@kitsudaphne
|
YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.
"Ne demek istiyorsun?" diye sordum, sesimde hafif ama net bir meydan okuma vardı. Pedro, bakışlarını benden kaçırmadan konuştu. "Sadece seni uyarıyorum, Lucia. Lucas göründüğü kadar masum değil." Sözleri zihnime işledi. Onun ne kastettiğini anlamaya çalışırken, gözlerimiz kısa bir an için buluştu. O bakışta kelimelerin ötesine uzanan bir şey vardı—sanki bana söyleyemediği bir gerçeği gözleriyle aktarmak istiyordu. Aramızdaki sessizlik fazlasıyla gürültülüydü. O kısa an, aramızdaki gerilimi daha da yoğunlaştırdı. Pedro, beni sandığımdan daha iyi tanıyordu ve bu farkındalık içimde bir gerilim yaratıyordu. "Artık derse geçelim," dedi, her zamanki mesafeli ve dengeli tavrıyla. Onun bu otoriter sakinliğine uyarak sessizce odaya ilerledim. Ders boyunca birbirimize bakmadık ama Pedro’nun varlığını her an hissettim. Soğukkanlılığı bir perde gibi aramızda duruyordu, ancak o perdenin ardında beni sürekli izleyen bakışlarının ağırlığı vardı. Her hareketim, her sözsüz ifadem onun zihninde bir yapboz parçası gibi yerini buluyordu. Ders bitip telefonuma gelen bir bildirimle kalbim hızlandı. Ekranda Lucas’ın adı belirdi. Sadece ismini görmek bile içimde bir kasırga kopmasına neden oldu. Mesajı açtığımda, ruhuma bir ürperti yayıldı: "Her zaman seni izlediğimi unutma, S. Ona yaklaşmayacaksın." Lucas ne zaman bu kadar kontrol edici olmuştu? Kalbim sıkışırken hızla cevap yazdım: Telefonu elimde sıkarak ekrana baktım. Sessizlik uzadıkça içimdeki huzursuzluk büyüyordu. Tam pes edecekken yeni bir mesaj geldi: "Uyarımı unutma, benim küçük hilebazım." O kelime—hilebaz—Lucas’ın her zaman olduğu gibi bir adım önde olduğunu hissettiriyordu. Onunla oyun oynamaya alışıyordum ama bu sefer oyun farklı bir anlam taşıyordu. Artık bu, beni kontrol altında tutma çabasına dönüşmüş gibiydi. Sinirlerim gerildi. Derin bir nefes alıp ona yeni bir mesaj yazdım: "Sabah neden gelmedin, Lucas?" Bir süre sonra yanıt geldi: "Acil bir durum gelişti. Sorunu halleder halletmez yanında olacağım. Üzgünüm." Dudaklarımı sıkarken hızlıca yazdım: "Her şey yolunda mı?" Cevap beklerken sabırsızlığım artmaya devam ediyordu. Lucas’ın her zaman kendi dünyasında kalması ve beni o dünyadan uzak tutması, alıştığım bir durumdu. Ama bu sefer, bilmediğim bir şeylerin yaşandığını hissetmek içimde bir boşluk yaratıyordu. Bu belirsizlik ve kontrol eksikliği beni alt üst ediyordu. Bir süre sonra gelen mesaj kısa ve kesindi: "Onunla yakınlaşmazsan… evet." Bu kısa ve keskin mesaj, Lucas’ın yalnızca Pedro’ya kıskançlığını değil, bana karşı endişesini de görmeme neden oldu. Bu noktada ona kızamıyordum. Lucas her zaman kontrolü elinde tutma ihtiyacı hissediyordu. Dünyasında her şey onun istediği şekilde ilerlemeliydi. İçimde, bu baskıya karşı koymak isteyen bir yan vardı; ama ne yaparsam yapayım, onun çekim alanından tamamen kurtulamayacağımı biliyordum. "Lucas?" yazdım, titreyen parmaklarımla endişemi gizlemeye çalışarak. Hemen cevap verdi: "Endişelenme, S. En kısa sürede yanında olacağım. Bu arada... beni özledin mi?" Gülümsemekten kendimi alamadım. Bu, Lucas’tan beklediğim klasik bir tavırdı. Her zaman oyunu o yönetir, kuralları o koyardı. Sorularıyla zihnimi bulandırır, duygularımı yönlendirirdi. Derin bir nefes alarak, mesajına sadece gözlerini deviren bir emoji gönderdim. Yine kazanmıştı. Bir süre bekledim. Telefonun titremesiyle içimdeki düğüm çözülür gibi oldu; fakat gelen mesaj her şeyi daha da karmaşık hale getirdi: "Sana her zaman sahip olmak isterdim, S. En çok da kalbine… Peki, artık benim olacak mısın, S?" Bu soru içimde fırtınalar kopardı. Lucas’ın dünyasında her zaman bir yerim olduğunu biliyordum. Ona ait olmanın verdiği his, garip bir şekilde hem huzur hem de tedirginlik getiriyordu. Kalbim, zihnim ve ruhum—hepsi, farkında olmadan ona bağlanmıştı. "Lucas, senin olmadığım bir an bile yok," demek geçti içimden, ama son anda vazgeçtim. Söylememe gerek yoktu; o zaten biliyordu. O, her zaman bilirdi. Kelimeler içimde sıkışıp kalmıştı, ama kendimi durduramayıp yazdım: "Peki, sen benim olacak mısın, Lucas?" Ekran kısa bir an karardı. Ardından mesaj yazma işareti belirdi... Fakat birkaç saniye sonra kayboldu. İçimde bir yerlerde, Lucas’ın hiçbir zaman doğrudan cevap vermeyeceğini biliyordum. Lucas istediği sürece açıklama yapar, istemediğinde her soruyu ustaca geçiştirirdi. Belki de yanıtını beklemek nafileydi. Bir süre sonra telefon titredi. Ekranda beliren mesaj beni şaşırtmadı: "Beni özlediğini biliyorum, S." Bu basit cümle bile beni saran o görünmez ağı daha da sıkılaştırdı. Lucas’ın her kelimesi, üzerimdeki kontrolünü yeniden teyit eder gibiydi. Ve fark etmeden, bu sorunun cevabına ne kadar ihtiyacım olduğunu anladım. Ama artık bir kez daha sormaya cesaretim yoktu. Görmezden gelmek zorundaydım. Her geçen saniye, Lucas’ın dünyasında biraz daha derinlere çekildiğimi hissediyordum. Onunla aramızdaki bu oyun, ne başlangıcı ne de sonu belli bir döngüydü. Öyle ki... sanki bunun sonunda ya ikimiz birden kazanacak ya da ikimiz de kaybedecektik. Telefonu elimde sıkarak yazmaya başladım: "Lucas... Senin olmadığım bir an bile yok. Ama bunu zaten biliyorsun, değil mi?" Göndermeden önce parmaklarım bir an tereddüt etti. Kalbim ve zihnim onun elindeydi—tıpkı benliğimin geri kalanı gibi. Ama Lucas her zaman beni bir adım mesafede tutardı, sadece yeterince yakın olup asla tamamen teslim olmamamı sağlayacak kadar. Bu oyunun sonunun nereye varacağını bilmiyordum, ama geri dönüşün mümkün olmadığını hissediyordum. Bu yüzden yapabileceğim tek şeyi yaptım. Mesajı sildim. Telefonu kapatıp derin bir nefes aldım. Ama Lucas’tan kaçmak, düşüncelerimden kaçmak kadar kolay değildi. |
0% |