@kitaphayatsiir
|
2014 “Her şeyi, bütün dersleri anladım da neden fizik dersimiz var bizim?” dedim etüt salondaki sessizliği hafif bozarak. İnsanları rahatsız edip etmediğimi kontrol etmek için başımı sağa sola çevirerek etrafı kontrol ettim. Çok haklısın dercesine oflamaya başladı Halesu. “Biraz daha fizik çalışırsam ya Newton’a dönüşeceğim ya da Einstein mezarında ters dönecek.” Haklıydı Halesu. Yaptığı espri hafif kıkırdamama sebep oldu. Zaten derslerimizi günü gününe çalışıyorduk. Ayrıca bugün hocanın anlattığı fizik konularından ikimizde bir şey anlamamıştık. Vize sınavlarına vaktimiz daha vardı. Biraz kaytarsak fena olmazdı. “Hava mı alsak?” dedim elimdeki kalın fizik kitabını güm diye kapatarak. Etüt salonundaki bütün çalışanların bize bakmasına sebep olmuştum. Özür dilercesine ellerimi tekrardan masaya koydum. Arkadaşlarımız önüne tekrardan döndüğünde kıkırdayarak Halesu’ya fısıldadım. “Patavatsızlık konusunda Cenk’le yarışır düzeye gelmek üzereyim.” Halesu ağzını kapatarak gülmeye başladı. Biraz daha burada kalırsak sadece etüt salonundan değil yurttan bile kovulabilirdik. “Saat 21.00” dedi kolundaki analog saate bakarak. “Yurdun kapıları 23.00’da kapanıyor. İki saat vaktimiz var.” İkimizde aynı anda ayağa kalktık. Kitaplarımızı odamıza bırakıp çıkacaktık. Sanki ayaklarım gitmiyordu. Merdivenler yük oluyordu bacaklarıma. Duvarların eskimeye yüz tutmuş sarı boyalarını inceleyip yavaş adımlarla çıkarken Halesu derin bir nefes verdi. “Bu kadar evham yapma.” Dedi elimdeki kitabı benden alırken. Odamızın anahtarını cebimden çıkarttım. Yavaş adımlarla odaya girdiğimde derin nefes verdim. “Nasıl yapmayayım Halesu.” Dedim kendimi yatağa bırakarak. İki gün olmuştu. Ne anneme ne de Halil’e ulaşabiliyordum. Halil’i çok uzun süredir tanımıyordum belki işleri yoğundur. Belki en son görüşmemizden sonra bana karşı negatif duygular beslemişti. Belki de beni beğenmemişti. Pencerenin kenarında duran aynaya baktım. Kendi yansımamı gördüm. Koyu kahverengi gözlerim vardı. Önceden baktığımda ışıl ışıl olan gözlerim şimdi çaresizliğe ve sönüklüğe bırakmıştı. Ellerimle saçlarıma dokundum. Belime kadar uzanan koyu kahverengi saçlarım vardı. Genelde saçlarımı bağlardım hatta özellikle topuz yapardım. Özellikle kafamı bir şeyler kurcalağında saçlarım ağırlık yapar gibi gelirdi. Güzel miydim bilmiyorum ama kendime dair sevdiğim şeylerden bir tanesi sağ tarafımda belirginleşen gamzemdi. Dolaptan hırkamı aldım. Annem aklıma geldi. Anneme de ulaşamıyordum. Halesu’nun telefonundan, yurdun telefonundan hatta cenk’in telefonundan defalarca aramıştım. Tek duyduğum ses, aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor sinyal sesinden sonra mesajınızı bırakın, cümlesiydi. Odamızın kapısını kilitleyen Halesu, anahatarı son kez çevirdikten sonra yüzünü ciddileştirdi. “Halil hakkında yorum yapmak için biraz erken. Önyargılı olmak istemiyorum. Bundan dolayı konuşamıyorum. Çok güzelsin Duru. Aksini kimse iddia etmemeli. Ama belki beğenmedi seni. Veya anlık gönül eğlendiren biri de olabilir. Bunu bence süreç gösterecek. Eğer birkaç gün daha sana yazmazsa unutmaktan başka çaren yok çünkü sen onu