@kitaphayatsiir
|
2023 Park ettiğim arabanın kapağını kapattıktan sonra yer ayağımdan kayıyormuşçasına yavaş yavaş yürümeye başladım. Bebeklerin ilk adımını atarcasına sakindi adımlarım. Yağmur damlalarına eşlik ediyordu gözyaşlarım. Yaşadıklarımın hiçbirini hak etmemiştim. Sadece sevmiştim. Sevmek suçsa evet günah işlemiştim. İçim yanıyordu. Yağmurun toprağa deva olduğu gibi yüreğime deva olmasını bekliyordum. Çiselemeyi bırakmış, bardaktan boşalırcasına yağan yağmur benimle ağlıyordu sadece. Arabanın kaputuna doğru dayandım. Desteğin yetersiz olduğunu fark edince sağ kapıya doğru yöneldim. Ayağımın bir tanesini tekerleğe koydum, sırtımı sağ kapıya dayadım. Derin bir nefes aldım. Ciğerlerimi yağmur kokusuyla doldurdum. Nefes alırken insanın kalbi acır mıydı? Acıyordu. Sadece kalbim değil vücudumu oluşturan her hücrem acıdan bağırıyordu. İstanbul ne kadar güzel görünüyordu. Yağmur havası İstanbul’un güzelliğine güzellik katmıştı. Herkes evinde ailesiyle çayını yudumluyordu. Parantez içinde belirtmem gerekir ki herkes mutluydu. Ben hariç. Çünkü kimsenin derdi yoktu gözümde. Şu an birilerinin derdini düşünmek yapacağım son şeydi. Herkes mutluydu, ben mutsuzdum. Herkes gülüyordu, ben ağlıyordum. Bir benim için yeri yoktu şu koskoca dünyanın. Dünyada yerim olmadığım gibi mutlulukta çok görülmüştü. Bacasından duman tüten bir ev çarptı gözüme. Arabanın farları açıktı. Net seçemesem de evin yıkık dökük olduğu seçiliyordu. Sobanın yanında uyuyan kedi hayal ettim. Bir çocuk ödevini yapıyordu sobanın diğer tarafında. Annesi elma yedirmeye çalışıyordu çocuğuna. Babası işten yorgun gelmiş olacak ki televizyonun karşısında eskimeye yüz tutmuş koltukta uyuyordu. Betimlemelerimden sıyrılıp gözümdeki yaşı sildim. Arabanın kapısını açıp sürücü koltuğuna oturdum. Dikiz aynasından kendime baktım. Kitapta okuduğum bir söz geldi aklıma. ‘Dikiz aynasına bakılarak ileriye gidilmez.’ Sonrasında simsiyah akmış rimelime odaklandım. Yağmurdan mı akmıştı yoksa gözyaşlarımdan mı? Elimle silmeye çalışsam da yüzüme iyice dağıldığını fark edince kararımı değiştirdim. Arabayı çalıştırıp direksiyona sıkıca iki elle tutunduktan sonra aklıma telefonum geldi. Sessize almıştım. İlk defa bu kadar uzun süre sessizde bırakmıştım telefonu. Yoğun iş hayatımın temposundan olsa gerek sürekli açık tutmam gerekiyordu. Özellikle çalıştığım birimde statüm artınca üzerimdeki yüklerde fazlalaşmıştı. Fazla yük demek fazla mesai anlamına gelse de işimi çok sevdiğim için pek yorulduğum söylenemezdi. Sağ elimi direksiyondan çekip torpido gözüne doğru uzattım. Bir yandan gözümü yoldan ayırmamaya çalışıyordum. Yağmur görüşümü engellemiş yollar jilet gibi kayıyordu. Telefonu almamla birlikte elimde bir fotoğraf belirdi. Telefonumdan önce fotoğrafı incelemeye başladım. İçimdeki kızgınlık duygusu artmaya başladı. Yırtıp atmak gelmişti içimden. Özellikle bin parçaya bölüp sonrasında arabanın camından yağmura mahkûm etmek fikri çok cazip