YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.
"Gölgeler içinde kaybolmadan, ışığa ne kadar yakın olduğunu unutma." — Umbra Sözü
Lucia
Akademi, göz kamaştırıcı bir ihtişamla karşımda yükseliyordu. Her detay, adeta bir sanatçının ilahi ilhamla işlediği tablo gibiydi. Mermer zeminlerin soğuk pırıltısı ve camların ışıkla dansı, karşımda uzanan okyanusun sonsuzluğu görkemli bir sanat eseri gibi pencereden yansıyordu. Giriş kapısının karşısında iki büyük merdiven, zarif bir kıvrımla yukarı doğru yükselirken, aralarında duran ay heykelleri dikkatimi çekti. Heykellerin biri karanlığın kucağında saklanmış, diğeri ise ışığın cömert kollarında parlıyordu. İkisinin altındaki yazı, soğuk mermerin üstünde yankılanan kadim bir hakikati fısıldıyordu:
"Memento Mori."
"Ölümlü olduğunu unutma."
Latince kelimeler dudaklarımdan istemsizce döküldü. İçimde yükselen hafif bir ürpertiyle mırıldandım, "Latince."
Chloe, sözlerime bilgece yanıt verdi. "Öyle," dedi, gözleri sanki geçmişe uzanıyormuş gibi uzağa dalarak. "Burada birçok dil öğrenme fırsatın olacak. Kendini geliştirmen için her türlü imkân sağlanacak. Ama unutma, bilgi her şeyden üstündür. Zihnini eğit, duygularını kontrol etmeyi öğren. Ve en önemlisi, dinlemeyi bil. Tanrı, boşuna iki kulak ve bir ağız vermedi. Eğer dinlersen, sana öğreteceğim çok şey var."
Akademinin ne tür bir yer olduğunu hâlâ tam olarak anlamıyordum, ama gördüklerim beni etkiliyordu. Koridorlarda dolaşan öğrencilerin hepsi şık ve zarif kıyafetler içindeydi. Kendilerinden emin duruşları, buranın sıradan bir yer olmadığını açıkça gösteriyordu.
"Şimdi duş ve diğer ortak kullanım alanlarına geçeceğiz, Lucia," dedi yanımdaki rehber. Eliyle geçtiğimiz sınıfları işaret etti. "Bazı eğitimleri alacağınız sınıflar burada. Her şeyi sırasıyla paylaşacağım."
Sınıflara tedirgin bir bakış attığımı fark edince durdu ve elimi nazikçe tuttu. "Bundan sonrası daha kolay olacak. Ve güzel. Kendine güven."
Onun güven verici sözlerine rağmen, içimdeki tedirginliği bir türlü susturamıyordum. Yine de başımı salladım ve onun peşinden gittim. Birkaç dakika sonra, Chloe ile duşların ve dolapların bulunduğu bölüme vardık.
"Burası ortak kullanım alanı," dedi Chloe, eliyle dolapların olduğu yeri işaret ederek. "Dersler bittiğinde burayı kullanabilirsin. Dolaplar ileride. İçeride ihtiyacın olan her şey var."
"Tamam," dedim hafif bir gerginlikle.
Chloe, üzerimdeki giysilere bakıp hafif bir tebessümle ekledi, "Birazdan sana yeni kıyafetler ve iç çamaşırları getireceğim, Lucia. Üstündekileri atabilirsin." Sıradan tişörtümle şortumun, bu ihtişamlı dünyaya ne kadar aykırı düştüğünü o an fark ettim. Yeni bir yer, yeni kurallar, yeni bir ben.
Teşekkür edip başımı salladım. Chloe ayrıldıktan sonra duş kabinine yöneldim. Giysilerimi çıkarmadan önce, arkamda beliren iki kız dikkatimi çekti. Biri hafif alaycı bir sesle konuştu, "Demek yeni kız sensin." Diğeri, yüzünde arsız bir gülümsemeyle ekledi, "Hoş geldin, ufaklık."
"Ufaklık mı?" diye sordum, kaşlarımı çatarak. Beni baştan aşağı süzen bakışları, küçümseyici tavırları hemen gözüme çarptı. İçimdeki öfke kabarmaya başlamıştı.
"Burada ne yapıyorsunuz?" diye sorduğumda, cevap vermek yerine kahkahalarla güldüler.
