@kitaphayatsiir
|
2014 Her insan bir kitap gibiydi. Açıp okumaya başlayınca yepyeni bambaşka hikayelerle karşılaşıyorduk. Halesu’yla tanışalı birkaç ay olmuştu ama hep kendi dertlerimden bahsedince ona dair pek bir şey bilmiyordum. Ben sormamıştım. O da anlatmamıştı. Şimdi ise devasa bahçe kapısından girip kocaman bembeyaz sarayları andıran sarı şeritleri olan malikaneye doğru adım atarken Halesu’nun hikayesine doğru yol alıyordum. Kıvrılan bahçe yolunda Halesu’yu takip ediyorduk. Adım atılan her nokta çok güzel dekorize edilmişti. Bahçe böyleyse evin içine girdiğimde küçük dilimi yutacağıma emindim. Küçük çimler bahçenin her tarafını doldursa da çiçekler göz kamaştırıyordu. Evin rengiyle uyumlu olsun diye çiçekler genelde beyaz renkli tercih edilmişti anlaşılan. Bahçe çok sessizdi. İllaki bu bahçenin bir bahçıvanı olmalıydı. Hatta bir değil birkaç tane olması gerektiğini düşünüyordum. Adımlarımız sıklaşıyordu ama bahçenin sadece küçük bir kısmını görebilmiştik. Şimdilik göremiyorduk ama evin arka tarafı denize bakıyordu. Birkaç adım daha attıktan sonra bahçede minik kulübesinde uyusan köpek gördüm. Sarı ve pofuduk tüyleri vardı. Öğlen uykusunun keyfine kaptırmıştı kendini. Kulübenin üzerinde Jack yazıyordu. Muhtemelen köpeğin ismiydi ve böylece köpeğin erkek olduğunu da öğrenmiştim. Biraz daha ileride gözüme çarpan havuzu gördüm. Ev hem deniz kenarına bakıyordu hem de havuz vardı. Zenginlik bambaşkaydı. Bunlar benim değil Cenk’in cümleleri olmalıydı. Hafif kıkırdadığım sırada sessizliği cenk bozdu. “Oha gerçekten şaka mı bahçede havuz var?” Gözlerimi devirdim. “Evin deniz kenarında olmasına ve şu an saraya doğru yürüdüğümüze şaşırmıyorsun da. Bahçede havuz olmasına mı şaşırıyorsun Cenk?” “Onların şokunu atlatamadım. Daha onlara sıra gelmedi Durucum. Ama düşünsene burada çılgınlar gibi havuz partisi yapabiliriz.” Halesu durakladı “Benin yıkıntı, dökük, örümcek ağlarıyla dolu evime girmek istemiyordun. Kapıda bekleyecektin.” Halesu sessizliğini bozarak kollarını birbirine bağladı “Ya amma da alıngansın. Hem ben şaka yaptım. Ayrıca örümcek ağı derken. Örümcek adam hayranı olduğumu söylemiş miydim?” “Seni gerçekten boğarım Cenk. Üstelik cesetini kimse bulamaz.” Cenk parmaklarıyla beni işaret etti. “Şahitlerim var.” “Beni karıştırma Cenk.” Dedim. “Hem ayrıca gerçekten hak ediyorsun. Şu ortamı nasıl bozmayı beceriyorsun. Gerçekten merak ediyorum.” “Senin de bana hayran olduğunu biliyordum Durucum.” Dedi cenk yanağımdan makas alarak. Halesu ve ben birbirimize Cenk’i boğazlama istercesine baktık. Biraz daha olduğumuz yerde boş boş dikilirsek gerçekten bir şeyler yaşanacaktı. Tekrardan ilerlemeye devam ettik. Evin kapısına doğru yaklaştığımda deniz kenarındaki dalga seslerini duymaya başlamıştım. Cenk kendi kendine mırıldanıyordu. Muhtemelen havuz partisi için kendince organizasyon yapıyordu. Halesu ve ben şu an alıcılarımızı Cenk’e karşı kapatmıştık. Böyle yaparak kendimizi Cenk’e karşı detoks