@kitsudaphne
|
YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.
"Her adım bir kıvılcımdır; kimisi sessizce söner, kimisi ise büyük bir yangını başlatır." —Anonim (Lucia) Chloe tamamen iyileşmiş ve danışmanlığıma geri dönmüştü. Altı aydır Pedro ile ileri seviye eğitimlere devam ediyordum. Her geçen gün biraz daha güçleniyor, gelişiyordum. Chloe harika bir dosttu, Pedro ise eşsiz bir yoldaş. İkisi de hayatımda önemli bir yer tutuyordu. Ancak son zamanlarda, tüm düşüncelerim tek bir kişiye odaklanıyordu: Lucas. O, başka bir dünyaydı. Onunla her şey karmaşık ve bir o kadar da yoğundu. Uzun süredir onu görmemek, içimde bir boşluk yaratmıştı. İtiraf etmek zor olsa da… onu özlemiştim. Birkaç gün önce derse geldiğinde kalbim deli gibi çarpmaya başladı. İlk iki gün boyunca yanıma yaklaşmadı, sadece uzaktan izledi. Ben de ona adım atamadım. Üçüncü gün ders bittiğinde, beni takip ettiğini fark etmedim bile. Odaya girdiğimde, çığlık atacaktım ki aniden ağzımı kapatıp beni kapıya yasladı. Kapı, ben ve Lucas... Tehlikeli bir denklem oluşturuyorduk. Gözleri içime işlediğinde, kalbimde bir kıvılcım oluştu. Bu onun yarattığı kontrolsüz alevlerden kalbime sıçrayan ilk kıvılcımdı. "Pedro ile dersler sizi yakınlaştırmış," dedi, kaşları çatıldı. "Bundan hoşlanmadım." "Bana hesap mı soruyorsun?" dedim, öfkeyle kaşlarımı çatarak. Uzaklığı kadar bu tavrı da canımı yakmış, beni yaralamıştı. Gözlerimiz kilitlendi, bakışlarında gizemli bir derinlik vardı, ama bu kez daha karanlık, daha tehlikeli bir şey de seziliyordu. Her gittiğinde biraz daha değişerek dönüyordu. Neler olmuştu? Elimdeki çantayı yere bıraktı ve aramızdaki mesafeyi hızla kapattı. "Evet," dedi, sesi alçak ama kararlı. Bu tek kelimeyle odadaki hava iyice gerildi. Lucas'ın varlığı, içimdeki karmaşık duyguları daha da yoğunlaştırıyordu. "Lucas, düşündüğün gibi değil. Pedro sadece bir dost ve rehber, tıpkı Chloe gibi. Başka bir anlamı yok," dedim, sesimdeki titremeyi saklamaya çalışarak. Lucas'ın gözleri daha da derinleşti, inanmıyordu. "Onu seviyor musun?" diye sordu, bu soru kalbime ağır bir yük gibi oturdu. Hiç tereddüt etmeden cevap verdim: "Hayır." Bakışları bir an için yumuşasa da, içindeki öfke hâlâ yüzüne yansıyordu. "Keşke bu kadar özel ve değerli olmasaydın, S," dedi, sesi düşünceliydi. "Sen de." Bu iki kelime dudaklarımdan düşünmeden döküldü. Lucas, cevabımı duyar duymaz bana doğru eğilip belimi kavradı, dokunuşu içimde karmaşık bir duyguyu harekete geçiriyordu. Utandığım için başımı çevirmeye çalıştım, izin vermedi. Hafifçe çenemi tuttu. "Keşke beni dinleseydin," diye fısıldadı, sesi yumuşak ama uyarıcı bir tondaydı. "Sana Pedro’dan uzak durmanı söylemiştim." Lucas, her zaman olduğu gibi mesafeyi koruyacak bir sınır koydu. Kontrolü asla bırakmıyordu. Onun yakınlığında gözlerim kapandı, söylediklerini zar zor duyabiliyordum. "Lucas?" diye fısıldadım, nefesim daralırken. "Fakat beni dinlemedin, S," dedi. Nazikçe belimi okşadı ve bedenim titredi. "Üstelik onunla aynı evde kaldın." Bu cümle, kafamda yankılandı ve gözlerim şaşkınlıkla açıldı. "Her zaman seni düşündüğümü unutmamalısın, S. Ben yokken bile etrafındayım," dedi, gözlerinde derin bir ciddiyetle. "Peki şimdi ne yapmalıyım?" diye ekledi, bakışlarındaki karanlık parıltı yerini daha düşünceli bir ifadeye