"Adım Liz," dedi biri, kendini işaret ederek. "Bu da Ivy. Sana hoş geldin diyoruz, ufaklık."
"Şu kelimeyi söylemeyi kes," dedim soğukkanlı bir şekilde. Sesimdeki sertlik, alaylarını bastırmayı hedefliyordu.
"Ah, neden?" dedi Liz, yüzünde yapmacık bir şaşkınlıkla. "Sana çok yakıştığını düşündüm."
"Ben hoşlanmadım," dedim kararlılıkla.
Liz, cevap verecekken yanlarına turuncu saçlı bir çocuk geldi. Beni baştan aşağı süzdü ve gülerek, "Yalnız, çok güzel," dedi.
"Kapa çeneni, Aurelius!" diye çıkıştı Liz. Ardından bana dönerek, "Bakalım, gerçekten yetenekli misin?" dedi.
Ne olduğunu anlamadan, Liz beni duş kabinine itti. Kapının kilit sesi yankılandı. Kapıya sertçe vurdum.
"Bu hiç komik değil, Liz! Beni buradan çıkarın!" diye bağırdım. Ancak içeriden yankılanan kahkahaları duyduğumda, buradaki insanların sandığımdan daha zorlu olduğunu anladım.
Kapı arkamdan kapanır kapanmaz, duş kabininin dar, soğuk duvarları arasında sıkışıp kaldığımı fark ettim. İlk başta sıradan bir duş alanı olduğunu düşündüğüm yer, kısa sürede farklı yüzünü göstermeye başlamıştı. İçeriyi soluk bir ışıkla aydınlatan floresan lamba titriyordu, duş başlığından damlayan suyun yankısıysa tuhaf bir tehdit gibi kulağıma çarpıyordu. Bu yer, rahatlamak için tasarlanmış bir alanı değil, bir sınav ya da tehlikeyi çağrıştırıyordu.
Derin bir nefes aldım ve kendi kendime, "Tamam Lucia, sakin ol," diye fısıldadım. Panik yapmanın bir faydası olmayacaktı. Buradan bir şekilde kurtulmalıydım ve bu bir testse eğer her testin bir çözümü vardı. Etrafı dikkatle incelemeye başladım. Cam panellere vurarak bir çıkış yolu aradım ama hiçbir şey yerinden kıpırdamadı.
Tam o sırada, duş başlığından ince bir su akmaya başladı. Önce önemsemedim, ama suyun hızla artan debisini fark ettiğimde, durumun ciddiyeti beni sardı. Su hızla zemini kaplayarak ayak bileklerime kadar yükseldi. Şimdi zamana karşı yarışıyordum.
Kapının yanındaki yeni fark ettiğim panele yöneldim. Parmaklarım dokunmatik ekranda hızla dolaştı, ama hiçbir şey olmadı. Kilit devredeydi ve sistem benim kontrolümün çok ötesindeydi. "Bu bir tuzak," diye düşündüm. Su dizlerime ulaştığında, daha dikkatli düşünmem gerektiğini anladım. Zihnimi sakinleştirip alternatif yollar aramaya başladım.
Gözüm duş başlığına takıldı. O anda, bu metal parçanın yalnızca su kaynağı değil, aynı zamanda bir araç olabileceği fikri kafamda belirdi. Hemen başlığı sökmeye koyuldum. Ellerim kaygandı, metal ise inatçıydı. Su seviyesi göğsüme kadar çıkmıştı ama başlığı sonunda yerinden çıkarabildim. Artık elimde bir silah ya da kaldıraç olarak kullanabileceğim bir araç vardı.
Tavandaki küçük bir havalandırma kapağına baktım. Tek çıkış yolu buydu. Duş başlığını bir kaldıraç gibi kullanarak kapağı zorlamaya başladım. Cam panellerden destek alarak kendimi yukarı ittirdim. Su neredeyse boğazıma kadar gelmişti ve nefes almak giderek zorlaşıyordu. Tüm gücümü toplayarak kapağı çektiğimde, nihayet bir kırılma sesi duyuldu. Kapak yerinden çıkmıştı.
Hızla kendimi yukarı çektim ve dar bir havalandırma tüneline girdim. Soğuk metal yüzey, tenimdeki su nedeniyle beni ürpertiyordu. Dizlerimin ve ellerimin üzerinde sürünerek ilerledim. Tünelin sonunda altı açık bir metal kapağa ulaştığımda, içimde bir anlık bir rahatlama hissettim. Ancak kapağı açıp aşağı indiğimde kendimi yine ortak banyo alanında buldum.
