@kitapvegece_prensi
|
Sabah güneşi, huzurlu ve mutlu bir şekilde parlayan insanların belki iyi belkide berbat bir hayata başlamasını sağlayan. Yeni bir günün habercisi... Ve yine kocaman bilinmezlikler. Gün aymış ama hayat o gün ayacak mi yoksa iyice batacak mi? İşte buda kaderin elinde. Bilinmezlikle dolu olan o kaderin...
İçeriye giren gün ışıkları ile uyandım. Üzerimdeki beyaz örtünün yarısı yerdeydi, her zamanki gibi. Beyaz örtünün ucunda ise bir kırmızılık vardı. Uykulu gözlerimi zar zor aralayarak biraz doğruldum. Gördüğüm manzara beni mutlu etmişti ve yüzümde bir tebessüm oluşmasını sağlamıştı.
Yatağın ucunda minik kıpkırmızı derisi ve hatta üzerindeki minik dikenler bile kırmızı olan bir ejderha yatıyordu. Uyurken çok fazla tatlıydı. Hiç kimseye zarar veremeyecek tiptendi, o masallardaki kötü ejderhalara benzemiyordu. Onun aksine zararsız ve masum bir kedi gibiydi.
Masalların hepsi çocuklar mutlu olsun diye uydurulmuş birer düzmeceydiler. Çoğu gerçek olmaz diye düşünürdüm eskiden. Ejderhalarin gerçek olmadığına, dünyadan başka bir yerde farklı bir tür yaşam olmadığına ve daha nice bir sürü şeye. Fakat yani başımda minik bir ejderha yatıyordu, ve ben dünyadan başka bir yerde gözlerimi açmıştım. Belkide her masalda bir gerçeklik payı vardı fakat gerçek hayat çoğunlukla mutlu son ile bitmezdi...
Ayağa kalktım ve odada dün gece fark etmediğim fakat büyük ihtimalle bir banyo olan beyaz kapıya doğru ilerledim. Tam da tahmin ettiğim gibi burası bir banyoydu. Küçüktü ama iş görürdü.
Elimi ve yüzümü yıkadıktan sonra gardıroba doğru ilerledim. İçerisi tahmin ettiğimden daha çok doluydu. Küçük bir yere bir sürü kıyafet sığdırmışlardı. İçlerinde çoğu siyah renkliydi. Siyah bir gömlek ve siyah geniş paça bir pantolon aldım. Tam kapatacakken ilgimi siyah fakat yanlarında kırmızılar olan katlı kumaş parçası çekti. Onu da aldım. O kumaş aslında bir pelerinmiş. Siyah uzun, kollarından omuz kısmına doğru kırmızı ejderhalar giden ve arka tarafında bir kılıcın etrafında dönen dört ejderha işlemeli siyah bir pelerin. Bu çok ilgimi çekmişti ve oldukça güzel görünüyordu.
Bugün erkencisin dedi arkmadan boğuk bir ses. Minik ejderha uyanmıştı ve gözleri yarı açıktı. "Saatin kaç olduğunu bile bilmiyorum." Gerçekten ne odalarda nede sınıflarda saat vardı. Garipti birada insanlar hangi zamana göre yaşıyorlardı. "Bu okulda zaman çok önemli bir kavram değil. Saate bakıp hayatını zamana ve sayılara göre yaşamanı istemiyorlar. Onun yerine planlı fakat anı yaşayabileceğin bir şekilde eğitim almanı istiyorlar." Aslında mantıklı ve güzel bir sistemdi. Ama yinede insan zamanı bilmek ister. Zamansız bir insan bence kaybolmuştur.
