Yeni Üyelik
26.
Bölüm
@kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

 

"Kalbinin sesini duyamazsan, karşındakinin fısıldadığı her şey sana bir muamma gelir. Ama sevgi, bazen fısıltılardan doğar." — Anonim

(Lucia)

Sabahın erken saatlerinde uyandım, Chloe hâlâ derin bir uykudaydı. Ona sessizce baktım, huzur içinde uyuyordu. Nefes alışları bile sakinliğin bir yansımasıydı. Telefonumu kontrol ettim; Lucas’tan hâlâ bir mesaj yoktu. O an, göğsümde tuhaf bir boşluk hissettim. Lucas’ın yokluğu, hiçlik gibi bir şeydi, insanın içini üşüten bir hiçlik.

Onu uyandırmadan hızla hazırlandım ve kruvasan almak için dışarı çıktım. Sabahın serinliği yüzüme vururken, Lucas’ın yokluğunun neden bu kadar ağır olduğunu düşünmeye çalıştım. Fakat kapıdan adımımı atar atmaz, onu karşımda buldum. Lucas, tam karşımdaydı; yüzünde her zamanki cezbedici gülümsemesiyle, kollarını açmış bana bakıyordu. Rüyamdaki gibi.

Bir an tereddüt etmeden ona doğru yürüdüm ve sıkıca sarıldım. Onu hissetmek, yeniden nefes almak gibiydi. Ancak aniden, derin bir inilti duyunca geri çekildim. Gözlerim, Lucas’ın yüzündeki acıyla karışık gülümsemeye kilitlendi.

"İyi misin?" diye sordum, sesimde istemsiz bir titreme vardı.

Lucas, bakışlarımın bedenini taradığını hissetmiş olmalıydı. Hafifçe elimi tuttu ve yaralı olduğu noktaya, sağ karnının altına doğru yönlendirdi.

"Burası… buradan yaralandım," diye fısıldadı.

Lucas, her zaman güçlü ve sarsılmaz biriydi; böyle savunmasız görmek yüreğimi sıkıştırıyordu. Bir an gözlerim endişeyle doldu. Bunu fark etmiş olacak ki, hafif bir gülümsemeyle, alaycı bir tonla konuştu: "Düşüncelerindeki o endişeyi bırak, S. Sadece karşımdakiler kalabalıktı, hepsi bu. Hem…" Gözleri biraz daha ciddileşti. "Aklımdan hiç çıkmayan bir güzellik vardı; dikkatim dağılmış olabilir."

"Lucas…" dedim, ama kelimelerim boğazıma düğümlenmişti. O anda ona ne söyleyebileceğimi bilmiyordum; hissettiğim her şey, kelimelerimin ötesindeydi.

Bir anda beni kendine çekti, başını boynuma yasladı. Onun sıcak nefesi tenimde yankılanırken bedenimde bir ürperti hissettim. Aramızdaki bağ, görünmeyen, sarsılmaz bir ip gibiydi; karmaşık ve derin. Kördüğüm olmuş, ipler dolanmış, ama hiçbir şekilde kopmuyordu.

"Seni özledim, S," diye fısıldadı kulağıma. "Ama sanırım bir süre daha özlemek zorunda kalacağım."

"Neden?" diye sordum, sesimdeki çaresizliği saklayamıyordum.

Gözlerini bana dikerek, bir an bile tereddüt etmeden, "Özel bir tedaviye ihtiyacım var," dedi.

Bu sözler, içimde derin bir yara açtı. Beni sessizliğe sürükledi. Gözlerim dolarken, titreyen dudaklarımdan kelimeler zar zor çıktı: "O zaman neden buradasın? Tedaviye hemen başlaman gerekmiyor mu?"

Lucas bir an derin bir nefes aldı. Sözlerinin acısını hafifletmek istercesine elimi sıktı. "Seni görmeden gidemezdim," dedi, sesi hafifçe titriyordu. "Verdiği sözleri tutan bir adamım."

Sözcükleri içimde yankılandı, kalbimde hissettim. O anda birbirimize bakarken, kalbimin her vuruşu onun için atıyordu.

"Sen delisin," diye fısıldadım, ama içimde yankılanan, ona olan sevgimi saklayamadan.

Lucas, o içime işleyen gülümsemesiyle karşılık verdi, ama acı bakışlarının derinlerine kadar işlemişti. "Evet, öyleyim. Peki, beni özleyecek misin, S?"

Kalbim ansızın hızla çarpmaya başladı, yanaklarımın ısındığını hissettim. Onun gözlerindeki karanlıkla örülü bir ışık vardı; adeta tüm dünyayı geride bırakıp, sadece beni görmek isteyen bir bakış. Aramızdaki mesafeyi hızla kapattı. Bir elim göğsüne dayanmıştı, ama onu durdurmadım. Lucas’la her zaman sanki alevler içindeydik, yakıcı ama kaçınılmaz.