bırakmıştı. "Ne?" dedim, ellerimi göğsüne hafifçe koyarak mesafeyi açmaya çalışırken. "Beni dinlememenin bir karşılığı olmalı, değil mi?" Lucas'ın sesi, fırtına öncesi bir sessizlik gibiydi. Gözlerinde keskin bir kararlılık vardı; hafife alınmaya tahammülü yoktu. "Lütfen, Lucas…" Fısıldadım, içimde büyüyen tedirginliği bastırmaya çalışarak. Ama sözlerim havada asılı kalmıştı. Lucas, Pedro'nun haddini fazlasıyla aştığını söylediğinde yüzüme sabitlenen bakışı, ciddi olduğunu hissettiriyordu. "O mesajı sen mi gönderdin?" Marino ile Pedro arasında geçen sahne gözümde canlandı. Lucas’ın dudağının sol yanı hafifçe kıvrıldı; yanıt vermedi, fakat sessizliği her şeyi anlatıyordu. Elbette ki Pedro’ya bir mesaj yollamıştı; hem de kendine has tarzıyla. Lucas’ın yüzüme eğilmesiyle aramızdaki mesafe daha da kısaldı. Derin bir sessizlikle bakışlarımız kesiştiğinde, bir eli enseme gitti, dokunuşu irademi titretircesine etkiliydi. "Peki sen, S?" diye fısıldadı, gözlerinde esrarengiz bir kararlılık. "Artık kararlarını düşünerek mi veriyorsun? Adımlarını dikkatli mi atıyorsun?" Sesi sakin, fakat gözlerinde saklı öfke berrak ve sarsıcıydı. Onun bakışlarındaki o karanlık derinlik, sert ve kıskanç bir ihtiyatla bana dönükken, bir şeylerin yavaşça çözülmeye başladığını hissettim. Derinlerde gizli bir açlık, öfkenin arkasında başka bir şey vardı; sevgi, kıskançlık ve yalnızlığın karmaşık bir birleşimi… Elimi yüzüne uzatıp yanağını okşadım. Bu dokunuşumun onu sakinleştirmesini umarak, alçak bir sesle fısıldadım: "Onunla aramda hiçbir şey yok, Lucas. Olamaz da." Bu sözler, kalbine ulaşmış gibiydi. Lucas’ın yüzünde yavaşça bir değişim oldu; gözlerindeki fırtına dinmiş, bakışları yumuşamıştı. Gülümsemesi sakin ve güven doluydu; yüzüne yayılan bu ifade, sanki içindeki karanlığı ışığa dönüştürüyordu. Belimi sıkıca sardığında, üzerime doğru eğildi ve her zamanki gibi yakınlığı beni etkisi altına aldı. Parmakları saçlarımı nazikçe okşarken, bakışlarını doğrudan gözlerime dikti. "Bir gün sadece bana ait olabileceğini anlayacaksın, Lucia," diye fısıldadı, sesindeki kararlılık sarsıcıydı. "Gerçekten güvende olabileceğin tek yer benim yanım... Güvenebileceğin tek adam da benim." Bu sözleri, tüm duygularımı sarmalayan bir fısıltı gibiydi; kendimi onun kollarında, yalnızca ona ait hissetmemi sağladı. Lucas’ın bu güçlü ve sahiplenici sevgisi, ruhumun en derinlerinde yankı bulurken, içimde bir güven duygusu filizlendi. Bu yalnızca aşktan ibaret değildi; aramızdaki bağ çok daha derindi ve bu bağdan kaçmanın ya da görmezden gelmenin imkansız ikimiz de biliyorduk. Lucas yavaşça geri çekildi, ama gözleri hâlâ üzerimdeydi. Elini kalbime götürdü. "Beni burada hissetmelisin. Çünkü tam buradan ipliklerle bağlandık. Seni zorlamayacağım. Kendi kararınla beni seçeceğin günü bekleyeceğim." Sözleri zihnimi karıştırdı. Ama aramızdaki bağ, kelimelerle ifade edilemeyecek kadar özeldi. Biz buyduk, kaçınılmaz bir kaderin parçası gibiydik. "O güne kadar sana zaman vereceğim, yanına yaklaşmayacağım ve seni rahatsız etmeyeceğim. Ama unutma, her adımında beni hissedeceksin, Lucia. Çünkü aramızdaki bağ düşündüğünden daha kuvvetli." Lucas, kulağıma eğildiğinde sesindeki yumuşak ama kesin ton, her kelimesine gizlenmiş olan gücü ortaya koyuyordu. "Şimdiden benim olduğunu sen de