"Peki burada ders saatleri neye göre belirleniyor?" Zamansız yaşanmazdı zaman her yerdeydi. "Birazdan bir zil çalacak ve bu yemek saatinin geldiğini gösterecek. Daha sonra bir zil daha çalacak ve bu ders zili olacak ve böyle böyle gün bitecek." Drago bunları anlatırken bir yandan uykudan yeni uyandığı için gözlerini tamamen açmaya çalışıyor bir yandan da kuyruğunu aşağı yukarı sallıyordu. Bu dikkat dağıtıcıydı. "Ama o ziller neye göre çalıyor orda da zaman yok mu?" "Çok soru soruyorsun." Bunu derken gülümsüyor gibiydi, uykulu ve belirgin bir gülümsemeydi. "Ben cevapları merak ediyorum. Burada hiç bir şeyi bilmiyorum. Ve öğrenmek benimde hakkım. Bilmesem bu dünyada yaşayamam." Bir bebek dünyaya geldiğinde nasıl hiçbir sey bilmiyorsa bende işte öyleydim. "Öğreneceksin, her şeyi öğreneceksin fakat bunun için biraz zaman lazım." Bir bilge gibi konuşuyordu. Sanarım bu asırların tecrübesi gibi bir şeydi.
Yüksek bir ses duyuldu. Bu yemek saatinin geldiğini bildiren zil olmalıydı. Dragoya doğru başımı çevirdim "git ve yemek ye bugün güzel bir gün olacak." Dedi. Bende başımı aşağı yukarı salladıktan sonra hızlıca üzerimdekileri değişip kapıya doğru ilerledim ve dışarıya çıktım.
Ben kapıyı açtığımda benimle aynı anda benim odamın onundeki kapı da açıldı. Ve kapıdan dışarıya tanıdık bir yüz çıktı. Bu Adrian'dı beni görünce gülümsedi ve "günaydın" dedi bende ona karşılık verdim ve birlikte yürümeye başladık. Yatakhane katından aşağıya inene kadar sessizdik.
Ders programlarının yanında bir de okulun planı verilmişti ve plana göre yemekhane en alt kattaydı. 4. Kattan en alt kata inmek biraz işkence gibiydi. Fakat en azından uykusu olanların uykusu açılırdı. Merdivenlerde bizden başka çok fazla öğrenci yoktu. Merdivenler ahşap kahverengi renkliydi. Merdivenlerin yanında ise ahşap korkuluklar vardı. Bu korkuluklar çiçek ve yaprak desenleri ile işlenmişlerdi ve ortama daha farklı hava katiyorlardi.
Alt kata geldiğimizde diğer katlara göre daha doluydu. sınıfların kapısından daha büyük ve iki tarafında açık olan büyük ahşap kapıdan içeriye girdik içerisi çok fazla büyüktü. Her yerde 6 lı veya 4 lü masalar vardı. Girişin hemen yanında ise bir cam ve küçük bir duvar ile ayrılmış bir bölük vardı insanlar sıraya girmiş bir şekilde bekliyorlardı. Ve bizde sıraya girdik. Önünde uzun boylu ve benden daha da yapılı sarı saçlı bir erkek duruyordu ve bu önümü görmemi engelliyordu. Çocuk büyük ihtimal son dönem öğrencisiydi.
Sıra ilerlemeye başladıkça görüş alanım açıldı. Tezgahın arkasında iki kişi vardı bunlar tezgahtaki tabaklar alındıktan arkadan yeni tabaklar getiriyorlardı. Her öğrenci tezgahtar bir tabak alıyordu bu tabaklar gümüş renkli ve üzerime gümüş renkli bir fanus ile örtülmüş gibi servis ediliyordu. Sıra bana geldiğinde ben de herkes gibi tabiğımı aldim ve Adrian ile birlikte oturmak için onunda almasını bekledim.
Adrian ile birlikte en köşedeki masaya doğru ilerledik orada Esila ve Almila 6 kişilik masada oturuyorlardı. Günaydın diyerek masaya oturduk. Daha sonra yanımıza Davin geldi ve kahvaltı Esila'nın bugünkü dersleri sayıp onlar hakkında kısaca yorumları dışında neredeyse sessiz bir biçimde geçti. Tabaklarda dünyadaki gibi bazı et türleri Ve bir kaç adını bilmediğim sebze vardı. Burada yaşamak gerçekten buyulu hissettiriyordu.
Yemekhane yavaş yavaş boşalmaya başladığı sırada bizde yemeğimizi bitirmiştik ve hep birlikte ayağı kalktık. Tabakları herkes gibi masada bıraktık ve kapıya doğru ilerledik.
