@kitaplardakaybolms
|
3.BÖLÜM
Sabah uyandığımda gözüme direk masadaki bilgisayara çarptı. Nazik bir şekilde bilgisayarı alıp yatağa oturdum ve bilgisayarı açtım. Derslerim için alınan bu bilgisayarı kurmam ve yavaştan sınav için kayıt yaptırmam gerekiyordu.
Yarım saat sonra bilgisayar kurulu bir şekilde önümde duruyordu ve ben ev bakmak için hazırlanıyordum. Bilgisayarı kurduktan hemen sonra direk gereken her şeyi halledip sınav için kayıt yaptırmıştım. Tam hazırlanıp çıkacakken telefonuma bir bildirim geldi. Cemil’in aldığı çantamdan telefonumu çıkarıp gelen mesajı okudum. Görkay: Bugün müsaitsen bugün buluşabiliriz. Hemen bir cevap yazdım. Rüya: Aslında bugün ev bakacaktım. İstersen seninle beraber gezelim, sonra da bir yerde oturur bir şeyler içeriz. Cevap gecikmeden geldi. Görkay: Olur, sevinirim. Bana konum at, bekliyorum. Küçük yazışmamızın ardından daha önce Cemil’in bana attığı konumu bende Görkay’a attım. Bir saniye. Görkay nasıl biriydi? Bir kere esmer saçları vardı ve kumral teni. Bu iki şey kesinlikle hoşuma giden şeylerdi. Onda değil erkeklerde hoşuma giden bir şeydi. Hafif çekik gözleri vardı. Damarlı kolları vardı. Ve kesinlikle Alp’ten daha yakışıklıydı. Aslında değildi. Sadece onda bir erkekte görüp görebileceğim ve benim de ilgimi çeken şeyler vardı. Ve bunları kesinlikle ama kesinlikle onu çıplak gördüğüm için söylemiyorum! Ama aslına bakarsak Alp’te onun gibiydi. Sadece ben renkli göz sevmiyorum. Bu yüzden Alp kesinlikle daha yakışıklı. Tanrım! Neler konuşuyorum? Geç kalacağım.
Emlakçıya geldiğimde beni bekleyen birisiyle karşılaştım. Görkay değildi. Başka biri. Belki tahmin edebildiniz. Beni bekleyen kişi Alparslan’dı. Telefonuna bakıyordu. Taksiden inmeden Görkay’a mesaj attım. Rüya: Geldin mi? Cevap gecikmedi. Ama cevap yazan da Alp’ti Görkay değil. Görkay: Evet, seni bekliyorum. Neredesin? Rüya: Görkay olduğuna emin misin? Görkay: Hadi in o taksiden. Dediği gibi taksinin parasını ödeyip sinirle ona doğru ilerledim. “Derdin ne senin? Dün yatıklarından sonra benim önüme nasıl böyle çıkarsın? Çocuğun telefonunu da almışsın!” “Sence Görkay’ın telefonunu alır mıyım? Ona benim telefon numaramı vermesini söyledim. Ama o vermemiş sen almışsın. Söylesene ondan etkilendim mi? Hem de ben varken(!)” “Seni ahmak göt herif! Hem dün beni saçma sapan bir şey için suçluyorsun, sevgilin olmadığım halde. Hem de ondan hoşlanıp hoşlanmadığımı mı soruyorsun? Seni utanmaz sikik!” Alaycı bir şekilde bana baktı ardından o da konuştu. “Şu hakaretlerinden vazgeç küçük bayan. Hiçbir şekilde bana işlemez bana o küfürlerin. Ayrıca bu yaptığım şeyden gram utanmıyorum. Neler yaptığımı bilmiyorsun. Bilseydin buna neden utanmadığımı görürdün.” Dedi sakin bir sesle. “Bana bak! Seni uçakta da uyardım aramızda çok bir fark yok! Bana küçük bayan demeyi kes! Arsız piç seni! Tabi sorun bende, neden şu anda seninle zaman kaybediyorum ki?” dedim ve bir şey söylemesini beklemeden emlakçıya girdim. “Merhaba, Cemil Kardelen’in kardeşi Rüya Kardelen ben. Birisiyle konuşmuş kardeşim, ama kiminle konuştuğunu bilmiyorum. Bana yardımcı olabilir misiniz?” “Rüya?” “Evet, benim.” “Tamam yavrum. Kardeşin benimle konuştu. Gel zaman kaybetmeden çıkalım da evleri gezelim.” Dediği gibi zaman kaybetmeden arabaya doğru gittik. Hafifçe Alp’in olduğu tarafa baktığımda hala oradaydı. ‘Niye hala buradasın?’ der gibi baktım. O ise direk yanıma geldi ve koluma girdi. Şaşkınlıkla ona bakarken emlakçı abi bize doğru döndü. Alp’i görünce ‘Bu kim?’ dercesine baktı ve sorusunu sesli dile getirdi. “Bu kim Rüyacım?” tam ağzımı açıp cevap verecektim ki o konuştu. “Ben Alparslan. Kısaca Alp.” Bana saçma bir sırıtışla baktı ve devam etti. “Cemil’e söylememek şartıyla kim olduğumu açıklayayım, ama önce kim olduğumu Cemil’e söylemeyeceğinize emin olmam gerekiyor.” “Kimsiniz, tamam söylemem.” “Ben Rüya’nın erkek arkadaşıyım. Onunla beraber gezeceğiz. Dışarıda onu bekliyordum.” “Ne? Sevgili miymişiz?” “Bebeğim? Evet, sevgiliyiz ya. Daha yeni olduğu için mi ikide bir unutuyorsun?” Aptal sırıtışı devam ediyordu. Bir yandan da güzel rol yapıyordu. O aptal sırıtışı sadece benim görebileceğim şekilde gösteriyordu. Emlakçı ise Alp’in yapmacık şaşkın bakışlarını görüyordu. Adamı daha şaşırtmamak için bozuntuya vermedim. “Bunu sonra konuşacağız ahmak utanmaz.” Diye fısıldadım kulağına. Kolum onun kolunda arabaya bindik. Adam sürmeye başladığında Alp’e sinirli bir şekilde bakıyordum. O anda aklıma bir şey geldi. “Bana aşıksın.” Dedim tüm ciddiyetimle ama fısıldayarak. “Hayır, sana aşık falan değilim.” “Bana sırılsıklam aşıksın. Bu çok belli.” “Hayır, bu dediklerin sadece şu emlakçıya gösterdiğimiz şey. Sana emlakçıya göre aşığım, bana göre değil.” “O zaman neden emlakçıya sevgili olduğumuzu söyledin?” “Bana o tokadı attığın için. Ayrıca bunu inkar edebilirdin. Asıl sen bana aşıksın.” “Hayır değilim. Sen bana aşıksın çünkü bunu daha önce de yaptın. Uçaktayken de yapmıştın. Kadına sevgiliyiz demiştin.” “Orada da umursamadın. Demek ki bana aşıksın.” “Sana aşık falan değilim göt herif!” Fısıldarken bile nasıl bu kadar yüksek sesle konuşuyordum? Araba bir yerde durana kadar biz fısıltıyla tartıştık. Araba durduğunda ilk inen bendim. Ama unuttuğum bir şey vardı. O kavgadan sonra sinirimden ilk ben inmek istemiştim, ama ben ortada oturuyordum. Yani galiba yanlışlıkla Alp’in kucağından indim. Bunu anladığımda gözlerimi irice açıp yerdeki öylesine bir yere odaklandım.
En son Alp indiğinde bana sırıtarak bakıyordu. Tanrım! Delireceğim! Bana öyle bir bakıyor ki! Etkilenmemek elde değil! İri gözlerimi sakin kalmak amacıyla kapattım. İçime derin nefesler çekerken sol işret ve baş parmağım burnuma gitti. Oh! Ne güze, şimdi de başım ağrıyor! Hayatım neden normal değil ki? Ne olurdu sağlıklı bir hayatım olsaydı? Yeterince imanlı değil miyim? Nedir bu çektiklerim? Yarabbi! Sana yemin ediyorum kuran okumayı öğreneceğim. Lütfen, hayatımı biraz normalleştir. Sana kurban olayım! Hayatımın düzelmesi için dualar gerekiyorsa dualar öğrenirim. Allah’ım! Sen bana yardımcı ol. “Fark etmedim. Yemin ederim!” “Tamam prenses, sorun değil.” Prenses? Te Yarabbi bu da mı gelece idi başımıza? Tamam! Bu kadar yeter, dediğim gibi kuran ve dualar öğreneceğim. Belki de hayatımın düzelmesi için yeni aktiviteler bulmalıyım. Sınava çalışırken haftada üç ya da iki kez tenise gidebilirim mesela. Antalya’da da gidiyordum zaten. Yani övünmek gibi olmasın da teniste gerçekten iyiyim. Ya da olsun. Övünmek gibi olsun. Ne olacak ki? “İnşallah sikinde bile değilimdir Alparslan!” “Merak etme, değilsin bebeğim.” “Adam şu an duymuyor bile! Ne diye bebeğim diyorsun bana?” “Aaa, kızlar arkadaşlarıyla konuşurken bebeğim, aşkım, kuzum, canım demiyorlar mı? Seni bir arkadaş olarak gördüğümden canım.” “Kız mısın sen Alp?” Ciddi ciddi sorduğum soruya küçük bir kahkaha attı. “Yalnız şaka bir yana, bende pişman oldum.” “Neye?” “İkimizi sevgili yapığıma.” “Eğer istersen tam şu an siktirip gidebilirsin Alp.” “Bana Alp demeyi kes.” “Aaa, neden Alp? Erkekler isimlerini kısaltıp lakap falan takmıyor muydu yahu? Yanlış mı biliyorum yoksa?” “Kaç erkek gördün de böyle bir sonuç çıkardın?” “Etrafımda onlarca erkek var. Kardeşim var, babam vardı, okuldan arkadaşlarım vardı. Heh, birde lisedeki sevgilim vardı.” “Desene sevgilin sana katlanamayıp senden ayrılmış diye.” Ciddi ifademi bozmadan devam ettim. “Hayır, o beni terk etmedi, ben ondan ayrıldım. Bu konuyu kapatır mısın?” Devam etti. “Neden? Yoksa çok mu seviyordun?” Aptal! Hem ben, hem Alp, hem de o şerefsiz oğlu şerefsiz aptal. Ben neden aptalım? Çünkü şu andan itibaren sesim ve dudağım titriyor! Gözlerim doldu! “Kes sesini Alp! Bu konulara değinmek istemiyorum. Ama eğer çok öğrenmek istiyorsan söyleyeyim. Ben onu terk ettim çünkü beni aldatmış! Aslında iyi ki aldatmış çünkü ne yaptığının farkında şu an.” Bir anlığına dalga geçen hali bir kenara bırakıp merak duygusunu kuşandı. “Nasıl farkında? Ve kim bu şerefsiz?” Yutkunup devam ettim. “Nasıl farkında söyleyeyim, beni aldattığı kadından şu an ikiz bebeği var. Ve kim o şerefsiz onu da söyleyeyim, hatırlar mısın bilmem ama senden bir yaş küçük bir çocuk vardı. Oktay. Oktay Tuğcugil. Hatırladın mı? İşte o. Ailesi şu an onu görmüyor. Çocuğu olacağını duyunca ondan ayrıldım. Bu haberi de benden öğrendi zaten. Hatta şimdi sen daha fazlasını da istersin. Beni aldattığı kız da sekizinci sınıfta en çok takıldığım kızdı.” “Irmak Destegül” “Irmak Destegül” Aynı anda söylememiz beni şaşırtmıştı. Bir anda arkadan sesimize yeni bir ses eklendi. Emlakçı abi! Onu unuttuk. Hızla arkamı döndüğümde adam bize boş boş bakıyordu. “Çocuklar hadi. Biz evi görene kadar biri alacak. Hadi!” Adamı dinleyip apartmana doğru ilerledik. Eve girdiğimizde apartmanın duruşundan belli olan bir daire karşıladı bizi. Eski ve ölmeyi bekleyen bir apartmandan leş bir daire. Ne bekliyordum ki! Yeni nesil teknolojilerle dolu, modern bir daire mi? Sanmıyorum. Apartmanın kokusundan daha beter bir koku sarıyordu tüm evi. Adamın hatırı için evi hızlı bir şekilde gezdik. Apartmandan çıktığımızda adama direk bakış açımı söyledim. “Beyefendi, kusura bakmayın ama gerçekten apartman leş gibi kokuyordu. Onun üstüne birde ev kötü kokuyordu, ki bence apartman evden daha iyi durumda. Onun dışında zaten apartman eski. Eşyaları da doğal olarak kullanılmış. Yani daha yeni ve güvenilir daire var mı acaba? Büyüklüğü umurumda bile değil. Yaşam alanı kurabileceğim bir yer olsun yeter.” “Yavrum, kızım. İyi diyorsun da yapabileceklerimiz hep bu kapasite de. Ama istersen bir diğerlerini de gör. Olur mu? Tabi yine sen bilirsin.” Adam yaşlı duruyordu. Aslında durmuyordu. Konuşma şekli yaşlıydı o kadar. Adam ne güzel kırklarında gösteriyordu. Ne diye konuşma stilini böyle yapıyorsun ki arkadaşım. Adamın yine hatırı olsun diye istediğini kabul ettim. Ula hayat! Hem hayatım saçmalıklarla dolu olsun, hem de ben çok iyi kalpli, yardım sever ve saf olayım! Oldu mu şimdi bu? Bu özelliğimi bırakmam lazım, hem de hemen! Sonuncu evi de gezdiğimizde hiçbirinden memnun kalmamıştım. Adama düşünüp karar vereceğimi söyleyip yanından ayrıldık. Evet, ayrıldık diyorum çünkü o baş belası yaratık da benimle geldi. “Alparslan.” “Hı?” “Neden? Neden benimle uğraşıyorsun? Neden benimle geliyorsun? Neden peşimi bırakmıyorsun? Kendi başımın çaresine bakabilecek yaştayım ayrıca arkadaşım bile değilsin.” Derin bir nefes sesi işittim. “Bilmiyorum. Yani aynı okuldaydık. Ne bileyim. Aynı okulda olduğumuzdan herhalde. Yoksa başka bir amacı yok.” “Lütfen artık peşimi bırak. Sıkıldım bundan. Takip ediliyormuşum gibi hissediyorum böyle yapınca.” “O kadar rahatsız oluyorsan artık seninle uğraşmam. Sadece belki yıllar sonra arkadaş olabileceğimi düşünmüştüm. O zaman ben artık gideyim.” “Sevinirim.” Birbirimize son defa içten olmayan gülüşümüzü gönderdik. Tam gidiyordu ki aklıma onun evindeki lanet şeyler geldi. “Alp!” Sakince ‘Ne oldu?’ bakışlarını bana çevirdi. “Evinde neden benim fotoğraflarım var?” “Evimde mi? Fotoğraflar derken? Kapının yanındakileri mi diyorsun?” “Evet, onlar.” “Onlar senin fotoğrafın değil ki. Onlar Görkay’ın takıntılı olduğu sevgilisi. Fotoğrafçılık okuyor. Ondan sevgilisinin fotoğraflarını çekiyor bazen. Galiba uzaktan seni andırdığı için kendine benzettin. Ha, bu arada. Galiba ev arkadaşı olup olmadığımızı merak ediyorsundur. Babam bana üniversite için ev kiralamıştı. Sonra yalnız yaşamak istemediğim için yanıma çocukluk arkadaşımı aldım. Yani Görkay’ı.” Başka bir şey dememe fırsat kalmadan uzaklaştı. Ben ise boş boş arkasından bakıp o fotoğrafın nasıl ben olmadığını düşünüyordum. Demek Görkay beyimizin sevgilisi var. Oo, ben yüz yıl bununla uğraşırım. Tabi Görkay ile gerçekten iyi anlaşırsak. Bir dakika bir dakika. Evsiz kaldım! Hasiktir! Işık hızıyla Cemil’i aradım. Canım kardeşim, tabi bunu da cevapsız bırakmadı. “Alo?” “Alo, Cemoli.” “Kaç kez diyeceğim bana Cemoli deme diye? Neyse ne var?” “Oğlum adamın gösterdiği hiçbir ev temiz veya güvenilir değil. Sokaklardan bahsetmiyorum bile!” “Hadi ya! Demek evsiz kaldın köpek.” “Yav, kes. Evimizi almış olabilirler de insanlığımızı daha alamadılar Cemoli! Kimmiş köpek görürsün sen de, ben harbi evsiz kaldım!” “Yaa, havan buralara kadar Dream.”(Rüya:Dream) “Başladık İngilizce derslerinee. Anlat hocam, dinliyorum. One, two, three, four, five, six, seven… sonra ne vardı? Heh, eight, nine, ten. Ona kadar saydım hocam. Teneffüse çıkabilir miyim?” “Çık çocuğum da ne yapacağız bu evsizleri.” “Tamam Cemo, güldük eğelendik. Şimdi harbi ben ne yapacağım. Evsiz diye anılmak istemiyorum.” “Aaa, bak aklıma ne geldi. Benim bir arkadaşım yeni ve lüks bir apartmandan daire almış İstanbul’dan. Adana’ya tayini çıkmış. Orayı satmak istiyormuş. Hem de aldığı zaman eşyalıymış. Yani eşyalarla falan da uğraşmana gerek kalmaz. Alayım mı başka biri almadan. Hemen fotoğraflarını da atayım sana bir bak. İstersen gidip de gezersin. Ama acelen var Rüyoş. Bugün rezervasyonun bitiyor. Aman işte yarın bitiyor. Bak hala telefonu dinliyor. Kapat da fotoğraflara bak lan!” Komik şey seni! Daha fazla bir şey demeden telefonu kapattım ve Cemil’in attığı fotoğraflara baktım. İlk üç fotoğraf apartmanı ve sokağı kısaca gösteriyordu. Ondan sonraki fotoğraflarda ise gerçekten hoş bakımlı ve masraftan kaçınılmamış eşyalar vardı. Tereddüt etmeden Cemil’e “AL!!” yazdım. Ardından bir taksiye binip otele gittim. Sanıyorum ki iki güne Cemil hallederdi ev işini. Bugün ve yarın. Bence gayet yeterli günler. Zaten ev eşyalıymış. Oh, valla mis gibi.
İLAHİ BAKIŞ AÇISI…
Alparslan çakma bir üzüntü takınıp uzaklaşmaya başladı. Yeterince bilgi vermişti hayatı hakkında. Bugünden sonra onu gizli bir şeklide takip edecekti. Sonuçta onu istemiyordu değil mi? Bir süre sonra o zaten kendini belli etmeye çalışacaktı. Neden böyle bir belaya beni de bulaştırdı ki diye düşünmeden edemedi. Yolda gördüğü bir taksiyi çevirip bindi. “Ağabeyim, sen ilerle ben sana tarif edeceğim.” “Tamamdır yeğenim” başka bir şey söylemeden babasının hurdalığına götürdü kendini. Taksinin parasını ödedikten sonra sakin adımlarla ilerledi. Babasının yanına geldiğinde direk konuyu açtı. “Kız beni istemiyor patron.” “Farkındayım Tekir” Babasının ona Tekir demesini sevmiyordu Alparslan ama görevde oldukları zaman yapacak başka bir şeyi yoktu. Açık isim belli ederlerse yakalanmak veya anlaşılmak daha kolay olurdu. Miran ise bu durumdan oldukça zevk alıyordu. Oğlunun ondan olduğunu biliyordu ama onu 3 aylıkken bir çöpün yanında bulmuştu. Aynı sokak kedilerine benziyordu. Ondan dolayı ona görevlerde Tekir diyordu. O cins biri değildi. Aksine tekirdi. İsimsiz bir şekilde doğsaydı muhtemelen ona ‘Tekir’ ismini verirdi, ama ne yazık ki bu isim bir çocuğa çaydanlık demek kadar anlamsızdı. “Şunu demeyi kes!” “Neyi oğlum?” “O lanet kelimeyi demeyi artık kes! Lanet olsun, annem olan insan seni bana verirken hiç mi düşünmedi? Bu kadar umursamaz birine el kadar çocuk mu verilir? Tanrım!” “Kes sesini Tekir. Şu an konumuz sen ve sana taktığım lakap değil. Otur yerine ve yeni plana yardım et.” “Yeni plana falan gerek yok. Artık onu gizli gizli takip edeceğim.” “Bensiz plan yapman ne hoş. Keşke önce tayfaya da danışsaydın. Plan yapmak için seni burada bekleyen baban, arkadaşların ve nişanlın var.” “Hiçbiriniz umurumda değilsiniz. Bunu sana daha önce de söyledim. Umurumda olan tek kişi Duru’nun karnındaki bebek! Şimdi benden başak bir şey isteyip istemediğini söyle.” “Git ve nişanlına bak sürtük. Sen gelmeden birkaç saat önce fenalaştı.” Alparslan’ın içinde herhangi bir duygu dahi kıpırdamadan Duru’nun odasına doğru ilerlerdi. Duru 7 ay önce Alparslan ile yaşadığı bir geceden dolayı hamile kalmıştı. Kendisi her zaman bir anne olmak istemişti zaten, ama bu şekilde değil. Bebeğinin babasız büyümesini istemediği için hamile olduğunu öğrendiğinde direk Alparslan’ın yanına gitmişti. İleri zamanlarda ise bebeğinin kız olacağını öğrenmişti. Alparslan ise onunla sadece bebeği için konuşuyordu.
Duru ne kadar anne oluyorsa Alparslan da o kadar baba oluyordu. Bu nedenle olanları babasına anlattığında babası hemen nikahlarını kıydırmıştı. Alparslan Duru’nun odasına geldiğinde onu yatağının üzerinde bebeğiyle konuşurken bulmuştu. Duru da istemiyordu böyle olmasını. Ama ne olursa olsun anne olmak istiyordu. Oysa onun hayalinde cinsiyet partileri, isim bulmak için ayrı partiler ve doğumunda apayrı bir plan. Ne yazık ki bunların hepsi hayallerinde kaldı. Ama bu kızını sevemeyeceği anlamına gelmiyordu. Ne olursa olsun anne oluyordu ve kızını doğuracağı günü iple çekiyordu. “Duru, fenalaşmışsın. İyi misin? Doktora gidelim mi?” “Gerek yok. Her zaman olduğu gibi yine hafif bir çarpıntı oldu galiba.” “Ama bu kaçıncı Duru? Ben her geldiğimde seni böyle mi bulacağım? En azından ne olduğunu öğrenelim.” “Alparslan, gerek yok. Ayrıca bu her hamile kadında oluyor. Merak etme. Arkadaşlarımdan biliyorum. Kaç kez yanımda fenalaştılar biliyor musun sen?” “Peki. Tamam.” “Alp?” Duru ona sadece önemli bir konu konuşacağı zaman Alp derdi. Kapının eşiğinde duran Alparslan Duru’nun yanındaki sandalyeye oturdu ve ‘Ne oldu?’ der gibi başını oynattı. “Şey, kızım. Yani kızımız artık 7 aylık oldu ve sence de ona bir isim koymamız gerekmiyor mu? Bu konuyu sana bir süredir açmak istiyorum ama biraz utandım. Sonuçta istemeden olan bir şeyi içimde tutuyorum.” “Saçmalama Duru. O her ne kadar senin kızınsa benim de kızım. Onu istemediğim falan da yok. Evet yanlışlıkla oldu ama bu onu sevmeyeceğim anlamına gelmiyor. Ama bu seni sevdiğim anlamına da gelmiyor. Tabi ki ona bir isim koyacağız. Ben biraz düşüneyim olur mu?” “Tamam.” Dedi Duru hevesle. Alparslan’ın ne olursa olsun sakin konuşmasına bayılıyordu. Ayrıca o Duru’ya aşık olmasa bile Duru ona körkütük aşıktı. Alparslan çıktığında Duru karnı burnunda ayağa kalktı ve küçük dairesindeki mutfağa doğru ilerledi. Evet yaptığı işler kötüydü ama bu ortamı seviyordu. Birincisi herkese özel küçük ve tatlı daireler veriliyordu.
6 kişiden oluşan tayfadan sadece iki kişi bu küçük dairelerde kalmıyordu. Alparslan ile Görkay. Onun dışında herksin kendi dairesi vardı. Otel odaları kadardı daireler. Ama burada oda temizliği yok. Tek farkı bu herhalde diye geçirdi Duru içinden. Bu odaları geçersek, içinde yaşayan 4 daha bahsetmek isterim. Duru, Alparslan ile Görkay’ı zaten tanıyorsunuz. Bu arada, Duru buğday tenli sarışın bir kız. 1.69 boyunda. Zayıf ve mavi gözlü. Akasya. Miran’ın bir tanecik kızı ve Alparslan’ın kardeşi. Aralarında 5 yaş var. Kumral tenli beyaz saçlı bir kız. İr hastalıktan dolayı gerçekten beyaza çok yakın bir sarıyla doğdu Akasya. Ama onun güzelliği daha da arttı. Daha önce farklı renkler denediği için beyaz ona apayrı bir güzellik katmış. Hastalığından gözleri de beyaz. Ama gerçekten ismiyle çok uyumlu duran bir güzelliği var. Hastalığı ona kusur değil güzellik bırakmış. Sadece günde bir kere alması gereken tonlarca ilaç var. Bunun dışında boyu gerçekten kısa. Tam olarak 1.58 boyunda. Ne çok zayıf ne çok kilolu bir kız. Ne kadar orta olabiliyorsa orada durmuş. Ne kemikleri gözüküyor ne göbeği sarkıyor. İşte tam öyle bir kız. Hafif dolgunlukta kırmızı dudakları var. O kadar ki ruja dahi ihtiyaç yok. Çok hafif çekik gözleri ve kaydırak gibi burnu var. Kâkülleri tarafından gizlenen pürüzsüz bir alın. Ne kadar kusursuz olabiliyorsa o kadar kusursuz bir cilt ve pembe yanaklara sahip biri. Hatları çok belli olmayan bir vücuda sahip. Ama kısa olduğundan çok gözükmüyor. Sesi ise güzelliği gibi çok güzel. Bu nedenle konservatuvar da eğitim görüyor. Henüz 16 yaşında ama gerçekten aralarına katıldığı topluluklarda en ilgi çeken olmayı başarabiliyor. Akasya’dan sonra İnci geliyor. İnci Cebeci. İşte bu kız Rüya’nın gördüğü kız. Rüya size anlatmadı tabi. O zaman ben anlatayım. 1.71 boyunda zayıf ve hatları belli olan bir vücuda sahip. Estetiksiz güzellerden biri. Akasya kadar olmasa da onun da güzelliğini geçemeyiz. Kısa küt kesilmiş siyah saçları ile içleri mavi gözleri var. Pembe, dolgun dudaklı ve kaydırak gibi burnuyla o da eşsiz gözüküyor. O da Akasya gibi alnını kaküllerle saklamış çilli zayıf yanaklı biri. Ilgaz Taş. Hayır, o bir kız değil. O bir erkek. Sarı saçlarıyla ve ela gözleriyle oldukça çekici biri. Çilli yanakları ve dağınık saçları da bunu destekliyor. 2 metre boyuyla zayıf ve kaslı biri. Son kişimize gelecek olursak. Balkız Kadak. Evet, ismi çok şeker değil mi? İsmi kadar bal rengi saçları ve beyaz bir teni var. 1.63 boylarında. Gri gözlü bir estetik güzeli. Dudakları ve burnu estetik. Onun dışında güzelliğine bağlı biri. Yani işlerden kazandığı her şeyle gidip saçlarını yaptırıyor. Tayfa ise bu durumdan oldukça memnun çünkü burada kaldığında dırdırını dinlemek zorunda kalıyorlar. Görevde bile söyleniyor. Ama saçları kadar doğal bir şeyi yok. Saçları, gözleri ve yanağına hiçbir zaman dokunmuyor. Geçen sene göz doktoru ona gözlük verdiğinde ise güzelliğinden eksilecek diye lens almıştı. Oysa lensler çok pahalı! Her neyse çilli yanakları kadar tatlı bir şey yok. Makyaja bile ihtiyaç duymayan bir kız. Ama huylarına biraz kapatıcı sürse fena olmaz. Görevlere gitmeden önce saçlarını yaptırıp görevde söyleniyor yani şu huyu kapatıcı ile kapatsa güzel olmaz mı? Bu arada saçlarına bir şey yapmıyor dedim ama boya, kaynak gibi şeyler yapmıyor. Yapsa şaşardım zaten. Gerçekten vücudundaki en doğal şeyi saçları. Sadece maşalıyor veya kurutuyor. Onun dışında saçlarına bir tek vitaminler ile besleyici yağlar dokunuyor. İsminin gerçekten hakkını veriyor. Bal gibi kız valla. Aynı zamanda Görkay ile sevgili. Her neyse yeter bu kadar dırdır. Herkesle tanıştığına göre artık Alparslan’a tekrar dönebiliriz. Duru’nun odasından çıktıktan sonra alanda bıraktığı spor arabasına doğru yürüdü. Binerken arabasının yolcu koltuğuna açılan kapısı açıldı. Arabaya bindiğinde yanına oturan kişiyi tahmin etmek hiç zor olmamıştı. “Ne olmuş Duru’ya?” diyen Görkay’a ters bir bakış atıp arabayı çalıştırdı. “Her zaman olan şey olmuş. Neden geldin? Bir kafa dinleyemiyorum senin yüzünden.” “Seninle konuşmak istedim bende kardeşim. Ne diye söyleniyorsun? Nereye gidecektin ki? Beraber gidelim.” “İçmeye gidecektim Görkay. Bir rahat versene Görkay. Bir git Görkay!” “Gitmek falan yok. Sür bir meyhaneye. Gidelim içelim beraber. Ya da başka nereye gideceksen. Gece kulübüne de gidebiliriz istersen.” “Saçmalama Görkay. Seni eve bırakıp ben kendim gideceğim meyhaneye.” “Alp, kardeşim. Sen böyle kolay kolay içmezsin. Bir şey olmuş da içeceksin. Ne oldu?” “Canım istedi içeceğim ulan! Ayrıca bir şey olduysa sana ne. Hadi kardeşim, uzatma konuyu. Eve gidiyorsun sen.” “Asıl sana ne lan. Ben istersem içebilirim. Eve falan gitmiyoruz, benim sana anlatacaklarım var.” Alparslan bir şey söylemden her zaman gittiği amcasının meyhanesine doğru sürdü. Birkaç dakika sonra meyhanenin önünde inip tek kelime etmeden içeri girdiler. Bu meyhane eskiden babasının ve amcasının ortak işlettiği bir meyhaneymiş. Zamanında çok popüler bir mekanmış ama amcası ile babasının arası bozulunca mecburen kapatmışlar. Amcası dükkanı satmaya çalışmış ama alan kimse olmamış. Bu nedenle amcası tekrar açmış orayı. Ama artık eskisi kadar popüler değil arada sırada insanların rakı içmek için geldiği bir yer olmuş. Anlayacağınız ‘Çevik Meyhane’ artık ‘Babanın yeri’ olarak izini sürmüş. İçeri girdiklerinde Alparslan ile Görkay’ı bir sürpriz karşıladı. İlerdeki masadan birisinde oturan Rüya ile bir adam. Görkay bunu fark ettiğinde yüzünde garip bir ifade oluştu. Sanki ‘seni gidi seni’ der gibi bakıyordu Rüya’ya. Alparslan ise boş bakışlarla bakıyordu Rüya’ya. Ne oldu da adama döndü bakışları işte o zaman gözlerinde görünmesi zor olan bir ateş belirdi. Görkay Rüya’nın masasına doğru ilerlerken Alparslan koluna yapıştı. “Ne yapıyorsun lan?” “Cidden yanlarına mı gideceksin? Saçmalama otur başka masaya Görkay.” “Ne ya? Bir gidip selam vereyim şu kıza. Yanındaki adam kimmiş neymiş öğreneyim. İşimize yarar salak.” “Sadece merhaba diyorsun ve geliyorsun, tamam mı?” “Tamam anne.” Görkay göz devirip Rüya’nın masasına doğru ilerlerken, Alparslan onlardan uzak bir masaya oturdu.
RÜYA’NIN ANLATMIYLA…
Alparslan ile ayrıldıktan sonra direk İstanbul’a taşınan bir arkadaşımla haberleştim. Tabi ki Cemil ile ortak arkadaşımız, yanı yine Cemil yardım etti buluşmamız için. Her neyse, biraz kafa dağıtmak için ona meyhaneye gidebileceğimizi söyledim. Onun da sevdiği ve gittiği bir meyhane varmış. Beni otelin önünden aldı ve buraya, acayip kaliteli ve modern bir meyhaneye getirdi. Şu an burada oturuyoruz ve hayat hikayemi anlatıyorum ona. “Bende İstanbul’a gelmeye karar verdim. Şimdi de buradayım ve evsizim. Yani şu anlık evsizim. Cemil’in halletmesi gereken son birkaç şey kaldı. Sanıyorum oteli birkaç gün daha uzatabilir.” Bu arada arkadaşımın ismi Esat. Soy ismine gerek var mı bilmiyorum ama yine de söyleyeyim: Çırakoğlu. Evet, bu da yakışıklı. Ah, çevrem bu kadar yakışıklıyla dolu olmak zorunda mı? Esat uzun, siyah, dağınık saçlara sahip. Ama arkadan toplanacak kadar uzun değil. Lise birde hep onunla takılmıştım. Aynı sınıftaydım. boyu kaçtı? “Çıtır,” Evet, birbirimizi tanıdığımızdan beri birbirimize genellikle çıtır deriz. Bu yaşadığımız garip bir olaydan kaynaklı. “Efendim.” “Senin boyun kaç?” “2.05, neden ki?” “Aklıma takılmıştı sorayım dedim.” “Peki, o zaman bende aklıma takılan bir soru sorayım. Neden bir meyhaneye gelmek istedin ve neden arkanda bize garp garip bakan biri var?” dediklerini ciddiyetle dinliyordum ta ki son soruyu sorana kadar. Kaşlarımı çatıp arkamı döndüm ve tanıdık bir sıfat erişti gözüme. Görkay. “Görkay?” “Tanıyor musun?” diyen Esat çarptı bu sefer gözlerime. Evet anlamında başımı aşağı yukarı salladım. “Sonra anlatırım ben sana.” “Naber Rüya?” “İyi, iyi de senin burada ne işin var?” “Halka açık değil mi? Geldim seni gördüm. Arkadaş sevgilin falan mı?” Çatık kaşlarım yavaşça düzelirken gözlerimi iri bir şekilde açtım. “Neden benim yanımda her gördüğünüz erkeği sevgilim sanıyorsunuz? Yok benim sevgilim falan. Tanıştırayım sizi. Esat, bu Görkay. Görkay, bu Esat.” “Memnun oldum Esat.” “Bende Görkay. Otursana bizimle.” Neden bilmiyorum ama Esat’ın sesinde hafif de olsa kızgınlık sezmiştim. “Yok ben size rahatsızlık vermeyeyim. Rüya’yı görünce bir merhaba diyeyim dedim. Hem ben Alp’le geldim. Oturmuştur şimdi o. Yanına gideyim ben.” İri gözlerim inerken bu sefer de kaşlarım rahat durmadı ve yukarı kalktılar. “Görkay, sana bir şey sorabilir “miyim?” “Tabii,” “Senin telefonundan neden bana Alp yazdı? Onda benim numaram var.” “Benim telefonumdan mı? Ben neden bilmiyorum. Neyse, ben sorarım ona. Görüşürüz.” “Görüşürüz.” Görkay masasına doğru ilerlerken bende Esat’ın sorgulayan gözlerine döndüm. “Rüya hanım, ne iş?” Gözlerimi devirdim. “Saçmalamayı kes. Arkadaşım gibi bir şey. Geçen gün tanıştım. Şey, ben buraya geldiğim ikinci gün kaçırıldım da. Alparslan beni kurtardı. Sonra kendi evine götürmüş beni. Orada tatsız bir olay sayesinde tanıştık.” “Ne kadar tatsız?” “Bir kızı çıplak görürsen ne kadar tatsız derdin?” “Ben görsem, bu tatsız bir olay olmaz ki. Gayet tatlı bir olay olurd… Bir saniye! Ne? Sakın onu çıplak gördüm deme bana!” “Peki demem.” Sustuğumda derin nefeslerini duyuyordum. Muhtemelen sinirlenmişti. Böyle konularda çok korumacı ve abilik taslıyordu. “Sakin ol. Onunla bir şey yaşamadım.” “Ama çıplak yakaladın!” “Bu konuyu kapatabilir miyiz?” “Ayrıca kaçırıldığını nasıl bu kadar rahat söylersin kızım?” Bu sefer derin nefes alma sırası bendeydi. Ya havle! der gibi başımı hareket ettirdim ve onu gördüm. Gözlerinde zor belli olan bir ateş vardı. Kızgın gibi gözüküyordu. Bana bakıyordu. Gözlerimiz birbirine kitlendiğinde gözlerimi devirdim ve ‘Ne var?’ der gibi bir hareket yaptım. Bu hareketimi gören Esat gözlerimin kenetlendiği yere baktı ve o da onu gördü. Alp’in bakışları benden Esat’a kayınca gözlerinin içindeki ateş daha da harlandı ve gözle görünen bir yangına dönüştü. Bunun nedenini anlamıyordum. Birden ayağa kalktı bize doğru yürümeye başladı. Bu sırada Esat’tan bir ses duydum. “Bu deli ne yapıyor böyle?” Hiçbir şey demeden Alparslan’ı izlemeye devam ettim. Sinirli bir şekilde bizim masamıza ulaştığında hala ne olup bittiğini anlamadım. “Rüya,” “Ne var Alp? Ben sana bana bulaşma demedim mi?” Bunu duyan Esat ayağa kalktı ve Alp’in karşısında durdu. “Ne oluyor lan? Sen kimsin?” “Ben mi kimim? Değerli sevgilinin o yedinci sınıftayken hoşlandığı kişiyim.” “Bunu biliyoruz zaten aptal. Bana anlatmadığını mı sanıyorsun. Ne ayaksın oğlum sen? Hayırdır, masandan kalkıp buraya geliyorsun.” “Sana mı soracağım pezevenk.” “Tartışmayı kesin de ne olduğunu söyle artık! Ben buraya kafa dağıtmaya geliyorum, sen beni rahatsız ediyorsun. Arkadaşımla oturup bir şeyler içecektim ama Alparslan beyin canı istediği için beni rahatsız edecek! Söyle, ne var?” Artık yavaştan sinirlendiğim için bende ayağa kalkmıştım. Esat ise olduğu yerde Alparslan ile dip dibe her an kavga edecekmişçesine duruyordu. “Şey, t-toka! Tokanı düşürmüşsün giderken.” “İyi de, sen benden önce gittin. Nasıl buldun tokamı. Ben bugün toka mı taktım?” Saçımı yoklarken Alparslan boş boş bana bakıyordu. “Takmadın mı?” “Taktım mı?” “Ee, o zaman ben başkasının tokasını buldum.” “Göster, belki benimdir. Hatırlamıyorum takıp takmadığımı.” Alparslan yavaş ve tereddütlü bir şekilde ellerini ceplerine attı. Ceplerini yoklayıp ellerini geri çıkardı. Elinde ise bir tokadan daha büyük bir şey tutuyordu. “Bu ne lan?” diyen Alparslan’a baktım. Gözlerim yavaşça eline indiğinde elinde tuttuğu şeyin bir ped olduğunu gördüm. Gözlerim yavaşça irileşirken yanaklarıma bolca kan gittiğini hissettim. Ama bu benim değildi, neden utanıyordum? Esat’ın sorgulayan bakışları bana dönünce ikisinin de ne olduğunu anlamadığını anladım. Pedin ne olduğunu bilmiyorlardı. Şükürler olsun! Tanrım sana şükürler olsun! Bu sırada Alparslan’ın telefonu çaldı. Boş eliyle arka cebinden telefonunu çıkarıp aramayı cevapladı. “Efendim Balkız?” Biraz bekledikten sonra tekrar konuştu. “Evet, cebimden bir şey çıktı. Bu ne?” Balkız denilen kişiyi dinledikten sonra yanakları al al oldu. “Tamam, atarım.” dedi kısılmış bir sesle. Sanıyorum ki utandığında sesi kısılıyordu çünkü böyle durumlar yaşayan birkaç tane arkadaşım var. “İstersen ver, ben atarım.” Yanaklarım hala kırmızıymış gibi hissediyordum. Esat ise farklı bir kafadaydı. “Bu ne ki şimdi?” Yüzümü buruşturdum ve ‘yapma’ dercesine baktım. “Boş ver Esat, boş ver. Alp, Allah aşkına, bunun senin cebinde ne işi var?” “Ya şimdi, benim bir arkadaşım var. Pantolonumu acil yıkamam gerekmişti. Onun küçük dairesinde yıkamıştım. Onun da bu pantolona benzer bir pantolonu varmış. Onu giyecekmiş bugün. Cebine bunu sıkıştırmış şeyden dolayı, sonuç bu. T-toka da pantolonlar arasında kopmuş. Evet, kopmuş.” “Peki, şimdi izninle gidiyoruz. Çıtır şu içtiğimiz iki kadehi öde de gel. Kulübe gidelim. Meyhaneden bize bir iş çıkmayacak.” “Tamam, ödeyip geliyorum sen çık.” “Tamamdır çıtır.” Esat hesap ödemeye gittiğinde Alp’e döndüm. “Söyle hadi, ne oldu?” “Sen hayırdır? Çıtır falan, hani sevgilin yoktu.” “Asıl sana hayırdır. Babam mısın? Hayır. Annem misin? Hayır. Kardeşim misin? Hayır. Yakın arkadaşım mısın? Hayır. Ki zaten yakın arkadaşım bile bunlara karışmıyor. En fazla bana neden yalan söyledin der. Onun dışında bir şey söyleyemez. Şimdi tekrar düşünelim. Annem, babam, veya kardeşim değilsin. Yakın bir arkadaşım değilsin, arkadaşım hiç değilsin. Sana hayırdır! Elini kolunu sallayarak hayatıma giriyorsun. Çık diyorum tamam diyorsun. Şimdi sen hayırdır bu kim, hani sevgilin yoktu diyorsun. Hayırdır lan? Hayırdır oğlum sen?” “Tamam, özür dilerim. Haklısın. Sadece, gerçekten arkadaş olamaz mıyız? Yani yalvarmayacağım tabi ki bunun için ama en azından arkadaş olsak?” “En azından arkadaş olabiliriz eğer sen böyle yapmaya devam edeceksen. Ama günümün tamamını sana ayıramam. Hatta olabildiğince az görüş benimle, olur mu? Şu yaptığım bile saçmalık! Farkındasın değil mi?” Başka bir şey demeden çıkışa doğru yöneldim. Kapıdan çıktığımda Esat hemen arkamdan geldi. “Çıtır?” “Efendim Esat.” “Sen bunla bir şeyler mi yaşadın? Toka falan, ne iş?” “Saçmalama Çıtır. Lisede anlatmıştım ya sana. Mektup yazdığım kişi diye, işte o. Toka falan da düşürmedim. Kendisini hayatımdan kovmaya çalışıyorum. O gelip bana en azından arkadaş olalım diyor. Bu nasıl iş arkadaş. O kadar arkasından koştum çocuğun. Sevgili istemediğimde mi olacak bu! Neyse, harbi gel bir kulübe gidelim.” “Tamam Çıtır.”
|
0% |