birkaç defa aradın ve geri dönüş yapmadı.” Ayağıyla koridordaki kırmızı halıyı düzelttikten sonra cümlelerine devam etti. “Annenin de iyi olduğunu düşünüyorum. Bence telefonu bozuldu.” “Ama.” Dedim kekleyerek. “Ulaşmak isterse bir şekilde ulaşır. Sonuçta çalıştığı fabrikada telefon var. Oradan da arayabilir.” Hava serin olduğu için saçlarını siyah şapkasının içine topladı ve yurdun güvenliğine eliyle selam verdi. “Annenin çalıştığı fabrikanın numarasını biliyorsan arayabiliriz.” Çok mantıklıydı en azından fabrikayı ararsam hem annemin sesini duyardım hem de içim rahat ederdi. Gözlerim düştü çünkü fabrikanın numarası bende yoktu. Kafayı yemek üzereydim. İçimde kötü bir his vardı. Gökmaslı’ya gidip annemi görmek istiyordum fakat yine param yoktu. Son paramı saçma fizik kitabını almak için kullanmıştım. Halesu’dan isteyemezdim çünkü ona zaten gereğinden fazla borçlanmıştım. Gökmaslı’ya kimliğimi unutup geri döndüğümde yol paramı vermişti. Sadece o da değil, okulda çay, kahve ısmarlıyordu. Belki onun da durumu iyi değildi belli etmiyordu. Ailesi hakkında hiç konuşmamıştık. Sürekli benim dertlerim hakkında konuşuyorduk. Ne kadar bencil biriydim. Sanki tüm zorlukları kendim çekiyordum. Duygusal olmayı bir kenara bırakıp ne zaman güçlü olmayı deneyecektim? Güçlü olmayı her şeye göğüs germeyi o kadar çok istiyordum ki. Ama şu an sadece kendi kafamda kurup kendimi üzüyordum ve haliyle sağlıklı düşünemiyordum. Hava serinlemeye başlayınca ince hırkamla bedenimi iyice kapattım. Fermuarının bozuk olmasına artık aldırış etmiyordum. Eminönü’ndeki sahil kenarına yaklaşınca yaklaşık 20 metre ilerideki Cenk’i gördüm. Ellerinde kışlık eldivenler, boynunda kocaman attı. Atkının içinden nasıl nefes aldığı düşündürücüydü. Halesu’ya gözlerimi devirerek baktım. “Nee?” dedi savunmaya geçerek. “Biraz neşelenmeye ihtiyacın vardı. Cenk moralini düzeltecektir.” Reşat abiyi lafa tutup, pilav yiyen Cenk bizim geldiğimizi fark etmesi geç olmadı. “Ya Durucum.” Dedi gri atkısını biraz aşağı doğru indirerek. “Harbiden dediğin kadar varmış pilavı.” Değil bir tabak komple kazanı yerim.” Dedi doldurduğu kaşığı ağzına atarak. “Duru sizin pilavınızın lezzetinden bahsetti.” Dedi Halesu Raşit amcaya ışıl ışıl bakarak. “Uzun zamandır gelmeyi düşünüyoruz, kısmet bugüneymiş.” Dedi Raşit amcanın uzattığı pilav tabağını alarak. “Hoş geldiniz çocuklar, çok memnun oldum. Çok da mutlu oldum böyle düşünmenize her zaman beklerim. Sizleri görünce yine kendi kızım aklıma geldi. Arada uğrar yardım eder, şimdi evde ders çalışıyor hem hava da soğuk üşütmesin.” “İstersen bizde sana yardıma geliriz Raşit amca ama karşılığında bolca pilav yeriz.” “Sakın asla bu teklifi kabul etme Raşit amca.” Dedi Halesu aldığı ayranı açamayacağını anlayınca Cenk’e uzattı. “Batırır bu seni. İflas edersin. Bunu biz doyuramıyoruz. Midesinde kurt var. Tek kişilik değil on kişilik yiyor.” Cenk ve Halesu atışmalarına devam ederken. “Senin yüzün neden düşük Duru kızım.” Dedi Raşit amca baba şefkatiyle. İçimdeki kedere keder katılmıştı. Babam aklıma gelmişti. Anneme defalarca şiddet uygulayan. Sonrasında kaçıp giden babam. Öyle bir insana baba denir miydi? İnsan sevdiğine kıyar mıydı? İnsan sevdiğini incitir miydi? Demek ki sevmiyordu. Bizden uzaklaştıktan sonra hayatımız daha güzel olmuştu her ne kadar zorluklarla savaşmaya devam etmeye çalışsak da. Hazırladığı bol nohutlu pilav tabağını bana uzatınca. “Aç değilim teşekkür ederim Raşit amca.” Zorla gülümsemeye çalıştım. İnsanın içinde fırtınalar koparken gülümsemesi epey güçleşiyormuş. “Olmaz.” Dedi Raşit amca. Tabağı elime tutuşturarak. Sonra tatlı bir gülümseme yerleştirdi dudaklarına. “Seni ilk gördüğüm zamanlara göre zayıflamışsın. Kış geliyor. Hasta olma. Yediklerine dikkat et.” Cenk ikinci tabağını bitiriken, benim yemeye çalıştığım ilk kaşık boğazımda düğümlenmişti. Gözümdeki yaş tabağa düşünce, gözyaşlı ve bol nohutlu pilav yemek borumdan ilerlemiyordu. “Eline sağlık Raşit amca.” Halesu parayı uzattı. “Hepsini buradan al.” Bize döndü. “İlerideki bankta oturalım.” Dedi “Kesene bereket kirvem.” Dedi Cenk tabağı çöp kutusuna atarken. Halesu sinir krizi geçirmek üzere gibiydi. “Seni öldürmemem bana bir neden söyle.” “Çünkü ben.” Dedi Cenk göğsünü kabarttı. “Esprili, yakışıklı, karizmatik ve yakışıklı. Yakışıklı olduğumu iki kere söyledim. Gerçi zaten bunu biliyorsunuz.” “Bence sen dünyanın en egoist, patavatsız, patavatsız ve en patavatsız insanısın.” Halesu burnundan soluyordu. Banka oturdum. Halesu ve Cenk atışmaları herzamanki gibi devam ediyordu. Yüzümün gülümsemesine sebep olsalar da aklım annemdeydi. Sola doğru döndüm. Buraya ilk geldiğimde gördüğüm kadını hatırladım. Başımı önce dalgalanan denize sonra gökyüzüne çevirdim. AYNI GÖKYÜZÜNE BAKIYORUZ. “Biraz sus ve Duru’nun işini çözelim.” Halesu yanıma oturdu. Cenk dudaklarını fermuara benzetip çekme işareti yaptı ve Halesu’yu itekleyerek bankta yanımıza oturdu. “Başka bir ihtimal kalmadı galiba. Fabrikaya ulaşmak için tek çözüm dedeme sormamız.” Dedi Halesu üşüyen ellerini ceketinin cebine usulca koyarak. “Oha senin deden polis mi? Veya mit ajanı. Dur Türk işi Sherlock Holmes olmasın. Vay be ben kimlerle arkadaşlık yapıyormuşum?” Cenk heyecandan ayağa kalktı. Halesu burnundan solumaya başlamıştı. Yeni bir tartışma çıkmadan planı devreye sokmamız gerekiyordu. Gözlerimde biraz olsun ışıltı belirdi. Halesu’ya doğru döndüm. “Biliyorum Cenk’in sorduğu sorular çok saçma hatta konunun içeriğini bilmeden konuşuyor.” Cenk’e hafif kızgın bakış attım. “Ama deden polis mi? Veya deden fabrikanın numarasını nasıl bulacak? Ayrıca bunları bilmesem de olur. Biraz bencilce biliyorum ama hemen dedeni arayıp soramaz mısın? Halesu uzaklara daldı. Gözleri denizdeki dalgalarla buluşmuştu. Bu sefer boğulan o gibiydi. “Arayamam.” Dedi gözlerini düşürerek. “Çok uzun bir hikâye ama dedemi biraz üzdüm. Ama” dedi yüzünü bana çevirerek “Senin için çabalayacağım. Yarın hafta sonu ve üçümüz dedemi ziyarete gideceğiz. Bunu tek başıma yapabileceğimi düşünmüyorum.” Cenkle beraber kafamızda milyon tane senaryo geçti. Evet Hint dizilerindeki gibi yaklaşık 5 dakika bakışmıştık. Halesu bunca zaman benim yanımdaydı ve hep yardımıma koşmuştu. İçeriğini bilmesem de yardıma ihtiyacı olduğunu hissediyordum. Şimdi yardım etme sırası bendeydi.
|
0% |