Yeni Üyelik
13.
Bölüm
@kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

 

"Konuşmuyordu, ama bazı şeyler sadece kalbe fısıldanırdı. Duymak için kulaklara değil, hissetmeye ihtiyaç vardı." — Lucia

Lucas gittikten sonra, içimde ağır bir boşluk kalmıştı. Ona söylemek istediklerim, düşüncelerimde dönen o cümleler, yalnızca sessizliğin içinde yutulmuştu. Sessizlik… bazen en büyük yük olur, biliyorum. O boşluğu dağıtmak için kendimi meşgul etmeye karar verdim; bir şeyler atıştırdım, ardından Chloe’nin önerdiği kitaplardan birini elime aldım. Sayfaların arasında kaybolmak, zihnimi yatıştırmaya yetti. Saat 11’e yaklaşıyordu; yatmaya hazırlandım. Chloe ve Pedro’nun koyduğu kurallara sıkı sıkıya uyuyordum: iyi uyu, doğru beslen, vücudunu dinç tut. Bu düzene alıştıkça kendimdeki değişimi fark etmemek mümkün değildi. Güçleniyordum, cildim bile ışıldıyordu. Kendime gösterdiğim özenin karşılığını almak güzeldi.

Yatağa uzanmak üzereyken kapıya hafifçe iki kez vuruldu. Lucas’ın olması mümkün değildi. Kalbimde hafif bir huzursuzluk belirdi. Kapıyı açtım ve yerde iki siyah tüy gördüm. İçimde soğuk bir ürperti dolaştı. Koridora göz gezdirdim, ama kimse yoktu. Hiçlik Kayası’ndaki o olaydan beri siyah tüy görmemiştim. Tüyleri elime aldım ve odaya girdim. Neler oluyordu? Bu tüyler… bana mı gönderiliyordu? Aklımdan türlü sorular geçerken cevaplara ulaşamıyordum. Bazen bazı soruların yanıtları zamana bağlıdır. Bu tüylerin kapıma bırakılmasının ardındaki neden, er geç ortaya çıkacaktı.

Kapımı kilitleyip yatağa girdim, ama içimdeki huzursuzluk uyumamı zorlaştırdı. Sabah uyandığımda ne Lucas’la aramızdaki belirsizlik ne de tüylerin varlığına dair hissettiğim rahatsızlık azalmıştı. Bunlardan uzaklaşmak için yapılacak işlere odaklandım.

Hafta sonu Chloe ile evinde vakit geçirdim. İlk defa yanında kalıyordum. Cumartesi gecesi film izledik, uzun uzun sohbet ettik. O kadar içten ve doğal biriydi ki, sanki yıllardır arkadaşmışız gibi hissettim. Pazar sabahı geç uyandık, güzel bir öğle yemeği yedik ve kendi odama geri döndüm. Huzurlu bir hafta sonuydu, o kadar ki siyah tüylerin varlığını bile unutmuştum.

Ancak o hafta ve sonrasında içimdeki rahatsızlık geri döndü. Sürekli izleniyormuş gibi hissediyordum. Bu düşünceye ne kadar kapılmamaya çalışsam da dikkatimi başka yöne çekemiyordum. Dikkatimi dağıtmak için derslere daha çok yoğunlaştım. Pedro o hafta avcılık, tuzak kurma ve kaçırılma gibi konulara dair eğitim veriyordu. Derslerin teorik kısmı kadar pratik kısımları da zorlayıcıydı. Chloe’nin dediği gibi, Pedro’nun eğitim tarzı ilk başta yorucu gelse de yavaş yavaş etkilerini görmeye başlamıştım.

Pedro, sınıftaki resmiyetinin dışında, samimi ama disiplinliydi. Bazen bir an içinde o sert ve mesafeli tarafına dönüyordu. Bu değişimlerine alışmak karmaşık olsa da ona ayak uydurmayı seçtim. Akşamları Chloe ile yemek yiyor, saatlerce sohbet ediyorduk. Varlığı bana güven veriyordu. Onunla bu kadar yakın olabilmek, karanlık zamanlarıma bir ışık olmuştu.

Lucas ise hâlâ bir gölge gibiydi; yaklaşmıyor, ama uzak da durmuyordu. Sanki fırtına öncesi sessizlik gibiydi, ama bu sessizlik, fısıldadığı şeyleri duymak için yeterliydi.

Konuşmuyordu, ama bazı şeyler yalnızca kalbe fısıldanırdı. Hissetmek için kulakların ötesine geçmek; ruhun derinliklerine inmek gerekir. Ne zaman harekete geçeceğini bilemesem de, o anın hızla yaklaştığını hissediyordum. Yine de, garip bir şekilde, Lucas’ı görmediğimde içimde büyüyen huzursuzluk, sanki kaybolmuş bir parçayı aramak gibiydi.

Onun varlığı kadar, yokluğu da ruhumda derin izler bırakıyordu. Her an, belirsiz bir umudun ve karanlık bir kaygının arasında gidip geliyordum; bu ikili duygu, içimdeki dengeyi sarsıyor, kalbimin atışını hızlandırıyordu. Lucas’ın gölgelerinin etrafımda dans ettiği bu karmaşada, onun kaybolmuş bakışları aklımı sürekli meşgul ediyordu.

O gün sınıftan çıkarken, adımlarımın arkasında bir gölge olduğunu fark ettim. Odanın önüne geldiğimizde, karşımda durduğunu görünce panik içime yayıldı. Kalbim, her zamanki gibi yerinden fırlayacak gibiydi.

"Ondan ders alıyorsun," dedi, sesinde bir soğukluk vardı.

Kalbim yavaşça sakinleşirken, ona ters bir bakış fırlattım. "Bu benim kararım," dedim, kararlılığımı korumak için derin bir nefes alarak.

Yüzümü inceledikten sonra hafifçe gülümsedi. Bir eliyle yanağımı okşadıktan sonra geri çekilirken, yüzündeki karmaşayı ve endişeyi gözlemledim. O an, ondan bir şey söylemesini bekledim; belki bir açıklama yapmasını ya da aramızdaki bu karmaşaya bir son vermesini istedim. Sessizliğin yükü üzerimde ağırlaşırken, onun gözlerindeki belirsizlik beni daha da tedirgin ediyordu.

"Bu duruma fazla alışma, S," dedim. Sözlerinin altında yatan anlam beni düşündürdü. Yanımdan uzaklaşırken, aklımdan geçen tek şey, onun her zamanki gibi veda cümlelerini nasıl sevdiğiydi. Ardında kalan, yine bir boşluktu.

 

Ertesi gün Pedro ile denge tahtası üzerinde bıçak dövüşü yapıyorduk. Siyah alaşımlı bir bıçak vermişti bana; elimde o kadar doğal duruyordu ki, sanki yıllardır benimmiş gibi hissettiriyordu. Dövüş oldukça zorluydu. Bir an dengemi kaybedecek gibi oldum, ama Pedro anında kolumdan tutarak düşmemi önledi. Mücadele bittiğinde, derin bir nefes alıp geri çekildi.

"İyi iş çıkardın," dedi, bıçağımı eline alıp dikkatle inceledi. Bakışlarındaki parıltıdan bir şeyler söylemek istediğini hissettim, o yüzden sessiz kaldım.

"Bu bıçağı ben yaptım," dedi sonunda. "İlk eserim. Adı Siyah Kanarya."

Kelimelerinin ağırlığı sessizliği derinleştirirken Pedro’nun bu kadar özel bir şey paylaştığına inanamadım. Merakla onu dinlemeye devam ettim.

"Uzak Doğu’da bir ustadan ders aldım," dedi, gözleri uzaklara dalarken. "Bıçak ve kılıç, bedenin bir uzantısı olmalı demişti. Siyah Kanarya’yı bu derslerin sonunda yaptım. Sonrasında Tiger geldi, yani kendi bıçağım. Ama Siyah Kanarya benim en özel eserim."

Bıçağı bana uzattı. "Bu bıçak asla bana ait olmadı, Lucia. Ustam, karşıma değerli bir öğrenci çıktığında ona hediye etmemi söylemişti. Şimdi o sensin. Lütfen, bunu kabul et."

Söyleyecek kelimeleri bulmakta zorlandım; içimdeki minnet duygusu yoğunlaşmıştı. Titreyen bir sesle, "Teşekkür ederim," dedim.

"Rica ederim," dedi Pedro, sesi neredeyse bir fısıltı gibiydi. "Seni her zaman güvende tutsun."

Bu sözlerin etkisi daha tam üzerimden geçmemişken Pedro’nun bir an durakladığını fark ettim. Farkında olmadan fazlasını söylediği için hızlıca arkasını döndü. Onun bu ani geri çekilmesine ayak uydurup eşyalarımı topladım. Sınıftan çıktığımızda, asansöre kadar yanımda yürüdü. Ayrılmadan önce, aramızdaki sessizliği bozmaya cesaret ettim.

"Bu hediye benim için çok anlamlı," dedim.

"Öyle olmasını dilerim," dedi, yüzündeki ifadeye ince bir gölge çökmüştü. "Uzun zamandır senin kadar hızlı öğrenen bir öğrenci olmadı. Zaten çoktan senin olmuş gibiydi."

Gülümsememi tutamayıp elimdeki bıçağı inceledim. "Yanımdan ayırmayacağım."

Pedro, "Farkındayım, Lucia," dedi. İsmimi o kadar farklı bir tonda söylemişti ki, ne anlama geldiğini çözemedim, ama uzaklaşırken bir şeylerin değişmekte olduğunu hissediyordum.

Elimdeki bıçağa son kez baktım. "Bıçaklar bedenin bir parçası gibi olmalı," diye düşündüm. "Peki ya bazı yaralar… onlar yalnızca ruha işler. Ruhun parçası olurlar."

Herkesin bir yarası vardır; bazıları görünür, bazıları ise derinlerde gizlenir. O an, bıçakla olan bağımın yalnızca fiziksel bir şey olmadığını, ruhumla da derin bir ilişki kurduğumu hissettim. Pedro haklıydı; bu bıçak çoktan benimdi.

Loading...
0%