72. Bölüm

69

kitsudaphne
kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

 

"Kalp ne istediğini bilir, ama buna teslim olmak bazen insanı mahveder."
— Lucia

Koma. Derin, kavranması güç bir boşluk. Gözlerin kapanır, dünya karanlık bir perdeye dönüşür, ama sesler… Sesler hep oradadır.

Birileri ışıkları tamamen kapatmıştı, ama her kelime zihnime bir yankı gibi vuruyordu. Chloe, Chris, Adrian ve Pedro… Onlar hep bir şekilde yanımdaydılar. Ama Dante yoktu.

Beni asla bırakmayacağını söyleyen adam, şimdi yanımda değildi. Eğer uyanık olsaydım, bu ironiye acı bir gülümsemeyle karşılık verirdim. Ama dört aydır uykunun bu katmanında hapsolmuştum. Doktorlar böyle diyordu.

Haurire, exhalare... Nefes al, nefes ver…

Bunu başarabilir miydim? Gerçekten yapabilir miydim? Chloe’nin içini kavuran acısını, Chris ve Adrian’ın sessiz hüznünü, Pedro’nun bana ulaşmaya çalışan umutsuzluğunu her an hissediyordum. Ama onların bilmediği bir şey vardı: Dayanmak için bir neden gerekliydi. Ve ben artık hiçbir neden göremiyordum.

Annem… Onu özlemiştim. Son kez rüyamda görmüştüm ve o anın sıcaklığı hâlâ içimdeydi. Gözyaşları içinde verdiğim sözü hatırlıyorum:

"Ne olursa olsun iyi olacağına, kendine çok iyi bakacağına ve hep mutlu olacağına söz ver Lucia’m. Hep ışık ol, ışıkta kal."

Bu sözü tutmuştum. Elimden gelen her şeyi yapmıştım. Ama artık tükenmiştim. Gözlerimi kapalı tutan sadece fiziksel bir engel değildi; bu, ruhumun isyanıydı. Doktorlar ve hemşireler her gün aynı şeyleri söylüyordu:

"Bizi duyduğundan eminiz, yanında iyi ve mutlu şeyler konuşun. Onu sevdiğinizi gösterin."

Ama sevgi, bir kilit açıcı mıydı? Yoksa zihnimi daha derin bir karanlığa mı sürüklüyordu?

Son günlerde Chloe ve Chris’in umutlarının solduğunu hissediyordum. Adrian’ın duaları bile güçsüzleşmişti. Pedro ise sessizdi; yalnızca elimi tutuyor ve gidene kadar yanımda duruyordu. Hepsi için uyanmak istiyordum. Ama nasıl? Bu, sadece bir göz açma eylemi olamazdı. Kalbim ve zihnim, bana engel olan bir düğümde kilitlenmiş gibiydi.

Dante'nin sesini son kez duymak istiyordum. Ama o gelmiyordu. Gelmeyeceğini biliyordum. Ve bu, en çok canımı yakan şeydi.

Birkaç gün sonra...

Chloe ve Chris odadaydı. Konuşmalarını, nefeslerini, sessizliklerindeki çaresizliği duyabiliyordum. Ama bu kez, hava değişmişti. Kapının açıldığını işittim. Bir adım sesi, bir nefes alış, bir varlık... Chloe’nin sesindeki titremeyi fark ettim. Ama bu seferki hüzünden değil, sevinçten doğuyordu.

Ve sonra Chris’in alaycı, ama aslında içten bir tını taşıyan sözlerini duydum: "Berbat görünüyorsun."

Bir sessizlik. Ardından ekledi: "Biz sizi yalnız bırakalım."

Odada yalnız kaldım. Ama artık yalnız değildim. Gelen kişi sessizce yaklaştı. Yatağın kenarına oturdu. Sonra yanıma uzandı. Hafif bir parfüm kokusu yayıldı havaya. Bu koku... Koku, her zaman iz bırakan bir şeydi. Dante.

Başını boynuma sakladı. Derin bir nefes aldı. Ve sesi, karanlıkta parlayan bir yıldız gibi yankılandı: "Eğer beni bırakırsan, devam edemem, tatlı işkencem. Bunu zaten biliyorsun, değil mi?"

Boynuma hafif bir öpücük kondurdu. Sözleri fısıltı gibi, ama kararlıydı: "Tu me manques, Lucia. Fransızca’daki bu ifade, "özlemek" demekten çok daha fazlasını anlatır. "Sen bende eksiksin," der.

Kokumu bir kere daha içine çekti.

"Sen bende eksiksin, S. Ne olur beni daha fazla eksik bırakma. O güzel orman yeşili gözlerini özledim. Bana bakmanı, gülmeni, kızarmanı… Bana kızmanı. Ama en çok seni kollarımda tutmayı, öpmeyi özledim."