hissediyorsun, Lucia." Fısıltısı, tüm savunmalarımı altüst eden bir yankı gibi zihnimde dolandı. O geri çekildiğinde, içimdeki karmaşa istemsizce kelimelere döküldü. "Senin değilim," dedim, cümlemdeki inançsızlık neredeyse bana bile tanıdık değildi. Lucas, gözlerini üzerimde gezdirirken hafifçe gülümsedi. Ama bu seferki gülümsemesinde, bana doğru uzanan sakin bir anlayış vardı, sanki sadece zamana ihtiyacım olduğunu biliyordu. "Henüz değil," diye yanıtladı, sesi sanki en derin sırrımı açığa vururcasına içten bir güvenle doluydu. "Ama olacaksın. Ve bu, senin kendi seçimin olacak." Bu sözleri, zihnimde yankılanırken kalbimde karmaşık bir sıcaklık hissettim. O an, Lucas’ın kararlılığının altında derin bir sabır ve bana gösterdiği inancın izleri vardı. Sanki çoktan benim kaderime dokunmuştu ve bunu kabullenmem için bana sadece zamanı tanıyordu. Chloe ile birlikte dövüş eğitimine katıldığımda içimde hala Lucas'ın sessizliğinin bıraktığı o derin iz vardı. Bu kez Liz ile eşleştim ve son raunda hazırlanıyordum. Pedro, yanıma gelip birkaç taktik verdiğinde, Lucas'ın bakışlarının hemen üzerimde olduğunu hissettim. Pedro’nun kolumu kavradığı an, Lucas’ın o derin, okyanus mavisi gözlerinde gizlenmiş karanlık aniden açığa çıktı. Pedro’nun eline kaydırdığı bakışlarında, dizginlenemeyen bir kıskançlığın izleri saklıydı. Liz hemen Lucas’ın yanında belirdi; her şeyi fark etmiş gibi, doğrudan ona yönelmişti. Liz, onunla konuşmaya çalışsa da Lucas’ın tepkisi kayıtsızdı, sanki kendi içinde çok daha büyük bir savaşı yaşarken hiçbir şey duymuyordu. Gözlerimi ondan ayıramıyordum. Bakışında sadece kıskançlık değil, altında gizlenen derin bir fırtına ve intikam bulutları vardı. O karanlık, okyanus gibi engin ve öngörülemezdi; dalgalar, gözlerimin önünde büyüyen o karmaşanın içinde giderek yükseliyordu. Bu fırtınada saklı olan neydi? İçimdeki soru işareti, Lucas’ın bana olan duygularının ağırlığını daha da hissettiriyordu. Onun gözlerindeki o bakış, sadece kıskançlığın değil, belki de koruma içgüdüsüyle birleşen bir sahiplenme duygusunun da yansımasıydı. Son raunda çıkmadan önce Liz ile göz göze geldik. Alaycı bir şekilde güldü, ama ben karşılık vermedim. Siyah kanaryayı elime aldım; bıçağım, bedenimin bir uzantısı gibiydi. Derin bir nefes alıp dövüşe başladım. Liz’in hamlelerine karşı hızlıydım, bıçağını savurdum, ama zorluyordu. Bir noktada hareketlerimiz bir uyum yakaladı. Sonuç şimdiden belliydi; Liz bu dövüşü kazanmayı kafasına koymuştu. Ama burada sadece bıçaklar savaşmıyordu; arka planda Lucas’ın gözleri içimde fırtınalar estiriyordu. O an zihnimde yankılanan tek bir düşünce vardı ve bu düşünce beni savunmasız bıraktı. Kaybettiğim şey yalnızca bir raunt değildi. Lucas ile aramda çözülmez bir bağ oluşmuştu; sözlerinin yankısı zihnimi, hislerimin karmaşası ise kalbimi kuşatıyordu. Bugün sadece bir savaşı değil, kendimi, ruhumu, belki de kalbimi kaybetmiştim. Pedro'nun gözlerine baktığımda her şey daha netleşti. Beni alt eden Lucas’tı, ama bu bir güç gösterisinden çok daha fazlasını ifade ediyordu. Lucas’ın sözleri, içimde yankılanan o hisler, kalbimin duvarlarını aşmıştı. En keskin bıçak, yanan bir kalbin ateşiyle dövülür derler. Lucas, ruhumun derinliklerine dokunan o sıcak izi bırakmıştı; öyle derin, öyle kalıcıydı ki, hiçbir zaman silinmeyecekti. |
0% |