Yeni Üyelik
22.
Bölüm
@kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

 

"Karanlığa dokunursan, ışığın yanar. Ama bazen, yanmak bile seni kurtaramaz." —Lucas

(Lucia)

Odaya çıkar çıkmaz kendimi duşa attım. Suyun sıcaklığıyla bedenimdeki tüm gerilim hafifledi, ama zihnimdeki karmaşa dinmek bilmiyordu. Duşun altında uzun süre durdum; içimdeki düğümleri çözmek için suyun akışını izledim. Boşuna bir çabaydı. Duştan çıkıp hazırlandım, yemekhaneye inmek için kapıyı açtığımda karşılaştığım manzara beni şaşkınlığa uğrattı. Boş bir koridor ve yerde duran beyaz bir gül... Yanında zarif bir el yazısıyla yazılmış bir not vardı.

"O olmadığını biliyorum. Ama haklısın. Sana bu kadar yüklenmemeliydim. Özür dilerim." —Pedro

Notu elime aldım, Pedro'nun özür dilemesi... Bu, alışılmadık bir durumdu. Beyaz bir gül... Ve bu, ondan beklenmeyecek kadar nazik bir hareketti. Gözlerim bir an için koridorun boşluğuna kaydı, ama kimse yoktu. Kapıyı sessizce kapattım ve notla gülü masaya bıraktım. İçimde bir huzursuzluk dolandı; bu sadece bir özür değil, başka bir mesaj taşıyordu. Pedro’nun bana olan ilgisi barizdi, ama bu ilgiyi karşılayacak duygulara sahip değildim.

Pedro iyi biriydi, bana hep destek olmuştu, ama aramızda aşamadığım bir mesafe vardı. Belki beni anlamaya çalışıyordu, belki de kendi karanlığından bir çıkış yolu arıyordu. Ama ben onun aradığı ışık değildim. Bu, içimde bir yerde çok netti, aynı şeyleri hissetmiyorduk.

 

Yemekhaneye indiğimde zihnimde dolaşan düşünceler, beni adeta boğuyordu. Lucas ve ekibi masadaydı, her zamanki gibi… Lucas’ın bakışları beni buldu, ama bu kez hemen kaçırdı. Pedro'nun ilgisi gözle görülecek kadar belirgindi, her fırsatta bunu hissettiriyordu. Lucas ise... Lucas, hayatıma bir fırtına gibi giriyor, sonra bir karanlık içinde kayboluyordu. Onunla olan her şey bir sis perdesi ardındaydı ve bu belirsizlik beni mahvediyordu.

Etrafta dolanan uğultu, zihnimdeki karmaşanın dışarıdaki bir yansıması gibiydi; ama kalbimdeki kaos daha derindi, daha yıkıcıydı. Lucas’ın o soğuk ve kayıtsız tavrı içimde adını koyamadığım bir acıya sebep oluyordu. Bir salata ve çorba alıp, kimseye görünmemek adına kendimi uzak bir köşeye attım. Kalbimde taşıdığım ağırlığı görmezden gelmeye çalıştım; ancak onun bıraktığı iz o kadar derindeydi ki, hafiflemek şöyle dursun, gittikçe derinleşiyordu. Gözlerimi Lucas’tan uzak tutmaya çalışıyor, bakmamaya adeta kendimi zorluyordum. Yine de içimdeki o tanıdık çalkantı, her an dönüp ona bakma isteğini körüklüyordu.

Görmezden gelmek… belki Lucas'a karşı verebileceğim tek savaş buydu. Ama bu savaşı kaybetmeye mahkum olduğumu, Lucas’a yenik düşmekten asla kurtulamayacağımı içten içe biliyordum.

Etrafımdaki uğultu, Lucas’ın gölgesiyle sarmalanmış gibi giderek daha belirgin bir hale büründü. Masama doğru birinin yaklaştığını fark ettiğimde başımı kaldırdım. Karşıma, uzun boylu, sarışın bir çocuk oturdu. Sesi sakin, ama garip bir tını vardı. Gözlerinde beni rahatsız eden, tanımlayamadığım bir şey gizliydi.

"Merhaba Lucia," dedi kendinden emin bir gülümsemeyle.

"Merhaba?" dedim, şaşkın bir ifadeyle.

"Adım Roderick," diye devam etti. "Seninle tanışmayı uzun zamandır istiyordum."

"Neden?" Sesim istemsizce ihtiyatlı çıkmıştı, bu yabancıya karşı tetikteydim. Roderick'in bakışları yüzümde dolaşırken alaycı bir gülümseme belirdi. Fiziksel olarak çekiciydi; ancak içimde, huzursuzlukla dolu bir dalgalanma vardı. Henüz anlam veremediğim bu his, onu tehlikeli kılıyordu.

Tam o anda gözleri arkamda bir noktaya odaklandı, yüzündeki gülümseme daha da genişledi. "Endişelenme, seni rahatsız etmeyeceğim," dedi.

O an tanıdık, sert bir ses yankılandı, kelimeleri adeta bir bıçak gibi keskin ve soğuktu: "Derhal masadan kalk!"

Lucas’ın sesi, vücudumu bir anda alarma geçirdi. Yavaşça arkamı döndüm ve Lucas’ın bakışlarıyla karşılaştım. Yanımdan geçerek Roderick’in yanında durdu, yüzünde korkutucu bir sakinlik vardı. Gözleri, Roderick’e sabitlenmiş gibi, ondan bir an bile ayrılmıyordu.

"Sadece Lucia’ya yemekte eşlik ediyorum. Yalnız yemesine izin verecek kadar kaba değilim, Lucas," dedi Roderick, alaycı bir ses tonuyla.

Lucas’ın bakışları daha da sertleşti, çene kasları gerildi. Bu bakışlar, sınırlarının zorlandığının bir işaretiydi ve etrafa yayılan tehlike sinyalleri her geçen saniye daha da belirginleşiyordu.

"Son kez söylüyorum, kalk," dedi Lucas. Sesi bir tehdit gibiydi, sessiz ama içi öfkeyle dolu.

Roderick, küçümseyici bir gülümsemeyle kaşını kaldırdı. "Yoksa?" diyerek meydan okurcasına karşılık verdi.

Lucas’ın yüzünde beliren tehlikeli gülümseme beni ürpertti. O kadar soğuk ve keskindi ki, çevredeki sessizlik yoğunlaştı. Herkes olacakları beklerken, Lucas gözlerini Roderick’ten bir an olsun ayırmadan konuştu:

"Cümleleri tamamlamayı değil, eylemleri etkili bulurum. Bunu iyi bilirsin Roderick."

Tam o sırada Marino ve diğer birkaç kişi yanımıza geldi; havadaki gerginlik dalgası iyice belirginleşti. Lucas, Roderick’e bir adım daha yaklaştığında, Liz’in endişe dolu sesi araya girdi:

"Lucas..."

O an, gerginliğin daha fazla artmasını istemiyordum. Derin bir nefes aldım ve yavaşça ayağa kalktım. Lucas’ın bakışları üzerimdeydi; gözlerinde derin bir yoğunluk vardı.

"Nereye gidiyorsun?" diye sordu, sesi titizlikle sakladığı bir kaygıyı gizliyordu.

Ona yorgun bir ifadeyle baktım. "Belli ki konu ben değilim," dedim sakin ama mesafeli bir tonla. "Aranızdaki bu gerginliğe karışmak istemiyorum."

Roderick’e dönerek soğukkanlı bir şekilde devam ettim: "Bir daha izin almadan kimsenin masasına oturmamalısın. Bu, basit bir nezaket kuralıdır."