Şimdi işler daha da karmaşıktı. Duş kabinleri aynı sistemle donatılmıştı ve oda boyunca su seviyesinin hızla yükseldiğini gördüm. Zamanım tükeniyordu. Ortamın diğer ucunda, zemine yakın bir havalandırma deliği dikkatimi çekti. Burası bir çıkış olabilir miydi? Su artık ayak bileklerime kadar yükselmişti ve daha fazla bekleyemezdim.
"Hareket et, Lucia," diye mırıldandım. Koşarak deliğe ulaştım ve çevresindeki vidalar elle sökmeye uygundu, ve hemen onları çözmeye başladım. Vidalar tamamen çıktığında, kapağı sökerek dar deliğe girdim ve tekrar sürünerek ilerlemeye başladım.
Tünelin sonunda bir başka kapak vardı. Bu sefer bir şifre paneli karşıma çıktı. Ellerim titriyordu, ama zihnimi odaklamak zorundaydım. Kabinde fark ettiğim rakamları hatırladım: 2, 4, 7, 9. Parmaklarım panelde hızla dans etti. Tık sesiyle kapak açıldı.
Kendimi aşağı bırakırken derin bir nefes aldım. Soğuk ve sessiz bir odaya indim. Gözlerim karanlığa alışmaya çalışırken, karşımdaki figürü fark ettim. Esther.
Gözleri, sanki her hareketimi analiz ediyormuş gibi soğuk bir merakla üzerimdeydi. Yüzünde belli belirsiz bir gülümseme vardı.
"Yeteneklisin," dedi sakin ama otoriter bir sesle. "Seni bulmamız iyi oldu."
O an, bu oyunun yalnızca bir başlangıç olduğunu ve Akademi'nin sıradan bir yer olmadığını tüm gerçekliğiyle hissettim. Burası, yalnızca bir eğitim kurumu değil, her an bir sınavın içinde yaşayacağım bir labirentti. Esther’in gülümsemesi, bunu en başından bildiğini ve beni bu gerçekle yüzleştirmekten keyif aldığını haykırıyordu. Ancak o anda, içimde bir kıvılcım belirdi. Bu meydan okumaya hazırdım. Ne gerekiyorsa yapacaktım. Pes etmek ya da kaçmak, artık bir seçenek değildi.
Esther bakışlarımda ne gördüyse, alaycı bir kahkaha attı.
"Sanırım zaten hazırsın, değil mi Lucia?" dedi, sesi tüylerimi diken diken eden bir meydan okuma taşıyordu.
Tam o sırada, Esther’in arkasından Liz, Ivy ve Aurelius göründü. Onlarla birlikte Chloe ve yanında, daha önce hiç görmediğim yakışıklı bir çocuk yürüyordu. Gözleri, herkesin arasında direkt bana kilitlenmişti. Bakışlarında yoğun bir ilgi vardı; tuhaf bir merakla beni süzüyor, sanki varlığım onun için tanıdık bir bilmeceymiş gibi inceliyordu.
Gözlerim, istemsizce onun gözlerine kilitlendi. Fakat içimde yükselen karmaşa, bu karşılaşmaya daha fazla dayanamamama neden oldu. Bakışlarımı kaçırdım. O ise, sakin ama kendinden emin bir adımla yanıma yaklaştı. Elini uzattığında, bir an tereddüt ettim. Asi bir refleksle geri çekildim ve bu tavrım, yüzündeki ifadenin hafifçe değişmesine neden oldu. Bir şekilde bu, hoşuna gitmiş gibiydi. Kendi başıma ayağa kalktığımda, dudağının köşesi yukarı kıvrıldı. Hiçbir şey söylemeden arkasını döndü ve Esther’e doğru yürümeye başladı.
Tam Esther’in yanından geçerken bir an durdu. Aralarında sessiz ama sarsıcı bir bağ vardı; kelimelere ihtiyaç duymaksızın anlaşabildiklerini görmek, içimde soğuk bir ürperti bıraktı. O bakışların taşıdığı anlam, gizli ama derin bir gerçeğe aitti—önemli bir şey, belki de beni asla içine almayacak bir sır.