yapmış sayıyorduk. Evin kapısına geldiğimizde Halesu önce duraksadı. Sanki bunu yapmak canından can koparıyor gibiydi. Önce yutkundu sonra derince bir nefes verdi. Ve ardından kapıda özenle tasarlanmış kelebek figürlü zile bastı. Sanki kapı açılmazsa buradan koşarak uzaklaşacak gibi bir hali vardı. Kapı açılmaya başladı. Kapı sakince açıldıktan sonra üzerinde beyaz bulaşık önlüğüyle bir kadın karşıladı. Kadın önce konuşmak için dudaklarını kıpırdattı arından Halesu’yu görünce gözleri kocaman açıldı. Kocaman açılan gözleri ışıldamaya başladı. Kadın şoka girmiş olacak ki cümleler dudaklarından çıkmıyordu. “Ben geldim Nermin abla.” Dedi kocaman gülümseyerek. Sonra bize döndü. “Nermin abla bizim evin yardımcısıdır. Ama yardımcı dediğime bakmayın beni o büyüttü sayılır. Ablam gibidir.” Heyecanlanmaya başladı. Daha içeriye girmeden birisiyle tanışmaya başlamıştık. “Eee Nermin abla bizi içeriye davet etmeyecek misin?” Nermin abla diye tanıttığı kişi şoktan çıkmış olacak ki önce Halesu’ya sarıldı. Ama öyle bir sarılmıştı ki sanki beni ki bırakma ve seni çok özledim sarılmasıydı. Birbirlerinden ayrıldıktan sonra ikisinin de gözünden akan yaşı görebiliyordum. Cenk’ e döndüğümde ise arkasına dönmüş havuzu incelemeye devam ediyordu. Artık bundan sonra gideceğimiz yere Cenk’i değil yerinde uslu bir şekilde uyuyan Jack adlı köpeği götürmem daha mantıklı gibiydi. “Kızım kusuruma bakma. Seni görünce şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilemedim.” Sonra bize baktı. “Sizler de kusura bakmayın. Lütfen içeri buyurun.” “Ayakkabıları çıkartıyor muyuz abla?” dedi cenk, Nermin ablaya bakarak. Halesuyla birbirimize yine oflayan bir bakış attık. Halesu, Cenk’in kulağına fısıldamaya başladı. Nermin abla evin salonuna doğru adım attığı için fısıltıyı duyamasa da ben duymuştum. “Emin ol Cenk ayakkabımı çıkartırsam senin kafanı patlatırım. O yüzden ayakkabılarımızı kafanın kırılmaması için çıkartma.” “Hep bir şiddet.” Dedi Cenk, Halesu’nun fısıltısına tepki vererek. Evin girişi göz kamaştırıcıydı. Önümüzde büyük bir salon ve kocaman pencereler vardı. Pencereler doğrudan denize bakıyordu. Denizin hafif esintisi penceredeki perdelerin hareketlenmesine neden oluyordu. Sağ ve sol tarafta iki tane büyükçe merdiven vardı. Merdiven basamakları evin duvarıyla uyumlu olsun diye altın renkteki sarılıkta bir halıyla kaplanmıştı. Kapının hemen yanındaki sağ tarafta uzunca bir koridor vardı ve yemek kokularından anlaşıldığı üzere mutfak oradaydı. Üst kattaki odaları saymak için kafamı tekrardan kaldırdığımda yine altın sarısı renkle bol taşlı avizeyle bakışmaya başladım. Burası gerçekten sarayı andırıyordu. Salona doğru Nermin ablayı takip ederek yürümeye başladık. Modacıların tabiriyle avangart yani eski ama çok şık koltuklara oturduk. “Nermin abla.” Dedi Halesu otururken. “Dedem nerede?” “Dedenin acil bir işi çıkmıştı ama biraz sonra gelir. Biliyorsun hafta sonları çalışmayı pek sevmez. Evden sinirli çıktığına göre işle alakalı olduğunu düşündüm.” “Dedem her zaman sinirli Nermin abla.” Halesu gözlerini devirdi. Nermin abla bu konuda yorum yapmak istememiş olacak ki önce gözlerini kaçırdı sonra gülümseyerek “Havuçlu kek ve tahinli kurabiye yapmıştım. Daha yeni çıkarttım fırından. Yanına süt, çay veya kahve ne alırsınız çocuklar?” “Ben süt alayım.” Dedi elini havaya kaldırarak Cenk. Bizi utandırmayı her koşulda beceriyordu. Kendimi çocuğuyla misafirliğe gelmiş kadınlar gibi hissetmiştim. Aslında şu an aklımı kurcalayan soru şuydu; Halesu böyle güzel saray gibi evi varken neden yurtta kalıyordu? Bunu soracaktım. “Zahmet etme Nermin abla.” Dedim Cenk’e dirseğimle hafifçe vurarak. Halesu oturduğu tekli koltuğa iyice yerleşti. “Duru ve bana kahve ama şekersiz olsun Nermin abla. Şu büyümeyi düşünmeyen çocuğa da süt getirir misin?” Cenk büyük ahşap dikdörtgen sehpanın üzerindeki yapay çiçeklerle oynarken Halesu’ya doğru yöneldim. Fırsat varken ve kimse yokken aklımdan geçen soruları soracaktım. Tam dudaklarımı kıpırdatmaya başlamıştım ki kapının zili çaldı. Nermin abla terlik seslerini arttırarak kapıyı açtı “Hoş geldiniz Hulusi Bey. İçeride misafiriniz var.” İsminin Hulusi olduğunu öğrendiğim kişi Hale’nun dedesi olmalıydı. Çünkü Halesu içten dersin bir nefes almıştı. Hulusi beyin ayakkabı sesi tüm salondan yankılanarak duyuluyordu. Yanımıza yaklaştığında ayağa kalktım. En son ortaokul yıllarımda sınıfa öğretmen geldiğinde ayağa kalkmıştım. Saçları gür ve bembeyazdı. Gözleri Halesu’ya benziyordu. Biraz iri yapılıydı ve bu onu ürkütücü hale getiriyordu. Yanlışlıkla mafya dizisine düşüp düşmediğim konusunda şüphelerim vardı. “Hoş geldin canım torunum. Özlettin kendini.” Dedi gür ve tok bir ses. Sesinde sanki imalı bir şeyler vardı. Ben kalktığım koltuğa sakince tekrardan oturdum. Halesu koltuğundan kalkmamıştı. Eliyle burnunu kaşır gibi yaptı. “Seni özlediğim için geldiğim söylenemez ve yardımına ihtiyacım var.” Halesu buraya gelmeden dedemi kırdım demişti şimdi ise Cenk’le tartışır gibi dedesiyle kapışmak istercesine cümleler kuruyordu. Hulusi bey önce kahkaha attı. Sonra ayakkabılarının sesinin salonda yankılanmasına aldırış etmeden Halesu’nun karşısındaki tekli koltuğa oturdu meydan okurcasına. “Seni dinliyorum canım torunum.” Cenk kulağıma doğru eğildi. “Bunlar ne çeşit manyak?” Dirseğimle karnına sertçe vurdum. “Sus sanki sen çok normalsin.” “Biz.” Dedi Halesu. Sonrasında Nermin ablanın salona girişiyle cümlesi yarıda kaldı. Hepimize tabak hazırlamış ve tabağın içinde sadece kek kurabiye yoktu. Pizza, poğaça gibi iştah açıcı şeyler de vardı. Tabağa ve sonrasında bana uzattığı kahvemi alıp sehpaya koydum. Cenk tabağı alır almaz tek nefeste pizza dilimini yutmuş ve gözünü benim tabağımdaki pizzaya dikmişti. Halesu yarım kalan konuşmasını devam ettirmek için duruşunu dikleştirdi. “Bize Gökmaslı da bulunan tekstil fabrikalarından birinin numarası lazım.” Az önce Nermin ablanın uzattığı çaydan bir yudum alan Hulusi bey “Benim fabrikalardan birinin numarası lazım size.” Çayını sehpaya koydu. “İşlerimin başına geçmeyeceğini söylemiştin, şimdi neden fabrikalarımın numarasını istiyorsun?” “O fabrika sizin mi?” dedim gözlerimi kocaman açarak. Senelerdir annemin çalıştığı tekstil fabrikası aslında Halesu’nun dedesine mi aitti? Halesu dişlerini sıktı. Kızdığı her halinden belliydi. “Bana sadece telefon numarası lazım.” Cümlesini heceleyerek söyledi. “Kapıyı çarpıp çıkan sen değilmişsin gibi kuruyorsun cümlelerini canım torunum.” Hulusi bey çayından bir yudum daha aldı. Cenk’e baktım. Konuyla hiç alakası yoktu. Hatta dinlemiyordu bile. Tabağındakilerin hepsini yemiş son kalan tahinli kurabiyesini sütüne bandırıyordu. Hulusi bey ellerini havaya kaldırdı. Polise teslim olmuş suçlular gibiydi. “Tamam pes ediyorum. Nedenini sormayacağım ama cevabını bende vermeyeceğim. Zaten istesem de veremem. Şirketimdeki asistanım bugün rahatsızlandı ve tüm numaralar onda. Beni de biliyorsun hafta sonu çalışmayı sevmiyorum. Şu an tek istediğim bahçeye çıkıp huzur içinde bulmaca çözmek.” Çayını tekrardan sehpaya koydu ve cümlelerine devam etti. “Ama istersen şirketime gidip.” Duraksadı. “Şirketimize gidip o numarayı bulabilirsin.” Son cümlenin altına öyle bir vurgu yapmıştı ki Halesu’nun gözlerinden alev fışkırıyordu. Bir şey demesini bekledim ama sustu. Sanki konuşulacak o kadar şey vardı ki ama konuşulmaya başlasa durum sonuçlanmayacağından korktuğu için konuşmasına başlayamıyordu. Şu an bulunduğum durumu tek başıma çözmeye çalışıyordum. Cenk bir şeyleri takmıyordu. Cenk sadece şu durumu değil bence dünyadaki hiçbir şeyi takmıyordu. Halesu birden ayağa kalktı. Ne yapacağını bilmiyordum. Dedesinin cümlelerine kızıp şirkete gitmeyecek miydi yoksa tüm söylenenleri bir kenara koyup bana yardım mı edecekti. Hulusi bey de ayağa kalktı. “Nermin Hanım.” Diye gürledi salonda. “Torunuma garajdaki arabalarından hangisini kullanmak istiyorsa anahtarını verin.” Cenk de ayağa kalktı. “Senin arabaların var ve biz neden dolmuşlarda süründük?” Hulusi bey kahkaha atmaya başladı. “Sevdim seni çocuk.” Bulunduğum ortam nasıl bir ortamdı? Konunun ne olduğunu bilmeden sadece cümlelerle çözmeye çalışıyordum. Anlaşılan bu aileyle çözülmesi gereken bazı şeyler vardı. Halesu kapıya doğru ilerlemeye başladı. Cenk benim tabağımdaki kurabiyelerden birini ağzına diğerini cebine koyduğunda gözlerimi devirerek baktım. Nermin abla kapıda dikilmiş avuçlarını açmıştı. Avuçlarında tam dört tane araba anahtarı vardı. Halesu duraksadı. Alacak mıydı? Gidecek miydik şirkete? Anneme ne olduğunu öğrenebilecek miydik? Yoksa kendi gururu daha ağır basacak neden gittiğini bilmesem de buradan araba anahtarını almadan gidecek miydik.” Halesu hayatının savaşını veriyor gibiydi. Önce bana baktı sonra dedesine. Sonra uzun uzun kapıya baktı. Ardından Nermin ablanın elindeki anahtarlardan birini aldı ve kapıyı açıp bahçeye doğru ilerlemeye başladı.
|
0% |