Boynumda bir damla yaş hissettim. Sessiz, ama ağır bir yük gibi üzerime düştü.

"Daha önce gelmeyi istedim, ama mümkün olmadı, tatlı işkencem. İyi değildim. Özür dilerim. Ama her gün seni bir şekilde gördüm."

Yüzümdeki parmaklarının hafif dokunuşunu hissettim. Hem şefkatliydi hem de sabırsız. Onu özlediğimi kabullenmek zordu, ama gerçeği inkar edemezdim.

"Ne olur beni bırakma, S. Beni affetmesen bile razıyım, yeter ki hayatta ve iyi ol. Sensiz yapamıyorum. Sensizken ölmek bile bir seçenek değil, çünkü seni böyle gördüğüm her an zaten ölüyorum. Lütfen, artık uyan. Beni bu karanlık geceden kurtar."

Sesi, sadece kulağıma değil, kalbime doluyordu. O yanımda olmadığında, ben de yok oluyordum. Ama birlikte de olamamıştık. Geri dönersem, her şey değişir miydi? Bir yol bulabilir miydik?

"Seninle dolu bir sensizlikte sıkıştım, Lucia. Çaresizliğimsin."

Dante. O, benim hem kurtuluşum hem de en büyük kaosumdu. Onunla her şey yanıyordu. O olmadan ise dünya donuyordu. Dante yokken gündüzlerim bile karanlığa gömülüyordu. Ve aydınlığı, güneşi, nefesi… her şeyi özlemiştim.

Bir kez daha boynuma bir öpücük kondurdu. "Seni deli gibi özledim, Lucia. Lütfen artık gözlerini aç."

Sesi, kokusu, varlığı… Hepsi hayat anlamını yeniden şekillendiriyordu. Dante benim hayatımdı. Onu inkar etmek, kendi varlığımı inkar etmek demekti. Şu an bile, tamamen uyanık olmamama rağmen onun varlığını derinlerimde hissediyordum. O benim nefesimdi.

Ama bu nefes birden içimde bir alev gibi yükseldi. Göğsüm daraldı. Yanımdaki cihazlardan korkutucu bir ses geldi. Ve o sesle birlikte, her şey alt üst oldu.

"Tanrım, bu ses ondan mı geliyor?" Panik ve acı dolu ses kesilmiyordu. "Biri ona yardım etsin! Tanrım, ona yardım et!"

Karanlık daha da yoğunlaşmıştı. Ama bu sefer, karanlığın içinde bir ışık vardı. O ışık, Dante'nin umutsuz ama güçlü sevgisiydi. Ve bu sevgi, beni geri çekmek için savaş veriyordu.

Yatağın üstünde doğrulan bir beden. Çığlık atan sesler. Koşturan ayak sesleri. Boğulan birinin çaresiz hırıltısı.

Ve sonra bir acı, keskin ve boğucu. Boğazımda baskı, midemde bir ağırlık. Nefes almak istiyor ama başaramıyordum. Tanrım, boğulan ben miydim? Boğazımdaki o yabancı şey beni içten içe parçalıyordu. Bir cihazın tiz sesleri odada yankılanıyordu, ama en dehşet verici olan, bu sesle yarışan insanların yüksek sesleriydi.

Birden, eller bedenimi yatağa bastırdı. Çırpınıyordum. Öğürüyordum. Umutsuzca, o dayanılmaz baskının hafiflemesini bekliyordum.

"Lucia, ben Doktor Vitali. Sakin ol."

Gözlerimde bir baskı hissettim. Birisi göz kapaklarımı nazikçe açıp içine ışık tuttu. Parlaklık gözlerimi yakıyordu.

"Normal solunumu geri dönmüş, bir an önce tüpü çıkarmalıyız. Enjektör verin!"

Sonunda biri boğazımdaki o şeyin baskısını hafifletti. Ve sonra... Tüp çekildi. Çıkışı, içimde son bir öğürtüye sebep oldu. Boğazımda bir boşluk, aynı zamanda bir özgürlük hissettim.

Yavaşça gözlerimi araladım. Doktorlardan biri omuzlarıma dokunarak sakinleştirdi.

"Aramıza hoş geldin, Lucia. Seni oldukça uzun bir süre bekledik."

Görmeye çalışıyordum, ama görüntüler hâlâ bulanıktı. Bir siluet netleştiğinde, mavi gözler beni yakaladı. Dante’nin o tanıdık okyanus mavisi. O gözlerin ağırlığını hissederken, daha fazlasına dayanamadım.

Acı. Tek hissettiğim buydu. Her bir zerrem acıyordu. Sırtım, boğazım, beynim, kalbim... Hatta saçlarımın dipleri bile bu acıya eşlik ediyordu. Ve ışık... O ışıktan rahatsızlık duydum. Gözlerim her kırpışta daha çok yanıyordu.

Uyanmak neden bu kadar zordu? Sabahları uyanmak, yalnızlığa uyanmak, mutsuzluğa uyanmak, gerçeklere uyanmak. Hayata uyanmak hep zordu.

"Lucia?"

Bir ses kulağımda yankılandı.

"Hımm?"

"Seni muayene edeceğim, sonra uyuyabilirsin."

Doktorlar reflekslerimi kontrol ederken Chloe ve Chris’i gördüm. Sonra Pedro ve Adrian içeri girdi.

"Artık uyuyabilir miyim? Burası çok aydınlık."

Aydınlığı özleyen ben, şimdi ona dayanamıyordum. Sesler yeniden uzaklaşırken, bir kez daha karanlığa daldım.

Gözlerimi yeniden açtığımda, bu kez ışık gözlerimi eskisi kadar rahatsız etmiyordu. Etrafımda toplanan yüzler, tanıdık ve sıcak. Chloe’nin gözyaşları, Chris’in mutluluğu, Pedro ve Adrian’ın varlığı...

Chloe hemen yanıma gelip yanağıma bir öpücük kondurdu. "Biriciğim, senin için çok korktum."

Chris saçlarımı nazikçe öptü. "Bebeğim, hoş geldin."

Gözleri dolu, ama yüzlerinde mutluluk vardı. Pedro elimi tuttu, nazikçe okşadı. "Bir daha bize bunu yaşatma, kanarya."

Onlara bir gülümseme gönderdim. Ama Dante... Dante uyandığımda oradaydı, sonra bir anda gözden kayboldu.

Bir dakika sonra, doktor ve hemşireyle geri döndü. Doktor gülümsedi.

"Tekrar merhaba, Lucia."

"Merhaba."

"Adım Vitali. Bugün 8 Nisan. Dört ay önce bize yaralı bir halde geldin ve beyin kanaması geçirdin. Ameliyatın oldukça başarılı geçti. Ancak uykun devam etti. Beyin tüm aktivitelerini yapabiliyordu, ama uyanman gerekiyordu. Ve biz seni bekledik."

"Konuşmalarınızı duyuyordum. Ama uyanmak... zordu."

"Yine de uyandın."

Gülümseyerek ekledi: "Boğazın nasıl?"

"Şiş ve biraz acıyor."

"Bu normal. Solunum tüpünün yarattığı baskıdan kaynaklanıyor, ama birkaç gün içinde düzelecek."

Doktor reflekslerime ve yaşamsal bulgularıma baktı. "Her şey yolunda. Ama zorlu bir süreç atlattın ve bir süre daha bizimle kalacaksın."

Ardından hemşireye döndü: "Amy, Lucia için hem fizik tedavi hem de psikolog ayarlayalım."

"Elbette."

Doktor çıkarken hemşire Amy yanıma geldi. Chloe’ye benziyordu. Gülümsemesi odayı aydınlatıyordu.

"Seni çok bekledik, canım. Ama mucizeler daima vardır. Sen de bir mucizesin, Lucia. Ve geçecek. Her şey."

Gözlerime öyle derin baktı ki, ruhumu görüyormuş gibi hissettim.

"Ben bugün fizik tedavi uzmanı ve psikolog ayarlayacağım."

"Teşekkürler Amy. Ayrıca tanıştığıma memnun oldum."

"Ben de canım."

Amy o içten gülümsemesiyle diğerlerine dönerek konuştu: "Bugün Lucia’yı daha fazla yormayalım. Sizler de eve gidip dinlenin, olur mu?"

Chris ve Chloe hafifçe başlarını salladılar, Pedro ve Adrian ise vedalaşmak için yanıma gelip elimi sıktılar. Amy, kapıya yöneldiği sırada duraksadı. "Dante bir süre daha kalabilir mi?" diye sordum.

Kısa bir süre düşündü ve yüzünde o canlandırıcı gülümsemeyle bana döndü. "Tabii, ama kendini fazla yormayacaksın," dedi.

Chris ve Chloe, Amy ile birlikte odadan çıkarken, Dante yanımda kalmıştı. Sessizlik bir anlığına aramıza çöktü. Gözlerimiz buluştuğu anda dayanamadı. Yanıma geldi ve doğrulmaya çalıştığımı fark edince beni nazikçe yatağın yukarısına çekti. Hareketleri yavaş ve dikkatliydi, sanki bir oyuncak bebeği tutuyormuş gibi.

"Rahat mısın?" diye sordu.

"Evet," dedim. Ama sesim kendimden emin olmaktan uzaktı.

Yatağın kenarına oturduğunda, gözlerindeki ifadeyi fark ettim: endişe, aşk ve korkunun arasında bir yerlerde gidip geliyordu.

"Seni çok özledim," dedi, sesi karanlık bir fısıltı gibi.

"Bunu söylemeye hakkın yok," diye yanıtladım. Bakışlarımı ondan kaçırmaya çalışırken çenemi nazikçe tuttu, ama incitmekten korkar gibi. Parmakları dudaklarımın üzerinde hafifçe gezindi.

"Bana böyle davranma, tatlı işkencem. Lütfen," dedi.

"Bana tatlı işkencem deme." Sözlerim titrek bir öfkeyle doluydu. "Beni yalnız bıraktın. Terk ettin, Dante."

"Yaralandım, S." Gözleri karanlık bir deniz gibi derinleşti. "Bu kez işimi bitirebilecek kadar derin bir yarayla."

Nefesim düzene girmişken yine tekledi. "Neredeydin?"

Sesim bir fısıltı kadar cılız çıkmıştı.

"Kendi cehennemlerimden birinde," dedi. Ama sözleri yetmiyordu, asla yetmezdi.

"Artık bana gerçekleri yalın halde anlatmayacaksan, dinlemeyeceğim."

Dudakları titredi, ama bakışları değişmedi. "Üzgünüm, S. Zamanı gelmeyen cümleler var."

Gururum kalbimi bastıracak kadar güçlüydü. "Git buradan."

Bakışları dondu, ardından o mavi gözlerdeki ışık yavaşça söndü. Gözlerinin ardındaki karanlık büyüdü, odayı dolduracak kadar yayıldı. Ama bu karanlık ona ait değildi. Benden yükselen bir karanlıktı bu.

Gözlerindeki o hüzünlü gülümseme yeniden belirdi, ağır ve acı verici bir şekilde. Gözlerimiz birbirine kenetlendiğinde, hissettiğim çekim dayanılmaz hale geldi. Okyanus mavisi gözlerinde kayboluyordum.

"Seni artık görmek istemiyorum," dedim, titreyen bir sesle.

Kapı açıldığında Amy içeri girdi, özür dileyerek.

"Dante, Lucia’nın dinlenmesi gerekiyor. Yarın tekrar gelebilirsin ama..."

Amy’nin nazik ama kararlı sesi, odanın sessizliğinde yankılandı. Dante bir an hareketsiz kaldı, ardından hızla ayağa kalktı. Bakışlarında derin bir kararlılık vardı. Vazgeçmek değil, tam aksine bir plan yapıyormuş gibiydi.

"Elbette, Amy."

Bana yaklaştı, alnımdan yumuşak bir öpücük kondurdu ve sessizce odadan çıktı.

Ertesi gün geldi. Sonraki gün de. Günler birbirini kovalarken, onu her gün görmeye başladım. İyileşirken yanımda oturuyor, yemek yerken beni izliyor, hatta uykudayken bile bir şekilde varlığını hissediyordum. Gözlerim nereye çevrilse oradaydı. Nazik, sabırlı ve koruyucuydu, ama benimle konuşmuyordu.

Kendimi biraz daha iyi hissettiğim bir gün, diğerlerine döndüm ve her şeyi anlatmalarını istedim. Zordu, duyduklarım ağır geliyordu ama sustum ve dinledim. Her cümleyle Dante’nin gözlerindeki karanlık derinleşti. Onun karanlığı büyüdükçe benimkisi de şekil değiştiriyor, içimde yankılanıyordu.

Tam bir ay sonra, bir gece yanımda kalmak istediğini Amy’ye söylerken duydum. Amy itiraz edecek gibi olsa da Dante’nin ikna edici tavrına karşı koyamadı.

O gün herkes gittikten sonra yemeğim getirildi. Her zamanki gibi bana yardımcı oldu. Nazik elleri, sakin sesi ve sabrı... Bu kadar sabırlı olması beni etkiliyordu. Daha önce kimse bana bu şekilde yaklaşmamıştı. Yemeğin ardından kafamın dağılması için komik bir şeyler izlememi önerdi. Dante’nin böyle şeyler yaptığına dair en ufak bir fikrim yoktu, ama benim için zaman ayırması... Kendimi hem özel hem de değerli hissettiriyordu.

Bir ara telefonu çaldı. Ekrana bakarken yüzünde beliren eşsiz, erkeksi gülümseme beni anında incitti. Sonra telefonu açtı.

"Bir dakika, prenses," dedi.

Prenses. Kalbim yerinden sökülüyormuş gibi hissettim. Hayır, daha da kötüydü; kalbim kanıyordu. Dante kim için "prenses" demiş olabilirdi?

Bu yüzden mi gitmişti? Başka biri mi vardı? Senin kadar değerli demişti bana. Ama başka biri vardıysa, neden burada benimleydi? Bu sorular beynimi, kalbimi ve ruhumu paramparça ediyordu.

Bir süre sonra odama geri döndü. Yüzünde yine o gülümseme. Kendimi durduramadım. Komodinin üzerinde duran saç fırçasını elime alıp ona fırlattım. Refleksleri inanılmazdı; anında yakaladı.

"Bu ne içindi?" dedi, tek kaşını kaldırarak.

Bu kadar yakışıklı olduğu için ondan nefret ettim. O okyanus mavisi gözlerinden, kendine has duruşundan, o etkileyici kokusundan... ve en çok da kalbimin onun ellerinde olmasından.

"Senden nefret ediyorum, Dante! Şimdi yanımdan defol git!"

Bakışları bir an için değişti. Derin çekimden geriye sadece ham bir tutku kalmıştı. Yavaşça yanıma geldi ve kollarını etrafıma doladı. Hareket edemiyordum.

"Ne oldu, S?" diye sordu, sesi tehlikeli bir şefkatle doluydu.

"Defol git," diye tekrarladım.

"Nedenini söyle," dedi, sesi alçalmıştı. "Yalnız gitmeyeceğimi biliyorsun."

"Sevgilin varken benimle oyun mu oynuyorsun?"

Gülümsedi. O gülümseme yüzünü aydınlatırken, her şey daha da kötü hale geldi. Kollarımı kurtarmayı başardım ve onu ittim, ama kımıldatamadım.

"Bırak beni!"

"Asla."

Dudaklarıma doğru eğildi.

"Bu asi haline bayılıyorum, S."

Göğsüne vurmak için ellerimi kaldırdım. Bir tanesi isabet etti.

"Canımı yakmaya mı çalışıyorsun?" dedi, sesi alaycıydı. "Oldukça komik, prenses," diye ekledi, son kelimeyi özellikle vurgulayarak.

O kelimeyi tekrar duyduğumda kontrolümü tamamen kaybettim. Yanağına bir tokat atmaya çalıştım, ama elimi tuttu. Beni yatağa yatırdı ve üzerime eğildi.

"Kalbim bir tek sana ait," dedi, sesi hem sakin hem de kararlıydı.

O an gözlerine baktığımda, kelimelerinde en ufak bir yalan olmadığını hissettim. Ama bu, içinde bulunduğumuz karanlığı aydınlatmaya yetmeyecekti.

Gözlerime aşk dolu bakan adamın sözlerine inanabilir miydim? Belki, hayır, asla. Kalbimin acı dolu haykırışlarından başka bir şey duyamıyorsam, ona nasıl inanabilirdim ki?

Hâlâ çırpınıyordum, hâlâ ona vurmak için debeleniyordum. Ama o, hiçbir şeyden etkilenmiyor gibiydi. O kadar sakin, o kadar sabırlıydı ki bu beni daha da öfkelendiriyordu.

Sonunda, tekmelerimden biri karnına geldiğinde nefesinin kesildiğini ve dudaklarından acı dolu bir inleme çıktığını fark ettim. Yatağın ayak ucuna çöker gibi oturdu. Bu kez panikle doğruldum.

"Özür dilerim, ben..."

"Sorun..." dedi, ama sesi cılızdı. Konuşmakta zorlanıyordu.

Ellerini karnına bastırmıştı. Gözlerim hemen o noktaya kaydı. Ne olduğunu görmek istedim. Ellerini ittiğimde, hafifçe irkildi ama beni durdurmadı. Tişörtünü kaldırdığımda büyük bir ameliyat izini gördüm. Soluk alıp vermesi hâlâ düzensizdi.

"Dante..." diye fısıldadım, kelimeler boğazımda düğümlendi.

Birkaç kez öksürdü, ardından yanımdan kalktı. Çantasını açtı ve içinden bir ilaç çıkardı. Karşımdaki koltuğa oturup ilaçlarını aldıktan sonra, gözlerini yere dikti. Bekledim. Sessizlik boğucuydu.

"Sana ne oldu?" dedim sonunda, sesim titriyordu.

"Yaralandığımı söyledim," diye yanıtladı. Sesi alçak ama soğukkanlıydı.

"Neden, Dante?" dedim, gözlerim ona kenetlenmişti. "Her gittiğinde karanlığın daha da artıyor. Ve bundan önce de yaralandın. Nereye gidiyorsun? Ne için?"

Bir an sessizlik oldu. Odanın karanlığı, onun sessizliği kadar ağırdı. Gözleri bir an parladı, sonra o derin karanlığa geri döndü.

"Her zaman doğru sorular sorulmalı, S. 'Ne için' değil, 'kim için?'" dedi, alaycı bir gülümsemeyle.

"Asla yanıt vermiyorken, soruların ne önemi var?" dedim, öfkemin arkasına gizlediğim korkuyla.

"Belki bu kez vardır."

Bir kere daha öksürdü. Ben konuşacak başka bir şey bulamazken, başını kaldırdı ve gözlerimi içine çeken o mavilikle bana baktı.

"Aklım fikrim seninle bu kadar dolu olmasaydı... bu kadar kötü yaralanmazdım," dedi, sesi çatallı ve samimiydi.

Gözlerimi ondan kaçırmaya çalıştım ama bakışlarının ağırlığı beni sabitledi.

"Bu kez tuzağa düştüm ve hemen kurtulamadım," diye devam etti. "Kaçmaya çalıştığım sırada karnıma bir bıçak darbesi aldım."

Sözleri odayı doldurdu. Hâlâ açıklanamayan sorularla doluydum, ama ağzımdan sadece bir cümle çıktı:

"Kim için gittin, Dante?"

Dante

Başını hafifçe kaldırdı. Gözlerimi ondan ayıramıyordum; o derin yeşil gözler beni gördüğüm ilk andan itibaren esir almıştı. Lucia bana bir yanıt vermemi bekliyordu, ama bunu söylemek kolay değildi. Oysa içimde bir yer, bu gerçeği paylaştığımda beni affedeceğini fısıldıyordu. Ve ben, o gözlerde aşkı görmek isteyen yanıma yenildim.

"Kız kardeşim tehlikedeydi," dedim sonunda.

Şaşkınlıkla gözlerini açtı. "Ne?"

"Endişelenme," diye ekledim. "Onu kurtardım."

Sözlerimle bir nebze rahatladığını görebiliyordum, ama ifadesinde hâlâ bir karışıklık vardı. Haklıydı.

"Ben üzgünüm, Dante. Aklıma asla böyle bir sebep gelmemişti."

Daha fazla açıklamaya ihtiyacı olduğunu biliyordum. Ve bunu ona verecektim—ama yalnızca zamanla, her şey yerli yerine oturduğunda.

"Senin bir ailen mi var? Ama nasıl? O zaman akademide…" dedi, ama cümlesi yarım kaldı.

Elimi kaldırarak onu durdurdum. "Hem sorular hem de yanıtlar için vaktimiz olacak."

Gözlerini uzun bir süre üzerime dikti, sessizce direndi. İstemediğimde hiçbir soruya cevap vermeyeceğimi bildiğinden, sonunda bakışlarında teslimiyetin izlerini gördüm. Ama bu teslimiyetin ardında bir öfke gizleniyordu. Kaşlarını çattı. "Beni her seferinde arkanda bırakırken mi?"

Sözleri kalbime bir hançer gibi saplandı. "Ben seni hep buramda taşıdım, S," dedim ve göğsümü işaret ettim. "Zihnime en güzel anıları kilitledim. Sen benim kördüğümüm, çaresizliğim ve karmaşamsın, Lucia. Sen benimsin."

İnanmadığını açıkça belli ederek başını salladı. Gözlerini kaçırmaya çalışırken, bakışlarındaki acı beni paramparça etti.

"Mektupta yazdıklarımı çabuk unutmuşsun, S. İstersen sana hatırlatayım," dedim, sesimdeki kararlılığı saklamadan. "Biz kalplerimizden bağlandık. Kalbinin kapılarını bana asla kapatamazsın. İzin vermem."

Ayağa kalktı ve yanıma geldi. Kararlılığını takdir etmeden duramadım, ama Lucia’nın kararlılığı bile beni caydıramazdı.

"Gerekirse o kapıyı kırana kadar durmam," dedi, beni kendine çevirerek. "Çünkü seni geri kazanmak için yapmayacağım şey yok, beni anlıyor musun?"

Başımı çevirmek istedim, ama izin vermedi. Enseme dokunan elleri beni sabitledi. Sonra kulağıma eğildi ve fısıldadı:

"Vazgeçmeyeceğim, Dante. Kalbinden beni söküp atmak istesen de, bu dünyaya birbirimizi bulmak için geldiğimizi biliyorum. Sen benim kayıp parçam, kuzey yıldızım, yol göstericimsin. Sensiz tamamlanamam."

Sesi, sözleri, varlığı… her şey beni altüst ediyordu. Kalbimin deli gibi çarptığını hissediyordum. Ilık nefesi boynuma değdiğinde, her zamanki gibi beni mahveden o tepkileri verdiğimi fark ettim.

"Dante, yapma," dedi, ama sesi zayıftı.

Onu dinlemeyecektim. Eğilerek dudaklarına yaklaştım ve fısıldadım:

"Ve biliyorum ki, kalbinin kapılarını bana kapatsan bile, o hâlâ bana ait. Bu yüzden durmayacağım, tatlı işkencem. En önemlisi de… Sana kaç kez yenildiğimin bir önemi yok, ama bu kez yenilmeyeceğim. Sen söz konusu olduğunda hiçbir sınırım kalmıyor. Seni geri kazanacağım."

"Sen dengesizsin, Dante," dedi, ama sesi titriyordu.

Gülümseyerek dudaklarım onun dudaklarının hemen üzerinde durdu. "Benim dengemi sen bozdun, S. Eğer sen olmazsan, hayata tutunamam. Tutunmam."

Bir sonraki nefesini çaldığımda, dudaklarıma karşılık verdi. Boğazından çaresiz bir ses yükseldi. Sonra kollarını boynuma doladı, kendini tamamen bana bıraktı.

O an her şey silindi. Sadece o vardı. Lucia. Benim ay tanrıçam. Her şeyim ona aitti: kalbim, zihnim, ruhum, hayatım, benliğim… hatta karanlığım bile.

Lucia

Kalp yanar, kül olur ve yeniden var olur. Dante yanımdayken ben bu döngüyü her an, aynı anda yaşıyordum. Dudaklarını benimkilerden çektiğinde bir süre gözlerimi açamadım. Kalbim hâlâ o dokunuşun yankılarıyla atıyordu.

"Seni affetmedim," dedim sessizce.

"Biliyorum," dedi o tanıdık dinginlikle.

Beni asla zorlamıyordu. Onu gömleğinden tutup kendime biraz daha çektim. Direnmedi. Parmaklarım ensesindeki yumuşak saçlara karışırken nefesinin hızlandığını hissediyordum. Biz böyleydik. Karmaşık. Tutkulu. Ayrılamaz. Ondan uzaklaşamıyordum. Ona olan hislerime karşı duramıyordum. Onu seven kalbimi susturamıyordum. Gözlerindeki o aşk dolu bakışa karşı koyamıyordum. Ve çok uzun bir süredir ondan uzaktım. O da benden.

"Ben de seni özledim, Dante," dedim sonunda.

Gözlerini kapattı. Dudaklarına hüzünle karışık bir gülümseme yerleşti.

"Başka?" diye fısıldadı.

Bunu duymaya ihtiyacı vardı. Bana ihtiyacı vardı. Onu tanıyordum. Tüm karmaşıklığıyla. Kalbini, hislerini, hatta belki asla tam olarak çözmeyi başaramayacağım zihnini bile. Ama kalbi ve ruhu benimdi.

"Bir tek sen yanımdayken nefes almak kolaylaşıyor," dedim, bakışlarımı kaçırarak.

Gülümsedim. Hafifçe güldü.

"Sen gelince yapay bir nefese ihtiyacım kalmadı sanırım."

"Lucia…"

Sesi beni yerle bir ediyordu. İçimdeki tüm duvarları yıkıyordu.

"Sen gidince," dedim, sesimde istemeden hissettiğim acıyı açığa vurarak, "hayatımdaki güneş çekilmiş gibi hissettim. O an fark ettim Dante… Geceler zaten bana sadıktı. Ama gündüzleri bana veren sendin. Sen gidince ne güneş kaldı ne de gündüzler. Belki de bu farkındalık nefesimi kesen şeylerden biri olmuştur."

Sözlerimin onu etkilediğini görebiliyordum. Beni yavaşça yatağın üzerine kaydırdı ve yanıma uzandı. Başını göğsüme yasladı. Elinin sıcaklığı belimdeydi. Parmaklarım saçlarının arasında dolaşıyordu. O kadar yakınken bile yetmiyordu.

"Ayrı kaldığımız süre boyunca benim nefes alabildiğimi sanıyorsan yanılıyorsun, tatlı işkencem," dedi, sesi derin bir fısıltıya dönüşerek.

Kalbimdeki kelimeleri daha fazla tutamadım. "Bir kez daha beni bırakacaksan, tekrar hayatıma gelme, Dante."

"Asla," dedi, bir an bile tereddüt etmeden. "Seni bırakabileceğim bir evren yok."

Sessizlik bizi sardı. Ama bu sessizlik huzurluydu. Yalancı değil. Yıkıcı değil. İçimizi birbirimize açan türden bir sessizlikti.

"Beni affedecek misin?" diye sordu sonunda, sesi yumuşak ama bir o kadar da ihtiyatlıydı.

"Düşüneceğim," dedim dürüstçe.

Bu bile onu tatmin etmiş gibiydi. Hafifçe başını salladı. "Bu da bir başlangıç," dedi. "Bu akşam böyle uyuyabilir miyiz?"

"Dante…"

"Nasıl olsa yalnızız," dedi, beni temin etmeye çalışarak.

Başımı hafifçe iki yana salladım. "Beni de dengesiz birine dönüştürmeye başladın."

Sözlerimi her zamanki gibi görmezden gelecekti, bundan emindim.

Parmakları saçlarımın arasında gezinirken, o derin ve dokunaklı sesiyle fısıldadı: "Seni hissetmeyi özledim, S."

İç çekerek ona baktım. Ve o an bir kez daha anladım: Dante benim nefesim, hayatım, karmaşam ve tamamlandığım diğer yarımdı.

"Kalbim olduğunu, bana ait olduğunu asla unutma, S." Dante'nin sesi, geceyi yırtan bir fısıltı kadar güçlüydü. Gözleri, her zamanki gibi ruhumu okuyordu.

