
10. BÖLÜM
Esat
(Rüya'nın anlatımıyla)
Herkes etrafımızda toplanmıştı ve bizi izliyordu. Hatta birkaç tanesi ayırmaya bile çalışmıştı. Ama umursamamıştım. Adam çığlıklar atarken ben ona boş boş bakıyordum. İyi olmuştu. Şimdi hapse girebilirdim. Adamın arkasında duran Esat kaşları çatık bir şekilde öne adama sonra yüzünde gurur dolu bir ifadeyle bana baktı ve yanıma geldi. Alparslan ise hala kaşları çatık bir şekilde adama bakıyordu çok kısa bir an gözleri bana kaydı ve tiksinti dolu bakışlarımın onun üzerinde olduğunu görüp geri adama döndü. Neden geri yanıma gelmişti? Aramızda hiçbir şey yaşanmamışken veya olmazken neden gelmişti. Onunla muhatap olmak istemediğim için Esat’ın kolunu çektim. Israr etmeden benimle geldi. Arabasına binip yola çıktığımda hiç konuşmadık. Bu sessizliği ben bozdum. “Nereye sürüyorsun?”
“Eve.”
“Yok, beni otele bıraksan yeterli.”
“Öyle bir şey olmayacak!”
“Esat, kovulduğum bir yere geri dönmeyeceğim! Beni otelime geri bırak dedim!”
“Bende sana öyle bir şey olmayacak dedim?”
“Esat! Sağa çek.”
“Hayır.” Şansıma kırmızı ışık yandı ve Esat durmak zorunda kaldı. Kapıları içeride çocuk olmadığı sürece kilitlemediğini de biliyordum. Fırsat bu fırsattı. Kapıyı açtığım gibi dışarı çıktım. Esat ne olduğunu anlamamış bir şekilde kapının olduğu tarafa bakarken yeşil ışık yandı ve ben kaldırıma doğru koştum. Esat yeşil ışığın yanmasını umursamadan kapısını açtı ve karşıdan gelen arabayı fark etmeden bana doğru koştu. Karşıdan gelen araba çok hızlı ve dikkatsiz geliyordu. Çarpacaktı. “Esat!” diye bağırmam bir işe yaramadı ve araba hızlı bir şekilde Esat’a çarptı. “Esat!” hızla yanına koştuğumda gözümden yaşlar akmaya başlamıştı bile. “Esat! Bir şey desene! Esat! Konuş! Esat!” Çarpan arabanın sürücüsü arabadan inmiş ambulansı çağırmıştı. Esat cevap ver lütfen! Yapma Esat! Konuş! Tek bir kelime…” Ambulans geldiğinde her şey çok hızlı gelişiyordu. Birkaç dakikada ambulansa ulaşmıştık. Hastaneye geldiğimizde ise Esat’ın yüzünü bile görmeden yoğun bakıma almışlardı. Birine haber vermeliydim. Alparslan? Olmaz. Görkay! Evet. Hemen telefonumu çıkarıp Görkay’ı aradığımda ikinci çalışta açmıştı telefonunu. “Efendim Rüya?” Hala ağlıyordum. Bu yüzden hıçkırıklarım arasında konuşmaya çalıştım. “Esat, gitti. Hastaneye gel. Görkay! Gel. Lütfen, hastaneye gel. Esat-”
“Rüya? Ne oluyor? İyi misin?”
“Değilim. Esat trafik kazası geçirdi. Hastaneye gel. Lütfen.”
“T-tamam. Geliyorum. Sakın bir yere gitme.” Benim yüzümde oldu. Benim yüzümden. Benim yüzümden…
Araba çarptı. Benim yüzümden. Bana gülümsemişti. Sonra kavga ettik. Sonra çarptı araba. Hıçkırıklarım devam ederken sırtımda bir el hissettim. Başımı çevirdiğimde yanımda Esat duruyordu. “Esat?” Ama Esat ameliyatta değil mi? Olmasın. “Rüya? İyi misin?”
“Esat! Özür dilerim. Beni bırakma. Ne olur!” Önünde diz çöküp dizlerine Ωsarıldığımda Esat yavaş yavaş kayboldu ve yerine Görkay geldi. Hızla uzaklaşıp bağırmaya başladım. “Esat nerede! Buradaydı!” Görkay beni kollarımdan tutup bir koltuğa oturttuğunda etrafımızı hemşireler sarmıştı. Yoğun bakımın odasından sesler duyuyordum. Kalp ritimleri. Ağlayarak sesleri dinliyordum. Görkay bana sıkıca sarılmış bir şekilde sarılırken ben sadece ağlıyordum ve Esat ile geçirdiğimiz günleri hatırlamaya çalışıyordum. Hiç kimse konuşmuyordu ama hemşireler yoğun bakım odasına telaşla gidip geliyorlardı. Ve kalp ritimleri hala kulağımdaydı. Bu bir halüsinasyon tarzı bir şey mi yoksa gerçek bir ses mi anlayamıyordum. Aklıma Esat’ın arabasında bayıldığım gün geldi. Zaten ne olduysa o günden sonra oldu.
Yaklaşık bir saat ağladıktan sonra yoğun bakımdan bir doktor çıktı. Umutla ayağa kalkıp doktora yaklaştığımda doktorun yüzündeki ifade tüm umudumu sıfıra indirdi. Ağlayarak konuştum. “Hayır,”
“Hastayı kaybettik.”
“Hayır! Hayır! Hayır! Hayır! Hayır! Hayır Görkay hayır…” Kulaklarımda duyduğum kalp ritmi düz bir sese dönüştü. Ardından o seste soldu ve sessizlikle tanıştım. Derin bir ölüm sessizliğiyle. İçimden sayıklıyorum: hayır! “Hepsi benim yüzümden!” Sinirle etrafıma baktım. Bir şey arıyordum. Kesici, öldürücü bir şey… Gözlerim Görkay’ın cebine değdiğinde küçük silahı gördüm. Hızlıca almaya çalıştım ama Görkay yapacağım şeyi tahmin etmiş olacak ki benden önce davrandı ve silahı o eline aldı. “Esat’ın orada kimsesi olmayacak. Ben yanına gitsem olmaz mı? Lütfen ben de gideyim yanına.” Bunları derken yanımıza Alparslan, İnci, Ilgaz, Duru ve Balkız girdi. Onları gördüğümde ağlamam daha da şiddetlendi. “Esat’ı özledim, Görkay lütfen! Bende gideyim yanına.” Görkay hala ölüm haberinin etkisinden çıkamamış bir şekilde bana bakıyordu. Doktor hala yanımızdaydı. Bu sefer o konuştu. “Birisinin işlemleri halletmesi gerekiyor. Birde arkadaşınızı morga kaldırıldık. İsterseniz göremeye gidebilirsiniz.” Doktorun acımasız laflarına gözlerimdeki yaşlar daha şiddetli akmaya başladı. Alparslan Ilgaz’a bir şeyler dedi ve Ilgaz yanımızdan ayrılıp doktorun peşinden ilerledi. Alparslan bana ‘üzgünüm’ demek ister gibi bakıyordu. Belki de özür dilemek istiyordu. “Duru, beni arkadaşıma götür.” Dedim ağlayarak. Duru bana dolan gözleriyle baktı ve koluma girdi. Şişmiş göbeğiyle bile bana yardım etmesi çok hoşuma gitmişti ama bunu şu an dile getiremeyecektim. Sadece ona olan en buruk gülümsememi sundum. Birkaç dakika yürüdükten sonra morgu bulduk. Morgu niye bulduk? Çünkü Esat öldü. İçeri girdiğimizde soğuktan ürperdim. Bir doktor önümüzden Esat’ımın yattığı yeri açtı. Üzerine bir şey sermişlerdi. Niye sermişlerdi ki? Üzerindeki bezi sadece yüzü görünecek şekilde açan doktora son kez baktım ve Esat’a döndüm. Yüzü kurumuştu. Gözlerimdeki yaşların hızı şiddetlendi ve ben yere çöküp ağlamaya devam ettim. Doktor ben ağlarken acımasız bir şekilde konuştu: “Sadece 2 dakika.” Ne yani, tüm hepsi bu muydu? Demek ki bizim hikayemiz 2 dakikaymış Esat… ne acı! Ağlamaya devam ederken Esat’ımın elinden tuttum ve ikimizin şarkısını kısık sesle söylemeye başladım. Oldukça neşeli bir şarkıyı böyle bir anda nasıl söylediğimi bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey bu şarkı ikimizindi. Şöyle diyordu şarkı:
Hüzünler başıma vurdu yine,
Sevginin çıkmaz yollarında senin dolaylarında,
Sana dair hasretim yüzyıllardan kalma
Aklımı kaçırıyorum bu cinnet akşamlarında
Orda her kiminleysen belki sevgilinleysen
Söyle kumralım benim adım neydi…
Biraz daha devam ettikten sonra şarkıda en sevdiğimiz kısım geldi:
Sahip olduğum her şeydin
Her şeyimi alıp gittin… (YAŞAR/ KUMRALIM)
Evet, sadece iki satır izim en sevdiğimiz yerdi. Hala öyle! Duru beni izliyordu. Anlamamıştı. Yine buruk bir gülümsemeyle açıkladım: “İkimizin şarkısıydı, hala öyle.” Derin bir nefes aldı ve konuştu. Bir şarkıda ikimiz ona armağan edelim mi?” Hevesle başımı salladım. “Hangi şarkı?”
“Ama sadece nakaratını, olur mu? Yoksa anlamsız olur.”
“Tamam olur! Yeter ki bir şey armağan edelim. Zaten sonra gideceğim ben.” Derin bir nefes aldı ve söylemeye başladı: “Ah, ellerim titriyor,” hemen ona eşlik etmeye başladım.
“Of, bi’ ateş basıyor
Özlemek bu, dokunmakla geçmiyor
Ah, öyle sev ki beni
Mey diye içeyim
Kalbim tekliyor, ah, gel, hasta gibiyim…” kısık sesle söylediğimiz o şarkı sanki bir konserdeymişiz gibi hissettirmişti. Doktor içeri geldiğinde bize çatık kaşlarla bakıyordu. “2 dakika demiştim! Görevliler bana haber vermeseydi tüm günü geçirecektiniz burada artık dışarı çıkmanın vakti geldi.” Ama ben daha bitirmemiştim vedalaşmamı. “Duru! Bitmedi! Onunla vedalaşmadım daha!” dedim gözyaşlarıma yenilerini eklerken. Bitmemişti! Gerekirse gece gizlice gelirdim buraya. “Kuzum, özür dilerim ama yapabileceğim bir şey yok.” Duru’ya lütfen der gibi baktım. O da doktora döndü ama doktor çoktan Esat’a yaklaşmış örtüyü geri üzerine örtüyordu. Aniden doktorun eline yapıştım ve söyle dedim: “Lütfen! Son bir kez sarılayım!” Doktor kaşlarını çatıp geri çekildi. Bu sefer Esat’a doyasıya sarılıp öptüm. Dışarıdan arkadaş gibi gözükmüyorduk ama hiç de öyle değildi. Gözyaşlarım tenini ıslatmıştı. Bu ona yakışmıyordu. Ağlamış gibi gözüküyordu. Yoksa gerçekten mi ağlıyordu. “Duru! Esat ağlıyor!” O yaşıyordu! Doktor konuşmaya başladı, yine! “Saçmalamayın hanımefendi! O bir ölü!”
“Değil!” dedim ve kriz geçirircesine çığlık atı ağlamaya başladım. Duru hamile haliyle bana destek olmaya çalışıyordu. Çığlıklarımdan olsa gerek içeriye İnci gelmişti. İnci Duru’ya bir şeyler dedi ve Duru morgdan çıktı. “ İnci! Esat ağlıyordu! O ölmedi! Onu canlı canlı gömecekler!” İnci ise bana sadece sarıldı. Alparslan gelmemişti. Umurumda bile değildi. Keşke o arabadan hiç inmeseydim! O benim yüzümden öldü. Birden cebimden telefonu çıkardım ve Esat ile olan konuşmamıza girdim. Buraya girince daha fazla ağlamaya başladım. Bugün onu aramıştım. Bugün o ölmüştü. Bugün o hem canlı hem ölü oldu. Bundan sonra da ölü olacak. Mesajlarımızda biraz üste çıkınca Esat’ın bana ne olur ne olmaz diye attığı annesinin numarasına bastım ve telefon çalmaya başladı. Telefon üçüncü çalışta açılmıştı. “Alo, kimsiniz?” Ağlayarak cevap verdim: “Fatoş abla, benim, Rüya.”
“Rüya kızım? Neden ağlıyorsun? Ne oldu?”
“Fatoş abla! Esat!”
“Ne olmuş Esat’a? Yine ne yaptı sana?”
“O bana bir şey yapmadı abla…” evet abla ben onu öldürdüm. Ben katil oldum abla.
“Ee ne oldu o zaman? Telefonuma da cevap vermedi.” Veremez ki ablam… çocuğunu öldürdüm. Morgdan açamaz o telefonu. “Abla,” derin bir nefes aldım ve hıçkırıklarım arasından konuştum: “Esat gitti abla.”
“Nereye gitti kızım! Delirtme beni!” anlamıyordu! Dayanamadım ve bağırarak konuşmaya başladım: “Telefonunu açamaz çünkü o morgda derin bir uykuya daldı abla! Gitti işte çocuğun! Gelmeyecek bir daha çocuğun! Öldü o öldü! Gitti işte! Abla o gitti…” Ardından bir kahkaha sesi. “Rüya, bu kadar mıydı kızım? Çok komik gerçekten.”
“Abla şaka değil! Duymuyor musun ağlıyorum ben!”