Sonra yakışıklı olan diğerlerine döndü, başıyla hafif bir işaret yaptı. Hepsi birden onu takip ederek sessizce yanımızdan ayrıldılar. Esther, geriye dönüp bana döndüğünde o sevimsiz, soğuk gülümsemesini sundu. "Akademi’ye hoş geldin, Lucia," dedi. Sözleri, bir karşılama olmaktan çok, bir uyarı gibiydi.
Sonra Esther, yüzündeki o kural tanımaz ifadeyi Chloe’ye çevirerek, "Bundan sonrası sende Chloe," dedi. Chloe sessizce başını eğip, Esther’in arkasından uzaklaşmasını izledi. Şimdi yalnızdık.
Chloe’ye döndüm ve şaşkınlıkla sordum: "Bu neydi şimdi?" Sesimdeki titreşimi gizlemeye çalışmadım.
Chloe’nin yüzünde derin bir mahcubiyet belirdi. Hafifçe titreyen bir sesle, "Üzgünüm," dedi. "Bu sadece... bir karşılama sınavıydı."
Kaşlarımı çattım, sinirlerimden güç alarak sesimi sertleştirdim. "Ve bunu bana söyleyemezdin, çünkü…?"
Chloe derin bir nefes aldı, gözleri kaçamak bakışlarla etrafta dolaştı. "Bu gizli bir yetenek sınavı Lucia. Burada herkes, ilk günden bir şekilde denenir. Amaç, ne kadar dayanıklı olduğunu görmek. Bunu söyleyemezdim, çünkü bu sınavın en önemli kısmı hazırlıksız yakalanmandı."
"Ya başaramasaydım Chloe?" dedim. Sesim titredi. Sorunun cevabını bilmek istemediğim halde sormaktan kendimi alıkoyamadım.
Chloe’nin yüzü kederli bir ifadeye büründü. Dudaklarını hüzünle büzerken bir an tereddüt etti. "Seni başka bir göreve, farklı bir eğitim alacağın yere gönderirdik," dedi.
"Gerçekten çok… açıklayıcı," dedim, sesimdeki keskin ironiyle.
Chloe başını salladı, çaresizlikle doluydu.
"Haklısın," dedi. "Bilmece gibi konuşuyorum. Ama seni alıştırmaya çalışıyorum Lucia. En başından her şeyin sert göründüğünü düşünebilirsin ama burada kurallar böyle. Şimdi buradan gidelim ve bir an önce şu ıslak giysilerden kurtul. Sonra da her şeyi sana ayrıntısıyla açıklayayım, olur mu?"
Onun bakışlarındaki samimiyet, öfkemi biraz olsun yatıştırsa da, Akademi’nin karanlık yapısı zihnimi bırakmıyordu. Bu yer, asla tahmin ettiğim gibi bir yer değildi. İçimde her an bir başka testin beklediğini fısıldayan bir his vardı. Burada olmak, bir hata mıydı? Belki de bu hatanın bedelini ödemek, sandığımdan daha çetin olacaktı.
Liz
Onu ilk gördüğüm andan itibaren gözlerinde parlayan kıvılcım ruhumu sarsmıştı. Bana bu şekilde bakması için neleri feda etmezdim ki? Koridora çıktığımızda cesaretimi toplayarak bir soru sordum.
"Nereye gidiyoruz?"
"Yemekhaneye."
Sesindeki soğukluk beni biraz irkiltse de, onun gizemli havası her zaman beni kendine çekiyordu. Gözleri… o mavi gözler… Ruhumun derinliklerine işleyen bir karanlığa sahipti. Her bakışıyla olduğum yere mıhlanıyordum. Keşke… keşke bana bir kez olsun farklı baksaydı. Sevgi dolu bir bakış atsa, ona koşarak giderdim. Ama hayır, sevgi onun dünyasında yer bulmayan bir kavramdı. O, yüksek zekası ve katı prensipleriyle tanınan biriydi.
Hayatında belki birkaç kişiyi gerçekten sevmişti. Fakat o kızı gördüğünde... O bakışı... Sanki bir mucizeye tanık oluyormuş gibi bakmıştı. Dayanamadım.
"O kız… sadece sıradan biri."
Adımlarını durdurdu. Bana dönmedi ama çevresine yayılan öfke enerjisini hissedecek kadar onu tanıyordum.
