@kitaphayatsiir
|
2014 “Hep ben konuştum, biraz da sen anlatsana.” Dedi bardağındaki son yudum çayı içerek. Ne demeliydim ki? Oturduğumuzdan beri hep dinliyordum çünkü dilim tutulmuş gibiydi. Konuşamıyordum. Heyecandan titreyen ellerim gözükmesin diye masanın altına saklamıştım. Konuşmayı, kendimden bir şeyler anlatmayı o kadar çok istiyordum ki. Fakat kelimeler bir araya gelip anlamlı cümle oluşturamıyordu. Gözüm pencereden belirginleşmeye başlayan kararmış havaya kaydı. “Sıkıldın mı?” dedi Halil gözlerini devirerek. Hayır sıkılmamıştım. Bunu içinden söylediğim için duymamıştı beni. Anlamsız bakışları sürüyordu bana karşı. Onu itici bulduğumu düşünecekti. Onu sevmediğimi düşünecekti. Ama bilmiyordu ki ben ilk gördüğüm andan itibaren ela gözlerde boğuluyordum. “Hayır. Asla. Lütfen böyle düşünme. İnsanlarla ilk defa iletişim kurmaya başlayınca böyle oluyorum. Ama alıştıkça emin ol bende konuşmaya başlarım.” Yutkundum ve devam ettim. “Hem hava da kararmaya başladı. Senden sıkıldığımı düşünmeni istemem ama annem ararsa merak edebilir. Halesu’yu arar. Belki biraz idare edebilir Halesu fakat anneler anlar. Ondan bir şeyler sakladığımı düşünmesini istemiyorum.” “Ne zaman söylemeyi düşünüyorsun annene?” “Vakti geldiğinde.” Dedim duruşumu dikleştirerek. Yoksa Halil annesine benden bahsetmiş miydi? Merakla gözlerimi kocaman açtım. “Yoksa sen annene söyledin mi?” “Aslında bahsetmeyi düşünüyorum ama bu tek başıma verebileceğim bir karar değil. Sen onay verirsen seni anlatırım. Ne zaman bahsedeyim senden?” “Vakti geldiğinde.” Dedim tekrardan duruşumu dikleştirerek. Bir dakika içerisinde kelime ve cümle yetersizliğinden aynı şeyleri söylemiştim. Benden tiksineceğini düşünüyordum. Çünkü ben bile kendimden soğumaya başlamıştım. Ben böyle biri değildim. Bence beni tanıdıkça seveceksin Halil. Ama şimdi gerçekten çok heyecanlıyım ve kelimeleri doğru seçemiyorum. “Ne vakitmiş arkadaş ya?” dedi kahkaha patlatarak. Ciddiyetimi bırakıp kahkahasına bende eşlik ettim. Gülüşü de gözleri kadar güzeldi. “Gamzen varmış.” Dedi. Hafif gamzeme dikkatlice bakarak. “Güldürmesek farkına bile varmayacağız Duru Hanım.” Yanaklarım kızarmıştı galiba. Çünkü kendileri alev alev yanıyordu. “İstediğiniz başka bir şey var mı?” diye konuşmamızın arasında daldı garson. “Teşekkür ederim, ben almayayım.” “Teşekkür ederiz, eğer bir şey istersek size seslenelim.” Diye cümlemi onayladı Halil. Garson diğer masalara yönelince Halil bana doğru döndü “Eğer açsan bir şeyler yiyebiliriz.” Dedi Gözüm tekrardan pencereye kaydı. Hava iyice kararmaya başlamıştı. Geri dönüş benim için iyice sıkıntı olacaktı. Kalkmalıydım. Aslında kalkmak istemiyordum. Zaman dursun istiyordum. Günlerce haftalarca hatta aylarca onunla aralıksız sohbet etmek istiyordum. Aslında onu dinlemek istiyordum. Sadece gözlerine bakmak istiyordum. “Aslında.” Dedim gözlerimi pencereden alıp ela gözlerine sabitleyerek. “Kalksam iyi olacak. Dolmuş bulmak zor olabilir benim için. Hem annem arasa Halesu zor durumda kalmasın.” Anladım dercesine başıyla hafifçe onayladı. “Arabam olsaydı seni bırakabilirdim. Malum işe yeni başladım. Araba almak için biraz birikim yapmam lazım. Biraz zamana ihtiyacım var. Aslında baya zamana ihtiyacım var. Burada yaşam biraz pahalı en azından Gökmaslı’ya göre pahalı ayrıca aileme de para gönderince bana pek bir şey kalmıyor.” Acaba babası ne iş yapıyordu. Belki de çalışmıyordu. Bunu şu an sorsam konu konuyu açacaktı ve