@kitsudaphne
|
YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.
"Kaderin izlerini takip eden bir ruh, bilinmezliklerin ortasında bulur kendini. Her adımında karanlığın içinde parlayan bir umut saklıdır." (Lucia) O günden sonra Lucas’ı bir süre göremedim. Derslerde, yemekhanede, Chloe’ye giderken… Her yerde Liz ve ekibi vardı, ama Lucas yoktu. Yokluğu zihnimin derinliklerinde çınlayan bir huzursuzluktu, ama kendimi derslere odaklamaya zorladım. Chloe ile dostluğumuz giderek derinleşti. O, her durumda destek olan bir mentor gibiydi ve ben de ona sarsılmaz bir güvenle bağlanmıştım. Uzun zamandır ilk kez, bir amaç hissine sahiptim ve bu his Chloe sayesinde şekilleniyordu. Öğrenmeye hevesliydim; onun rehberliğiyle hızla ilerliyordum. Yine de dövüş eğitiminde aynı başarıyı yakalayamadığım için ekstra çalışıyordum. Bir sabah, zihnimi dinlendirmek için ormanda koşuya çıktım. Serin hava yüzüme çarpıyor, her adım zihnimi biraz daha berraklaştırıyordu. Tam dönüş yoluna girmiştim ki Lucas’ı karşımda buldum. Uzun zamandır görmediğim tanıdık yüzüyle karşılaşmak içimde tanıdık bir heyecan dalgası yükseltti. "Günaydın, S," dedi, sesi alçak ve kendinden emin bir tondaydı. "Günaydın," diye yanıtladım, ona karşı şaşkınlığımı gizlemeye çalışarak. "Nasılsın?" diye sordu. "İyiyim, sen?" dedim. Ama gözlerindeki o derin, karanlık bakış dikkatimi çekmişti. Bir şeyler değişmişti. Bu kadar zamandan sonra, buraya sadece selamlaşmak için gelmiş olamazdı. "İyiyim," dedi, kısa bir duraksamayla. Gözleri, sanki içimde bir şey arıyormuş gibi dikkatle üzerimdeydi. "Her şey yolunda mı, S?" Sesi sakindi, ama sorusunun altındaki ince merak belirgindi. "Evet, Lucas," dedim, ama içimde neden burada olduğunu sorgulayan bir ses susmak bilmiyordu. Lucas, yavaşça bana doğru adım attı. Adımları kararlı ama yumuşaktı. Geri çekildim, adeta refleks gibi, ta ki arkamdaki ağaca yaslanana kadar. Kollarını iki yanımda sabitledi; yüzü, gözlerimi adeta esir alarak üzerime eğildi. Bakışları ruhumun derinlerine iniyordu, rahatsız edici bir tür içgörüyle beni izliyordu. "Sana kendine zarar vermemen gerektiğini söylemiştim, Lucia," dedi, sesi nazik bir uyarı gibi, ama altında gizli bir ciddiyet vardı. Kafam karışmıştı. "Zarar mı? Ne demek istiyorsun?" diye sordum, ama bir eli belime dokunduğunda kalbim hızla çarpmaya başladı. "Kasların gergin," dedi, gözlerini yüzümden ayırmadan. "Çok fazla çalışıyorsun. Ekstra antrenman yapıyorsun, ama bana haber vermedin. Sana yardım edebilirdim." Onun yakınlığı, içimde tanıdık bir güven duygusu uyandırıyordu, ama aynı zamanda tüm dengemi bozuyordu. Kelimeler kadar hislerim de kördüğüm olmuştu. Onun varlığı bile doğru düzgün nefes almamı zorlaştırıyordu. "Yoktun ki..." dedim, istemsizce. Burada olsa, arayacak mıydım? Lucas'ın dudaklarında beliren kısa bir gülümseme hızla kayboldu, yerini yeniden o tanıdık ciddiyete bıraktı. "Bir daha kendini bu kadar hırpalamayacaksın, anladın mı?" dedi, sesi bir emir gibi yankılandı, adeta havada asılı kaldı. Bakışlarının altında çözülüyordum. Onun beni önemsediği fikri, zihnimi tamamen esir almıştı. Gözlerimi kaçırmaya çalışırken, Lucas'ın bakışları bir kez daha üzerime düştü. "Beni her zaman arayabilirsin," dedi, bu en doğal şeymiş gibi. "Nerede olursam olayım, hatta cehennemde bile olsam açardım." Sesindeki kararlılık ve güven, baskı yapmıyordu ama o kadar güçlüydü ki sarsılmamak imkansızdı. Bu kadar basit bir gerçeği dile getirişi bile beni sersemletiyor, içimde çözülmemiş düğümler yaratıyordu. Onun oluşturduğu etkiyi derinden hissettim, varlığının ağırlığı düşüncelerimi karıştırıyordu. Geri çekilmek istedim; ellerim göğsüne hafifçe dokunduğunda istemsizce gözlerinin içine bakmak zorunda kaldım. "İzin ver..." dedim, sesim titrerken. Zor nefes alıyordum. "Lucas, gitmeme izin ver," bu sefer daha kararlı bir tondaydım. İçimdeki karmaşa gitgide büyüyordu. Lucas bir an duraksadı, gözleri derinlerde bir şeyleri arıyormuş gibi yüzüme baktı. "Elbette gidebilirsin," dedi yumuşak, sakin bir tonla. "Ama kaçıyorsun, Lucia. Neden?" Sesi bir soru sormaktan ziyade gerçeği bildiğini ima eder gibiydi. Doğru kelimeleri bulamadım. Kaçmaya çalıştığımı biliyordum, ama ondan değil, hislerimden. Bazen kelimeler yetersiz kalıyordu, bazen duygular sözcüklerden önce kayboluyordu. Göz göze geldiğimizde, yüzümde bir sıcaklık hissettim ve bakışlarımı kaçırdım. Derin bir nefes aldı, sonra çenemi nazikçe kaldırdı, gözlerimizi yeniden buluşturdu. "Beni arayacağını duymak istiyorum," dedi, karanlık bakışları derinleşirken. Bu karanlık beni korkutmaktan çok cezbediyordu. "Ne zaman istersen, beni arayacağını bilmeye ihtiyacım var." Sözlerinin anlamını çözmeye çalışıyordum. "Lucas, seni tanımıyorum. Seni arayamam," dedim, ama bu cümle içinde bulunduğumuz durumu tam olarak ifade edemiyordu. İçimde biriken karmaşa kontrolümden çıkmıştı ve kelimeler dudaklarımdan döküldü. "Benim için... kim olduğunu da bilmiyorum," dedim, sesim titrerken. İçimdeki karışıklık ve ona karşı hissettiğim çekim, zihnimi bulanıklaştırıyordu. Lucas’ın yüzü biraz yumuşadı. "Haklısın, beni tam olarak tanımıyorsun," dedi, sesi sakin ve anlayışlıydı. "Ama belki bir gün tanımak istersin." Bu cümle beni hazırlıksız yakaladı. İçimdeki düğümler çözülmeye başlamıştı. "Her şey çok karışık… ne hissedeceğimi, ne düşüneceğimi bilmiyorum," dedim. Lucas bir adım geri çekildi, bana alan bıraktı. "Ne zaman istersen, yanında olacağım, Lucia. Ayrıca… sen ne istersen o olurum. Bu asla değişmeyecek," dedi, sesi yumuşak ama kararlıydı. "Ama acelem yok. Sadece bunu bil." Bu sözler, kalbimde karmaşık hisler yarattı. Ne hissettiğimden emin değildim ama kalbim hızlı atıyordu. "Gitmem gerekiyor," dedim, titreyen bir sesle. Lucas çenemi nazikçe bıraktı ve geri çekildi. Bir anlığına bakışlarında tanıdık bir karanlık belirdi. "Bir dahaki sefere aramanı bekleyeceğim, Lucia." Neden diye sormak istedim, ama sessiz kaldım. Bakışlarımı kaçırıp hızla uzaklaştım. Odama vardığımda, kalbim hâlâ çılgınlar gibi atıyordu. Kader bazen geride görünmez izler bırakır. Ruhlar yollarını seçer ama çoğu zaman bu, kaderdeki sınırlı seçeneklerden yalnızca birini takip etmekten ibarettir. Lucas... bir muammaydı. Bir fırtına gibi üzerime çöken ama aynı zamanda ruhumu çekim gücünde eriten karanlık bir okyanustu. Ve tüm belirsizliğine rağmen, onunla her karşılaşmamda, karanlığın içinde saklı bir umut parıltısı buluyordum. Bu parıltı, onun varlığının derinliklerinde gizliydi; korku ve çekim arasında gidip gelirken, o karanlık sularda bile bir ışık kaynağı oluyordu. Belki de umut bir şekilde var oluyordu. Karanlığın derinliklerinde bile, kaybolmuş gibi görünen ruhlar için bir rehber gibi parlayarak. Lucas'ın varlığı, belirsizlik içinde bile bir kıvılcım yakıyordu. Korkularımın arasında bile, umut bir köşe başında bekliyordu; belki de onu bulabilmem için tek ihtiyacım olan şey, onun yanına bir adım daha yaklaşmaktı. Değil mi? (Lucas) Ormanın içinde, güneşin ışıkları yaprakların arasından süzülerek toprağa ince desenler bırakıyordu. Doğa ne kadar huzurlu görünse de, içimdeki karanlık bu aydınlığın güzelliğini gölgede bırakıyordu. Sessizlik, etraftaki kuşların cıvıltısıyla birleşmişti; ama içimdeki fırtına bu huzuru bastıramıyordu. Gözlerim ormanın derinliklerine odaklanırken, zihnimde tek bir şey vardı: Lucia. Onun yüzündeki ifadeyi hatırladım; o hafif kaş çatışı, beni uzaklaştırmaya çalışırken aniden beliren o direnç... Ne kadar çabalarsa çabalasın, bu nafile bir uğraştı. Çünkü onun yanında kalmam kaçınılmazdı. Onu korumak benim sorumluluğumdu, hatta kaderimdi. Ne kadar yaklaşmak istemesem de, ondan uzak kalamıyordum. Karanlıkta yaşayan biri için ışığı koruma arzusu bazen karşı konulamaz bir hale gelir. İçimde bunun acısını yaşıyordum. Bir çelişkiyle boğuşuyordum: Ona zarar verecek kadar yakındım ama aynı zamanda onu koruyabilecek tek kişi bendim. Lucia, etrafındaki tehlikeyi henüz fark etmemişti. Bu dünyada her sözün, her hareketin bir zamanı vardır. Şimdi, ona gerçeği anlatmanın zamanı değildi. Hazır değildi. Bir ağaca yaslandım, derin bir nefes aldım. Gözlerindeki masumiyet... Bu, beni mahvediyordu. Onun ışığına karşılık, hayatın getirdiği karanlıkla yüzleşmek zorundaydım. Benim dünyam tamamen gölgelerin hâkimiyetindeydi. Onu o karanlıktan çekip almak zorundaydım. Adımlarımın altında ezilen yaprakların hışırtısı, ormanın sessizliğinde yankılanıyordu. Gözlerimi kapadım, içimdeki duygulara hakim olmak için derin bir nefes aldım. Lucia, şimdiden benim zaafım olmuştu. Bunu kabul etmekten nefret ediyordum, ama inkar etmek de anlamsızdı. Kalbimdeki o keskin sızı, sadece onu kaybetme korkusundan değil, ondan uzak kalmak zorunda olmanın acısından da kaynaklanıyordu. Fakat uzak durmak çözüm değildi. Gerçek tehlike, onu koruyamayacağım bir noktaya gelmemde saklıydı. Buraya geliş sebebim varoluş sebebime dönüşürken, ne yapacağımı bilemez hale geliyordum. Kendimi toparlamalı ve bir an önce harekete geçmeliydim. Çünkü Lucia... o, her şeyden korunmalıydı. Ne pahasına olursa olsun. Gözlerimi yeniden ormanın derinliklerine çevirdim. Lucia, bilmese de onu korumak benim görevimdi. Her şeyden. Herkesten. Ne pahasına olursa olsun. "Gerçek benlikler yalnızca karanlıkta açığa çıkar; çünkü gölgeler, ancak ışığın varlığında hayat bulur." — Umbra Sözü |
0% |