"Kapa çeneni, Liz."
Başını çevirdiğinde gözlerindeki fırtına bulutlarını gördüm. O an yıkıldım. Şimdiden o kız, onun için özel biri mi olmuştu?
"O kıza ihtiyacın var, bunu anladım. Ama neden bize bir şey söylemiyorsun?"
"Size gerekeni söyledim. Bu ısrarın sebebi ne?"
İstemeden bir adım atmıştım. Ivy'nin kolumu yakalamaya çalıştığını fark ettim.
"Çünkü senin neden ondan etkilendiğini…"
Cümlem yarım kaldı. Sözcükler dudaklarımdan dökülürken panikle sustum. O an bana döndü. Tehlike dolu bakışları üzerimdeydi. Hiç tereddüt etmeden kolumu yakaladı ve beni kendine çekti.
"Sana verdiğim görevleri sorgusuz yerine getiremeyeceksen, Liz, bunu şimdiden söyle. Size defalarca söyledim: İtaat ve sadakat benim için her şeydir. Eğer yapamayacaksan, gitmekte özgürsün."
Burnuma kokusu dolduğunda zihnim ve kalbim birbirine karıştı. Ona bu kadar yakın olmama rağmen, aramızda aşılmaz mesafeler olduğunu hissediyordum.
O kıza duyduğum nefret kalbimin derinliklerine kök salmaya başlamıştı. Alt dudağımı korkuyla ısırdım, titreyen gözlerim onun gözlerinde takılı kaldı.
"Özür dilerim, ben…"
Yutkundum. Gözlerimi yere eğdim.
"Bir daha olmayacak."
"Öyle olsa iyi olur, Liz."
Beni bıraktı. Başımı yerden kaldıracak cesareti bile bulamadım.
"Hadi yürüyün. Yemekhaneye gidiyoruz." Sesi net ve emrediciydi. Her zamanki gibi.
"Aurelius?"
"Efendim?"
"Marino nerede?"
"İçeride bizi bekliyormuş."
"Tamam."
Aurelius ilerlerken Ivy önümde durdu, gözleri endişeyle doluydu.
"İyi misin?"
Başımı kaldırdığımda gözlerimin dolmuş olduğunu gördü. Hiç tereddüt etmeden bana sarıldı.
"Liz, yapma."
"Elimde değil," dedim, sesi titrek ve yorgun çıkan bir fısıltıyla.
Kollarını bana daha sıkı doladı. Göğsüne başımı yasladığımda bir damla gözyaşım yanağımdan süzüldü.
"Onu deli gibi seviyorum, Ivy," dedim, kelimelerim arasında boğulacakmış gibi. "Karşılık beklemeden... Yani öyle sanıyordum. Ama şimdi... o aptal kız geldi."
Ivy iç çekti. Sesi sakin ve kararlıydı. "Zaten gelecekti, Liz. Onu bekliyorduk."
Geri çekildim ve yüzüne sert bir bakış attım.
"Özür dilerim, Liz," dedi hemen. "Öyle demek istemedim."
Başımı salladım. Konuşmaya gücüm yoktu.
"Ona nasıl baktığını gördün mü?" diye sordum, sesim titrek bir fısıltıya dönüşmüştü.
Ivy bakışlarını kaçırdı, ama hafifçe kafasını salladı. "Evet, gördüm."
Yanağımı sildim, derin bir nefes aldım. İçimde birikmiş olan her şey beni boğuyordu.
"O kızdan nefret ediyorum," dedim sonunda, kelimeler dudaklarımda zehir gibi tınladı.
"Liz…" Ivy’nin sesi yumuşaktı, ama beni yatıştırmaya yetmiyordu.
Tam o sırada Aurelius koşarak yanımıza geldi.
"Nerede kaldınız?"
"Geliyoruz," dedim, sesi olabildiğince nötr tutmaya çalışarak.
Bana dikkatlice baktığında yüzü buruştu. "İyi misin?"
Artık bilmiyordum. Gerçekten bilmiyordum. Yanıtlamak yerine, "Hadi gidelim," dedim.
Onları arkada bırakıp yemekhaneye doğru ilerledim. Adımlarım hızlı ama kararsızdı. Yemekhane, karşı koridorun sonundaydı. Kafamın içinde dönen düşünceler, yolun uzunluğunu hissettirdi.