Onun her zaman yaptığı gibi sustum ama bu daha da hoşuna gitti. Bakışlarındaki yoğunluk kadar karanlık da arttığında gerilmişti.

"Her adımında yanında olacağımı unutma," dedi, sesi kararlı ve sakin. Sonra gözlerindeki o yoğun parıltı daha da belirginleşti. "Ama Pedro'ya yaklaşmayacaksın. Yoksa... yapacaklarımın ne kadar etkili olabileceğini görürsün."

Sözlerindeki uyarı, içimde yankılanan derin bir sarsıntı yarattı. Lucas, bir kez daha o tanıdık karanlığını göstermişti. Onun karanlığı, benim için bildik bir yer olsa da ürkütücüydü. Hem beni koruyan hem de beni uzaklaştıran, sarsıcı bir mesafedeydi. Bir adım yaklaşıyor, bir adım uzaklaşıyordu. Her zamanki gibi, ama bu defa farkına varıyordum ki, bu ritim, aramızdaki bağı yıpratıyordu.

"Gitmem gerek, Lucas," dedim, sesimdeki hayal kırıklığı kendimi ele veriyordu. "Geçmiş olsun."

O ise belli belirsiz bir acıyla baktı bana. "Bana kızma, S. Seni korumaya çalıştığımı görmezden gelme."

Sözlerinin ağırlığı omuzlarımda hissedilirken, elimi yüzüne kaldırdım, parmak uçlarım dikkatlice yanağında gezindi. "Belki de… beni görmezden geldiğin için bir şeyler yanlıştır, Lucas."

Bakışlarında derin, yumuşak bir anlayış belirir gibi oldu. Ona bir adım daha yaklaştığımda bu kez nefesi düzensizleşen, o oldu. Yavaşça fısıldadım, sesimde bir tür sitemle:

"Belki de bana emirler vermesen, sürekli sınırlar koymasan her şey yoluna girerdi. Hiç bunu düşündün mü?"

Bu sözlerin ardından, beni kendine doğru çekti, sarıldı. Boynuma yüzünü saklarken kokumu içine çekiyordu, sanki kaybolduğumuz bir dünyayı yeniden buluyormuş gibi.

"Senden uzakta olmak… dayanılmaz bir boşluk bırakıyor bende. Yanında değilken, gözlerine bakamamak… ve seni koruyamayacağım düşüncesi içimde büyüyor, S."

Bu içten itiraf, kelimelerinin ötesindeydi. Ama o an geri çekildi, bakışlarında aşk kadar güçlü bir kıskançlık vardı, neredeyse sahip olamayacağını anladığı bir şeyin derin kaybını hissediyormuş gibiydi.

"Onun senin yanında olmasına dayanamıyorum," dedi, sesi içsel bir çatışmanın yankısı gibiydi. "Sana dokunabilmesi ihtimali bile… içimdeki tüm sınırları yıkıyor. Bu, içimde yanardağ gibi patlayan bir şey, bunu anlayabiliyor musun?"

Lucas’ın yüzü gerildikçe, kalbinde de bir çatlak açılıyor gibiydi. Kalbim ve ruhum ona aitti; bunu biliyordum. Ama onun sözleri, bu sahiplenici tavrı… içimdeki kırılgan yapıyı zorlayan bir ağırlık taşıyordu. Henüz duygularını tam olarak açıklamamışken, bu kadar ileri gitmesi beni incitiyordu. Onu kırmamak, daha fazla üzmemek adına bir adım geri çekilmeliydim. Yanında kalırsam, söyleyeceğim her şey onu yaralayacaktı.

Gitmek için arkamı dönmeye kalktığımda, onun sıcak tutuşunu bileğimde hissettim. Gözlerinde, sanki gözlerimin derinlerinde bir şeyler arar gibi, tutkuyla ve biraz da acıyla dolu bir bakış vardı. "Gitmeden önce bana bir söz ver," dedi, sesi karanlık bir fısıltı gibi, derin ve ciddi.

Ona meydan okuyan bir bakışla karşılık verdim. "Tamam. Pedro’ya yaklaşmayacağım."

Bu sözler dudaklarımdan dökülürken, aramızda adeta bir sessizlik yankılandı, biriken onca sözcüğün ağırlığıyla örülü, soluklarımızı yavaşlatan bir sessizlik. Asansörün düğmesine bastım, kapılar anında açıldı. İçine adım atıp, Lucas’a son kez baktım. Bana o tanıdık, meydan okuyan bakışıyla karşılık veriyordu. Ama bu sefer, veda eden ben oldum.

"Sana da yaklaşamam, Lucas," dedim, kapı kapanırken.

Kapı kapanmak üzereyken Lucas’ın çenesinin sıkıldığını, yüzündeki gerginliğin derinleştiğini gördüm. Sanki her sözcüğüm, ondan biraz daha uzaklaşmama neden oluyordu ve o, buna engel olamıyordu. Bu şekilde devam edemeyeceğimi, yavaş yavaş kendimden uzaklaştığımı biliyordum. Kapılar kapanırken Lucas’ın bakışları gözlerime değdi; içinde yoğun bir acı, hayal kırıklığı ve özlem vardı.

Aramızda sönmeyen, sessiz bir yangın vardı. Alevlerini saklayan, ama bir kıvılcımla her şeyi yakıp kül edebilecek bir ateş. Bazen, en sessiz yangınlar her şeyi yok edecekleri anı beklerdi.

Ve bu bekleyiş, o kadar derin ve yoğun bir acıydı ki, aramızdaki bağ her geçen saniye biraz daha zorlanıyordu. Hem uzaklaşıyor hem de dönüp birbirimize çarpıyorduk; bu, alevlerin içinde yanmak gibiydi. Her şey olup bitmişti, ama içimizde biriken kelimeler hiç dinmedi.

Bu yangını söndürmek mi gerekiyordu, yoksa korumak mı? Cevapları belki ikimiz de bilmiyorduk, ama bildiğim tek şey, Lucas’a dair hissettiğim bu yoğunluk, beni yavaş yavaş içten içe yakıyordu.

(Lucas)

Kapılar kapandı. Asansör Lucia'yı aşağıya taşırken, o anda arkasında bıraktığı boşluk, içimde koca bir girdap gibi dönmeye başladı, sanki kalbim çekilip alınmıştı. Parmak uçlarım hâlâ bileğini kavradığım, ona dokunduğum anın anısıyla sızlıyordu; o an, o ince, kırılgan dokunuş… sanki teni hala avucumdaydı, ama artık yoktu.

"Sana da yaklaşamam, Lucas." Bu sözler içimde yankılanıyordu, kulağımda kırık bir ezgi gibi inatla tekrar eden bir fısıltı oluşturuyordu. Lucia, o kadar yakınımdayken bile o cümle bir uçurum gibi aramızda duruyordu. Ona ne kadar uzanmak istesem, o kadar uzaklaşıyordu. Ve ben, gözlerindeki her an bir araya geldiğimiz, dağıldığımız, yeniden kavuşmak için sürüklendiğimiz o bağı çözmekten de, kaybetmekten de korkuyordum. Belki de bana dokunduğu anda hissettiğim son şey, onu tutmak için bir yol bulamamanın çaresizliğiydi.

Onu sadece korumak istiyordum; onu, benim olan her şeye sığdırmak. Onu koruyamazsam, kim koruyacaktı? O an... içime kıskançlığın zehri yayıldığında, tek düşünebildiğim Pedro oldu. İçimdeki karanlık yüzeye çıkmak için çırpınıyor; onun Pedro’nun yakınında olma ihtimali, gözlerinin ona gülümsemesi… bu ihtimaller bile içimdeki tüm dengeleri bozuyordu. Kendime ve duygulara karşı koyamıyordum, ona duyduğum aşk, sevgi ve kıskançlık her şeyin ötesindeydi. Birine bu kadar sahip olabilme arzusu, birini bu kadar içime işlemek… ve yine de onu kaybetmenin sınırında durmak.

Onu koruyacağımı söylemiştim, ama belki de ona en çok acıyı yaşatan bendim. Ona, kendi karanlığımı yüklüyordum, sanki her kaçmaya çalıştığında karşısında duran bir duvar gibi yolunu kesiyordum. Bu karanlık, onun üzerindeydi; onu sardığında, ne kadar incindiğini görebiliyordum. Ve o adım adım uzaklaştıkça, ben kendimi kaybediyordum.

Gitmesi, içimde yanmaya devam eden o derin ateşi besliyordu. Biliyordum; içimde o varsa, bu alev asla sönmeyecekti. Sadece Lucia’nın varlığı değil, yokluğu bile içimdeki yangını körüklüyordu. Kendi ellerimle kurduğum bu sınırları, kendi içimde yıkamıyordum.

Lucia yavaşça benden uzaklaşıyordu, ama ben her geçen gün ona daha fazla yanıyordum. Birini sevmek, ona sahip olmaktan çok daha zor olabiliyordu bazen. Kalbimde bu kadar yoğun bir yangın varken, onu özgür bırakmayı öğrenmeye çalışıyordum… ama başaramıyordum.

Bir an için bile ondan vazgeçmeyi düşünsem, içimde yankılanan fısıltı hep aynıydı: "Seninle olan her an, sanki bir ömre bedel olacak, S. Senden asla vazgeçemem."

Loading...
0%