geliyordu. Fotoğraftaki anı canlandı gözümde. Hayatımda yaşadığım en güzel duygulardan biriydi. O an kalbimin küt küt atışını tekrardan yaşıyordum sanki. Kamp etrafındaki yeşillikler gözümün önüne geldi. Yan yanaydık. Beni sevmediğini düşünüyordum. Ama ben ona deliler gibi aşıktım. Gitar çalan kişi tam yerinde işine başlamıştı. Filmlere sahne olacak bir durumdu benimkisi. Utangaç tavrımdan ödün verip şarkının en anlamı kısmında yanımdaki şahesere döndüm. Gözleri benimle buluştu. Beni seviyor mu? diye geçirmiştim içimden. Beni sevmesini o kadar çok isterdim ki. Yüreğim sıcacıktı bakışları karşısında. Soğuğa karşı bedenim de üşümüyordu. Kamp ateşinden değildi elbette. Bakışları beni mahvetmişti. Neler vardı o bakışlarda. Belki bir gün bana anlatırdı. Yaşadığım anı gözümde canlanırken sağ elim istemsiz bir şekilde fotoğrafı torpido gözüne geri koydu. Gözümdeki yaş fotoğrafa düşmüş olacak ki fotoğrafın ıslaklığını hissetmiştim. Başımı devam ettiğim yola doğru çevirdiğimde karşı şeritte olduğumu fark etmem çok geç olmuştu. Karşımdaki tırın farları gözümü almakla kalmamış kalbimin sıkışmasına neden olmuştu. Panik haline girmiştim. Ne yapacağımı bilemez halde direksiyonu sağa doğru kırdım. Arabam yuvarlanmaya başladı. Son hatırladığım şey sanki telefonuma tutunmak beni ölümden koruyacakmış gibi telefonumu elimde sıkıca tutmamdı. Ama fazla savrulmuş olacağım gibi telefonumun nereye fırladığını göremedim. Direksiyona tutunmak istersen kafamın direksiyona gömülüşüyle gözlerim kapanmıştı.
Gözlerimi aralamaya başladığımda, üzerimdeki nefeslerden insan kalabalığını hissediyordum. Göz kapaklarımla savaşıyordum. Açmaya çabaladıkça sinsi bir ağrı tepki veriyordu tüm bedenime. “Gözlerini açmaya başladı.” Diye telaşlı bir ses tonuyla yeniledi cümlesini bir ses. Kafamın karmaşıklığı karşısında anlamlandırmaya çalışırken, sesin anneme ait olduğuna emin olmaya başlamıştım. Gözlerimi tamamen açılınca karşımdaki anlamsız saatle bakışır durumdaydım. “Doktor.” Diye sözlerine devam etti annem. Kafamı hafifçe çevirmeye başlamıştım. Göz göze geldiğimizde annem olduğunu son kez teyit etmiştim. Saçlarını ne ara sarıya boyattığından emin değildim. En son kendisine kızıl yakıştığını iddia ederek asla saç rengini değiştirmeyeceği konusunda diretiyordu. Gözlerimi ilk açmaya başladığımda odamda olduğum duygusuna kapılsam da odamda olmadığıma emindim. Annem odamın içinde doktor diye bağırmazdı. Etrafı hafifçe incelemeye başlayınca duvarların odamın renginden farklı olduğuna karar vermiştim. Etrafımdaki yüzleri yavaş yavaş seçmeye başlamıştım. Önce beyaz önlüklü, ön ceplerinden kâğıt kalem fışkıran iki kadın fark ettim. Bunların hemşire olduğuna emindim. Veya doktor da olabilirlerdi. Kafam karmakarışıktı. Doktor ve hemşireyi ayırt edebilecek düzeyde değildim. Güneş ışığının geldiği pencere tarafına doğru kafamı usulca çevirince tanıdık birkaç yüzle karşılaşmak yüzüme tebessümün yerleşmesine neden olmuştu. Halesu, Cenk, Sevgi.
|
0% |