yıllardır aynı herif gram değişmemiş." "Nereden tanışıyorsunuz siz?" Sorumu ikinci kez sordum. Yalan yok merak ediyorum. Kutay, Aziz'i sevmiyor. Hatta sevmemekten öte bir şey bu. "Öyle sıradan bir düşmanlık değil sizinkisi belli. Anlatacak mısın?" "Ne önemi var ki," dedi hoşnutsuz suratıyla. "Senin üvey baban olduğunu bilsem kesin döverdim o Yamaç denen iti. Allah'ın sevdiği kuluymuşda şimdi öğreniyorum ne mal olduğunu." "Ya ya kesin Allah'ın sevdiği kuludur," dedim nefretle. "Hatta o kadar sevdiği kulu ki bir tek bana özel bela olarak yaratmış." Hayatım şu iki gündür neden hep onların etrafında dönüyor anlamış değilim. Ben onlarda kurtuldum sanarken tekrardan hayatıma neden dahil oldular. Başım çok dertsiz ya bir de onlar gelsin tam kadro olalım. "Sabır Allah'ım sabır," diye mırıldandım camı açıp derin bir nefes çekerken içime. Aziz sıcakladığımı sanıp klimanın ayarını düşürdü. "Sıcakladığını bilmiyordum. Ben üşüdün diye klimayı açtım ama." Benim ruhum yanıyor, bedenim buz gibi. Ruhumu ısıtmak için kaynar su içsem de işe yaramaz. Ruhsuzlaşan bakışlarımı dışardan ayırmadan camı kapattım. "Üşüdüm zaten. Nefes almak için alan yarattım sadece." "Anneni anlıyorum da bu insanları hayatında tutman gerekmiyor. Kan bağın var diye o adama ya da o Yamaç itine katlanmak zorunda değilsin." "Kan bağım yok o ikisiyle." Araba kırmızı ışıkta durdu. "Nasıl yani? Resmi kayıtlarda öz kızı var yazıyordu." Kaşlarım daha da çatıldı. Aziz'e baktım. Yola değil bana bakıyordu. "Sen beni mi araştırdın?" Beni araştırmış olması sinirlenmiştim. Birinin benim hakkımda benden izinsiz hayatımı kurcalaması hiç de alttan alacağım bir durum değil. "Seni değil Kutay Sergeni araştırdım vaktinde." Geçmişleri sandığımdan daha da derine bağlı. O zaman dün de Yamaç'ı tanıdığından ona karşı bu kadar bilendi. Merakımı yenik düşüp, "Yamaç'ı tanıdın dimi dün," dediğimde direksiyonu tutan elleri sıkılaştı. "O yüzden ona bu kadar bilendin. Aranızda nasıl bir husumet var sizin." Sorum canını sıkmışa benziyor.Neden peki? Oysa canını sıkacak bir soru sormadım. Gayet normal bir soru sordum. Neden bu kadar gerildi? "Galiba sorumu beğenmedin." "Sorunu beğenmedim değil Efnan," dedi sakince. Yeşil ışık yandı. Araba stabil bir hızda yolda ilerlerken Aziz konuşmaya devam etti. "Kafandaki tilkilerin asıl amacı ne onu merak ediyorum? Bu kadar mı sorun var?" "Çok soru sevmem ben. Bugünlük bu kadar soru yeter." "O zaman bugünlük cevap vereyim bende. Yamaç denen iti gerçekten tanımadım çünkü benim işim Kutay ileydi. Yamaç'ı sadece dosyada gördüm o kadar. Yüzünü gördüysem bile çok umursamamışımdır." "Bir asker," dedim ama Aziz direk düzeltti cümlemi. "Eski asker." Eski asker Aziz Demir. Bir yıl önce ne oldu da askerliği bıraktı bilmiyorum ama bu canını yakıyor. Vatanına aşık bir asker bir anda ne oldu da askerliği bıraktı Allah bilir. Yine de kararına saygı duydum. "Evet, eski askersin. Peki o zamanlar niye Kutay'ı araştırdın ki?" Kavşaktan sola döndü. "Üvey baban hakkında bir şey bilmiyorsun sanırım." "Aksine çok şey biliyorum. Sende biliyorsun belli ki. Ona rağmen Kutay nasıl hala dışarda dolaşıyor onu anlamıyorum." Dediklerim hoşuna gitmişti. Dudağının sol köşesi yukarı kıvrılır gibi oldu. "İnanır mısın onu bende anlamıyorum. Aradan yıllar geçse de anlamıyorum. Çünkü kafede bana dediğin gibi adalet herkes için aynı işlemiyor Efnan." "Yamaç gibi birinin polis olmasından belli adaletin olmadığı," diye sinirke ağzımın içinde homurdandım. "Onun koruduğu şey anca yalancılık olur." "Yamaç ile aran baya kötü olmalı." "Hiçbir insanla iyi değil." "Sana karşı iyi olana iyi olursun Efnan. Kötü olana iyi olursan o kişi iyi olmaz; sadece seni kötülüğe alıştırır." Gözleri yoldayken kısa bir an bana döndü. "Kötülük her insanın kalbinde var." Yola döndü. "Öyle sonradan gelmiyor. Doğduğumuzdan itibaren var. Onu ortaya çıkarmak istemezsin ama hayat sana bu şansı vermez." Dedikleri kalbimde garip bir sancıya neden oldu. Direksiyonu tutan ellerine baktım. Parmak boğumları bembeyaz olmuştu. "Yamaç'ı tanımam ama emin ol hak etmediği için ona o değeri vermiyorsun." "Garip," diye fısıldadım. "Hem de baya garip birisin. Nazik misin, odun musun belli değil." Şaşkın bakışlarıyla bana baktı. Suratında gülmek ile gülmemek arasında garip bir ifade vardı. "Pardon, sen biraz öne bana odun mu dedin?" Arkada ki araba sola geçeceği için korna çalınca Aziz önüne döndü. "Nazik de dedim." Masum bir ifadeyle kendimi savununca Aziz ufak bir kahkaha attı. "Ne gülüyorsun?" diye sordum huysuzlanarak. "Komik bir şey demedim." Kafasını eğip eğlenen bir ifadeyle gülmeye devam etti. "Sen var ya harbiden kafadan delisin." "Sen sanki çok aklı başındasın." Çıkışıma daha da yüksek sesle güldü. Şaka gibi resmen adamın eğlencesi oldum. "Gülüp durma. Sinirimi bozmaya başladın." "Valla inanır mısın şu anda bende sinirlerim bozuk olduğundan gülüyorum." "Hiç öyle durmuyor nazik odun bey." Gür bir kahkaha attı. "Nazik odun vay be! İkimizin de gönlü olsun diye bana nazik odun dediğin için teşekkür ederim." "Ya ne diyeyim. Abi mi?" Abi kelimesiyle birlikte gülen yüzü soldu. Ters bakışlarını bana çevirdi. Ne var der gibi omuz silktim. "Abi mi?" diye sordu bundan hiç hoş olmamış kaskatı bir sesle. "Sena abi diyor." Savunmam ile daha fazla ters ters baktı. "Sena kardeşim ama." "Aynı yaştayız ama," dediğimde burnundan sert bir nefes verdi. Direksiyonu sol tarafta ki park alanına kırdı. Arabayı durdurup kemerini çözüp bana döndü. Öfkeli gözüküyordu. "Ne oldu?" "Birincisi ben senin abin değilim. İkincisi Sena ile aynı yaşta olabilirsin ama kardeşim değilsin." "Yaş kompleksin mi var?" "Hayır," dedi direk. "Var yani," diyerek onu daha da çileden çıkardım. "Yok yani," dedi daha fazla uzatma der gibiyd sert sesi. "Merak etme sana abi demek gibi bir niyetim yok. Abi lafı bende alerji yapıyor." Sinirden kasılan suratı dediğimle birlikte yumuşadı. Gerçekten yaş kompleksi yok. Bu çocuksu tavrına gülmemek için dudaklarımın içini ısırdım. O da sakinleşmişti. Önüne geri dönüp kemerini taktı. Araba trafiğe geri döndüğünde ortamda garip bir sakinlik vardı. Sanki konuşmak, gülmek ikimize de iyi gelmişti. Bana güvenmiyor ama benim dediklerime gülmesi de baya garip gerçekten. Sena ile karakter olarak çok zıtlar ama gülümsemeleri benziyor. Üvey oldukları halde bu kadar benzemiş olmaları garip. ////////// Sessizlik içinde sakince geçen yolculuğumuz kafeye gelince güzel bir veda ile son bulmuştu. Kafemizin sahibi Burhan'dan bir günlük izin almakta sandığımdan kolay olmuştu. Otobüse bindiğimde kulaklığımı taktım. Aziziye'den , Karayazı'ya gitmek 2 saatlik bir yol olduğundan asla müziksiz yol geçmez. Umarım bir aksilik çıkmaz duaları ede ede yolun geçmesini beklerken etrafı kaplayan kara dalıp gitmiştim. Olabilecek tüm kötü senaryoları kafamda bir bir kodladım. Orada adım atarken bile dikkatli olmam gerekiyor. En ufak bir hata da kafama sıkmaları kaçınılmaz olur. Bu saçmalığın içine bile isteye neden girdim ki ben. Kesinlikle saçmalığın daniskası. Anlık bir sinirle bu yola girdim. Şimdi de bu sinirimin başıma açacığı saçmalıkları düşünmek zorundayım. Babam yanımda olsaydı bunların hiçbiri olmazdı. Babam ölmemiş olsa, o anda orada olmamış olsam belki de bunların hiçbirini yaşamak zorunda kalmazdım. Kutay'la, Yamaç'la ve diğer iğrenç insanlarla muhattap olmak zorunda olmasaydım mutlu olabilir miydim? Babam arkamda olsaydı bunların hiçbirini yaşamazdım dimi. Ama babam yok. Olması da imkansız. Ölen insanlar geri dönemez. Anılarım karmakarışık. Markette ki adamı bulmam gerekiyor. Çok düşüdüm, çok kafa yordum. O adam babamın ölümü ile ilgili bir şeyler biliyor. Yüzünde ki yara izi benim hafızamda bir yerde kanlanmış halde duruyor. Sıradan biri değildi o adam. Ve o günde orada tesadüfen bulunmuyordu. Bundan adım kadar eminim. Babam sıradan bir muhasebeci değildi. Ondan da adım kadar eminim. Öldüğü gün......bana dediği o cümle. "Efnan.....O adamlardan kaç. Seni yıkarlar. Ölüm var . Yolları yol değil kızım." Sözleri üzerine arkasında bıraktığı boks maçlarından kazanılan fahiş fiyatların olduğu defteri kalmıştı bana. Sözünü bitiremeden gözlerini yummuştu babam. Geride bıraktığı tek şey kafes dövüşlerinde yapılan boks olmuştu. Kara paralarını aklamak için en ideal yöntem. İllagel yönden kara para aklamaya cüret edecek kadar korkusuz insanlar. Arkaları sağlam olmasa buna cüret edemezler. Urazla 18 yaşında da bu sayede tanıştım. O, 27 yaşındaydı. Bulaşık yıkayarak kazandığım parayla boks bileti almıştım. Bir köşede maçı izlemek yerine etrafta ki insanları seyrederken Uraz yanıma gelip, "Bakışlarında ki nefretin sebebi burada değil bence," demişti. Güçsüzdüm o zamanlar. Korkuyordum ve Uraz da bunu anlamıştı. "Kaybedeceğin savaşa bilet almışsın küçük kız. Nefretinle bu savaşı kazanmak istersen yardımcı olurum." Öylece bu yola girdik onla. İlk başta ona karşı çok ön yargılıydım. O buna rağmen bana karşı hep sıcak kanlı olmuştu. Yeri geldiğine ben ona kızmıştım, yeri geldiğinde de o bana kızmıştı. Böylece iki senedir bu yolda yan yanayız. Ben adamları bulup, ilacı ayarlıyorum. Uraz da bunların düzenli bir şekilde ilerlemesi için gerekli olan parayı buluyor. Öyle sıradan bir iş değil. Adamı bulup ringe çıkarmakla bitmiyor. Uraz bilgiseyar mühendisi olarak gerekli olan tüm güvenlik önlemlerini de alıyor. İkimizde bu işin beyniyiz. Birimiz düşse diğerimiz onu kaldırıyor. İki saat boyunca kafamda her günah döndü durdu. İki sene boyunca altı tane boks maçı ayarladık. Altısı da kusursuz ilerleri ama bu sefer içimde bir sıkıntı var. Sanki kötü bir şey olacak. Kafes dövüşü olacak bu sefer. Yer altında yapılacak bir dövüş ne kadar hayırlı olabilir ki. Uraz'ın bahsettiği yurtdışında yapılacak olan maçı ,bir ton para ödeyip Türkiye'de yapan kişinin amacı neydi acaba? Yurtdışında daha rahat olur bu işler. Boks Türkiye'de yasa dışı değil ama yer altı kafes dövüşleri de o kadar sevilen bir şey değil. Hele de işin içine bahis girerse. Paranın girdiği her ortamda günahın bir eli vardır. Para insanın aklını alır ve akıl olmadan vicdan hiçbir işe yaramaz. Kolay yoldan para kazanmak hele de. İnsanın nefsini köreltir. Böyle bir riski alan kişinin amacı baya yükseklerde olmalı. ////////// Sokağın karşısında ki benzinlikte üzerimi değiştirdim. Lacivert kotumla, beyaz kazağımın yerine triko gri elbiseyi giyindim. Uzun sarı saçlarımı sıkıca toplayıp siyah peruğu gerçekçi görünecek bir şekilde taktım. Suratımda hiç makyaj yoktu, bu yüzden suratıma biraz renk verdim. Mavi gözlerim belli olmasın diye aldığım siyah lensi gözlerime taktım. Birinin bile beni tanımaması gerekiyor. Canım umurumda değil ama yaşamam gerek. Babamı benden alanları mahvetmem gerekiyor. Bu hayatı yeteri kadar güzelce yaşadılar. Ben acıdan kıvranırken, onlar rahat içine yaşadılar. Ölsemde onları acıdan kıvranırken görmek istiyorum. Benzinlikten çıkarken görevli kadın tip tip bakmıştı. İçeri girenle çıkan arasında baya bir fark olunca bakması normal. Uraz'ın attığı konum benzinliğe yakın olması işime gelmişti. Apartman gibi gözüküyordu ama bodrum katında kafes dövüşü yapıldığını kim nasıl bilsin. Demir kapı açıldı. İçerden Uraz gülümseyerek karşımda belirdi. "Yuh lan bu sefer de siyah gözlü mü oldun?" diye hayretle fısıldadı. Bu komiğine gitmişe benziyor. Siyah lensin nesi varmış. Geçen geldiğimde bordo saçlarıma laf etmişti. "Nesi var?" diye sordum boş boş. "Beğen diye uğraşmıyorum zaten." Gülmemek için eliyle dudaklarını örttü. "Peki peki. Bir şey demiyorum haklısın." "İnsanı uyuz etme Uraz. Yürü hadi gidelim." Önden geçmem için kenara çekildi. "Önden bayanlar." Otuz iki diş sırıttı. "Siyah gözlü bayan." Göz devirdim. Bunun rahatlığı bir gün kanser edecek beni. Hayran olunası bir sakinliği var ama bazı anlar harbiden sinirimi bozuyor. İçeri girdiğimde burnuma garip bir küf kokusu doldu. Suratım ekişidi. "Burası ne kokuyor böyle?" Arkamdan kapıyı kapattı. Merdivenlerin başında durup gülümsedi. "Eski bir ev burası Efnan. Kimsenin şüphe etmemesi için bu küf kokusu ideal." Boyası yer yer soyulmuş duvarlara baktım. "İnsanlar dışardan bakınca içerde ne olduğunu anlamayacak kadar berbat bir yer burası. Kentsel dönüşüm için gerekli onayı almasına iki ay kalmış sen düşün. İki ay boyunca burada rahat rahat iş yaparız." Sır veriyormuş gibi kısık sesle, "Aşağısı yıkılıyor. Paralar havada uçuşuyor Efnan." Para umurumda bile değil. "Adamlar geldi mi?" "Daha değil. Erkan denen adam gelmeyecekmiş diye duydum ama belki gelir." "O niye gelsin ki?" Merdivenlerden aşağı inerken Uraz anlatmaya başladı. "Yurtdışındaki dövüşü Türkiye'de yaptıran adam gelecek ya bugün. Belki o da gelir." "Yurdışında ki işi Türkiye'de yapan adam bu kadar önemli biri mi?" "Ben adını yeni yeni duyuyorum. Eski asker dediklerinde inanamadım hatta." Adımların duraksadı. Atacağım adam geri döndü. Uraz durduğumu fark edince arkasında kalan bana döndü. "Ne oldu?" "Eski asker mi?" diye sordum şaşırarak. Eski bir askerde ne demek. "Eski bir asker yasadışı boks maçı mı ayarladı?" Kafasını salladı. "Garip ama öyleymiş. Erkan gelmez demişlerdi ama bence gelir. Çünkü Erkan para olan yerden uzak durmaz." Parmağını şıklattı. "Ve o adam para dehası. Erkan o adamın peşini bırakmaz." "Erkan asıl adam değil ama." "Asıl adama ulaşmak sandığımızdan daha da zor olacak Efnan," derken ciddiydi. "Erkandan eminim ama sağ kolu." "Gördüğüm adam Erkan değildi ama." "Yüzünde yara izi olan adamdan mı bahsediyorsun?" Düşünceli halde kafamı salladım. "Neyse bunları sonra konuşalım. Daha fazla göze batmayalım." Merdivenlerden aşağı indiğimizde deponun kırık dökük kapısından içeri girdik. Uraz'ın yölendirmesi ile sol koridora döndüm. Karşıma gri bir kapı çıkınca durmak zorunda kaldım. Uraz kolumu tuttu. Korumacı bir tavırla ciddiyete büründü. "Ben önden geçsem daha iyi olur." Kaşlarım havaya kalktı. İtiraz edeceğimi anlayınca ılımlı bir şekilde kolumu sıvazladı. "Efnan, iyiliğin için diyorum. Hadi." İtiraz etmedim. Uraz gri kapının demir sapını tutup aşağı indirdi. İçeriyi aydınlatan loş ışıkla gözlerim kamaştı. Uraz kolumu sahiplendirici bir tavırla tuturak yanımda durdu. Loş ışığın aydınlattığı dar koridorda üç kapı vardı. Birinin üzerinde revir yazıyordu. Diğerinin üzerinde dinlenme odası. Diğer odada ise tuvalet yazıyordu. Sola ve sağa ayrılan iki yol vardı. Koridorun sonunda ki başka bir demir kapıyı açtı Uraz. Karşımıza üç tane çam yarması adam çıktı. Uraz gayet rahat bir tavırla, "Selam," dedi adamlara. Adamlar onun bu yılışık sakinliğine suratsızca baktı. Kaşında çizik olan adam beni süzdü. "Geçen gün yanında siyah saçlı bir kız yok muydu? Her gün başka bir kızla mı dolaşıyorsun sen?" "Ya," dedi Uraz gevşek halde. Bana bakıp çapkın bir şekilde göz kırptı. Uraz bey rolüne iyi hazırlanmış. "Bilirsin dostum sen de. Aşk bu." Adam bunun üzerine bir daha beni süzünce Uraz sertçe, "Benim yanımdakı kadını süzme aptallığını yapma dostum. Yoksa gözlerin on saniye sonra yerinde olmaz." "Tamam, sakin ol," dedi adam gözlerini üzerimden çekip. "İçeri geçin hadi." Çam yarması adamların yanından geçip geniş alana vardık. Etraftan gelen yüksek ses şaşırmama neden olsa da yüz ifademi normal tuttum. Deponun ortasında kocaman demirden bir kafes vardı. İnsanlar çoktan hararetli bir tartışmaya girmişti bile. İnsanların etrafını saran güvenlik bariyerini aydınlatan beyaz ışıklar ile turuncu loş ışıklar içerisini boğuyordu. Kafesin hemen karşısında ki duvarda özel bir bölme vardı. Loca olmalı. Görünmez adamlar demek orada. Para sayım makinesi ile bahisleri kontrol eden adama baktım. Benim bulduğum adam kazanacak ve burada ki herkes parasından olacak. Karşısında ki adamın kazanma ihtimali herkes için yüzde yüz olabilir ama öyle bir şey söz konusu bile değil. Sessiz sessiz avına ilerleyen aslan her zaman en lezzetli avı kapar. Sessizlik zafere giden en harika yoldur. Benim planım tutarsa hem para kazanırız hem de o şerefsizler itibar kaybeder. Kendi buldukları, eğittikleri adama çok güveniyorlar ama benim bulduğum adamları hiçbir zaman yenemediler. Bende benim bulduğum adamlara çok güvenmiyorum ama plansız adım atacak kadar da salak değilim. O adamların gücünü kesecek harika bir ilaç ile bu işi çözmem saniyelerimi almazdı ve almadı da. Kalabalığın arasından geçip locanın karşısında ki plastik sandalyelere oturduk. Kalabalık baya artmaya başlamıştı. İçeri giren adamları tek tek izlesemde aradığım adam hala burada yok. Erkan da gelmedi. Geçen maç gelmişti. Yurtdışı işinde ki adam da gelmedi Uraz'ın dediğine göre. Deponun ağır ve havasız ortamı yüzünden nefes almam zor olsa da sabrettim. İçerisi hem kız hem erkek olarak karışıktı. Zengin bir iki iş adamı da buradaydı. Onlarda bahislerini benim bulduğum adama değilde karşı tarafın adamına yatırmıştı. Bu maça yatırılan bahislerin haddi hesabı yoktu. İlaç adamda işe yaramazsa sıkıntı olur. Önümüzden geçen iki adamın konuşmasına kulak misafiri olmak zorunda kalmıştım. "Karşısında ki adam öyle sıradan biri. Erkan Amaç'ın eğittiği adam ile karşı karşıya gelmesi bile saçma. Sponsoru bile yokmuş adamın. Hangi akla hizmet Erkan Amaç'la karşı karşıya gelecek ki. Kaybedeceği dünden belli." Sıradan biri çünkü nam yapmış biri onun sponsoru değil. Pekala, birazdan görürüz kim kazanıyor kim kaybediyor. Etrafı seyretmeye dalmışken saat çoktan üçe gelmek üzere olduğunu anonstan fark ettim. Etrafta ki sesler yükselmeye başladı. Herkes heyecanla ayakalanmaya başladığı sırada kapıdan içeri giren Erkan Amaç'la yumruklarımı sıktım. Yanında iki tane özel koruması ise locaya çevirdi adımlarını. Kalabalığın arasından locaya çıktığı vakit maçı organize eden Sadi Doğan peşinden gitti. Demek paranın kokusunu aldın Erkan. Umarım diğer köpeklerde paranın kokusunu alır ve buraya gelir. Bana bir tek sen yetmezsin. Bana hepiniz lazımsınız. Bana hepizin borcu var. Erkan locaya çıkana kadar gözlerimi üzerinde ayırmadım. Asil duruşunun altında ki çürümüş ruhu midemi bulandırıyor. Babamın bu adamlarla iş yapmış olduğunu düşünmek canımı yakıyor. Ben babamı sıradan bir muhasebeci olarak hatırlamak isterdim. Ona bile izin vermediler. "İlaçların hepsini verdin dimi." Nefret dolu bakışlarımı Uraz'a çevirdim. Nefretimi hissetti. "Verdim hem de tek damlasına kadar. Bir yumrukla işi bitecek." "Anlamazlar dimi." "Sanmam." 7. maç nihayet Erkan'ın adamı ile olacak. 6 maçın tamamanı nam salmak için Uraz'ın sahte isimle ayarladığı insanlar üzerinde ayarlamıştık. 6 maçı da bizim ayarladığımız bilinmiyor. Hepsi farklı insanların üzerinde. Gerçek insanlar da değil. Sahte insanlar. Arasalar bile bulamazlar. Zaten para verince kimse hiçbir şeyin gerçek olup olmadığını sorgulamıyor. Arkama yaslanıp kalabalığa diktim nefret yüklü bakışlarımı. Yüzünde yara izi olan kimse yok. Ya da kalabalık git gide arttığı için ben göremiyorum. Belki de hafızamın bana bir oyunuydu o adam. Babam ölürken şoktan dolayı aklım bana bir oyun oynadı. Öyle biri yok ve ben hayaleti bulmaya çalışıyorum. Kalabalığa alışmaya başlayan bakışlarımın odağına hiç beklemediğim biri girince oturduğum yerden ayağa kalktım. Kapının önünde aynı ben gibi etrafa bakan Aziz'le göz göze geldiğimde bedenimde depreler oldu. Aziz.....Senin ne işin var burada? Sert bakışları etrafta hızlıca dolaştı. Bir saniye bana değdi geceye kafa tutan gözleri ama tanımadı. Yanında ki İrfan'a baktım. Azizin kulağına bir şey diyordu. Siyahlara bürünmüş bedenleri, kendilerinden emin adımları ile locaya doğru yürümeye başladılar. Kalbim bir darbe daha yedi. Acı en derinden bir kez daha vurdu. Babamın katilleri ile aynı masaya oturan eski asker Aziz miymiş? Dudaklarımın arasından kaybolan yorgun nefesle geriledim. Uraz endişeyle kolumdan tutup kalktığım yere oturttu. "Ne oldu?" Baktığım yere baktı. Aziz ile İrfan'a öylece baktı. "Tanıyor musun onları? Yüzlerinde yara izi yok ki." Kelimeler tükendi gibi hissettim. Konuşsam nefes alamazmışım gibi hissettim. Sena....masum Sena. Ben yine mi kandırıldım? Bir kez daha olamaz. Sena bilerek bana yakın davranmadı. O, beni gerçekten seviyor. Sena kötülük nedir bilmez. O masum. Beni kandırmadı. Ben ona güvendim. O, benim güvenimi yıkmaz. O, o kadar kötü bir insan değil. "Abisi peki? Abisi değil mi Sena'ın. Belki de her şeyi biliyordu. Bu yüzden sana yardım etti. Her şey bir yalandı. Annen gibi Sena'da seni öldürmek istiyor. O yüzden bu kadar yakın davrandı." Aklımda ki ses kalbimde ki sancıyı keskinleştirdi. Acıdan dolmuş gözlerimi zar zor locaya kaldırdım. Aziz ile Erkan oturuyordu. Nefes alamıyor gibi hissettim. Azizin yüzünde ki cani, hissiz ifade öylesine midemi bulandırdı ki nefes alamadım. Sabah beni koruyan, bana gülen adamla bu adam aynı kişi olamaz. Ben bu adamı tanımıyorum. "Seni yine kandırdılar. Sen sevilecek biri değilsin Efnan. Sen sadece kandırılıcak birisin. Hala birilerine güvenmek istediğini inanamıyorum." Aklımada ki ses çıldırtacak beni. Ama haklı. Ben sevilecek değil kandırılacak biriyim. Ve hala kimseye güvenememe konusunda akıllanmamış bir aptalım. Hak ediyorum. Acı çekmeyi sonuna kadar hak ediyorum. "Uraz," dedim paramparça olmuş sesimle. "Lavoboya gitmem gerek." Uraz yüzüme baktı. Suratımda ki ifade onu panikletmişti. "Efnan, kimdi onlar? Ne oldu bir anda? Ruh görmüş gibi oldun. Sakinleş. Hiç yeri değil sende farkındasın." "Uraz, "dedim son gücümle. "Lütfen lavobaya götür beni." Oturduğum yerden ayağa kalkarken yere yığılacak kadar berbat hissediyordum. Güvenimin kırıkları kalbime batıyordu. Tenimin altında ki dikenler kanatacak cinstendi. Uraz sayesinde kapıya kadar gittim. Lavaboya kadar gelmek istedi ama birimizi durup o adamı görmesi gerekiyor. Benim biraz yalnız kalmaya ihtiyacım var. Yoksa deliririm. Güven öyle adi bir duygu ki insanı çok yarılıyor. Uraz içeri giderken adımlarımı hızlandırıp tuvalete gittim. Tuvalate girdiğimde iki kadın vardı. Kendi aralarında dövüş hakkında konuşuyorlardı ama onları duyamayacak kadar dalgın bir halde kendimi kabine attım. Klozetin kapağını kapatıp üzerine oturdum. Kafamı avuçlarımın arasına alıp ağlamamak için dudaklarımı dişledim. Kafamda ki cellat susmuyor. Lanet olası sesini kesmiyor! O lanet olası iğrenç sesini kesmiyor! Kafamı avuçlarımın arasına gömmek ister gibi sıktım. Tüm iğrenç düşünceleri kafamdan söküp atmak istiyorum. Bir kez daha kandırılmış olmak istemiyorum. Neden buna izin vermiyor hayat? Neden bu kadar zor yaşamak? Mutlu olup yaşamak bir tek bana mı günah? Allah'ım imtihanım daha ne kadar zorlaşacak......Lütfen, çok yoruldum. Güçüm yok Allah'ım. Gerçekten iyi gibi görünmekten, dik durmaktan çok yoruldum. Tuvaletin kapısı açıldı. Kadınların topuklu ayakkabılarının sesini duydum. Ardından kapının kapanma sesini duyunca göz yaşlarımı daha fazla tutmadım. Damla damla akıttım göz yaşlarımı. Hıçkıra hıçkıra ağlayasım vardı ama damla damla canımın acısını içimden atmaya çalışmak zorunda kaldım. Saniyeler sonra tuvaletin kapısı tekrar açıldı. Dudaklarımı ısırıp kolumun tersiyle yanaklarımı sildim. Kesik bir nefes aldım. Kendine gel Efnan. Tamam, Sena belki de sandığım gibi beni kandırmadı. Hepsi kafamın uydurması. Sakin ol. Uraz'ın dediği gibi hiç sırası değil. Sakinleş. Kalbinin sesini, aklının acımasız sözlerini duymak zorunda değilsin. Yanağımı ıslatan göz yaşlarımı avuçlarımla sildim. Titreyen bedenimi sakinleştirmek için gözlerimi yumup içimden yüz kadar saydım. Yüz kere kendime iyisin dedim. Bin kere de desem canımın acısının geçmeyeceğini bildiğim halde dedim. Kabin tıklatılınca ağlamamak için zorladığım sesimle kırık dökük bir halde cevap verdim. "Dolu." Burnumu çekip göz yaşlarımı iyice sildim. Kabin tekrar tıklatıldı. "Dolu dedim." Tekrar tıklatıldı. Ayağa kalkıp kapının kilidini açmamla yüzünde maske olan bir adamın bıçağı suratıma savurması bir oldu. Ani bir reflekse kafamı yere eğmesem gözüme saplayacaktı bıçağı. Beklemediğim bu ani saldırı ile nefes nefese kaldım. Adamın ayağına basıp kabinden kaçtım. İki adım atamadan kolumdan tutup beni duvara yasladı. Bıcağın sivri ucunu boğazımda hissettim. "Sende kimsin?" Sorum nefes nefese dudaklarımın arasından çıktı. "Kimin köpeğisin?" Adam bıçağı boynuma daha sert bastırdı. Boynumda ki bıçağı umursamadan kafamı sertçe adamın kafasına vurdum. Adam sersemleyerek benden bir iki adım uzağa geriledi. Bunu fırsat bilip tuvaletten koşarak çıktım. Koridorun sonuna doğru koşmaya başladım. Kapıya tam vardım diyecektim ki sırtıma saplanan bıçakla nefesim kesildi. Kapıya uzanacak olan elim havada asılı kaldı. Bedenim kas katı oldu. Sırtımda dönen bıçağın soğuk demiri ile gözlerim geriye kaydı. Bıçağı bedenimden çıkardı. Ayaklarım titredi. Yere düşecektim ki adam kolumdan tuttu. Kulağıma değen iğrenç nefes sesi anılarımda ki kırık parçalardan birini daha yerinden kıpırdattı. Bir anım daha yerle bir oldu. "Korkusuz kızsın. Babanın kızı olduğun buradan belli. Bu zamana kadar şans eseri hayatta kaldığını düşünüyorsan bundan sonra yanıldığını çok net bir şekilde göstereceğim sana. Bu işten baban gibi ölerek kurtulamayacaksın." Bıçağı bir kez daha sırtıma sapladı. Bedenim iler gitti ama adam kolumu bırakmadı. Gözümden akan acılı göz yaşım yeri boyayan sıcak kanımın üzerine damladı. "Bundan sonra açık oynayalım korkusuz kız. Nefretini izlemek için çok heyecanlıyım." Kolumu bıraktı. Bedenim dizlerimin üzerine çöktü. Ardından kendi kanımın üzerine cenin pozisyonunda yığılıp kaldım. Bende babam gibi kendi kanında boğularak mı öleceğim?
|
0% |