ben son dolmuşu kaçıracaktım. Akşam veya yarın telefonla konuşurken sorabilirdim. “Kalkabiliriz.” Dedi eşyalarını masadan alarak. Bende montumu giyip atkımı sıkıca bağladıktan sonra hesabı ödemek için kasaya doğru yöneldik. En azından kendi içtiğim kahveyi ödemek istediğimi belirtsem de kabul etmedi. Gerçi bunu nezaketen söylemiştim. Çünkü cebimde pek de param var denilmezdi. “Teşekkür ederim.” Dedim İnci kafenin kapısını kapatıp cadde üzerinden iki adım yürüdükten sonra. Ellerini cebine koydu. Üşüdüğü belliydi. “Ben teşekkür ederim beni kırmayıp geldiğin için.” “Burada ayrılsak iyi olacak.” Dedim. Gözüm bir yandan etraftaki insanlardaydı. Tanıdık birilerinin bizi görmemesini temenni ediyordum. “En azından durağa kadar gelseydim seninle.” Dedi yüzünü düşürerek. Tekrardan etrafa baktım. Birilerinin bizi görmesini istemediğimi anlaması gerekiyordu. “Bunu tekrarlayalım. Yani en kısa zamanda tekrardan görüşelim.” Dedi gülümseyerek. O kadar çok istiyordum ki ela gözleri tekrardan görmeyi. Kader beni bu ela gözlerden lütfen mahrum etme diye içimden dua ederek dolmuş durağına doğru ilerliyordum. Dolmuş durağındaki panoda, dolmuş saatlerine gözlerim ilişince hayatımın yıkılışını yaşadım. Son dolmuş 5 dakika önce kalkmıştı. Şimdi tabana kuvvet yürüme zamanıydı. Aklıma küçükken öğrendiğim atasözü gelmişti. “Akılsız başın cezasını ayaklar çeker.” Akılsız baş mıydı? Aşktan aklını kaybetmiş bir baş mıydı? Emin değildim. Tenha sokaklara girmeden olabildiğince kalabalık yollardan ilerliyordum. Yolumun uzayacağını bilsem de buna aldırış etmiyordum. Çünkü girdiğim tenha sokakların çıkışı olmayabilirdi. Hem gerçek anlamda hem mecaz anlamında kurmuştum bu cümleyi. Burnuma tanıdık nohut pilav kokusu geldi. Deniz kenarını hatırlıyordum. Gökmaslı sokaklarından ayrılıp üniversite için ilk defa geldiğimde karşılaştığım deniz kıyısıydı burası. “Aynı gökyüzüne bakıyoruz.” Repliği canlandı gözümde. Bana bunu söyleyen teyze neredeydi. Etrafa bakınmaya başladım. Havanın soğukluğu veya saatin geç olmasının hiçbir önemi yoktu şu an için. Bankların kenarlarına baktım önce. Banka oturan genç çiftler bana anlamsız bakışlarını attıktan sonra ağaçların kenarına bakmaya başladım. Ama yoktu. Hava soğuktu. Belki de o yüzden yoktu. Bu soğukta oturarak bekleyemezdi zaten. Sonuçta yaşlı bir kadındı. En azından hava iyice soğuyunca kalkıp evine gitmiştir. Nohut pilav kokusu midemin hareketlenmesine sebep olmuştu. Cebimdeki parayla nohut pilav almayı o kadar istiyordum ki. Ama alamazdım. İdareli kullanmalıydım. Ayrıca biraz daha hızlı yürürsem yurttaki akşam yemeğine yetişebilirdim. Tam yürümek için adım atacaktım ki nohut pilav satan siyah şapkalı pala bıyıklı amca bana seslendi. “Kızım gel sana pilav vereyim.” Nezaketen de olsa cevap vermek için amcaya doğru birkaç adım attım. “Teşekkür ederim. İstemiyorum.” “Benim nohut pilavım diğer pilavcıların pilavlarına benzemez. Yemezsen pişman olursun. Ayrıca acıkmış görünüyorsun. Gel bu seferlik benden olsun.” “Olur.” Dedim pilav arabasına iyice yaklaşarak. Pilavcı amca bolca doldurmaya başladı. “İsmim Reşat. Pilavcı Reşat derler bana. Yaklaşık 10 yıldır pilav satıyorum burada. Sanayide dükkanım var. Gündüzleri araba tamiriyle uğraşıyorum. Geceleri pilav satıyorum. Bu devirde para kazanmak, aile geçindirmek o kadar zor ki. 3 tane çocuğum var. En büyüğü üniversiteye başladı. Bu devirde üniversite okutmak da zor. Sadece bir kitap alabilmek için 2 gece