Odamdan çıkmadan önce ders programı ve okul planını katlayıp hızlıca cebime koymuştum. Çıkardım ve ders programını inceledim. İlk ders Nouser Tarihi olarak gözüküyordu. Esila programa baktığımı görünce ders sınıfı ikinci katta dedi. Emin ki ders programını bile şimdiden ezberlemişti. Bize yardımcı olması güzel bir şeydi, ama umarım ilerde liderlik yapamaya ve üstünlük taşlamaya başlamazdı.
Esila ikinci katta olduğunu söyleyince ona doğru bakıp gülümsedim. En önde Davin vardı bu sefer ve hep birlikte sınıfa doğru çıktık. Sınıf koridorun en sonundaydı. İçeriye girdiğimizde uzun siyah saçlarını arkadan toplamış ve beyaz bir takım elbise giymiş orta yaşlı bir adam masaya yaslanmış bir şekilde kapıya doğru bakıyordu. Tüm öğrenciler sınıfa girene kadar öylece kaldı.
Herkes yerine oturunca sınıfın ortasına doğru ilerledi ve konuşmaya başladı. "Yeni döneme hoşgeldiniz sevgili nouser kullanıcıları. Ben Nouser Tarihi profesörü Hael." Profesör lafını bitirir bitirmez yüksek sesli bir patlama oldu herkes cama doğru baktı. Sanarım sadece gök gürültüsüydü. Hava sabaha göre kararmaya başlamıştı. Siyah bulutlar etrafa kasvet saçıyordu fakat sabah güneş vardı. Kısa sürede havanının böyle olması garipti.
Profesör camdan kafasını bize doğru çevirdi " beklenmedik hava koşullarına alışkınız normalde bugün havanının güneşli olması gerekiyordu aslında.. ama biz içerdeyiz ve dersimize dönelim." Diyerek sınıfın ona odaklanması için ellerini iki kere birbirine vurdu.
"Evet sevgili öğrenciler Nouseland Tarihi dersinizede ben gireceğim ne diyarin tarihini bilmeden nouserların tarihini öğretmeninin doğru olacağını düşünmediğim için diyarın Tarihi ile dersimize küçük bir giriş yapacağız." Konuşurken sınıfın içinde hem yürüyor hemde sürekli ellerini hareket ettirip duruyordu. Konuşması akıcıydı fakat bazı yerlerde aksanı kayıyor gibiydi.
"Bundan asırlar önceydi o zaman diyarda sadece bir kaç hayvan ve bitkilerin olduğu söyleniyordu. Kocaman diyarın kalbinde kocaman ağaç varmış. Bir gün bu ağaç yavaş yavaş ortadan ikiye ayrılmış. Ve ağaç tamamen ayrılınca içinden iki küçük elf diyara bırakılmış bu elflerden birisi kız diğeri erkekmiş. Diyar küçük elferi beslemiş ve onları büyütmüş. Ağaçlar kız olana Caspara erkek olan elfe ise Eldar isimlerini fısıldamışlar. İki kardeşten sonra diyarda bir kaç elf daha büyümüş ve yavaş yavaş bir yolculuk oluşmaya başlamış bunların en büyükleri Caspara ve Eldar bu topluluğa lider olarak başa geçmişler. İlk olarak kendilerine bir barınak inşa etmişler ve yollar sonra bu küçük barınak kocaman bir kraliyete dönüşmüş. Deniz diyarin bütün olmasını engellemiş ve diyarı toplam 5 adaya ayırmış. En ortadaki ada halkın yaşadığı ve kocaman bir sarayın olduğu adaymis. Kraliçe Caspara'nın isteği ile kral Eldar adaların birine kocaman bir akademi inşa ettirmeye başlamış. Zaman geçmiş ve diyara garip bir şekilde insanlar ayak basmaya başlamış. Kral ve kraliçe onları diyarda barındırmış ve onlar için iyi imkanlar sağlamış fakat insanlar hep daha çoğunu istemişler ve halk ile aralarında karmaşa çıkmış."
Profesör diyarın tarihini bir masal gibi anlatıyordu ve birden yine büyük bir gök gürültüsü meydana geldi. Kara bulutlar yoğunlaşmıştı dışarıda fırtına oluşuyor gibiydi. Profesör lafını yarıda kesmek zorunda kalmıştı. Ve sonra birden sınıfın kapısı açıldı. İçeriye sabah yemek sırasında gördüğüm sarı saçlı çocuk hızlı bir şekilde girdi. Çocuk nefes nefese kalmıştı. "Profesör Hael, müdüre Berina bütün profesörleri odasın da bekledigini söyledi. Çok önemliymiş."