Roderick’in yüzündeki alaycı gülümseme bir an için silindi. Yüzünde, bana karşı artan bir merak belirdi. Lucas’la son bir kez göz göze geldiğimizde, bakışlarında bir yumuşama, belki de bir çeşit hayranlık gördüm. Aramızdaki bağ, her ikimiz için de ağır bir yük gibiydi; çekim ve sınırlar arasında gidip geliyorduk.

Yemekhaneden çıkarken son bir kez arkamı döndüm. Lucas’ın elini masaya koyduğunu, Roderick’e buz gibi sert bir şeyler söylediğini gördüm. Sonra, arkasına bakmadan masadan ayrıldı. Tek bir an bile olsa, Lucas’ın varlığı içimde derin dalgalanmalar yaratmaya devam ediyordu.

Bu dalgalanmanın ne kadar kalıcı olabileceğini bilmiyordum, ama hissettirdiği ağırlık, Lucas’ın ruhumda silinmez bir iz bıraktığının bir başka kanıtıydı.

 

Yemekten sonra odama döndüğümde, huzursuzluk beni bırakmadı. Uyumak istedim, ama başaramadım. Gecenin karanlığı, Lucas’ın içimde bıraktığı tüm karmaşık hisler ve bugün yaşanan tartışma zihnimi sarmıştı. Bazen duygular, özellikle de hissetmek istemediğimiz duygular, kalbimizin taşıyamayacağı kadar ağır gelirdi.

Sabah olduğunda, uykusuz geçen bir gecenin ardından biraz daha iyi hissederek uyandım. Ama bu sadece yüzeydeydi. İçimde, derinlerde, Lucas’ın varlığı çözülmemiş bir sır, karanlık bir gölge gibi geziniyordu. Telefonuma uzandım ve Chloe’den gelen bir mesajla karşılaştım:

"Günaydın güzellik, kahvaltıya gel. Seni bekliyorum."

Yüzümde hafif bir gülümseme belirdi. Cevap yazdım: "Geliyorum."

Yol boyunca bir karar vermem gerektiğini düşündüm. Adımlarım, bilinçli bir şekilde atan her adımda, içinde kaybolduğum karmaşık duygularla yankılandı. Danışmanların binasına doğru ilerlerken, birden karşımda Lucas belirdi. Kalbim, bir an için zamanla yarışıyormuş gibi hızla atmaya başladı. Her zamanki gibi, sert ve soğuk bir tavırla, koşu kıyafetleri içinde bana doğru yürüyordu. O an, çevremdeki her şey kayboldu. Gözlerinde derin bir karanlık vardı, ama bu karanlık her zaman olduğu gibi gizemliydi, ne olduğunu anlamak imkansızdı. Belki de... sadece ben biliyordum.

Zihnim, bana daha fazla kaybolmamam gerektiğini, Lucas’ın gizemine daha fazla kapılmamam gerektiğini haykırıyordu. Ama o sesin yankısı, duygularımın içinde kaybolmuştu. Aklım ve kalbim, ikisinin arasına sıkışmış gibiydi. Onunla olan bu çekim, bir tür fırtınaydı, beni içine çeken bir güç gibi. Fırtınanın içinde kaybolmak istemiyordum; ama o karanlık güce, onun cazibesine karşı koymak da imkansız gibiydi.

Lucas bir adım daha yaklaştı. Aramızdaki mesafe kısaldıkça, içimdeki huzursuzluk büyüdü. Sessizliğin içinde, söylemek istediklerim asılı kaldı. Bir kelime dahi edemedim. Sadece, ne kadar yakın olsak da, onunla aramızdaki duygusal mesafenin ne kadar büyük olduğunu hissettim. Gözlerimiz bir an için buluştu; o an her şey durdu. Söyleyemediklerim, dile getiremediklerim—belki de doğru olan, hiçbir zaman söylememekti.

"Bazen en tehlikeli fırtınalar, gözle göremediğimiz ama hissettiğimiz duyguların içinde kopar." —Lucia

Loading...
0%