Yeni Üyelik
1.
Bölüm

MSA1🔪KIYAMETİN ŞEHVETİ

@kitapruhuzayda

Beklemek hiç geçmeyecek derin yara izleri gibi karşımda bağdaş kurmuş gözlerini kısarak beni süzüyordu. Bir adım atsam düşecek olan kepenklerim sahibimin vicdanıyla oynayıp seke seke geri dönüyordu. Sabırsız iniş çıkışlarına eşlik eden kanatlarım bu kez yenilgiye boyun eğmeyi tercih etti. Yorulmuştum ama hiçbir zaman pes edecek kadar değildi yorgunluğum. Sadece küçük bir şanssızlıktı çünkü daracık kafese kapatılmış bedenim süzülen kanatlarıma istediğini vermemekte ısrarcıydı. Sahibimin bakışları bana döndü. Yorgunluğu asılı duran bir ip cambazıyla oynaya dururken üzerine devrilen görünmezlik pelerini kanatlarıma büyük bir yük bindiriyordu. Sanki acı çekmeni istermiş gibi.

Onu en güzel tanımlayan şey aşktı. Onun işine olan aşkı her zaman en önde yer almalıydı. Saatlerini harcadığı bi yığın dosyaya herhangi bir anlam yükleyemiyordum. Tutsak olan gerçekten ben miydim yoksa o mu? Bu kadar çalışmasının ardında yatan her ne sebep var ise iyi şeylerin olmadığı kesindi. Çünkü onu daha önce hiç böyle bir uğraşın içinde kaybetmemiştim.

Soğuyan kahvesinden bir yudum aldı. Fincanı kemikli ve uzun parmaklarıyla kavrarken her zaman içtiği acı kahvesinden bu kez haz almayışı yüz ifadesini onaylar cinstendi.

Boşlukta sallanmaya başladım. Her boşluğa düştüğümde uçuyorken hemde... Şimdi ise her şey çok daha farklıydı. Özgür ruhum kanatlarıma dokunmuştu ve muhteşem bir insan bedeniyle takas edilmişti. Şu an ise yapmam gereken bana ait olmayan bir bedenle, başka bir bedeni ayartmaktı. Düşünmek yorucuydu. Tıpkı bir bebeğin çığlıkları gibi tırmalıyordu beynimin içini. Ya da beynimi tırmalayan şey tam tersi varoluşumun sahteliğiydi. Sahipsiz yalvarışlar dört bir yanımı sarmıştı. Bense başka çaremiz olmadığı bu oyunda kendime hakim olmalıydım. Yanlış yapılacak her yeni şey beni bir adım geriye sürüklemeden ben sahip olmaya ant içtiğim bilinmezliğimle zirveye ulaşmalıydım.

Bu oyunda doğru olan neydi? Cehennemin ateşiyle dans etmek mi? Derinden, en derinden içten içe yok olmak mı? Kafamı kafesin demirliklerine vurmamak için büyük çaba sarf ederken henüz baş etmeyi başaramadım duygularım, iki farklı bedene sahip ruhuma toslayıp duruyordu...

 

Mavi Alakarga'lara özel sesimle ötmeye başladım. Alakarga'lar, Corvidae familyasından gelen Cyanocitta cinsinden olan bir kuş türüdür. Baş kısmında halim olan açık mavinin tonları kuyruk kısmına gelinceye dek koyulaşır. Bense Mavi Alakarga'ların en küçük alt türüydüm. Kanatlarım açıldığında rengim, gökyüzünün o derin mavisine dönüşüyordu. Renklerin çeşitliliği, tüylerimizin şekli itibariyle ışığın kırılmasından dolayıydı ve benim tek istediğim ise buradan bir an önce kurtulmaktı. Özgürlüğü tatmak istiyordum, daha yeni yeni keşfettiğim gerçek dünyaya dokunmak istiyordum. Yolun henüz çok başındayken engellenmek değil koşarak uçmak istiyordum. Geleceğe, bilinmezliğe...

Cas elindeki kalemi bana doğru uzatarak, "Hayır Blue, henüz değil." deyip tekrar dosyalara gömüldü.

Neyseki, ilk reddedilişim bu değildi.

"Yüzyılların sürüklediği bu zamanda özgürlüğün ele geçirdiği bizi kısıtlayan her kim olursa bilmelidir ki, kendi rüzgarıyla savrulacak!"

Blue Jay yasa kitabında yer alan maddelerin insan ırkının dünyasında herhangi bir yükümlülüğü var mıydı? Yoksa birer kukla olmaya devam mı etmeliydik? Yanlış olan çok fazla şey vardı ve bu yanlışlar çoğalarak nefes almamı engelliyordu.

Cas'in telefonu çalmaya başladı.

Chopin'in en güzel melodisi olan Spring Waltzkulaklarıma hızla dolarken sanki o da bilerek telefonunu açmıyor ve piyanonun o ihtişamlı sesi tüm odayı doldursun istiyordu. Bu parçayı çok iyi biliyordum çünkü bana verdiği en anlamlı hediyelerde biriydi.

Telefonu eline alırken acele etmiyordu. Belki arayan kişi onda hiçbir etki yaratmamıştı. Telefonu açarak, "Evet?" dedi. Bir süre telefonun ardındaki kişiyi dinledi. İşle ilgili olduğunu düşünsemde gerildiğini hissedebiliyordum. Sonra ansızın, "Dosya hazır," deyip ekledi. "Geliyorum." Telefonu kapattı ve uzunca bir süre aklını yoklayan düşüncelerle bana baktı. Bakışlarına herhangi bir anlam yükleyemiyordum. Masasından kalkarak odasına ilerledi ve ben kesinliği olmayan bir baş yapıtın anlamsızlığıyla kalakalmıştım.

Dakikalar sonra pahalı olduğu her halinden belli olan takım elbisesiyle koridorda görünmüştü. Ceketini askılıktan alırken anahtarlarını kontrol etti. Onun olmadığı her an odasının kilitli olduğunu biliyordum. Bunu yapmasının nedeni insanın aklına soru işaretlerini getirse de önemli bir iş insanı olduğu için zamanla buna da alışmıştım. Nitekim, onunlayken sorgusuz yaşamalıydınız, onunlayken ona ayak uydurmayı iyi becermeliydiniz.

Çünkü o kıyametin şehvetine sahipti...

Son anda aklına gelmişim gibi bana dönen bakışları adım adım üzerime gelirken birkaç dosyayı kolunun altına sabitlemişti. Parmakları kafesin içindeki beni bulurken tüylerime dokunması bir an o parmakların insan bedenimde dolaştırmasını istememe neden olmuştu. "Görüşürüz küçük şey." deyip yanımdan uzaklaştı ve giderek uzun koridorda kayboldu.

Bu küçük şeyle, çok kısa bir süre sonra görüşeceksin Cas çünkü artık sıra bendeydi. Karanlığın içindeki bizi görebiliyordum.

Başrolde olmak avuçlarımın içindeki kesikleri kanatırken, aklımı yoklayan seçilmiş kişiliğim büyük darbelere ev sahipliği yapıyordu. Kafesin mandal mekanizmasını gagamla açarak küçük bedenimi özgürlüğüme kavuşturmuştum.

İnsanlara göre neydi içinde bulunduğum bu durum? Fazla fantastik, az ateşli, biraz dramatik...

Her neyse, özgürdüm ya benim için bu yeterliydi. Kanatlarım yavaşça yükselirken mümkün olduğu kadar bu anın tadını çıkartıyordum. Gök mavisi tüylerim süzülürken evin her köşesinde geç kalmamam gerektiğini hatırlattım kendime. En dibe iniyorken usulca kapattım gözlerimi ve sonra her geçen saniyeyi bekledim sabırsızca... Gözlerimi aralarken duvarda bulunan aynaya yansıyam görüntüm gülümsetmişti beni. Ayaklarım soğuk zeminde titrerken birkaç adım geriledim. Güzeldim. Tıpkı özenle yapılan oyuncak bebekler gibi ama alışmamalıydım bu güzelliğe gerçek değildim çünkü... Alışmamalıydım her bir adımın yarattığı ahenkli dansa, görevim bittiğinde bir balona dönüşüp sönecektim nasıl olsa...

Kaybolacaktım gökyüzünden yavaş yavaş yeryüzüne doğru...

Hazırlanmalıydım, adımlarım evin hiç adım katılmadığı ve unutulmuş odalarından birine doğru ilerliyordu. Kararlarım gibi yok sayılmış bu küçük oda benim mabedim oluvermişti artık. Bedenimin ısısı giderek kaybolurken daha da hızlandım. Odadan içeriye girip birçok kutunun arasından gözüme çarpan kutuyu kendime doğru çekip kapaklarını araladım. Birbirine girmiş elbiselerden sadece bir tanesini alarak en köşede duran çatlamış aynanın karşısına geçtim. Mükemmel olan tek şey bedenim olsa bile kafiydi... Diğer şeylerin pekte bir önemi yoktu. Çıplak bedenime, askıları omuzlarıma düşen desenli beyaz elbiseyi geçirirken saçlarımı elimle düzelttim.

Mavi saçlarımı...

Tıpkı tüylerinin rengindeydiler.

Aynada yansıyan görüntüm arkamdaki gizli özneyi süzüyordu. Geleceğin bilinmezliği eşiğinde süzüyordu hemde. Ben bu muydum? Mavi Alakarga ırkından gelen basit bir kuşken bu oyunun kurallarını değiştirebilir miydim?

Seçimler çoktan yapılmıştı. Avis bilmediği bir oyunun içerisinde kendi savaşını başlatmıştı. Peki ya Cas, bu savaşta onun seçimi ne olacaktı?

 

 

*Merhabalar, birçok platformda yayımladığım Mavi Saçlı Alakarga kitabımı burada da değerlendirmek istedim. Umarım severek okur, heyecanla yeni bölümü bekliyor olursunuz.

Görüşlerinizi paylaşmak isterseniz eğer sizleri bekliyor olacağım, iyi okumalar...

 

 

Loading...
0%