Bir süre sonra Ivy ve Aurelius da bana yetişti. Ardından hep birlikte yemekhaneye girdik. Bizimkiler kapının önünde bekliyordu.
"İçeri girmeyecek miyiz?" diye sordum.
"Gelmelerini bekliyorum," dedi soğukkanlı bir ifadeyle.
"Anlamadım?"
"Bir teorim var. Test edeceğim."
Ona sorgulayan bir bakış attığımda, ilk kez kızmadı. Aksine, yüzünde alay dolu bir yarım gülümseme belirdi; o gülümseme, hem meydan okurcasına hem de gizemle örülüydü.
"Birazdan görürsünüz."
Gözlerimi kapıya çevirdim. İçimdeki fırtınalar uğulduyor, beni tüketiyordu. Dışarıdan sakin görünmek için büyük bir çaba sarf ediyordum. Beklentilerim, korkularım ve kıskançlığımın kesiştiği o dar geçitte sıkışıp kalmıştım.
Yemekhanede tenha bir köşeye ilerledik ve beklemeye başladık. Ortamdaki uğultular, içerideki yüzlerin ilgisizliği beni daha da huzursuz kıldı. Bir süre sonra Chloe ve Lucia içeri girdiler. Chloe ona bir şeyler söyledi ve ardından yemeklerin olduğu bölüme yöneldi. Lucia ise kendinden emin adımlarla masaların olduğu alana ilerlemeye başladı.
O an yemekhanedeki çoğu kişinin gözleri Lucia’ya çevrilmişti. Pür dikkat kesilmişlerdi; adeta bir filme kapılmış gibiydiler. Ama Lucia hiçbirine aldırış etmeden bizim masamıza yaklaştı ve şaşmadan oturdu. Dudaklarımdan çıkan kelimeleri durduramadım.
"Yok artık. Bu kız fazla oluyor."
Ardından bana döndü. O güzel mavi gözler… beni bulduğunda gülümsüyordu. Öylesine nadir bir şeydi ki bu, anında dikkatimi ele geçirdi. Onun gülümsemesi… Yüzündeki büyüleyici ifade daha da çarpıcı hale gelmişti.
"Evet, bu fazla."
Ancak çok geçmeden bakışlarını yeniden ona çevirdi. Bu kez gözlerinde farklı bir yoğunluk vardı; tüm dikkati yalnızca ona odaklanmıştı. Sanki dünya, Lucia’nın etrafında dönüyor ve her şey ona hizmet ediyordu. Bu görüntü kalbimi derinden yaralarken, içimde kopan fırtına nefretin kök salmasına zemin hazırlıyordu.
"Fazla büyüleyici."
Bu kelimeler onun dudaklarından döküldüğü anda mahvoldum. Kalbime ağır bir darbe indi; nefesim sıkıştı. Görev ve aşk arasında sıkışmıştım. Seçim şansım yoktu. Görevi yerine getirmek zorundaydım, ama kalbim... Kalbim bu durumu kabul etmiyordu. Susmayı reddediyordu.
Chloe, kararlı adımlarla Lucia’nın yanına ilerlerken, Lucas sessizce yemekhaneden çıkmayı tercih etti.
"Takibe devam edin," dedi.
"Bizim masamıza oturdu," dedim. "Bir şey yapmayacak mıyız?"
"Yeniden oturacak," dedi sakin ama kesin bir tonla.
"Ne?"
"Beni duydun. O zaman bakarız."
Bizi geride bırakıp uzaklaştığında Ivy bize döndü, yüzü endişe doluydu.
"Ondan sahiden korkuyorum," diye fısıldadı.
Marino’nun sesi neredeyse bir yankı gibiydi, alçak ama ürkütücü:
"Zaten korkmalısınız, Ivy."
Bir süre sessizlik çöktü. Sonra yeniden konuştu. "Hadi, herkes görevine dönsün."
Biz Ivy ile takibe devam ederken diğerleri uzaklaştı. Gün boyunca içimdeki kötü duygular ile göreve olan bağlılık arasında sıkışıp kaldım. Kalbimdeki karanlık daha da derinleşirken, Umbra Akademisi’nin duvarında gördüğüm yazı yankılandı zihnimde:
"Karanlık her zaman bir tehdit değildir; bazen, ruhumuzun en büyük sınavları gizler." — Umbra Akademisi duvar yazısı.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |