@kitsudaphne
|
YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.
Bazı anlar vardır ki, insanın kaderi sessizce şekil değiştirir. O anların, hayatını kökünden değiştireceğini fark etmezsin. Benim hikayem de işte böyle bir andan doğdu. Her şey sıradandı, hatta belki de tekdüze… ta ki karanlık bana fısıldayana kadar. O gün, sıradan bir yaşamın sınırlarını aşarak bilinmeze doğru ilk adımımı attım. Ve geri dönmek bir daha mümkün olmadı. Ben Lucia. Hikayem, birçoklarının hikayesi gibi beklenmedik ve üzücü başladı. Çocukluğum güzeldi. Küçük, sakin bir adada annemle huzurlu bir yaşam sürüyorduk. Sıradan bir hayat gibi görünse de, benim için mükemmeldi. Babamı hiç tanımadım. Anneme onu bir kez sordum. Yüzündeki gölgeyi gördüğümde, bir daha bu soruyu sormamaya karar verdim. Annem benim için her şeydi ve onu incitmek istemezdim. Ancak hayatımın ilk karanlık gecesi, annemin akciğer kanseri teşhisiyle başladı. O gün benim doğum günümdü ve o andan itibaren doğum günlerim bir lanete dönüştü. Annemle birlikte yedi yıl boyunca hastanelerde, ilaçlarla, ağrılarla savaştık. Onu kaybettiğimde, henüz on beş yaşındaydım. Ve işte o an, dünyam tamamen karardı. Yapayalnızdım. Tüm birikimimizi hastalığa ve tedaviye harcamıştık. Ne param vardı, ne bir akrabam… Artık annem de yoktu. Komşumuzun evinde kalıyordum, ama orada da sonsuza dek kalamayacağımı biliyordum. Yas tutarken, içimdeki sessiz karanlık her geçen gün büyüdü. Kendimi gittikçe daha yalnız ve içe kapanmış hissetmeye başladım. Annemin ölümünden iki ay sonra okula döndüm. O gün bir şeylerin değiştiğini hissettim. Sanki biri beni izliyordu. Bu his, günlerce peşimi bırakmadı. Bir gün okul çıkışında, birkaç öğrencinin sınıf arkadaşımı Hiçlik Kayası'na zorla götürdüğünü fark ettim. Onları takip ettim. O anda kararımı verdim: Haksızlık karşısında sessiz kalmayacaktım. Çeteyle yüzleştim ve liderleriyle karşı karşıya geldim. Bir kavga başladı. Yumruklar atıldı, sesler yükseldi, ama kavgamızın tam ortasında üç adam belirdi. Siyah takım elbiseliydiler ve biri maske takıyordu. Maskeli olan adım adım yaklaştı, gözlerime bakarak beni inceledi. O an korku tüm bedenimi esir aldı, hareketsiz kaldım. Diğer adamlar, çeteyi korkutup kaçırırken, maskeli olan sessizce bana iki siyah tüy verdi. Ne olduğunu anlayamadan, gözden kayboldular. Kafam karışmıştı, aklım karmakarışık eve döndüm. Ertesi gün, maskeli olan hariç diğer adamlar beni buldular. Ücretsiz eğitim sunan gizemli bir akademiden bahsettiler. Çaresizdim ve bu teklif, kurtuluş gibi görünüyordu. Başka bir seçeneğim yoktu; içimdeki karmaşa büyürken bu teklife tutundum. Ertesi sabah, beni alıp yola çıktılar. Lüks uçaklar, şatafatlı tekneler, göz alıcı yemeklerle dolu bir yolculuk… Her şey hayal bile edemeyeceğim kadar ihtişamlıydı. Ama o lüksün içinde hissettiğim belirsizlik, içimdeki huzursuzluğu bastıramıyordu. Sonunda gizemli bir adaya vardık. Merkezinde yükselen devasa ve gösterişli bina, sanki bana sessizce meydan okuyordu. Yolculuğun sonunda adaya ayak bastım. Heyecan ve korku iç içe geçmişti. Beni iki kadın karşıladı. Biri Esther Vipera’ydı, Umbra Akademisi’nin baş yöneticisi. Diğeri ise Chloe Gazèl, benim danışmanım olacaktı. Chloe’yi ilk gördüğüm anda, uzun zamandır hissetmediğim bir güven duygusu içime doldu. Belki de annemden sonra ilk kez birine kalbimi açabileceğimi hissettim. O an, geçmişimin ağırlığını geride bırakıp yeni bir hayata adım attım. Fakat attığım adım karanlığın içine doğruydu. Hayatım boyunca karanlıktan korkmuştum. Ama şimdi, karanlığın sadece bizim algımız olduğunu anlıyorum. Kimi zaman korkutucu olsa da, bazen karanlıkta saklı olan gerçek, ışığın kendisinden daha parlak olabilir. Umbra Akademisi’ne adım attığımda, belki de o karanlığın içinde kendi ışığımı bulacaktım. Ya da karanlığın ta kendisine dönüşecektim. Ne olacağını bilmiyordum, ama artık geri dönüş yoktu. |
0% |