Yeni Üyelik
1.
Bölüm

GİRİŞ

@kitaplarhayatimolm

GÖREV OR AŞK

Öncelikle herkese merhaba. Bu benim Wattpad e ilk kez başladığım yazım. Mantık hatalarım elbet ki vardır. Ama yaşıma göre güzel bir iş çıkardığımı düşünüyorum.

Keyifli okumalar oy vermeyi ve güzel yorumlarınızı eksik etmeyin.

Şarkılar;

-Eskimiş senelere yan,

-Shootout.

GİRİŞ

16 OCAK 2024

Alisa'nın Anlatımı

(Güncel yaş=20).

Hayatta , 2 kategori vardır. Peki biz neydik?, biz bu oyunda, ya oyun kurucuyduk. Ya başrol ya da figüran. Ben her zaman başroldüm. Hep benden üstün vardı ama benim için nefret kaynağıydı. Hırsım bazen ters tepince elimde kalan tek şey pişmanlık oluyordu. O pişmanlık derin bir kuyudan ibaretti.

Hafif atıştıran yağmur tüm dikkatimi bozuyordu, kalabalığın içerisinde az önce birini yaralamamış gibi davranmaya çalışıyordum. Önemli işleri bitirmiştim sırada final vardı.

Dalgın bakışlarla bir banka oturdum ve sol ayağımı sallayarak toplumdan biri gibi davranmaya çalıştım. Kahretsin, kalabalığı hiç sevmezdim.

Birden ara sokağı dönen biri gözüme çarptı, üzerindeki siyah kapüşonlusunu nerde görsem tanırdım. Hızlıca ayağa kalktım hızlı adımlar atarak kalabalığa yürüdüm. Ama o durmadı. Adımlarını hızlandırarak peşimden gelmeye devam ediyordu. Cebimde olan elimi yumruk yaptım. Tırnaklarımın arasına giren ve parmaklarımdaki kurumuş kanı tenimde hissediyordum. Bir an önce burayı terk etsem iyi olacaktı.

Kontrolsüzce arkamı döndüm, görmek istediğim manzara o değildi. Karşımda duruyordu. Adımlarımı geriye attım ve hızlıca koşmaya başladım.

Kalabalığın içinde insanlara çarpa çarpa koşuyordum çünkü başka çarem yoktu. Kimliğimi belli edemezdim.

Derken bir metro durağını gözüme kestirene ve içine dalana kadar.

Etraftakilerin gözü benim üstümdeydi. Arkamdan gelmiş ola ki '' Paramı çalan hırsız bu yakalayın!'' diye bağırdığını duydum. İftira atma konusunda ne iyiydi öyle. Üzerime doğru iki kişi yönelince refleks olarak geriledim.

Ortalık gitgide karışıyordu, kimseye vurmuyordum. Çünkü kanlı elimi cebimden çıkaramazdım. Birisi saçımdan tutup beni çekerken metro geldi. Hızlıca o kişiye döndüm. 30 yaşlarında bir adamdı. Boşta kalan bacaklarımla adamın bacak arasına tekme atarak metroya doğru yöneldim. Hızlıca metroya binerek tüm bu kargaşayı arkamda bıraktım.

Ben Alisa. Alisa Karakurt. Çalıştığım yerdeki en başarılı ajanlardanım. Hayat her zaman bana ters tarafını gösterdi ama bende o hayata sırtımı döndüm, hayallerime ulaştım. Ama bu yolda da düşmanlar hiç eksilmedi, az önce beni takip eden Arda gibi.

Benim hayatım aslında bir yandan aşamadıklarımla dolu. Beni iki kişi olarak da düşünebilirsiniz. Alisa ve aşamadıkları. Ve o aşamadıklarım listemin en başında geçmişim var.

Geçmiş, herkesin karamsar, güzel, iyi, tatlı yanını yansıtır. Geçmişlerimiz şuan olduğumuz kişinin aynasıdır. Benim o aynam hep kırıktı. O ayna bir araya gelse de üzeri kırılmış parçalarla doluydu. O parçalar birleşse de hep çizikler vardı. Bir daha düzelemeyen çizikler.

(Alisa 5 Yaşında)

Korkuyordum, tir tir titriyordum. Bir ağacın gövdesine başımı yaslayıp gözyaşlarımı durdurmaya çalışıyordum. Bir yandan da ''Annem beni bırakmaz ki, hep gelir'' diyerek sayıklıyordum. Yanımdan bir sürü hayvan geçti, ama korkmadım çünkü o daha korkunçtu. Çalıların arasından bir ses geldi. ''A-li-sa.'' İsmimi heceleyerek çalılıkların arasında o geliyordu.

Babam.

Gözyaşlarım yanağımdan süzülürken çalılıklardan çıktı, '' minik prensesim, Ne yapıyorsun burada?'' Ellerimle yüzümü kapatırken, parmaklarımı araladım ve onu gördüm. Elinde bir pense vardı. ''Bak bu yeni oyuncağın, oyuncağımız.'' Tekrardan sürünerek ağaca biraz daha yaklaştım. Ama o durmadı 1 adım daha attı 2 adım daha. Ardından elindeki penseyi havaya atıp tuttu. İnsan o ana değil, ona bakarken bile korku yaşıyordu. ''Git, yalvarırım, lütfen git.'' Ayağa kalkmaya çalıştım ama bu imkansızdı. Bacaklarımı 2 gün önce burkmuştu. Ayak bileğime zincir bağlamıştı.

''Gideceğim minik kuşum, ama sen böyle evden kaçarsan gidemem. Hem bugün doğum günün.''

Penseyi havaya tutup geri kaptığı eli durdu. Artık kaçacak bir yerim yoktu, ağaca tamamen yaslıydım, ellerim çaresizce titriyordu, gözyaşlarım boynumdan süzülüp, akıyordu. Ani bir hareketle yere çöktü, korkudan çığlık atmaya başladım. Sinirlendi, cebinden ip çıkartıp beni ağaca bağladı. Sonra elindeki penseyi çıplak olan ayaklarıma değdirdi, soğuk olduğu için titremem daha da arttı vücudum baştan aşağıya tir tir titriyordu. Sonra penseyle ayak başparmağımı kıstırdı. Sıktı, öyle bir sıktı ki bağırmam bile kesildi.

Yolun sonundaydım. O gün benim kabuslarım başladı, o gün benim çaresizliğim başladı. O gün yeni girdiğim 5 yaşımın tüm yaşları boyunca yaşayacağı acı başladı. o gün yaralar, izler yeniden kanadı.

Uyandım. Keşke o gün derin bir uykuya bir daha uyanmamak üzere dalsaydım. Gözlerimi araladığımda bir odadaydım. Her tarafta kameralar vardı. Beni çeken. Üzerimde beyaz bir elbise vardı, her tarafı yırtık olan. Birden gözüme doğru flaşlar patlamaya başladı. Kulağımda onun pis sesi, kalbimin çaresizce atışı ve o gün gözümü kör eden flaşın ışıkları...

Günümüz

16 Ocak 2024

Asla ulaşamadıklarım, çocukluğum, hayatım. Geçmişim.... Benim geçmişim hep intihar etmeye çalıştı, defalarca. Ama benim geçmişim ölmedi. Peşimden kara bulut gibi geldi hep. Anlatamadıklarım, haykırışlarım, çığlıklarım. Benim içimde hep yaşayamadıklarım olarak kalacak.

''6. Durak ÇİFTEKÜMBET’’ sesiyle irkildim. Adımlarımı hızlandırdım ve metrodan çıktım. En yakın lavaboya girerek kimsenin olmadığına emin oldum. Musluğu açarak elimi yıkamaya başladım. Ardından da saçımdaki saçma salak peruğu çıkardım. Yüzümdeki ağır makyajı sildim ve hafif makyaj yaptım.

‘’Şu Arda çok ayak altında dolaşıyor, ortadan kaldırsam iyi olacak.’’ Diye mırıldandım. Bir kabine girdim, üzerimdekileri değiştirdikten sonra eski kişiliğime geri döndüm.

Telefonumun titreme sesini hissederek elimi sırt çantama götürdüm. Telefonu içinden çıkararak merakla ekrana baktım.

‘’Micheal’’

Micheal, bir zamanlar şirketinde çalıştığım, güzel bir kariyer yapıp onunla yollarımı ayırdığım kişiydi. ‘’Alo, Merhaba.’’ Kaşlarım çatık bir şekilde cevap verdim. ‘’Buyurun.’’ ‘’Micheal Bey, önemli bir iş için bir kadro topluyor ve bu kadroda sizi görmek istiyor.’’ Boğazımı temizledim. ‘’Ne işi? Ne kadrosu?’’ Karşımdaki kadının oflama sesi geldi.

‘’Hanımefendi, 4 kişilik bir kadrodan oluşan bir ekip topluyoruz. Bu ekipte sizi de görmekten memnun oluruz. Attığımız adrese bir saat içinde gelirseniz detayları öğrenebilirsiniz.’’ Sözlerini bitirdiği gibi yüzüme kapattı. Tavrı sinirlenmeme sebep olmuştu.

Trafiğe çıktım, yürüme mesafesinde olan konumu bulmaya çalışıyordum. Birden bir kalabalık gördüm. Adımlarımı hızlandırarak ne olduğuna bakmaya çalıştım. Gördüklerim ise, iki arabanın çarpışmasıydı. 2 adam arabalarından inmiş, oldukları yerde konuşuyorlardı. ‘’Alex, özür dilerim kusura bakma ya.’’ Diğeri sakince tebessüm etti. ‘’Bir şey olmaz para bu dünya malı. Fazla takmana gerek yok.’’

Trafikteki diğer yolcularda rahatsız olmaya aralarında laf dalaşı başlayınca kendimi tutamayarak ''Durun Polisi arıyorum!'' diyerek o tarafa seslendim. Ne yapıyordum! Bu günlük bu kadar dikkat çekmek yeterliydi ve ben daha da üzerine gidiyordum.

Bir el beni durdurdu. ‘’Bunu yapmana gerek yok. Kendi aralarında hallederler.'' Kafamı çevirdiğimde alnında birkaç sivilcesi olan ama güzelliğiyle sivilceleri kapatmış bir kız gördüm. Kaşlarımı çatsam da bozuntuya vermemek için telefonu kapattım.

''Bu arada ben Luna.''

Elini uzattı ve tuttum. ''Alisa'' diye karşılık verdim.

LUNA'NIN ANLATIMINDAN

(Güncel Yaş=20)

Sabah uyandım ve ilk işim olarak yanı başımdaki telefona bakmak oldu. ''Luna Hanım acil iş!, Luna nasılsın?, MediaMark'ta indirimin tam sırası.'' Tüm mesajları kaydırdım ve es geçtim. Derken yanımızda çalışan stajyer olan Asel'den sesli arama geldi.

''Alo Luna Hanım?'' bir yandan ona cevap vermek için yutkunurken diğer yandan terlikleri giydim. '' Uzun zamandır piyasaya bulaşmayan MİCHEAL yeni bir işe başlamış.'' ''Bana ne bundan Asel? Sen beni bunun için mi aradın?'' ''Ben bir işinize yarar diye düşünmüştüm.''

''Asel saçmalama istersen. O farklı bir iş kariyerinde. Bense farklı. Bizim şirketimize etki eden bir şey olmadıkça bizi ilgilendirmez.’’ dedim ve yüzüne kapattım. Asel bazen çok işime yarasada ilk işi olduğu için her şeyi haber vermek, her işi yapmaya çalışıp işe yaramaya çalıştığını düşünüyorum. Ama bu bana zıttır. Her neyse. Uyandım üstüme siyah bir kazak giydim, biraz inceydi. Altıma da siyah İspanyol pantolonumu. Ve her zaman vaz geçemediğim siyah çizmelerimi.

Açık renkleri de severim ama iş günleri , işin ciddiyetinin insanlara göstermek için siyah giyerim. Bence siyah asil bir renk olduğunu için gereken ciddiyetimi gösteriyor. Hayatımda işle duyguları asla karıştırmadım, asla. Evet benimde vicdanım var ama konu işim ise vicdandan önce iş gelir. Ne kadar doğru bilmiyorum. Yatağı topladım, ama şımarık kedim yatağı bozdu.

Normalde bir insanı ya da çocuğu şımartmam ama kedim nedense çok şımarık. Gereken ilgiyi verdim ve mutfağa geçtim. Saate baktım kahvaltıya zaman olmayınca evden çıktım. Yolda başım dimdik yürüyordum. Sanırım bazen bu ajanlık işini abartıyorum ya da bana öyle geliyor. Ama bir iş kadını olarak bu yakışır. Yönümü değiştirmeme sebep olan şey ise Micheal’dan gelen telefondu. Her şeyden şüphelendiğim için konuşmayı kaydettim. Kayıtta şunlar geçiyor. ''Alo Luna Hanım'lamı görüşüyorum?'' ''Ne vardı?''

''Michael Bey bir iş için sizi ofise çağırıyor?'' ''Ne işi'' diye sorduğumda, kaşlarım çatıldı ve ne diyeceğini bekledim. ''Şuanda fazla bir bilgi veremem ama bu işte 4 kişi olacak.'' ''Peki'' deyip yüzüne kapattım. Yüz ifadem şuana kadar sakindi. Fakat yüzümde oluşan merak duygusuna engel olamadım. Birden telefona konum geldi. Gözlerim kısık bir şekilde telefona baktım. Yakında ama trafiğe çıkmam gerekiyordu. Trafik.

(Luna 10 yaşında)

''Luna annecim biz çıkıyoruz, bulaşıkları kurulamayı unutma.'' ''Peki anne dikkatli gidin, '' dedim ve annemin yanığına bir öpücük kondurdum, babama da sarıldım. Aradan 5 dakika geçti- geçmedi, salona geçtim ve babamın cüzdanını unuttuğunu gördüm. Aklıma bir fikir geldi.

Babamlar şuan bisikletimle ulaşacağım bir uzaklıktaydılar, tahminlerime göre ışıklardalar. Onlara yetişip babama verecektim. Dediğim gibi yaptım, hemen binamızdan çıktım. Garajdan bisikletin kilidini açtım, trafiğe çıktım ve yola koyuldum. 2 dakika sonra karşımda bizim araba vardı, anneme el salladım, cüzdanı havaya kaldırdım. Annem başparmağını kaldırdı. Hafif bir tebessüm etti tebessümüne karşılık verdim. Kaldırıma geçtim ve onları bekledim ama gelmediler, gelemediler... Kavşaktan dönen tır, bizim arabaya çarptı, korna sesleri, arabanın durmaya çalıştığı fren sesleri, çarpışma sesleri kulağımda çınladı...

''Anne.'' ağzımdan çıkan son kelime bu oldu. Olduğum yerde dona kaldım. Karşı tır büyük olduğu için şoförü gaza bastı ve gitti.

Kulağımda hala arabamızın çok sevdiğim korna sesi, çarpışma sesi ve fren sesi yankılanıyordu. Aniden bir hareketle yola doğru koştum, kapıya yöneldim. Küçük Luna'nın göz yaşları, o gün yağmura karıştı. Şimşek çaktı, Luna ağladı. Gök gürledi, Luna ağladı. O günü Luna'nın kabusu oldu, Luna hala ağladı. Mavi ışıklar, kırmızı ışıklar, ambulansın, polis arabasının üstünde dönüyordu. Ama Luna hala ağlıyordu. O gün işte Luna'nın hayatta tek kaldığı gündü. Belki de toprak sevdiklerimizi aldığı için güzel kokuyordur.

Günümüz 16 Ocak

Güçlü durmaya çalışıyordum. Babama ihanet etmeyecektim. O her zaman bana ''Sen benim kızımsın, ağlamayacaksın, güçlü duracaksın. Bak Luna biz bugün var, yarın yokuz. Her şeye hazırlıklı ol. Her şeyin en kötüsünü düşün ve kendini ona göre hazırla.'' Derdi. Bunu hatırlayınca yüzümdeki duygusallık yok oldu. Trafiğe çıktım o sırada da yine ve yine korna sesleri fren sesi duydum. Ama çarpışma sesi duymadım. Oraya gittiğimde 2 delikanlı erkek, konuşuyordu. Daha iyi duymak için öne gelen saçımı, kulağımın arkasına attım.

Derken bir kız ''Polis'i arıyorum'' dedi. O ışıkları görmek istemedim, onlardan korkmuyordum ama beni rahatsız ediyordu. Onu durdurdum. ‘’Bunu yapmana gerek yok. kendi aralarında hallederler.'' Dedim. Kızın garip bir güzelliği vardı, bakışları tam bir oyuncuydu, mimiklerde öyle. Konuyu dağıtmak isteyerek elimi ona uzattım. ''Bu arada ben Luna'' ''Alisa'' diye karşılık verdi. Alisa'yla beraber onlara döndük. Omuz omuza atarak ismini Jack diye duyduğum çocuğun arabasına yaklaştık. '' Geçmiş olsun.'' Dedim, Alisa'da başını sallayarak selam verdi.

JACK'İN ANLATIMIYLA

(Güncel Yaş=22)

Hayat bir kumar masası mıydı? Ya da Rus ruletinde kaybedersek elimizden kayacak bir şey. Hayatta insanın her zaman kaybedeceği bir şeyi olur. Bir hayat, sevgili, arkadaş gibi maddi ise ev, araba hiçbir şeyim yoktu. Motor dışında. Motorlar her zaman ilgimi çekerdi. Bir galeri sahibi olmak isteğim ise sanırım bundan geliyordu. Ama sonuç, sonucu bilmiyorum. İnsanların gözünde bir dolandırıcıyım. Aslında haklılar da.

Nasılım? Mental olarak mı? , bedensel olarak mı? Ben Jack, hayatın anlamını her zaman bulamayan Jack. Hiç aşık olmayan, hiç kimsenin güvenmediği, bir hayalleri olan ama hiçbir zaman başaramayan Jack, eğer acı çekmek sanat olsaydı pahalı bir tablo olabilen Jack...

Eve çok geç saatte girdim, kapının kolunu bulamayacak kadar sarhoştum. Görevli Nurettin Amca çıkardığım seslerden geldiğimi anlamış gibi, söylene söylene bana yardımcı oldu. Bir yandan da yakınıyordu. ''Ah oğlum ah gencecik yaşında şu bulaştığın şeylere bak.'' Normalde o kadar sarhoş olup alkolle kör olan biri değilimdir. Ama olduğum zamanlarda da saçmalar dururum. ''Ya dayı boş yapma be, benim hayatım sen misin? Bir dakika lan hayat neydi?'' Kalanını hatırlamıyorum.

Uyandığımda kanepede ayakkabılarımla yatıyordum. Ayağa kalktığımda bile düz duramıyordum. Alışkın olduğumdan artık gözü kapalı mutfağı buldum. Soda alıp diktim bir tane.

Yavaşça kendime geliyordum. Ayakkabılarımla olduğumu fark etmemişim ve evde dolaştım. Sonra duşa girdim, çıktıktan sonra tam geldim artık kendime. Cep telefonuma baktım, 1 tane arama yoktu. Kendi kendime güldüm, ''Tövbe ya yalnızlığa bak. Kafayı yiyeceğim.'' Derken o sırada mesaj geldi. Gözlerim telefona baktı. Bu dolandırıcılık işleriyle uğraştığım kişidenmiş.

''Olum Jack 2 gündür cevap vermiyorsun, haber bekliyorum. Çaldın mı haraçları?'' Oflayarak '' Telefonumun şarjı yoktu, 2 gündür kafamda pek yerinde olduğu söylenemez.'' Yazdım ve telefonu kanepeye fırlattım. Üstüme siyah pantolon, siyah bir tişört giyince bileğimdeki izler ortaya çıktı. Kapatmak için deri bir cekette giydim. Gözlerim izlerime tekrardan döndü. O gün aklıma tekrardan geldi, gözlerimi yumdum.

12 Ağustos 2011

(Jack 13 yaşında)

''Senden tiksiniyorum! Keşke, keşke benim oğlum olmasaydın. Sen benim oğlum değil yüz karamsın! İlk ve son pişmanlığımsın, Jack. Senden bir bok olmaz, olamaz. Hayat bile şöylesini kabul etmekte zorlanmış ola ki kimseyle anlaşamıyorsun. Tam işe yaramazlığın vücut bulmuş halisin Jack! Senden nefret ediyorum, senden oğlum olduğun için nefret ediyorum!'' Babam her zaman böyleydi, kumarda kaybeder, beni döverdi. Bir şeye sinirlenir beni döverdi. Canı sıkılır beni döverdi...

Ama bu son cümleleri tüm hayatım boyunca yediğim dayaklardan daha fazlasıydı. Babam beni dövmemiş, gerçekleri suratıma tokat olarak çarpmıştı.

Babam kapıyı çarpıp çıkmamla irkilmişti. Öfkeyle merdivenlerden iniyordum. Adımlarım sanki duygularıma taşmıştı. Hepsi birer çığlığı, birer hayal kırıklığını temsil ediyordu. Evden çıktım, ama dur bir dakika ben nereye gidecektim? Kollarımı iki yana açtım ve güldüm, gülmem gözyaşlarına dönüştüğünde kendimi yere attım. ''Senden bir bok olmaz.'' Diye babamın cümlelerini tekrarlıyordum. Aradan 2 dakika geçti, geçmedi. Annem geldi, gözü yaşlıydı. '

'Oğlum canım oğlum, özür dilerim.'' İrkildim ve yere oturdum, kollarım dizlerime temas ederken ''Neden beni doğurduğun için mi?'' diye fısıldadım. ''Hayır bitan...'' ''Beni doğurduğun için mi benden özür diliyosun anne! 12 yıl boyunca hayatın gerçeklerini, adi bir adamdan duyduğum için mi özür diliyorsun! Anne?'' Son sözlerim, beynimde yankılandı. Annemin gözünde her zamanki çaresizlik vardı. ''Anne beni rahat bırak, lütfen lütfen...''

O sırada babam balkondan çıktı ve çekirdek kabuklarını üzerime savurdu. Gülerek ''Anca çöplük olurdun, Jack'' dedi. ''Hadi git, o şerefsizin yanına git.'' Ayağa doğruldum ve annemi sırtından ittirerek evin kapısına yaklaştırdım. Babamı seviyordum, şu ana kadar. Kalbimde bir anda onu öldürme isteği oluştu. Bu düşünceden uzaklaşıp, 2 katlı olan evimizin bahçesine oturdum.

Çitlerin arasından bana bakan Tarık'ı görmemiştim. Duruşumu dikleştirdim, ''Ne oldu lan 2 gün sonra gelecektin.'' Dedim. Deri ceketini düzeltti. Oturmuş olan vücudunu doğrulttu. 1.83 boylarında bir mafyaydı. ''Jack sen bu işi şaka sandın, herhalde. Günlükler nerde?''

İstediği günlükler okulda hepsinin mafyanın çocukları olan grubun günlükleriydi. Düşünceli siyah gözlerim yerle buluştuğunda konuşmaya başladım. ''Beni aralarına almadılar, partiye çağırmadılar, adreslerini öğrenemedim.'' Dedim çaresizce. Çitlerden atladı, öfkeden kıpkırmızı olmuş yüzüyle, yanıma geldi, beni havaya kaldırdı

. ''Bana bak velet, yarın bu işi hallettin, hallettin yoksa bu evi başınıza yıkar, senin kabusların olurum.'' Son sözleri hafif korkmama sebep olsa da belli edemezdim. Başımı olumlu anlamda salladığımda beni bıraktı oda arkasını dönük uzaklaşmıştı bile. İçimden kendime lanet ediyordum.

O kimdi biliyor musunuz? Babamın kumarda üstüne beni koyarak kaybettiği iş adamı. Beni yanlarına aldılar, dövüş savunma hepsini öğrettiler. Adamları olup ailemin içine sızdırdılar, beni. Belki de dolandırıcılığım, maskelerim, yalanlarım burada başladı.

1 Gün Sonra

Hiç ailenizi kaybetme korkusu yaşadınız mı? Ben 13 Ağustos sabahı yanan evin içinden annemi, kurtarmaya çalışırken yaşadım. İtfaiyenin babamın kül olmuş vücudunu çıkartırken yaşadım. Ömrüm boyunca taşıyacağım yanık izleriyle bakışırken yaşadım. Benim yüzümden olan eve baktım, hatıralarımızın, dayakların, hakaretlerin olduğu o eve bakarken yaşadım ailemi kaybetme korkusunu. Ben, benim yüzümden yanan, kül olan çocukluğuma, geçmişime bakarken yaşadım korkuyu! Tarık sözünü tuttu, kalbimi değil evi yaktı o evi başıma yıktı. Tek yıktığı evim miydi bilinmez. O benim hayallerimi, hayatımı yıktı, geriye beni bir enkazla çekip gitti.

Günümüz 16 Ocak 2024

İşte o yaralar... Benim ailemi öldürdüğümün kanıtıydı. Evden dışarı çıktım, sokaklarda elimde sigarayla geziyordum. Beklemediğim bir şey oldu. Telefonum çaldı. Micheal yazısını görünce bir duraksadım. Bu durduk yere beni aramazdı. Boğazımı temizledim ve açtım, ''Alo''

''Alo merhaba Jack Bey ile mi görüşüyorum?'' ''Buyurun benim'' ''Micheal Bey yeni yapacağı işe sizi de ekibinde görmek istiyor, attığımız konuma gelirseniz detayları öğreneceksiniz.'' ''Nasıl yani? Siz bana iş mi teklif ediyorsunuz?'' ''Hayır, seçenek sunduk. Gelirsen de sana yarar, gelmezsen de sana zarar.'' Telefonu kapattım, ve konum geldi. Motoruma atladım ve trafiğe çıktım. Yan kavşaktan dönüyordum ki Alex'in arabaya toslayana kadar. Aslında ikimizde de hata vardı ama hayat suçları üstüme yıkmış gibi özür diliyordum.

''Para bu dünya malı.'' Deyince tebessüm ettim, merakla ''Alex sen hiç acı çektin mi ?'' diye soruverdim. ''Hangimiz acı çekmedik ki'' dediğinde aynanda acı içinde gülümsedik. ''Sen nereye gidiyorsun'' diye sorunca panikledim ve yalandan bir yer tarif edip indim.

Alex'in Anlatımından

(Güncel yaş=21)

Hangimiz acı çekmedik ki.

Kimdik? Biz hayatın oynattığı bir kuklaydık. Hayatın içine aniden dalan, tiyatro gösterimiz için bekleyen kişilerdik biz. Hayatın üvey çocuklarıydık, hayat bizi hiçbir zaman kabullenmeyecekti. Ve o acı ömür boyu peşimizden gelecekti. Yaşanmışlıklar, hayaller hepsi yarım kalmıştı. Ama benim hayallerim yarım kalmadı. Bu süreçte vazgeçtiklerim de oldu, ezip geçtiklerimde. Çocukken hep futbolcu olmak istiyordum, babamdan mirastı. Babam....

Benim babam her zaman geçmişin kara lekesi oldu. Annem ise kara sevdam. Annemin yüzünü her zaman merak etmişimdir. Hayat onu benden kopardı, bende hayattan ümidimi kopardım. O kuklacının beni oynatan iplerini kesecektim. Annem. Annem benim saçlarımı hiç okşamadı. Ellerimi tutup ''Canım Oğlum'' demedi, diyemedi. Hayat canım anneme çok acı çektirmiş ola ki hangi anne oğlunun doğumundan sonra daha emzirmemişken, kucağına almamışken intihar eder, Dimi? Teyzemin dediğine göre, üniversitede babamla çıkmaya başlamışlar ve ani bir olayla annem bana hamile kaldığını öğrenmiş. Daha gençlermiş, babamla. Ama soy adım olsun diye evlenmişler. Ama annem ben doğurduktan sonra uçurumun kenarında intihar edip mücadelede tutunmaktan nasır tutmuş elleriyle bırakmış o ipi. O uçurum, kabuslarım olan uçurum.

Uçurum çoğu kişinin hayata gözlerini yummayı tercih ettiği yerdir. Hayattan bıkmışların yeridir anlayacağız. Bir keresinde bende atlamayı denemiştim ama yapamadım.

23 Temmuz 2014

(Alex 8 yaşındayken)

''Baba, pikniğe de gider miyiz?'' Öyle hevesli sormuştum ki arabayı süren babamın gözleri yeniden doldu, çocuk aklı anlamadım tabi. ''Artık benle gidemezsin.'' Dedi sert bir şekilde. ''Nasıl yani?'' diye soruverdim. ''of Alex bir sus lütfen.'' ''Ama ben susmak istemiyorum, baba futbol kursunda yaşadıklarımı anlatayım sana dur, biz maça haz-.'' Babamın bağırışıyla sesim kesildi. Sonra topraklı bir yola girdik, babam bana ilk kez bağırmıştı, camı izlerken kahverengi gözlerimden 2 damla yaş düştü. Araba durdu. Kaşlarım çatık bir şekilde babamı izliyordum, kapıyı açtı, indim. ''Neden geldik buraya'' diye sorduğumda uçurumu işaret etti. ''Bak'' dedi ''Bura var ya bura, annenin ölüm yeri.'' ''NE!'' diye panikledim.

Aşağıda annemin olduğunu düşünerekten birkaç adım attım oraya doğru. Kolumu sıkıca kavrayan bir el durdurdu beni. ''Ben senin yerine bakayım'' babam son cümlesinden sonra oraya yaklaştı. Ardından babam aşağıya baktı. ''Alex! Annen burada yok.'' Bu benim hayal kırıklığı cümlemdi. Parmağıyla boynumdaki fotoğraf makinesini gösterdi. ''Beni çeksene'' dediğini yaptım. Kaşlarım sürekli çatık bir halde babamı izliyordum, sonra bana yaklaştı arabanın anahtarını verdi , bagajı açmam gerektiğini söyleyince ikilemeden yaptım.

Bir futbol topu vardı, ''Son kez top oynamaya ne dersin?'' diye sorunca şaşırdım. ''Neden son kez? Ayağına mı bir şey oldu baba. ?'' ''Hayır olmadı'' diyerek bana pas attı, kendisi uçuruma 100 m uzaklıktaydı, arkası uçurumdu. Benimse toprak yol. ''Ben kaleciyim bakalım tutabilecek miyim at bakalım'' topu sert bir şekilde attım ve uçuruma gitti. ''ya babaa tutamadın, topum gitti.'' Bakmak için uçuruma yaklaştım, ama babam engelledi. ''Beni üzdün.'' Dedim babama. Ağlamaya başladım. Sanırım babamın sabrının son noktasındaydım, haykırmaya başladı.

''Sende beni üzüyorsun, Alex! Doğduğundan beri! Beni hep üzüyorsun, bıktım sendende hayattan da... Alex ben artık sana bakamıyorum. Neden ya neden? Neden doğdun sen?'' ''A-ama'' ''Alex, ben hep bir oğlum olsun istedim, baba olmak istedim. Hep hayal kurdum.'' Diyince kendimi tutamayarak ''Oldu zaten baba seni çok seven bir oğlun oldu!'' ''Ama ben bu hayallerimi kurarken yanımda annen vardı!'' son cümlesi benimde gözümü doldurmuştu. Babam benden uzaklaştı, sırtı uçuruma dönükken birkaç adım daha attı. ''Baba nereye?'' diye sorduğumda, yalvaran , çaresiz bir Alex vardı karşısında. ''Annenin yanına'' dediğinde uçurumla arasında 2 adımlık mesafe vardı. ''Alex her şey için üzgünüm, ama ben yoruldum, ahirette görüşmek dileğiyle.''

Babam o iki adımıda attı. Gözümün önünde o uçurumdan atladıi tıpkı yıllar önceki annem gibi.

''Babaaa!'' diye bağırdığımda kahverengi gözlerim körleşmişti. Kör oldum, ben o gün kör oldum. Ben o gün ilk kez öldüm. Ben o gün ilk kez hayatın kara yüzünü gördüm. Şok olmuş bir şekilde uçuruma bakıp yaklaştım. O boşluğa baktım. Seneler önce annemin gittiği boşlukta şimdi kanlar içindeki babam vardı.

Bazen öyle bir boşluğa düşersin ki ne ağlayabilir ne tepki verebilirsin sadece dalıp gidersin o boşluğa...

Günümüz 16 Ocak 2024

Bu günlere kadar her şeyi tek başardım. Bir bilgisayar şirketinde stajyer olarak çalışmaya başladım ve öğrendiklerimle her kapıyı açabilecek kadar kod, formüle kadar öğrendim. Şuan bulunduğum konum ise profösyonel bir hacker.

3 katlı evimin bahçesinde oturuyor, benden 5 km kadar uzaklıkta olan uçurumla göz göze geliyordum. Doğru duydunuz o uçurumun karşısına ev aldım. Ve oraya her baktığımda yarım kalmışlığımı gördüm. İçimdeki anne sevgim. Derken telefon çaldı. ''Alo ne vardı?'' ''Alex Bey ben Micheal beyin asistanı Lara, Micheal Bey kuracağı bu yeni işinde sizi görmekten memnuniyet duyar, dilerseniz attığım adrese gelip detayları öğrenebilirsiniz.'' ''Pekala'' dedim ve kapattım. Her iş adamıyla bir toplantı, yemek tarzı yerlerde karşılaşmıştım ama MİCHAEL tahminim gibi bu tarz yerlerde uğraşmıyordu. Garajdan en az 20 arabadan birini seçtim ve trafiğe çıktım. O Sırada kavşaktan dönen bir motora çarptım. Öfkeyle inip onu görünce duraksadım. O siyah gözleri nerde görsem tanırdım. Jack'ti bu. Aramızda konuşup konu tatlıya bağlandı ve onu istediği yere bıraktım.

 

Loading...
0%