@kitaphayatsiir
|
2014 “Vaktin var mı kızım?” dedi annem telaşeyle. Benle vakit geçirirken saatin kaç olduğunu unutmuştu. Acele ederek ayakkabılarını giyiyordu. “Otobüsten inerken, dönüşü kaçta yapacağını sordum şöfore. Saat 16.00 gibi hareket edebiliriz, dedi.” Saatine baktı annem. “Daha vaktin varmış. Su bidonları boşalmış. Gitmeden doldurabilir misin?” Sıkıca sarıldım anneme. Kokusunu içime çektim. Olur dercesine başımı aşağı yukarı salladım. Annem de kocaman öpücük bıraktıktan sonra kapıya doğru yöneldi. “Bu arada aynalı dolabın ilk çekmecesine para bıraktım. Patron erken verdi maaşımı. O parayı alıyorsun. En kısa zamanda ikimize de telefon almamız gerekiyor. Böyle yurt telefonuyla haberleşerek ömür geçmez değil mi güzel kızım?” Çok haklıydı. Annemim sesini çok özlüyordum. Uzakta olsak da seslerimiz birbirine sarılacaktı. Ama annemin maddi açıdan daha çok sıkışmasını istemiyordum. Bu yüzden dile getiremiyordum. Verdiği harçlıkları biraz biriktirerek belki küçük destek olabilirdim. “Seni çok seviyorum.” Dedi Bende küçüklükten beri kullandığım cümleyi tekrar ettim. “Ben daha çok.” Taşlı yollarda, soluğumu çeşmeye ulaşınca vermiştim. Evimize uzak olmasa da elimdeki bidonlar beni şimdiden yormuştu. Sevgi’yi görmeyi çok istiyordum fakat beni yolcu etmeye gelmeyişi kalbimi kırmıştı. Hayatı boyunca çok zorlukla karşılaşmıştı, bir darbede ben vuramazdım. Bidonları doldurunca mutlaka yanına uğrayacaktım. “Selam.” Kendi düşüncelerim içinde boğuşurken arakamdaki kişiyi farketmem çok geç olmuştu. Üstelik öyle bir boşluğuma denk gelmişti ki, korkudan hafifçe havaya sıçramıştım. Arkama döndüğümde bir çift ela göz bana gülümseyerek bakıyordu. “Özür dilerim, seni korkutmak istememiştim. Uzaklara daldığını yeni fark ediyorum.” Ela göz bir insana ne kadar yakışabilirse, daha fazla derece yakışmıştı. Üzerini değiştirmişti anlaşılan. Otobüste giderken, üzerinde beyaz tişört vardı. Şimdi ise kırmızı polo yaka bir tişört giymişti. Kırmızı da ayrı güzel yakışmıştı. Yüzüne uzun süre baktığımı fark edip gözlerimi kaçırdım. Yanaklarımın al al olduğuna yemin edebilirdim. Niye heyecan yapıyordum ki? Yoksa ilk görüşte aşk dedikleri bu muydu? Aşk mı? Duru kendine gel lütfen? Sadece gözlerini güzel bulmuştum, ne aşkı… “Sen kimlerdensin?” “İki sokak ötede tahta kapılı bir ev var, karşısında yıkık bir direk var hatta. O evde oturuyorum.” Dedim saçımı kulağımın arkasına atarak. Yüzüne bakarak konuşamıyordum. “Anneme söylesem kesin bilir. Ama ben uzaklarda okuduğum için pek bilmem buranın insanlarını.” Annesine mi soracaktı? Neden soracaktı? Neyi soracaktı? Ne yapacağımı şaşırmış halde elimdeki su bidonunun kapağını açtım. Konuşmak istiyordum, muhabbet etmek istiyordum ama kelimeler ağzımdan çıkmıyordu. “Lise yıllarımda ayrıldım buralardan. Üniversiteyi de bu sene bitirdim. Birkaç şirkete cv gönderdim. Geçen ay geri dönüş aldım. Bir aydır çalışıyorum. Hasret uzun oldu ki artık. Gökmaslı’yı ziyarete geldim. Ailemi ve arkadaşlarımı.” “Hangi bölüm okudun?” dedim doldurduğum ilk bidonun kapağını kapatırken. “Muhasebe okudum.” Dedi ellerini saçlarında gezdirirken. Sonrasında devam etti. “Peki ya sen?” “Ben mi?” dedim şaşkınlıkla. Sonrasında okuyup okumadığımı merak ettiğini anladım. “Kimya bölümünü kazandım. Kayıt yaptırırken kimliğimi unuttuğumu fark ettim. Kimliğimi almaya geri döndüm. Birkaç saat içinde giderim.” Dedim. Muhtemelen aradığı cevap bu olmalıydı. “İyi ki kimliğini unutmuşsun.” Dedi Yanaklarım alev alev olmuştu. Utandığım