@kitaplardakaybolms
|
2.BÖLÜM
Saat sabah 12:59. Cemil beni yataktan atmasaydı asla uyanmayabilirdim. Gerçi bana kalsa hiçbir gün uyanmazdım ama olsun. Kalkıp bir şeyler atıştırdım ardından Cemil ile odama geçtik ve ona sormam gereken son sorularımı sordum. “Gittiğimde nereye gideceğim?” “Otel ayarladım sana. İlk iki gün orada kalacaksın. Konumunu sen gittikten sonra atarım. Otele yerleştikten sonra emlakçıya gidersin. Sen istediğin daireyi seçtikten sonra beni ara. Ev işini ben halledeceğim. Onun dışında senin için bir hafta yetecek kadar nakit ayırdım çantandan çıkarma ve kaybetme. Paran bittiğinde bana haber ver gönderiyim. Bu arada sana kartımı vereyim. Bekle getireyim.” Cemil odadan çıkınca her şeyin ne kadar hızlı geliştiği aklıma geldi. Aman Tanrım, babam ve annem gerçekten cinsiyetçi. Cemil her şeyi ne kadar da hızlı ve açık yürütebildi. Benim yerime o İstanbul’a gitmek isteseydi muhtemelen annem ile babam şüphesiz kabul ederlerdi. Cemil geri odaya geldiğinde elinde küçük bir poşet vardı. “Gitmeden önce sana küçük bir hediye almak istedim. aç bakalım beğenecek misin?” poşeti açtığımda karşımda pahalı bir çanta duruyordu. Gözlerimin dolduğunu hissettim. Boğazımdaki yumruyu boş verip Cemil’in boynuna atladım. “Teşekkür ederim. Galiba hayatımda aldığım en güzel hediye.” Çanta o kadar güzeldi ki 40 yıl kullansam hevesim kaçmazdı. Orta büyüklükteki çanta siyah deriyle kaplıydı. Üzerindeki küçük taşları göz alıcıydı. Aynı zamanda boyuna asılıyor ve elle tutulabiliyordu. Genellikle annemin eski çantalarından beğendiklerimi alırdım. Onlarda ne kadar pahalı olsa da insan kendine özel çanta alınca seviniyormuş. Tüm kıyafetlerimle konbinleyebileceğim çantamı hemen yatağımın altındaki bavuluma koydum. “Çantanın içinde kartın ve nakit paran var. Kartının içinde de para var.” “Teşekkürler.” Cemil dün akşamdan beri yüzünü asıyordu. Belli ki gitmem ona koyuyordu ama bende burada kalsam bana koyacaktı.
Saat akşam 23:10. Annem ve babam uyuyor. Cemil ile ben ise son hazırlıkları yapıyoruz. “Bavulunun içinde gereken her şey var değil mi?” sekizinci kez soruyordu, Tanrım! “Evet, Cemil! Merak etme.” “Yahu, ne merak etme Rüya. İstanbul’a taşınıyorsun, bilmem biliyor musun?” annemler uyuduğu için fısıldayarak konuşmamız gerekiyordu. Cemil ile fısıldayarak kavga etmek oldukça trajikomikti. Çünkü ben gidiyordum ve ikimiz de oturup ağlamak yerine fısıldayarak kavga ediyorduk. Ayrıca Cemil nedenini bilmeden eğilerek konuşuyor. Sanki eve hırsızlığa gelmişiz ya da birilerinden saklanıyormuşuz gibi duruyordu. Kendimi daha fazla tutamadım ve açık olan dış kapıdan kendimi atarak sesli bir şekilde kahkaha atmaya başladım. Cemil ise ne yaptığımı veya neye kahkaha attığımı bilmez bir şekilde beni izliyordu. En sonunda kendine gelmiş gibi silkelenerek o da benim olduğum yere geldi ve eliyle ağzımı sımsıkı kapattı. Gülmem aniden durdu ve nefes alamadığımı fark ettim. Cemil elini çekmiyor ben elini itmeye çalıştıkça daha fazla bastırıyordu. En sonunda elini ısırdım ve elini çekmek zorunda kaldı. İçimen derin nefesler çekerken Cemil bana garip bir şekilde bakıyor ve elini havada sallıyordu. Artık nasıl ısırdıysam Cemil sessiz bir şekilde çığlık atıyordu. Kendimi yine tutamadım ve bu sefer biraz daha kısık sele kahkaha atmaya başladım. Cemil’in de sinirleri bozulmuş olacak ki o da kahkaha atmaya başladı. Böyle birkaç dakika deliler gibi kahkaha attıktan sonra ilk konuşan ben oldum. “Geç kalacağız ,hadi.”
“Bunu bana mı söylüyorsun gerçekten?” Gözlerimi devirdim. “Evet sana söylüyorum. Ama gerçekten geç kalacağız. Hadi gidelim.” Cemil pes etmiş gibi ellerini havaya kaldırdı ve neredeyse kapının önünde yarım saat boyunca sinirle bekleyen taksiye bindik. Eşyalarımı yarım saat önce taksinin bagajına koymuştum ve evin içini son kez dolaşmıştım. Annemlerin uykusu ağır olduğundan dolayı onlara da son kez bakıp sessiz bir şekilde içimde kalanları söylemiştim(Bunların yarısından fazlası küfür doluydu ama olsun.). taksi hareket ettiğinde cebimden telefonumu çıkardım ve şarjımı kontrol ettim. Telefonumun şarjı fuldü. 45 dakika boyunca tek bir kelime etmeden havaalanına kadar geldik. Havaalanında işlemlerimi tamamladıktan sonra Cemil ile vedalaşmak zorunda kalmıştım. Zorunda kalmıştım diyorum çünkü eğer annemler olmasaydı ne ben başka bir yere giderdim ne de Cemil burada tek kalırdı. Aslında pek vedalaşmak olmadı çünkü en kısa zamanda Cemil için geri gelecektim. “Ağlamamak için zor duruyorum Cemil. O yüzden bunun bir veda olmadığını açıkça söylemek istiyorum.” “Evet, bu bir veda değil. Ayrıca ben de gelebilirsem geleceğim ve sen bana küçüklüğümüzden beri hayalini kurduğumuz evini tanıştırıp o meşhur kahveni yapacaksın.” “Söz veriyorum. Bende geleceğim ve küçüklüğümüzden beri söz verdiğin gibi beni Land Of Legends’a götüreceksin.”
