@kitsudaphne
|
YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.
Saat 11’i geçtiğinde ikinci kontrol noktasına ulaştık. Ortalık tamamen sessizdi; yalnızca rüzgârın hafif fısıltısı duyuluyordu, yaprakları usulca süpürüyordu. Alana girmeden önce çevreyi dikkatle inceledik. Bizi bekleyen şey bir simülasyondu, ancak bu sefer hem fiziksel hem de zihinsel yeteneklerimizi test edecek daha karmaşık bir görevle karşı karşıyaydık. Lucas, eline VR gözlüklerini alırken bakışlarında bir karanlık belirdi. "Bu sefer geçen yılki hatayı yapmayacağız," dedi alçak bir sesle, dudakları neredeyse benimkine değecek kadar yakındı. "Yakınımda kal." Başımı salladım ve gözlükleri taktım. Beraber simülasyon alanına adım attık. Ekranda simüle edilmiş düşmanlar belirdi, çevremizi hızla sarmışlardı. Herkes tamamen odaklanmıştı. Lucas’ın sesi yanımda yankılandı; sert ve netti. "Sen sağ tarafı al, ben solu hallederim. Liz ve Ivy, bize destek olun. Aurelius ve Marino, arka hattı güvence altına alın." Diğerleri de onayladı. Hepimiz dikkatle hareket ettik; adımlarımız ölçülü ve stratejikti. Zaman ilerledikçe düşmanların sayısı azalıyordu, ama simülasyonun zorluk seviyesi giderek artıyordu. Bir noktada zorlanmaya başlasam da, Lucas’ın yanımda olduğunu bilmek beni sakinleştirdi. Onun yanında neden bu kadar rahat ve güvende hissettiğimi sorgulamadan edemedim. Son düşman da Marino tarafından etkisiz hale getirildiğinde, VR gözlüklerimizde büyük harflerle "BİTTİ!" yazısı belirdi. Hızla gözlüğü çıkarıp derin bir nefes aldım. Etrafımıza baktığımızda, diğer takımlar hâlâ mücadele ediyordu. O sırada Roderick ve ekibi de bize yaklaşıyordu. Lucas, elimi tuttu; parmaklarındaki baskı, içinde biriken gerginliği açığa vuruyordu. Bakışları, sanki avını gözetleyen bir yırtıcı gibi, Roderick’in üzerine kilitlenmişti. Biz alandan çıkarken Pedro yanımıza geldi ve siyah bir kutuyu bize uzattı. "İyi iş çıkardınız," dedi, sesi sakindi ama bakışlarından memnuniyetini saklayamadığı belliydi. Lucas kutuyu açtı; üçüncü kontrol noktasının koordinatları içerideydi. Pedro, Lucas’ın elimi tuttuğunu fark edince ifadesi anlık olarak değişti. Kısa ama anlam dolu bir sessizlik yaşandı. Söylenmeyen kelimeler havada asılı kaldı. Sonunda Pedro’nun sesi bu sessizliği bozdu: "Hadi, daha hızlı olun!" Ormanın derinliklerine doğru hızla ilerledik. Liz, koordinatları incelerken Lucas’ın çevresinde yoğunlaşan gerginlik iyice belirginleşmişti. Sonunda yer tespit edildiğinde, vakit kaybetmeden yola koyulduk. Üçüncü kontrol noktasına ulaştığımızda, karşımızda karmaşık bir taş düzenlemesi bulduk. Ortam tamamen sessizdi; taşların sakladığı sırrı açığa çıkarmak için incelemeye başladık. Ivy, dikkatlice alana baktı. "Bu bir GO oyunu," dedi şaşkınlıkla. Lucas’a döndüm. Bakışları taşlarla kaplı bu geniş alanı tararken derin bir düşünceye daldığı belliydi. Ayağıyla bir taşa hafifçe vurdu. Ivy, taşlar üzerinde bir desen fark ederek düşüncelerini toparladı: "Bu oyunu oynamamız gerekiyor." Lucas başını onaylarcasına salladı ve ekledi: "İkiye ayrılalım. Liz bizimle kalsın. Siyah taşları biz alacağız. Diğerleri beyaz taşlarla ilgilensin. Eğer doğru hamleleri yaparsak, taşlardan biri açılacak ve koordinatlar ortaya çıkacak." Siyah taşlarla ilk hamleyi biz yaptık. Sessiz bir mücadele başladı. Oyunda hamleler stratejik olarak alan kazanmayı hedefliyordu ve her hareket oyun boyunca dengeyi belirliyordu. Oyun sonunda daha fazla alana sahip olan oyunu kazanıyordu. Yaklaşık on beş dakika süren karşılaşmanın sonunda, biz kazandık. Lucas, son hamle ile açığa çıkan bir taşın altındaki tahtayı hafifçe kaldırdı. Hepimiz heyecanla o yöne yöneldik ve gizli bölmeyi açtığında içinde kağıt bulduk, bulmacaydı. Lucas, bulmacayı aldı ve dikkatle okudu: "Gizemi çözmek için oku dikkatle, Lucas derin bir nefes alırken yüzünde düşünceli bir ifade belirdi. "Dalları gökyüzüne uzanır," diye tekrarladı. "Ama hangi ağaç?" Marino koordinatları izlememiz gerektiğini söyledi. İlerlemeye başladık. Ağaçlarda işaretleri fark etmemiz uzun sürmedi. Kuzeye baktığımızda bir ok güneyi gösteriyordu. Güneye baktık; kırmızı bir boya ile işaretlenmiş güneş sembolü bir ağaçta duruyordu. Doğuya döndüğümüzde, bir oyuğun içinde batıyı işaret eden bir levha vardı. Batıya yöneldik. Ancak vardığımız noktada iki ağaç vardı: biri dişbudak, diğeri meşe. Ivy bulmacayı yeniden inceledi. "Yapraklarında geçmişin izleri var," dedi. Liz yere çömelip bir yaprağı eline aldı. Üzerinde bir yıldırım sembolü vardı. "Bu Zeus’un işareti," dedi Ivy. "Meşe ağacı olmalı çünkü Zeus’un ağacıdır. Ayrıca bulmaca, köklerde saklı bir sırdan bahsediyordu." Aurelius hemen ağacın köklerini inceledi. "Burada bir çıkıntı var," dedi, parmaklarıyla dikkatle açtı ve içinden sararmış bir kâğıt parçası çıkardı. "Koordinatlar," diye mırıldandı Lucas. Gözleri bulmacanın çözümüne odaklanmıştı. "Altın Pusula burada saklı." Liz hemen kâğıttaki koordinatları haritada işaretledi. "Tamam, bulduk." Gökyüzü yavaş yavaş kararmaya başlarken yola koyulduk. Ağaçların dalları gökyüzüne uzanıyor, sanki bizi izliyor gibiydi. Ormanın derinliklerinde ilerlerken aniden önümüzde beliren figürler bizi durdurdu. Uzun boylu, kaslı ve yabani giysiler içinde birkaç adam, sessizce bizi izliyordu. Lucas bir adım öne çıktı. Gözlerindeki sakin ama kararlı ifade tehlikenin farkında olduğunun işaretiydi. Kalbim hızla atarken fısıldadım: "Kim bunlar?" Lucas’ın sesi sakindi ama içinde bir kararlılık vardı. "Korkma," dedi. "Oyunun bir parçası ama her şeye hazır ol." |
0% |