"Kalp ne istediğini bilir, ama ona teslim olmak bazen insanı mahveder," dedim, yutkunarak. Gözlerimi ondan kaçırmaya çalıştım, ama nafile. Dante, her zamanki gibi beni kendine çekiyordu—ya da belki de bir uçuruma. Artık nerede olduğumuzu ya da nereye sürüklendiğimizi kestiremiyordum.

"Gerçek aşklar zordur, Lucia," dedi, yüzüme doğru bir adım daha yaklaşıp. "Ama ondan kaçamazsın, saklanamazsın. Kalbinin istediğine uyum sağlamak zorunda kalırsın. Her adımda zorlansan da gidemezsin. Benden de kaçamayacaksın, güzelim."

Sözleri içimde yankılandı, ama aynı zamanda bir öfke kıvılcımı tutuşturdu. Kaçan bendim, öyle mi? "Kaçan sensin," dedim, gözlerimle meydan okuyarak.

O ise sakinliğini hiç bozmadan, dudaklarının kenarına belli belirsiz bir gülümseme kondurdu. "Değilim, güzelim," diye mırıldandı, sesinde bir ağırlık vardı. "Bunu istesem de yapamam."

Bana doğru eğilip dudaklarıma hafif bir öpücük kondurdu. O an, ona olan kızgınlığımı sürdürmenin imkânsız olduğunu fark ettim. Henüz affedemiyordum belki, ama içimdeki aşka engel de olamıyordum. Bakışlarımla ona her şeyi belli ettim.

"Seni çok seviyorum, S. Kendimden bile çok." Sözleri ruhuma dokundu, ama beni daha da savunmasız bıraktı.

"Ben de seni çok seviyorum, Dante. Kendimden bile..."

Dante, gülümseyerek başını eğdi ve fısıldadı: "Sen beni sadece sev. Ben, ikimiz adına da yeterince severim."

Yutkundum, kalbimde yankılanan duyguların ağırlığını taşıyamıyordum. "Kalbime engel olamam ki..."

Ve Dante, tıpkı her zaman yaptığı gibi beni o anın sıcaklığına hapsetti; hiçbir şeyin önemi kalmamıştı.

Dante

Bakışlarından her şey anlaşılıyordu. Lucia'nın bana olan sevgisini söylemesine gerek yoktu; gözleri, her şeyi ele veriyordu. Ama biliyordum, sevgimiz asla eşitlenemezdi. Onu ne kadar sevdiğimi tarif etmeye kelimeler yetmezdi. Kalbimdeki yeri, benden büyüktü. Lucia ve ona duyduğum aşk içime sığmıyordu; kalbim, ruhum, varlığım onunla doluydu. Onsuz devam etmeyi asla düşünemezdim. Zaten o giderse neyin anlamı kalırdı ki?

"Burada kalacak mısın?" diye sordu, sesi bir fısıltı gibi titrek ama merak doluydu.

"Evet," dedim, gözlerimi ondan ayırmadan. "Ama yalnızca kısa bir süreliğine."

Ona söyleyemezdim, henüz değil. Ama bu işi çözecektim. Chris’le her ayrıntıyı tartışmıştık, ancak bu yeterli değildi. Yapılanlar da, sonuç da… Esther’in Lucia’ya yaptıklarının hesabını soracaktım. Onun intikamını alacaktım, buna hiç şüphe yoktu. Ardından buradaki her şeyi yoluna koyacak ve onu İtalya’ya götürecektim. Ailemle tanıştıracak, onun benim hayatımın bir parçası olduğunu tüm dünyaya ilan edecektim. Hem de babama rağmen.

"Sonra benimle İtalya’ya geleceksin."

Lucia’nın gözleri büyüdü, dudakları aralandı. "Ne?" dedi, şaşkınlıkla.

Yatağın içinde doğruldum, bakışlarımı o güzel yüzüne odakladım. Gözlerinde saklı tüm duyguları görüyordum: korkular, endişeler, sorular… Ama onların ötesinde aşk vardı. Tutku, hayal ve beklentiler… Bana doğru adım adım çekildiğini hissedebiliyordum.

"Daha fazla bu akademide kalmayacaksın," dedim kararlılıkla. Bu bir teklif değildi; bu bir vaatti.

Bir an sessizlik oldu. Lucia, düşüncelerini toparlamaya çalışıyordu. Sonunda bakışlarıma kilitlendi, ama ben onun vereceği cevabın farkındaydım. Henüz söylememiş olsa bile...

"Benimle gelir misin?"

Sözlerim havada asılı kaldı. O an, kalbimin tüm ağırlığını ona verdiğimi biliyordum.

Sanırım vereceği cevabın farkındaydım.

''Eğer bir gün kelimelerimle yanımda olamazsan, kalbinin sessizliğinde beni bul, S.'' —Dante

Bölüm : 19.12.2024 14:03 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...