pilav satmak gerekiyor hem de bu soğukta. Ayrıca havalar soğuk olunca pek müşteri de gelmiyor. Belli de sende üniversite okuyorsun. Yani öyle hissettim. Sana bakınca kızımı gördüm ve kıyamadım böyle aç dolaşmana.” “Pilav alabilir miyim Reşat abi? Yanına da ayran olsun.” Dedi yaklaşık yetişkin bir adam. Yaşı yaklaşık 35 yaşında olabilirdi. “Ooo hoş geldin adamım. Nerelerdesin? Gözükmüyorsun uzun zamandan beri. Hemen hazırlıyorum sana da en güzelinden bol nohutlu pilav. Özlemişsindir.” “Özlemez miyim abi ya. Evlendim biliyorsun. Hanım evde güzel yemekler yapıyor. Normalde bekarken her akşam buradaydım bilirsin. Tek akşam yemeğim senin nohutlu pilavın olurdu. Bugün mesaiye kaldım. Hanım ben yedim deyince. Aklıma direk sen geldin. Hem seni göreyim. Hem pilavını yiyeyim dedim.” Sohbetleri devam ederken pilavımı yemeye başlamıştım. Çok güzeldi. Normalde annemin el lezzetinin üzerine lezzet tanımazken ilk defa çıtayı farklı bir yere taşımıştı Reşat abi. “Eminönü senin sayende bu kadar kalabalık abi. Yoksa bu balık ekmek satanlarla olacak iş değil. Hatta onlar bile senin topladığın müşteriler sayesinde kazanıyor.” Dedi takım elbiseli müşteri. “Estağfurullah.” Dedi Reşat abi. Sarılıp vedalaştıktan sonra bana döndü. “Nasıl beğendin mi kızım?” bir yandan diğer gelen müşterilere de pilav tabağı hazırlıyordu. Hiç boş kalmıyordu yanı. “Ellerine sağlık abi. Hayatımda yediğim en iyi pilav.” Son lokmayı da çiğneyip yuttuktan sonra konuşmaya devam ettim. “Abi burada bir tane yaşlı teyze oturuyordu. O yok mu bugün?” “Yaşlı teyze mi?” dedi anlamsızca bakış atarak. “Evet abi.” Dedim pilav tabağını hemen kenarındaki çöp kutusunun içine atarak. “Yaklaşık 2 ay kadar önceydi. Buraya ilk geldiğim zamanlardı. Buradan geçiyordum. Seni de hatırlıyorum hatta. Ağaçların kenarında yaşlı bir teyze oturuyordu. Hatta direk buradan bakınca bile fark edilebilirdi yeri. Yani sana uzak değildi. Biraz ürkütücü biri gibiydi ama üzerinde ne var ne yoktu tam hatırlamıyorum.” Reşat abi düşünmeye başladı. Bir yandan gelen müşterilere pilavlarını veriyor, aldığı paraları cebine koyuyordu. Sonra konuşmaya başladı. “Kızım.” Dedi. “İsmin neydi?” “Duru.” Dedim hemen cevaplayarak. Çünkü vereceği yanıtı çok merak ediyordum. “Duru, kızım. Ben dediğim gibi yaklaşık 10 senedir burada çalışıyorum. Belki daha fazla bile olmuştur. Ama buralarda hiç öyle bir kadına rastlamadım. Belki semtleri karıştırıyorsun. Ortaköy’deki sahil kenarı olabilir.” Adım gibi emindim. Buradan geçmiştim. Çünkü Raşit abiyi hatırlıyordum. Ağaçların, bankların hatta kenarlarda balık ekmek satan dükkanların ismini bile hatırlıyordum. Ama nasıl olabilirdi bu? Nasıl öyle bir teyze olmazdı? Beynim oyun mu oynuyordu benimle? Belki de yanlış sahil kenarıydı. Ama kadının bu kadar şey bilmesi doğru muydu? Kaderindeki kişinin isminin içinde ‘A’ harfi olacak deyip hayatıma Halil’in girmesi normal miydi? “Pilav için teşekkür ederim abi. Yolum düşerse yine uğrarım yanıma. Tanıştığıma memnun oldum.” Yurda girdiğimde çantamı, atkımı ve montumu çekmecenin yanına koyup kendimi yatağa bıraktım. Halesu etüt salonunda olmalıydı. Beni gördüğünde Halil’le buluşmamızın nasıl geçtiğini soracaktı. Çok güzel geçmişti. İlk defa kalbimin onun yanında attığını hissetmiştim. Nefes nefese anlatacağım bir durum olmasına rağmen tüm enerjimi Eminönü sahilinde bırakmıştım. Normalde olmayan bir kadının benim ne den karşıma çıktığı sorusu beynimde epeyce yer açmıştı.
|
0% |