“Söz veriyorum. Ayrıca sakın ama sakın dilimizi unutma. Yine ihtiyacın olacaktır.” “Söz veriyorum unutmam. O zaman sende söz ver unutmayacağına.” “Söz veriyorum.” Bu kelimelerden sonra ikimizin de aklına aynı şey gelmiş olacak ki aynı anda küçüklüğümüzde icat ettiğimiz el hareketleriyle görüşürüz dedik. Sonra gülerek son kez bakıştık ve ikimiz de aynı anda arkamızı döndük. Birkaç dakika sonra uçağın herhangi bir koltuğunda buldum kendimi. Cemil’den sakladığım göz yaşlarım akarken uçak yavaş yavaş hareket etti. Uçak tamamen kalktığında yanımdaki koltuktan bir ses duydum. “Selam.” Bir erkeğin sesini duymuştum. Cam kenarında oturduğum için diğer yanındakine seslendiğini düşünüp ona bakmayı reddettim. Ardından aynı sesten farklı kelimeler duydum. “Hayır, başkasına demedim. Sana dedim.” Ben bunları sesli mi dile getirdim? Tanrım! Gözlerimi irice açarak sesin geldiği yöne baktım. Tanrım! Bakmaz olaydım. Hayatımda gördüğüm en yakışıklı insan! Sakin gözükmeye çalışarak dediklerine cevap verdim. “Merhaba?” Tanrım! Diyebileceğin tek cevap bu muydu? “Merhaba küçük bayan.” Aman Tanrım! Sesindeki cilveye bak! “Bir şey mi oldu?” Aferin Rüya! Birde hesap soruyorsun! “Yok, hayır olmadı. Sadece bir şey sormak istiyorum.” Şükür! “Tabi, buyurun.” Rüya sen şaka mısın kızım? Adamı restoranına mı davet ediyorsun. İsmini bilmediğim yakışıklı adam hafif bir sırıtışla bana baktı. “Acaba sizi bir yerden tanıyor olabilir miyim?” Ne? Ne tanıması yavrum? Ben senin gibi yakışıklıyı hiç görmedim. Bembeyaz tenine zıt kapkara gözleriyle hafif dağınık açık kahverengi saçlar. Keskin yüz hatları ve pürüzsüz cilt. Sanki onu incelediğimi anlamış gibi dudağının bir kenarı kıvrıldı. Dudağı mı? Kırmızıya çatmış koyu pembe ince dudakları var. Aman Tanrım! Ne oluyor bana? “Sakıncası yoksa isminizi öğrenebilir miyim?” “Rüya. Rüya Kardelen.” “İsminiz de bana çok tanıdık geliyor küçük bayan.” Küçük bayan mı? Aramızda en fazla bir ya da iki yaş olduğuna eminim! “Çok özür dilerim. Acaba kaç yaşındasınız? Bana sürekli küçük bayan diyorsunuz.” Sitem edişim hoşuna gitmiş olacak ki sırıtışı büyüdü. Tanrım! Neden erkekler hep sırıtırlar? “Ben mi? 21 yaşındayım.” 21? Aramızda sadece 3 yaş var ve bu adam gelip bana küçük bayan diyor! “Kusura bakmayın ama ben 18 yaşındayım. Aramızda sadece 3 yaş var ve siz bana küçük bayan diyorsunuz.
Çocuk falan değilim ben. Ayrıca ismim herkes tarafından biliniyor. Babam Miraç Kardelen. Türkiye’nin en büyük holdinglerinden birisini yönetiyor. Dolayısıyla internette yüzümü görmüş olabilirsiniz. Ama ben sizin gibi birini hayatımda hiç görmedim.” Evet, bana lakap takılmasından nefret ederim. Ama ne yapayım? Ah! Evet ben sizin küçük bayanınızım mı deseydim. Yakışıklılığı şu andan itibaren benim için bitmiştir. Bu adamla hayatta evlilik hayalleri kurulmazmış. “Peki bayan.” Bayan kelimesini sanki üzerine basarak söylemişti. Bu hareketi beni sinirlendirdiği için kaşlarımı çattım ve ona baktım. “Beyefendi, ne istiyorsunuz benden? Bugün mutsuz bir günümdeyim. Ailemden ayrıldım ve siz benim sinirlerimi daha fazla arttırıyorsunuz. Bari isminizi söyleyin de nereden gözünüzün kestirdiğini anlayayım. Hafızam kuvvetlidir.” “Alparslan Çevik.” Ne! Gözlerimi irileştirdim ve ona son bir kez baktım. Tanrım! Yedinci sınıfta ondan hoşlandıysam ne olabilir ki! Yüzümü hemen bir köşeye sakladım ama ne yazık ki yan yana oturuyorduk. Sonra bu işin böyle olmayacağı aklıma geldi ve hemen ayağa kalktım. Ona değmemeye çalışarak koridora çıktım ve hemen tuvalete attım kendimi. Ne yapacaktım?