hemen belli oluyordu. Kimliğimi unuttuğum için geri dönmüştüm. Geri döndüğüm için onunla karşılaşmıştım. Tanışmamız, karşılaşmamız onu mutlu etmişti anlaşılan. Yoksa benden hoşlanmış mıydı? Kalbim hızla çarpmaya başladı. Son bidonu aldım elime. Utandığım için yüzüne bakarak konuşamıyordum. Benim konuşmayacağımı anlamış olacak ki cümlelerine devam etti. “Üniversiteli olduğunu ilk gördüğümde anlamıştım. Buranın insanı gibi değilsin.” Yüzümü Halil’e doğru çevirdim. “Buranın insanı nasıl oluyormuş ki?” dedim. Aslında cevabını biliyordum. Bir de Halil’den duymak istiyordum düşüncelerini. “Çok hoş tanım olmayacak belki ama tek derdi düğün, evlilik olan kesimden bahsediyorum.” Son bidonunda kapağını kapatıp yere koydum. “Sen evlenmeyi düşünmüyorsun galiba.” Dedim. Mahcup olmuşçasına gözlerini devirdi “Öyle demek istemedim. Tam ifade edemedim kendimi.” Hafif kahkaha atarak gülmeye başladım. Ortamın rahatlamaya ihtiyacı vardı “Anladım ben seni. Latife ettim. Bende katılıyorum sana. Tek derdi kocasının parasıyla hava atmak olan insanlar bana da samimi gelmiyor.” Dedim Sanki muhabbetimizin başından beri bunu bekliyormuşçasına direk konuya girdi. Ama konuşurken gözlerini kaçırıyordu. “Telefon numaranı verir misin?” Halil benden telefon numarası istiyordu. Galiba benden hoşlanıyordu. Peki ya ben? Evet gözleri çok güzeldi. Bir kere bakarsam boğulacakmışım hissine kapılacağım gözlere sahipti. Yüz hatları çok güzeldi. Heyecanınla kendi kendine dağıttığı dağınık saçları karizmatik havaya girmesine sebep oluyordu. Ama tek sorun şuydu ki benim telefonum yoktu. Gözlerim düştü. “Üzgünüm ama benim telefonum yok.” Düşünürcesine gözlerini yukarı aşağı getirdi. “O zaman yurdunun adresini verir misin?” Şaşırmıştım. “Yurdumun adresini ne yapacaksın ki?” dedim “Eski usul mektuplaşacağız.” Dedi Aynı anda gülmeye başladık. Gülüşmelerimiz kahkahaya dönüştü. Bir yandan göz ucuyla etrafı kolaçan ediyordum. Birilerinin bizi görmesi hoş olmayabilirdi. İnsanların arkamdan dedikodu yapmasına fırsat vermemeliydim. Yurdumun adresini söylediğimde, Halil telefonuna not etmişti. Yurda girdiğimde hava kararmaya yeni başlamıştı. Hafif kızıllık maviliğe eşlik ediyordu. Kalbimin hareketliliği kulaklarım tarafından çok net duyuluyordu. Kabul etmeliydim. Halil’den hoşlanıyordum galiba. Böyle bir şey nasıl mümkün olabilirdi. Çok ilginç bir histi. Sanki kulağına birisi şarkı söylüyor gibiydi. Sanki dünyada iki kişiydik. Biri ben diğeri Halil. Gözümü kapattığımda zihnimde Halil’in gözleri canlanıyordu. Sesindeki tını kulağımın dibindeydi. Sanki bana fısıldıyordu. Gülümseyişi aklımdan gitmiyordu. Gülümsemek bir insana nasıl bu kadar yakışabilirdi? “Duru ne bu hal? Deminden beri sesleniyorum duymuyorsun.” Merdivenlerde kolumdan çekiştirerek durdurdu beni Halesu. “Kimliğini almaya gittiğinde kulaklarını Gökmaslı’da mı bıraktın?” “Çok komiksin.” Dedim gözlerimi devirerek. “Dalmışım. Duymadım seni.” “Seni tanımasam âşık oldun falan zannedeceğim. Karşıdan bakınca leyla gibi görünüyorsun. Mecnununu bırakıp gelmiş Leyla gibi. Gerçi hoş çok tanımıyorum seni. Dün tanıştık ama.” Duraksadı. “Sen yoksa aşık mı oldun?” “Ya ne alakası var Halesu.” Dedim gözlerimi kaçırarak. Elleriyle yüzümü kendine doğru çevirdi. “Sanki bana anlatacağın bir şeyler varmış gibi hissediyorum.” “Evet var gibi.” Dedim tekrardan gözlerimi kaçırarak. “Ay çok heyecanlı.” Dedi merdivenlerden hızla aşağıya inmeye başladı. “Sen odaya geç. Ben iki tane çay alıp geliyorum.” |
0% |