Çocuk çıktıktan sonra profesör "burada beni bekleyin." Diyerek hızlıca sınıftan çıktı. Gökyüzü gittikçe kararıyordu. Bir şeylerin ters gittiği belliydi.
"Hava daha önce hiç böyle olmamıştı." Dedi Adrian. Esilade yine her zamanki çok bilmiş hali ile "Evet, ters giden bir şeyler var gibi acaba dışarı çıkıp baksak mi?" "Hayır eminim ki profesörlerde dışarı çıkmamızı istemez." Davin bu sözleri söylerken bile sesi korku ile doluydu. "Peki isteyen burada kalabilir." Esila bunu söyleyerek yerinden kalktı ve kapıya doğru ilerledi. Almila ve Adrian da onun arkasından ilerlediler. Daha sonrada Talya ce Afra kalktı geriye bir tek ben ve Davin kaldı. Kalkıp dışarıya çıkmak istiyordum ama bir tarafım Davin'i yalnız bırakmak istemiyordu.
"Korkucak bir şey yok biz yanındayız Davin bir şey olmayacak hadi kalk ve gel." Afra arkasını dönüp Davin'e bakarak onu ikna etmeye çalıştı. Sesi şefkatli ve onu kırmaktan korkar gibi çıkıyordu. Davin ayağa kalkınca bende kalktım ve hep beraber sınıf ile beraber dışarıya çıktık.
Dışarıda duvarların yanlarına yaklaşmış şekilde öğrenciler vardı. Ve öğretmenler ise onların önünde yarim ay şekli oluşturmuştu. Bulutlar gittikçe yoğunlaşıyordu ve bahçenin ortasini hiza alacak sekilde bir karadelik gibi dönüyorlardı. Bizlerde kapının kenarından biraz duvara doğru ilerledik. Profesörler dikkatlice bulutları seyrediyorlardı.
Bir anda yer sarsılmaya başladı. Zemin tam bahçenin ortasına doğru hafifçe kayıyor gibi oldu. Herkes duvarlara tutundu. Bir profesör yüksek sesle sınıflara geçin diye bağırdı ama bir yandan da fırtınanın sert esişi ve gök gürültüleri yüzünden kimse duymadı. Kayan taşlar ortada minik bir tepe oluşturdu ve yukarıdaki bulutlar bir girdap misali aşağıya doğru dönerken yüksek bir gürültü koptu.
Bulutlar tekrar yukarı çekildiğinde o taşların tam ortasına büyük bir kılıcın saplanmış olduğunu gördüm. Profesörler durdukları yere çökmüş başlarını koruyarak etrafı seyrediyorlardı. Her taraf karmaşa hakimdi. Ve bir anda yükselen o acı çığlık daha fazla karmaşaya sebep oldu.
Etrafa bakınıyordum ki çıkış kapısına doğru gölgeden ellerini tarafından sürüklenen ve durmadan çığlık atan kızı görünce şok oldum. Bir profesör ileri doğru atıldı tam kızın ayağından tutacaktı ki bir gölge onu yere itti. Daha sonra başka bir öğretmen elleri ile bir tür sihir yapıyordu ki gölgeler bunuda engelledi. Ortalık adeta savaş alanı gibiydi. Neyin ne olduğunu anlayamıyordum. Sonuçta gerçek dünyada böyle şeyler olmazdı. Ama burada neyin gerçek neyin sahte olduğunu anlamak çok zordu. Her şey masallar kadar yalandan ve gerçekler kadarda acıdan itibaren gibiydi.
Ve bir anda her yer aydınlandı. Ortalıktaki karmaşa sona ermiş gibiydi. Bende dahil olmak üzere herkes yerdeydi. Ben bir duvara tutunmuş etrafta olan biteni izliyordum. Orta alanda kılıcın bir kaç metre ötesinde duran profesörler ayağa kalkmaya başladılar. Müdüre kılıca doğru adım adım yaklaştı. Çoğu öğrencinin gözü onu izliyordu. Müdüre en son kılıcı doğru elini uzattı fakat uzatması ve elini çekmesi bir oldu. Aynı zamanda bir de çığlık attı. Profesörlerden birisi ona doğru koştu bayan Berina iyi misiniz diye sordu, sesi telaşlı çıkmıştı. Bu şey çok çok sıcak dedi müdüre sesi Konuşurken titriyordu.
Profesörlerden birisi kılıcın yanına doğru geldi ve ellerini kılıcın iki yanına hafifçe açtı. Yüzü bana doğru donuk olduğu için net bir şekilde görebiliyordum. Mavi saçlı orta yaşlarda bir Profesördü. Bir anda ellerinden su akmaya başladı. Akan su kılıcın üzerine değer değmez buhar oldu. Ama ben hala ellerinden şu çıkma konusuna takılmıştım büyü yaptıklarını tahmin ediyordum fakat bunu böylece görmek garip gelmişti. Acaba burada herkes büyü yapabiliyor muydu?
Ellerinden şu çıkan Profesör sesli bir şekilde bağırarak "Ateş gücü olan ve ateşi kontrol edebilenlerden birisi gelsin. Bu kılıç en güçlü suyu bile kolayca buhar edebilecek kadar sıcak."
Uzun boylu ve kızıl saçlı bir kız geldi saçları kıpkırmızıydı ve alevleri resmen saçlarında taşıyordu. Kılıcın yanına gelip elleri ile bir kaç hareket yaptı ve daha sonra kılıcı yerinden çıkarmaya çalıştı fakat kılıç yerinden bir milimetre bile oynamadı. Kız "yakıcı değil ama bunun çıkarmam imkansız. Alt tarafta bir kaç yazı yazıyor ayrıca profesör, fakat okuyamadım bizim anliyabilecegimiz bir dilden değil gibi." Dedi ve geri çekildi
Profesör taşın yanına geldi ve eğilerek harflere baktı. Ve daha sonra yanına orta boylu bir adam daha geldi. Adam yaşlı olduğu için profesör olduğu belliydi. Taşa baktı ve "Bu yazılar eski elf dilinde yazılmış." Sesi gergin çıkıyordu. Bütün öğrenciler ve bende dahil bunlar olurken taşa doğru yaklaşmış ve bir çember oluşturmuştuk. Herkes ne olup bittiğini merak ediyordu ve galiba böyle bir şey ilk defa başlarına geliyordu.
Müdüre "Siz dil bilimcisiniz bay Austin bu yazıyı çevirebilirsiniz değil mi?" Diye meraklı bir ses tonu ile sordu. Profesör Austin derin bir nefes aldı ve okumaya başladı "Tarih yeniden yazılıyor, taşlar yerinden oynuyor. Ya sonunuz geliyor ya da yeni başlangıcınız. Tanrı bu sefer oyunlar oynuyor. Ve insanlar bu oyunda sadece birer piyon. Seçili kişiyi bulun kaderiniz onun elinde. Yanlış yaparsanız ya yem olursunuz yada bir oyuncak. İlk oyun başlıyor kılıcı çıkar ve kazan. Kızı kurtar ve ödüle sahip ol. Ve dikkat et sakın ölme!"
Söylediği şeylerden hiçbirine anlam vermemiştim herkes meraklı ve şaşkındı. Bir kaç dakika süren sessizliğin ardından müdüre "Herkes derhal odalarına geçsin ve aksi bir emir gelene kadar odalardan adım atmayın. Ve ruh hayvanlarınıza erişemezseniz merak etmeyin. Bugün sizler ile iletişime geçmeleri oldukça zor görünüyor."
Müdüre sözlerini bitirince herkes fısıldaşmaya başladı ve yavaş yavaş odalarına geçmeye bende kalabalığın ardına karıştım ve ancak odama geldiğimde rahat ettim. Kendimi güvende hissetmiyordum Drago yanıma gelebilmesi belki bazı şeyleri anlamlandırabilirdim ama o da yoktu.
Önümde sadece korku, gerginlik, cevapsız onca soru ile yatağa uzandım ve belli bir süre sonra düşünmek o kadar zor geldi gözlerimi açamaz oldum ve kendimi uykunun sessiz kollarına teslim etim.
|
0% |