Uçak inene kadar burada bekleyemezdim. Çocuk galiba anladı! Tanrım, bu estetik falan mı yaptırdı. O bu kadar yakışıklı değildi. Öylece ayakta durmuş iki metrekarelik tuvaletin içinde dolaşırken(dolaşmaya çalışırken) kapıdan bir ses geldi. “Pardon küçük hanım ya da küçük bayan ama ne olursa olsun benim yanımda oturduğunuz için sizinle konuşacağım.” Başka bir ses bekledim ama gelmedi. Başka bir ses gelmedi ama benim aklıma çok güze bir fikir geldi. Birisiyle koltuğumu değiştirmem gerekiyordu. Tuvaletten yüzümü yıkayıp çıktım. Karşıma ilk gelen kişiye “Pardon, yanınızda herhangi bir koltuk var mı? Boş bir koltuk yani.” “Evet yavrum, iki yanımda boş. Neden ki?” “Y-yanımdaki beyefendi beni çok rahatsız etti de. Sizin için bir sıkıntı olmazsa yanınıza gelebilir miyim?” “Tabi yavrum. Bak şurada, üç sıra gerisinde. Ben ortada oturuyorum. Diğer iki yanım boş. İstediğine otur yavrum.” “Sağ olun! Teşekkürler!” Kadını tuvalete giderken yakalamıştım. Kadın tuvalete giderken boynumda bir nefes hissettim. İçimden o olmaması için dualar ederek arkamı döndüğümde gerçekten onun olduğunu gördüm. Yüzümü buruşturarak arkaya doğru bir adım attığımda ayağım başka birisinin adımlarına takıldı ve tökezledim. Düşmek üzereyken belimde bir el hissettim. Ayağa kalktıktan sonra belimdeki elin sahibine baktım. Tanrım! Yine oydu! Bu adam bu uçak yolculuğunda beni rahat bırakacak mıydı? “Teşekkürler.” Dedim ve başka bir şey demesini beklemeden bir hostes bulup valizimi ve sırt çantamı aldırıp kadının olduğu yere yerleştirdim. Tam cam kenarına geçeceğim sırada koridor tarafına o çocuk geldi. O çocuk dediğim yakışıklı, yedinci sınıfta hoşlandığım ve ona gereksiz ve saçma mektuplar yazdığım Alparslan Çevik. Kadın geri geldiğinde benim olduğum yere baktı, bana gülümsedi ve koridor tarafındaki Alparslan Çevik’e baktı. Sonra ne olduğunu anlamamış bir şekilde bana döndü ve ağzından tam olarak şu cümle döküldü “Sevgilin falan mı?” Gözlerimi irice açtığım sırada Alparslan Çevik konuştu. “Erkek arkadaşıyım ama oturduğumuz yerde bir arkadaş bizi rahat bırakmadı. O yüzden sevgilim sizinle konuştu. Ama siz ortada oturduğunuz için ayrı kaldık.” Gözlerimi daha iri açtığımda iri gözlerimi kadından ayırıp Alparslan Çevik’e çevirdim. Bana sinir bozucu bir sırıtışla bakıyordu. Bu duyduklarım karşısında ayağı kalktım ve kadını hafif itekleyerek normal yerime doğru yol aldım. Tam oturacağım sırada biri beni kolumdan çekti ve bir eli bacağımı bir eli belimi kavrayıp beni havaya kaldırdı. Ne olduğunu anlamadan kadının yerine beni oturttu ve demin oturduğum yere de o oturdu. Gözlerimi çıkaracak kadar açıp ona doğru döndüm ve konuşmaya başladım. “Senin benimle derdin ne!” Küçük bir kahkahadan sonra o da konuşmaya başladı.
“Seninle bir derdim yok. Sadece bana o saçma mektupları neden yazdığını soracaktım.” Sırıtışı büyürken benim de yanaklarımın kızardığını hissettim. Başımı diğer tarafa çevirdim ve derin bir nefes alıp verdim. Ona tekrar döndüğümde gözlerini benden hiç ayırmamış gibi bakıyordu. “Bak sadece aklım ermiyordu ve insan hoşlandığı kişilere mektup yazar sanıyordum. Bak, ailemin beni nasıl büyüttüğünden bahsetmeyeceğim ama bu yaşımda ikizim bana gizli bir şekilde telefon aldı. Daha önce ailem benim için hiçbir yatırım yapmadığından neyi nasıl yapacağımdan haberim yoktu. Arkadaşlarımda benimle eğlenmek için bana mektup yaz dediler. Bende o sırada onların gruplarına girmeye çalışıyordum tamam mı? Yoksa sadece senden hoşlandım. Mektup falan yazmak umurumda değildi tamam mı? Ayrıca senden şuanda hoşlanmıyorum. Ayrıca yaptığım hiçbir şeyden de utanmıyorum. Yine olsa yine yapar mıyım? Hayır. Ama utandığımdan dolayı değil. O ahmak gruba katılmak yerine derslerime daha fazla özen göstermek için. Şimdi izninle gidiyorum. Kadına da yazık oldu.” “Madem sen bana her şeyi itiraf ettin, bende sana bir itirafta bulunayım. Sadece sen benden hoşlanmıyordum. Yani hislerimiz karşılıklıydı.” Bu duyduklarım karşısında tek yaptığım çok samimi olmayan bir gülümseme oldu. “Keşke bunu bana önceden itiraf etseydin.” Dediğim şey onu biraz üzmüş gibi bakışlarını kaçırdı.
Sakince yerime geçtiğimde kadının benim yerimde uyuduğunu gördüm. Onu daha fazla rahatsız etmemek için geri kadının yerine döndüm. Fakat Alparslan’ı göremedim. Etrafıma bakınıp kadının yerine oturdum. Tepeden anons sesi yükselince kemerimi bağlamam gerektiğini hatırladım. Uçak indiğinde Alparslan’ı eski yerinde uyurken buldum. Normalde onu uyandırırdım ama nedense içimde ona kızgın bir parça taşıyordum ve bu parça bugün oluşmuştu. O cümleyi kurmasaydı belki ona bir iyilik yapıp uyandırırdım ama uyandırmak yerine cebimden bir kalem ile kağıt çıkararak numaramı ve adımı yazıp onun cebine attım. Dediğim gibi eğer hislerimiz karşılıklıydı demeseydi onun yüzüne baka baka numaramı ve ismimi seve seve verirdim sonuçta çok yakışıklı. Keşke benim ona açıldığım gibi o da bana açılsaymış. Belki o zaman daha farklı bir hayatım olurdu. İşte ona bu yüzden sinirliydim. Uçaktan indiğimde direkt telefonumu çıkarıp Cemil’i aradım. Telefon ikinci çalışta açıldı. “Cemil ben indim.” “Tamam Rüya’m. Taksiye bin ve ayarladığım otele git. Senin adına rezervasyon yaptırdım, kendi ismini söylesen yeter.” “Annemler ne yaptı” “Gerçekten öğrenmek istiyor musun?” “Artık onlarla beraber yaşamayacağım ve umurumda olan sadece sensin! O yüzden söyleyebilirsin.” “Fazla umursamadılar. Benim seni sevdiğimi ve senin için her şeyi yapabileceğimi bildikleri için rol yaptılar.” “Onlardan beklediğim gibi. Neyse çok umurumda değiller. O zaman otele geçince seni ararım. Görüşürüz Cemo.” “Görüşürüz Rüya’m.” Telefonu kapattıktan sonra havaalanından çıktım. Bir taksi çağırıp beklemeye başladım. Bu sırada telefonum çalmaya başladı. Telefonumu çıkardığım sırada bilinmeyen bir numara olduğunu gördüm ve tereddütlü bir şekilde telefonu kulağıma yerleştirdim. “Rüya?” bu sesin sahibini tahmin etmek zor değildi. “Alp?” “Numaranı sen mi cebime koydun?” “Sence?” “Haklısın. O kadın gelip koymuş olamaz.” “Bir şey mi oldu? Yine geçmişte yaşanan şeyleri mi sorgulayacaksın? Eğer öyle bir niyetin varsa sana hayatımı anlatmaya niyetli değilim.” “Hayır, sadece numaranı kontrol etmek istedim. Birde…” “Birde?” “Yakın bir zamanda bir kafede oturabilir miyiz? Yani sonuçta aynı okula gidiyorduk ve tekrar karşılaştık.” “Numaramı doğru yazdım ve hayır buluşamayız. Sınava girmem gerekiyor, bunun için çalışmam gerekiyor. Ayrıca sınavım olduğu zamanlar evden nadir çıkarım.” Kesinlikle yalandı! Evet, sınavlarıma deli gibi çalışırdım ama evden çıkmak için sınava çalıştığımdan daha fazla çalışırdım. “En azından bir saatini ayıramaz mısın benim için?” “Kusura bakma kapatmam gerekiyor.” Telefonu başka bir şey demeden kapattım ve önümde bekleyen taksiye bindim. Taksiciye gideceğim oteli söyleyip yolu seyretmeye başladım.
Sanki arkamızdaki araba bizi takip ediyor gibi nereye gidiyorsak oraya gidiyordu. Taksi otelin önünde durduğunda taksiciye parasını verip lobideki işlerimi hallettim. Demin bizi takip ettiğini düşündüğüm araba ise birkaç dakika bekleyip gitmişti. Resepsiyondaki adam oda kartımı verdikten sonra hızlı bir şekilde odama geçip Cemil’i aradım. Otele geldiğimi haber verip hızlı bir duş aldım. Bavulumdan eşyalarımı almak için bavulumu açarken kapı çaldı. Kapının arkasına saklanıp sadece yüzümün gözükebileceği bir şekilde kapıyı açtım. Karşımda otelin bir çalışanı duruyordu. “Efendim, rahatsız ettiğim için kusura bakmayın ama Rüya Kardelen adına bir paket var.” “Kim göndermiş?” “Cemil Kardelen.” İmza işlerini de halledip elimde tuttuğum kocaman kargoyu yatağımın üstüne bırakıp giyindim. Saçlarımı yapmadan kargoyu açtığımda ağzım beş metre açıldı. Karşımda son model bir dizüstü bilgisayar duruyordu. Hemen Cemil’i aradım. “Cemil, bu ne?” “Sana küçük bir sürpriz yapmak istedim, beğenmedin mi yoksa?” Cemil’in sesinde küçük de olsa tedirginlik ve üzgünlük sezmiştim. “Şaka mı yapıyorsun? Beğenmemek ne demek? Cemil, hayatımda aldığım en güzel hediye bu! Verdiğin çantadan bile daha güzel!” Üzgün çıkan sesinden eser kalmamış, bir çocuk gibi konuşmaya başladı. “Beğenmene sevindim. Derslerine yardımcı olur diye düşündüm.” “Seni çok sevdiğimi biliyorsun değil mi? Bu hayatta kaybetsem üzüleceğim tek insan sensin.” “Öyle deme. Aslında sana kargo ulaşmadan söylemek istediğim şeyler vardı, ama kargo gelmiş ve sen aşırı bombastik mutlusun.” Evet, doğru tahmin ettiniz. Bu ‘aşırı bombastik’ kelimesini de biz uydurduk. Belki sizlerde kullanıyorsunuzdur ama arkadaş çevremizde bu kelimeyi kullandığımızda ya yüzlerini buruşturup gülüyorlar ya da ‘O ne demek?’ gibi şeyler söylüyorlardı. Yani anlayacağınız Cemil ile bir ülke kursak dilini şüphesiz bu şekilde öğretirdik. Neymiş uluslararası dil İngilizceymiş. Cemil ile benim dilim bin basar! Bu kendi kafamda kurmayı bir an önce bırakmalıyım. İnsanlar beni deli sanacak! Birkaç daha böyle oyalandıktan sonra saçımı kurutmadığım aklıma geldi ve nemli saçlarımı özensiz bir şekilde kuruttum. Dışarı çıkacaktım ve ev bakacaktım. Bunun için sanırım yeterli vaktim vardı. Aklımda Alp için ayırabileceğim bir saatimin olabileceği geldi ve hiç düşünmeden telefonumu çıkardım. Aramalara girip son aramalarıma baktım. Sadece iki kişi. Canımdan çok sevdiğim Cemil’im ve yedinci sınıfta hoşlandığım serseri Alparslan Çevik. Tanrı aşkına! Bir insan birkaç yıl içerisinde nasıl bu kadar değişebilir? Kendi kendime nasıl değiştiğine kızarak numarasını kaydettim. Sakın benden onu ‘Hayalimin adamı’ veya ‘Lisedeki serseri’ diye kaydettiğimi düşünmeyin. Tamam aşırı bombastik yakışıklı olabilirdi ama ondan nefret etmemem için bir sebep yoktu. Uçakta beni taciz etmiş sayılırdı. Kucağına benden habersiz beni aldı! Tanrı aşkına hayatımda ikinci kez karşılaştığım bir deli (ayrıca eskiden ondan hoşlanıyordum) beni kucağına aldı! Her neyse onu ‘Alp’ diye kaydettim. Kaydettiğim numarayı aramadan önce küçük bir çanta kontrolü yaptım. Sanırım her şeyim yanımdaydı. Çantam, içindeki kartım ve küçük miktarda nakit param yanımdaydı. Zaten taşıyacak başka bir şeyim olduğunu sanmıyordum. Küçük çanta kontrolümü de yaptıktan sonra telefonuma geri dönebildim.
Alp isimli sapığı aradığım sırada asansör bir katta durdu ve sırtı bana dönük, elinde telefonuyla bir adam asansöre bindi. Telefonu aynı anda kulağımıza yerleştirdik ve asansörün aynı anda da telefonumdan bir ses işittim. “Rüya?” tanrım asansördeki bu adam gerçekten Alp miydi? Emin olmak için bende konuştum. “Aslında sabah dediğin gibi bir kafede oturup sohbet etsek iyi olur.” Bakışlarımı bir saniye bile ayırmadığım adam yavaşça bana döndü ve gözleri beni buldu. Bu kapkara gözler bana uçaktan gördüğüm gözleri anımsattı. Gözlerimi gözlerinden ayırıp biraz daha aşağı indiğimde keskin yüz hatları bedenimi ürpertti. Biraz daha aşağı indiğimde kırmızıya çatmış koyu pembe dudaklarını gördüm. Tanrım! Bu oydu. Dehşet saçan gözlerimi onun gözlerine diktiğimde sinirden veya utançtan gülmeye başladım. “Kapat telefonu, seni sonra ararım.” deyince kahkaham arttı ve gerçekten gülmekten yere yapıştım. Gülme sesimin arasına farklı bir kahkaha sesi yerleşince başımı çevirip Alp isimli sapığa baktım. Gülmelerim küçük kıkırtılara döndüğünde ve asansörden inmiş otelin bombastik lüks gözüken kafesinde oturuyorduk. “Benimle ne konuşmak istiyordun?” “Aslında bakarsan beni sen buraya davet ettin. Havaalanında aradığımda reddetmiştin. Ne değişti?” “Soruma soruyla cevap vermekten vazgeç. Önce cevabımı alayım, daha sonra istediğin sorunun cevabını açıklayabilirim.” Dudağının kenarı hafif bir şekilde kıvrıldı ve gözlerini kısıp konuşmaya başladı. “Uçakta bana ‘sana ailemin beni nasıl yetiştirdiğinden bahsetmeye niyetim yok.’ Demiştin. Ama ne yazık ki aklıma takıldı.” Sakin bir dille anlatışı beni gitgide sinirlendirdiği için lafını tamamlamasını beklemeden konuşmaya daldım. “Lütfen biraz hızlı konuşur musun?” Yüzünde asılı kalan sırıtışı büyüdü ve bana biraz daha yaklaştı. “Ne yazık ki hızlı konuşmak ayarlarımda yok. Ama istersen daha yavaş konuşabilir-“ “Kalsın! Kaldığın yerden devam et sen. Aklıma takıldı diyordun.” “İşte o yüzden aradım seni. Anlat, dinliyorum.” Bu adam manyak falan olmalıydı! Hayatımı ne cüretle merak eder. “Ailemle aramda olanlar seni ilgilendirmiyor sapık herif!” küçük bir kahkaha attı. “Seni niye aradığımı söyledim, sıra sende. Ayrıca o sapık konusuna sonra değineceğim. “
“Değinilecek bir konu yok! Senin sorunu yanıtlayıp gideceğim zaten. Uçaktayken dediğim gibi sana hayatımı anlatmaya derdim yok, beni tanıyan bilir zaten ailemi. Buraya geldim ve neden geldiğimi de anlatmayacağım, ama gidip ev bakmam gerekiyor. Soruna gelecek olursak, sana ayırabileceğim bir saatimin olabileceğini düşündüm. Ama bir saatten daha az bir süre yeterliymiş.” Derin bir nefes alıp devam ettim. “Sorunu yanıtladığıma göre artık gidebilirim. Bu arada, kahve için teşekkürler.” Kahvemi de ona kilitleyip otelden ayrıldım. Taksiciye gideceğim emlakçının adresini verip arkama yaslandım. Birkaç dakika sonra araba durdu. Tam ineceğim esnada buranın emlakçı değil terk edilmiş bir inşaat alanı olduğunu gördüm. Hızla taksiden inip etrafıma baktıktan sonra taksici aşağı indi. Tanrı aşkına! Yaşlı bir adamdı bu! “Beni nereye getirdiniz?” “Merak etme kızım. Güvenilir bir yerdesin.” Bir şey dememe fırsat kalmadan arkamda bir el hissettim. Bir anda başım dönmeye başladı ve bilincim kapandı.
Birkaç saat sonra…
Yorgun bir şekilde gözlerimi açtığımda karşımda neredeyse gözlerime girecek kadar yakınımda duran ışığı ani refleksle aşağı fırlattım. Aşağı mı? Bir saniye neredeyim ben? Etrafıma korkak bakışlarımla inceledim. İncelemem sona erdiğinde gözlerim dehşetle açıldı. Tanrı aşkına, ben ne yapmıştım da bir insan adını bile bilmediğim bir makineyle elli metre yükseğe çıkarttı! Sanki şu an yaşadığım şey çok normalmiş gibi önüme kare bir masa onun üzerine ise küçük bir vazonun içinde çiçek koymuşlardı. Birde aşağıdan yukarıya birisi yukarı da çıkardı şimdi! Ne güzel yemek yerdik! Tanrı aşkına, ben neler diyordum? Şu an düşünülecek bir şey değil bu! Bu konuyla sonra ilgileneceğim. Sinirli bir şekilde bağırdım. “Tanrı aşkına! Hangi piç kurusu beni elli metre yükseğe çıkarmayı akıl etti? Söyleyin o piç kurusuna çok akıllıymış(!)!” Bir saniye, bunu şimdi düşünmeyecektim. Tamam, biraz bunun için sinirlenmiş olabilirdim. Şu an kaçırılmak umurumda bile değildi. Siktir! Çıkmadan önce makyaj yapmıştım. Pahalı ürünlerle!
“Rimelim akacak sizi cani, şerefsiz, koyduğumun piç kuruları!” Bunu söylediğim saniye arkamdan küçük kıkırtı sesleri duydum. Korku ve sinir karışımı bir duyguyla arkamı döndüğümde benim yaşlarımda bir kızın arkamda durduğunu fark ettim. “Tanrı aşkına! Lütfen elimi bir saniye açın ve makyajımı temizleyeyim. Kıyafetlerime bulaşacak ya da akacak! Lütfen, sen silsen de olur. Siler misin?” Kız kendini belli ettiği için kendini daha fazla saklamadan büyük kahkahalar attı. “Silerim tabii. Uyandığından beri kendi kendine konuştuğunun farkındasın değil mi?” Kendi kendime mi konuştum? Evet ama içimden konuşmadım mı? “Bir saniye ya! Dinliyor muydun beni? Özel hayata müdahale ettiğinin farkında mısın?” “Peki sen kaçırıldığının farkında mısın?” “Evet, farkındayım ama… Bir saniye, ben neden kaçırıldım?” Kız duruşunu dikleştirip yüzünü ciddi bir ifadeyle boğdu. Bu hayatta en sevmediğim şey yüzümüzü boğmak. Hayır, makyajla değil ifadelerle. O kadar gülmek ve ağlamak arasında güzel duygular var. Neden ifadesiz kalayım ki? “Birazdan öğrenirsin. Ayrıca hayır, yüzünü falan temizleyemem. Birkaç sıkıcı ve yüz boğucu dakikadan sonra taksi diye bindiğim arabanın içindeki adam geldi. Çok komikti çünkü adamın yükseklik korkusu vardı! Adamın ikide bir gözleri doluyor ve bakışlarını kaçırıyordu. Ben ise tabi ki gülmemek için zor duruyordum. Hatta durduruluyordum. Eğer arkamdaki gizli ve isimsiz kız bani tehdit etmeseydi boğazım patlayana kadar gülerdim, hem de her seferinde. “Merhaba Rüya kızım.” “Kimsin, ve benden ne istiyorsun? Ayrıca sana ne yaptım da beni kaçırdın? Ve neden beni elli metre yü-“ “Kes sesini geveze kadın!” Patlayan adama umursamaz bakışlar atıyordum atamasına ama patladığında yerimden sıçramıştım. “Bir kesersen o lanet sesini, anlatacağım her şeyi!” “Dinliyorum. Bana geveze deme, sakın!” “Geveze.” Bana ‘ne yapacaksın?’ dermiş gibi bakıyordu. Dişlerimi sıkıp ona ters ters bakışlarımdan bir şekilde kurtulup konuşmaya başladı. “Öncelikle sen bana bir şey yapmadın,” yüzünü buruşturdu. “yapamazdın ve yapamazsın da zaten. Her neyse, geçelim diğer sorularına. Seni elli metre değil seksen metre yukarı çıkardık, bunu da bil. Sın olarak ben kimim ve senden ne istiyorum? Aslına bakarsan ben de kim olduğumu bilmiyorum. Eğer ismimi öğrenmek istiyorsan söyleyeyim Rüya kızım. Ben Çevikler Holdingin sahibi Miran Çevik.” Çevik… bu soyadı bana çok yakın geliyordu. Uçaktaydım ve kafedeydim. Onunla beraberdim. Alparslan Çevik. Ailesinden biri olmalıydı. “Aslında kim olduğumun pek bir önemi yok. Çünkü kimse kendini bilmeden kim olduğunu bilmez ve ben kendimi bilmiyorum. Bildiğim tek bir şey var: adım. Ama kim olduğumuzu isimler değil benliğimiz oluşturur değil mi kızım?” “Bana kızım demekten vazgeç Miran! Babamla olan tüm bağımı kestim! Bana yapacakların bile babamın kulağına zor gidecektir. Benim nerede olduğumu bilmiyorlar. Bana yaptığın da sadece bana! Babamla görüşüyor olsam bile bana yapılan bana olacaktı! Adamın umurunda bile değilim! Eğer yüreği ağrısaydı ve vicdan azabı çekseydi kaçtığımda beni aradı, tamam mı? O yüzden babamla ne yaşadıysan git onla hallet! Git ve öldür onu! Umurumda değil! Umurumda olan tek şey kendi canım ve eğer bana bir şey yaparsanız size yapmayacağım şey kalmaz. Anladın mı beni?” Ağzını açıp tam cevap vereceği sırada arkadan bir silah sesi yükseldi.
Yüksek çığlıklarımın ardından bir ses yükseldi. Yine tanıdık birinin sesi. Onun sesi. O buradaydı ama neden? “Derhal kızı bırak baba!” “Oo, kimler gelmiş kimler(!)” Sımsıkı kenetlenen gözlerimi yavaş yavaş açtığımda hiç fark etmediğim bir şey gördüm: havanın karardığını. Hava karardığında genellikle benim için güzellikler başlardı. Çünkü havada dertleri olmayan yıldızlar ve onlara sahip çıkan ay vardı. Günün en sevdiğim zamanını böyle bir saçmalıkla geçirdiğime üzülerek gözlerim etrafa alışmıştı. Ve yine aynı his. Bu ikinci kez yaşanıyordu. Arkamdaki adsız varlık yine bana bir şey yapmıştı. Yine bilincim kapanmıştı. Bu ne kadar yeni bir şey olsa da uyandığımda çok şiddetli bir baş ağrısıyla karşılaşmıştım. Yine böyle olmaması için dualar ettim. Ne kadar bilincim kapansa da hareket ettiğimi anlıyordum. Birden arkadan bir ses geldi ve ben olduğum sandalyede aşağı inmeye başladım. Adını bilmediğim makine aşağı iniyor olmalıydı. Arkadaki ses bittiğinde olduğum yerde kaldım. Gözlerimi açmayı denedim ama olmadı. Tekrar denedim yine olmadı. Tekrar, tekrar, tekrar ve tekrar… gözlerim hiçbir türlü açılmıyordu. Ben gözlerimi açmayı denerken biri beni kucaklayıp ayağı kaldırdı ve yürümeye başladım. Bu sefer de korktum. Kimin kucağındaydım ve nereye gidiyordum?
Ruhum kendini yavaş yavaş rüyalara teslim ederken boynumda bir nefes hissettim. Ardından küçük ama akıldan silinmesi imkansız birkaç kelime işittim. “Bilmiyorsun ki sana takıntılı bir sapık olduğumu, bilmiyorsun ki Antalya’da neler çektiğini bildiğimi, bilmiyorsun ki seni takip ettiğimi.” Kısa ve kalp sızlatıcı cümleler döküldü dudaklarından. Sanki duyduğumu hissetsin diye gözümden birkaç damla yaş akıttırdı Tanrı. Kendimi tamamen rüyalara açık hale getirdim ve tatlı bir rüyanın içine daldım. Küçük bir kulübedeydim. Üstümde tatlı bir şef önlüğü vardı. Önümde ise pişmekte ve hazırlanmakta olan yemekler. O an çok sevmiştim, ve bu karar beni geleceğimde etkileyebileceğini düşündüm. Yemekleri pişirdikten sonra dışarı çıktım ve başka bir yere gittim. Sınava. Sınavdan istediğim bir sonuç çıkıyordu ve ben gastronomiyi seçiyordum. Tam da düşündüğüm gibi çıkmıştı. Rüyalarıma biraz daha daldım ve artık gerçekten bir şey hissetmiyordum. Ne yürüme sesleri ne ani hareketleri ne de konuşma seslerini duyuyordum.
Uyandığımda rahat bir yatağın içindeydim. Yavaşça gözlerimi açtığımda buranın otel odasından katbekat daha güzel olduğunu gördüm. O zaman burası nereydi? Neredeyim ben? Yavaşça ayağa kalktım ve etrafta dolaşmaya başladım. Buranın bir otel olması imkansızdı çünkü her yer gayet temiz gözüküyordu. Ayrıca ayakkabılarımı da bulamıyordum. Neredeyim ben gerçekten? Etrafı incelerken gözüme bir şey takıldı ve o tarafa doğru yürüdüm. Gördüğüm şey tam anlamıyla bir kişiyi hatırlatıyordu bana: Alparslan Çevik. Derin bir nefes alıp gizli çekilmiş fotoğraflarıma baktı. Hepsi güzel açılarla çekilmiş özenli fotoğraflardı. Bu adam kesinlikle fotoğraflarla alakalı bir şey okuyor olmalıydı. Peşime ajan takacak hali yok ya. Gerçi kendisi ajan da olabilirdi. Bilmiyorum. Ben bayıldığımda kendisinin bir sapık olduğundan bahsetmişti, ve beni takip ettiğinden. Takip kısmından çok sapık kısmına takılmıştım çünkü ona bende sapık demiştim, ve o bunu inkar etmişti. Tanrım! Bunların hepsi bir saçmalık buradan kaçmam lazım! Dehşet içinde yanan gözlerimle arkamı döndüm ve gördüğüm ilk kapıyı açtım. Açmaz olaydım! Karşımda çırılçıplak bir şekilde şaşkın gözlerle bana bakan bir insan gördüm. Hayır, bu Alp değildi. O zaman bu kimdi. Dudaklarım aralandı. Dehşetle bakan gözlerin artık o kadar dehşete bürünmüştü ki kör olmak üzereydim. Aralanan dudaklarımdan bir çığlık koptu ve hemen kapıyı geri kapattım. Tanrı aşkına! Benim şansım hiç yaver gitmeyecek miydi? Derin derin nefesler alarak demin yattığım yatağa geri oturdum.
Az önce yaşananları aklımdan uzaklaştırmaya çalışırken o lanet kapı açıldı ve adını bilmediğim ama Alp olmadığına emin olduğum kişi odadan çıktı. “Kapı çalma adabın yok mu senin?” gözlerimi ona çevirmiyordum çünkü hala çıplak olma ihtimali vardı. Oraya girdiğimde öylece bakmıştı. Yüzünde sadece şaşkınlık görebildim. Ne bir çık demişti ne bir yerini kapatmıştı. Tanrım kendimi bir yere saklamam gerekiyor. Yüzümü ellerimin arasına aldım ve gözlerimi elimle kapattım. “Sana diyorum, sapık kız!” Sapık mı? Ben mi? Kızgın bir şekilde gözlerimi ona çevirdiğimde üzerinde hala bir şey olmadığını gördüm. Daha fazla sinirlendim ve bağırarak konuştum. “Pardon ama şu an nerede olduğumu bile bilmiyorum! Evden de hiç ses gelmiyordu! İlk gördüğüm kapıyı açtım, ve sen çıp…” derin bir nefes aldım ve devam ettim. “ve sen çıktın. Tamam mı? Ayrıca bana sapık diyemezsin! Öylece bana bakmak yerine malum yerlerini kapatsaydın veya çık falan deseydin bana sapık diyebilirdin, ama şu an bana öylece baktığın için bana bir şey diyemezsin!” Alaycı bakışlarını üzerimde gezdirirken üzerinin çıplak olduğunu bir kez daha gördüm ne yazık ki ve onu incelediğimi anladığında sırıttı. “Bana sapık demeden önce neden sapık dediğini de hatırla bence.” Kaşlarını çatıp geri o lanet kapıdan içeri girdi. Geri geldiğinde üzerinde kaslarını gösteren ona dar ama ben giysem bol olacak bir tişört vardı. “Adın ne senin? Neden buradasın? Alp eve kız atacağından bahsetmemişti.” Dehşetle dolan gözlerimi adını bilmediğim SAPIK herife döndürdüğümde ne olduğunu o da bilmiyor gibi bakıyordu.
“N- nasıl? Beni eve mi atmış?” İsmini bilmediğim herif anlamaz bir ifadeyle kaşlarımı çattı ve cebinden telefonunu çıkardı. “Alo, Alp? Eve kız mı attın kardeşim? Keşke önceden söyleseydin dışarı çıkardım.” Bana imayla bakıp üstündeki tişörtü yeniden çıkardı ve eliyle çok sıcak anlamında hareketler yapıp ekledi. “Gerçi sen attın da ben yattım gibi oldu.” Telefonda bir bağırma sesi geldi ve ismini bilmediğim herif bana ‘yandım’ der gibi baktı. Telefonu dehşetle kapattığında yeşil gözleri bana döndü. “Sıçtım! Seninle yattığımı sanıyor! Lütfen sevgilini arayıp sana hiçbir bok yapmadığını söyle, lütfen!” Bir anda önümde diz çöktü. “Yalvarırım sana! Kölen olayım, doğruları ona söyle!” ona deliymiş gibi bakıp kendimi geri çektim. Önümde diz çöküp yalvarması gerçekten komikti ama galiba gerçekten sıçtı. “Öncelikle o bağırış sesi sana ne anlattı, sorabilir miyim?” dedim en sakin ve tatlı sesimle. Tam ağzını açıp konuşacağı sırada keşke önceden görseydim diye düşündüğüm kapı açıldı ve içeriye o girdi: Alparslan. Aman Tanrım! İsmini bilmediğim herif önümde diz çöküyordu ve bende önündeki yatakta oturuyordum. Tanrım! İsmini bilmediğim arkadaş çıplaktı! Birbirimize bakıp başımızı aynı anda iki yana salladık ve kafamızı aynı anda Alp’e çevirdik. “Ağzına sıçtığımın götü! Eve getirdiğim kızı mı siktin lan?” İsmini bilmediğim herif hemen ayağa kalıp Alp’e doğru yürüdü. İsmini bilmediğim herif- of böyle çok uzun oluyor! Herif işte! Herif tam konuşacakken Alp lanet kapının içerisine baktı. Tanrım! Çocuk duşa girmiş! Gözlerim irice açıldığında Alp bana bakıyordu. Gözlerindeki ifadeyi çok çözemediğim için ne düşündüğünü anlamadım ama gerçekten konuşmam gerektiğini anladım. “Alp, şey oldu,”
“Dinliyorum,” dedi suçlar bir ifadeyle. “Şimdi, uyandığımda nerede olduğumu bilmiyordum ve etrafı incelemeye başladım. Sonra kaçmak istedim duvarlardaki fotoğrafları görünce ve ilk gördüğüm kapıdan içeri girdim. Karşımda bu herif duruyordu. Galiba duşa girmişti ve çıplaktı sonra telaşla geri çıktım. Geldiğinde bana kim olduğumu ve neden geldiğimi sordu. H- hatta beni s- senin şeyin sandı. İşte şeyin- anladın sen işte.” Lanet sesim titriyordu ama korkudan değil mahcubiyetten çünkü gerçekten onunla yattığımı sanıyordu. Bir saniye sevgilim değil bir şeyim değil. Ne karışıyor, ne hakla kıskanıyor bu göt beni? Anlık gelen sinirle Alp’in kusursuz ve yüzünde asılı kalmış sırıtışına (Bu sırıtış herhalde kekelediğim ve sevgilisi olduğumu düşündüğünü söylediğim andan kalmıştı) okkalı bir tokat attım.
Çatık kaşlarımı daha fazla çattım ve sinirle konuşmaya başladım. “Sana ne be! İstediğimle yatarım istediğimle öpüşürüm! Bu seni ilgilendirmez ama için rahatlasın istiyorsan söyleyeyim: arkadaşınla yatmadım! Sana bunu inandırmak zorunda falan değilim, tamam mı! İstediğin boka inan. Ben gidiyorum.” Başka bir şey demesine fırsat vermeden ve bir sakarlık yapmadan lüks, modern ve yeni apartmandan çıktım. Şükürler olsun Miran hiçbir şeyimi almamıştı. Bir taksi çağırıp beklemeye başladım. Beklerken Cemil’i aradım ve ona bugün ev bakmaya gidemediğimi söyledim. Yorgun olduğumu ve yeni uyandığımı söyledim. Eğer gerçekte olanları söyleseydim kesinlikle beni Antalya’ya geri getirttirirdi. Telefonumu kapattığımda yanımda birinin ayak seslerini duydum tam yanıma geldi ve konuşmaya başladı. “Ben Görkay. Görkay Yarbil. Seni rahatsız etmeyeceğim. Sadece teşekkür ederim. Alp beni öldürecekti.” Bakışlarımı yavaşça ona döndürdüğümde ona içten olmayan bir gülümseme gönderdim. “Rüya Kardelen.” Diyerek elimi yavaşça öne uzattım. Elimi sıktıktan sonra tekrar konuştum. “Teşekküre gerek yok. Ayrıca istediğin kişiyle de beraber olabilirsin. Alp’i ilgilendirmiyor. Ve hayır, bu sana bir gönderme değil. Sadece bilgilendirme. Alp seni veya beni falan da öldüremez. Ona böyle bir hak verilmedi.” “Haklısın ama o böyle biri işte. Ne yapacaksın ki?” “İşte bu yüzden ona tokat attım. Ayrıca bir gün onunla oturup kahve içmek yerine seninle oturup kahve içmeyi yeğlerim. Telefonumu vereyim, bir gün otururuz. Olur mu?” “Sevinirim, Rüya.” Telefonumu numaramı verdikten sonra geri evine çıktı. Tahmin ettiğim kadarıyla ev arkadaşlarıydı. Görkay gittikten sonra taksiye binebilmiştim. Neyse ki bu sefer gerçek bir taksiydi. Otele vardığımda saati geç olduğu için Cemil’i aramadım.
Acaba bu olanların hepsini ona anlatsam nasıl olurdu ve ne yapardı? Çok merak ediyorum ama sorarsam beni Antalya’ya geri getirttirirdi. Özellikle şu Görkay ve Alp konusu! Onu anlatsam yanıma bir koruma takabilirdi! Çünkü Cemil’e göre ben dünyanın en güzel kızıyım(!). Tamam, kendimi çirkin buluyor değilim, ama kesinlikle dünyanın enlerine bile giremezdim. Girsem en fazla dünyanın en orta kişisi falan olurdum, ama böyle bir şey olmadığını biliyorum. Seksilik deseni, belki. Göğüslerimin orta bir boyutta olduğunu düşünüyorum. Güzellik desen, dediğim gibi kendimi güzel buluyorum ama enlere girebileceğim bir şey değil. Sıradan bir yüzüm var. Yani normal bir güzellik, ama gözlerime diyecek bir şey bulamıyorum. Tüm güzelliğim gözlerimden ibaret, öyle de denilebilir. Gözlerim gri ve mavinin arası bir şey. Cemil ile aynı gözlere sahibiz. Sadece benimkiler biraz daha gri. Cemil bu yüzden küçükken benim gözlerimi çıkarmaya çalışmıştı. Zayıflık desen boyum 1.74 kilom 58. Bence gayet güzel bir kilo ve boy. Ne penguenim ne zürafa. Ne obez ne cılız biriyim. Gerçekten dünyanın en orta insanı falan olabilirim ben. Orta olmayan tek bir şey var: hayatım! Ailem garip, yaşadıklarım garip, tanıştığım insanlar garip, ben garibim, seçimlerim bile garip, hatta ve hatta önemsediğim şeyler de garip. Kaçırılıyorum, önemsediğim maskaram oluyor. Her neyse bunları düşünürken otele varmış odama bile çıkmıştım. Yatağımın üzerinde duran bilgisayarı nazik bir şekilde kenarda duran masaya koydum ve üstümü değiştirdim. Saat çok geç olmuştu ve üzerimde garip bir yorgunluk vardı. Dolayısıyla hemen uyudum. |
0% |