“Kızım,” dedi yalvarırcasına. “Dalga geçilecek bir konu değil bu.” Belki de gözleri dolmuştu bile. Sesi titriyordu. Ben sessizleştikçe onun hıçkırık sesi arttı. Ve birden telefon tekrar çalmaya başladı. Ekrana baktığımda Fatoş abla görüntülü arıyordu. Açtığımda direk konuştu. “Oğlumu göster bana.” Yalvaran gözlerle kapıdaki doktora baktım. Sinirle bakıyordu. “Sadece 2 dakika!” Gözlerimdeki yaşlar daha da arttığında doktor sabırla Esat’ın yüzünü açıyordu. Kamerayı çevirdim ve Esat’ımın yüzüne tuttum. Cansız, renksiz duruyordu. Yakışmıyordu ona bu renk. Fatoş ablam daha da ağlamaya başladığında yanına Esat’ın babası Ali amca da gelmişti. Yeni gelmişti. Karısını ağlarken görmüş ve gelmişti. Şimdi ise oğlunu ölü, renksiz, ona hiç yakışmayan bir renkte görüyordu. Ali amca karısına bakarken onun da neler olduğunu anlamak istemediğini anladım. “Rüya kızım, bu nedir? Şakaysa komik değil kızım.” Sadece ağladım. Cevap olarak daha da ağladım ve Esat’ın yüzünü göz yaşlarım onun yüzünü ıslattı. Hemen elimle sildim. Bir yandan Ali amca telefonunu açmış bilet arıyordu. “Kullanamıyorum bu telefonu. Ah be oğlum.” Biliyordum. O telefonu bir daha kullanmayacaktı. O telefon Esat’ın babasına doğum günü hediyesiydi. Vakit bu vakitti. Annesinin ve babasının da yerine onu öptüm, sarıldım. “Kızım, bilet aldık. Biz gelene kadar şey yapmayın.” =Kızım, bilet aldık. Biz gelene kadar gömmeyin. Evet, Fatoş ablam bunu demek istedi. “Asla ablam. Ama şey,” Yarın Antalya’ya gideceğimi nasıl söylerdim. “Abla telefonum kapanacak. Şarjım az. Sizin uçak kaçta?”
“Bir saat sonra.”
“Tamam abla, hadi kazasız gelin.” Telefonu kapattım ve direk uzun zamandır basmadığım o isme bastım. Cemil. Son bir kez Esat’ımı öptüm. Doktor beni odadan dışarı fırlattıktan sonra telefon açıldı. “Rüya! Geliyor musun kardeşim? Ne zaman?”
“Kes Cemil! Esat için aradım. Babamla konuş bileti birkaç gün sonraya alsın. Sende ilk uçakla atla gel buraya.”
“Ne olmuş ki Esat’a?” sesi umursamazdı. “Cemil,” yalvarırcasına konuştum. “Desteğine ihtiyacım var benim. Cemil hemen buraya gel! Esat gitti! Esat öldü! Niye herkese teker teker açıklamak zorundayım?!”
“Ne?” telefonu yüzüne kapattığımda içime saniyelik başka bir acı daha girdi. Cemil yüzündendi. Gözleri dolmuş olmalıydı. Artık tek güvencem Cemil’di. Ama böyle bir şey olmayacaktı. Onunla artık eskisi gibi olamayacağımı biliyordum. Ama olsun, üstesinden gelebilirim. Son bir kez bulunduğum yere baktım ve küçük ve isteksiz adımlarla yürümeye başladım. İnci sakince arkamdan geliyordu. Çıkmadan önce onun da gözlerinin dolduğunu görmüştüm. “Bu halin beni çok etkiledi de…” Hiçbir şey demeden yürümeye devam ettim. Gözyaşlarımı ne kadar tutmak istesem de ben izin vermesem bile akıyorlardı. Bu sefer daha farklı bir doktor geldi ve şöyle dedi: “Esat Çırakoğlu’nun arkadaşı siz miydiniz?” Derin bir nefes aldım ve konuştum. “Evet benim?”
“Kıyafetlerini size verelim. Siz ailesi varsa onlara verirsiniz.” Var doktor abla. Esat’ın geride bıraktığı kocaman bir ailesi var. Annesi var, babası var, halası, teyzesi, amcaları, dayısı, anneannesi, babaannesi, dedeleri var. Yengeleri var, büyük yengeleri var. Kuzenleri var. Fazla kuzeni var. Hatta birisi bana çıkma teklifi etmişti. O günü hiç unutmam. Esat ile saatlerce gülmüştük. Hayır, biz sevgili değiliz. Biz birbirimizi çok seven çok yakın arkadaşız.
Umarım beğenmişsinizdirrr...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |