@kitsudaphne
|
YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.
"Kalbim bir bulmaca gibi dağılmış olsa da, her bir parçası Lucas’a ait. Onun bana ait olup olmadığını bilmeden, bu karmaşada boğuluyorum. Belirsizlikler arasında kaybolmak, beni içine çeken bir girdaba dönüşüyor." — Lucia Sessizdim, ama kör değildim. Lucas’ın sadece kalbime değil, ruhuma ve zihnime sızdığını görebiliyordum. Bu farkındalık, beni geri dönüşsüz bir yola sürüklüyordu. Bir süre derslere odaklanmaya çalışsam da Lucas her an yanımda ya da aklımdaydı. Sanki Pedro ile yaptığımız derslere bile gelmek istiyor, her fırsatta yanımda olmanın bir yolunu arıyordu. Henüz sevgilisi olmasam da, sahiplenici bakışları, o keskin tavrı peşimi bırakmıyordu. Sanki zihnim ve kalbim arasında hiç bitmeyen bir çatışmayı körüklüyordu. Diğer yandan, Chloe ve Chris, bana huzur veren nadir bulunan aile üyeleri gibiydi. Onlarla geçirdiğim zaman, akademinin soğuk koridorlarında bile bir sıcaklık hissetmemi sağlıyordu. Chloe ve Chris, hayatımda giderek en değerli insanlar haline geliyordu. Onları seviyordum; dostluğumuz, içimi dolduran bir güven duygusuyla karşılıklıydı. Bu bağlılık sayesinde, akademideki hayatı bile sevmeye başlamıştım. Sabah uyandığımda, telefonumda Chris’ten gelen bir mesaj vardı. "Günaydın güzelim. İstediğin her şey mağazaya getirildi, bugün sana ulaştırırım." Bir hafta sonra Chloe’nin doğum günüydü ve ona özel, anlam dolu bir hediye vermek istiyordum. Annemle birlikte takı tasarımı yapmak, hayatımıza renk katan bir hobiydi. Aynı zamanda geçimimizi sağlıyordu. Bu yüzden Chloe için, zarif ve şık bir kolye tasarlamaya karar verdim: istiridye kabuğuna yerleştirdiğim incilerle oluşturduğum bu kolye, ona olan sevgi ve dostluğumun sessiz bir simgesi olacaktı. Chris’i arayıp akşam buluşmak için sözleştik. "Lucas’ı da çağırabilirsin," dedi. "Chloe fark etmeden malzemeleri veririm." "Harika olur. Akşam görüşürüz, Chris." "Görüşürüz Lucia." Telefonu kapattığım an, hazırlanmaya başladım. Aynada saçlarımı toplarken, uzun zamandır kuaföre gitmediğimi fark ettim. Saçlarım biraz bakımsız görünüyordu. Geçen gün, derste sıcakladığım için saçlarımı topladığımda Lucas yanımda belirmiş ve hafif bir gülümsemeyle "Omuz hizasında, kâküllü bir model sana çok yakışır," demişti. Ardından göz kırpmıştı. "Zarif boynun açığa çıkar, S," demişti fısıltıyla. Sesindeki ton, gözlerindeki o hayranlık dolu bakış… İçimde bir kıvılcım yaratmış, utancımdan yanaklarımın kızarmasına engel olamamıştım. Şimdi aynaya baktığımda, onun önerisinin doğru olduğunu görebiliyordum. Belki de bir değişiklik iyi gelirdi. Kuaförü aradım; hemen gelirsem saç kesimi için zamanları olduğunu söylediler. Apar topar odadan çıktım. Kuaföre vardığımda beni sevimli bir kız karşıladı. İçerisi şık ve modern bir yerdi, kendimi anında rahat hissettim. Koltuğa oturduğumda, marjinal kesimli saçları olan bir kadın yanıma geldi. "Hoş geldiniz, ismim Lila," dedi samimi bir gülümsemeyle. "Ben de Lucia," dedim, hafif bir tebessümle karşılık vererek. Tokamı çıkardı, saçlarımı inceledi ve bana döndü. "Nasıl bir model düşünüyorsunuz Lucia?" "Omuz hizasında kâküllü bir model," dedim. İfadesindeki onaylayıcı bakış beni cesaretlendirdi. "Yüzünüze çok yakışacak," dedi. Saçlarımı kestiğinde aynaya baktım. Karşımda tanıdığım yüz vardı, ama bir o kadar da yabancıydı. Bu yeni Lucia’nın bakışları daha güçlü, duruşu daha kendinden emindi. Bu değişiklik içimde, hafif ama derin bir heyecan yarattı; kendimi iyi hissettirdi. Teşekkür ederek kuaförden çıktım, adımlarımı hızlandırarak danışmanlar binasına doğru ilerledim. Düşüncelerim Lucas’a kayıyordu; yeni halimle beni ilk gördüğü anın nasıl olacağını hayal ettikçe içimde tatlı bir kıpırtı oluştu. Kapıdan içeri girdiğimde, karşımda onu buldum. Lucas, beni gördüğü anda bakışları bir anda karardı. Alt dudağını hafifçe ısırdı ve ben henüz ne olduğunu anlayamadan beni gözlerden uzak bir köşeye çekti. Tam karşımda durduğunda, kaçmak gibi bir niyetim olsa bile kıpırdayamadım. Bir elini saçlarıma uzattı, parmakları saçlarımın arasında yavaşça gezindi. "Çok güzelsin, S," diye mırıldandı, sesinde hem hayranlık hem de derin bir ciddiyet vardı. Onun kollarından kurtulmanın imkansız olduğunu biliyordum, yine de denedim. "Derse yetişmem gerekiyor, Lucas." "Pedro bekleyebilir, tatlı işkencem," dedi, sesi karanlık bir zevk taşıyordu. Yüzüme yaklaştı, dudakları neredeyse benimkine dokunacak kadar yakın; ama her defasında o ince çizgiyi geçmeden geri çekiliyordu. Bu durumu artık anlamıyordum. Her bakışında sanki zihnimi okuyor gibi bir ifade vardı, şu an olduğu gibi. Gülümsemesi, yakışıklı yüzünü daha da açığa çıkarırcasına yüzüne yayıldı. Çenemi nazikçe tuttu, bakışlarını gözlerimden bir an bile ayırmadan eğildi. "Sadece sana zaman tanıyorum, S." Zihnimde yankılanan o sessiz soru, "Ne için?" Bunu anlamaya çalışırken gözlerim kapanmaya başladı. Neden aramızda bu kadar güçlü bir çekim vardı? Neden bu kadar tüketici, hatta kör ediciydi? "Seni özledim, S," dedi Lucas, sesi neredeyse bir fısıltı kadar yumuşak, ama bir o kadar derindi. "Her gün yanımdasın Lucas," diyebildim hafifçe, gözlerimi açmaya çalışarak. Bakışlarında hem hüzün hem de derin bir aşk vardı. Burnunu yanağıma dokundurdu, sonra minik bir öpücük bıraktı. "Senden uzak durmak, tam bir işkence. Ama sen zaten benim tatlı işkencemsin, değil mi?" Boynumu kokladı ve usulca oraya da bir öpücük kondurdu. "Bana ne yapıyorsun, tatlı işkencem?" Lucas ile baş başa kaldığım her an içimde bir kıvılcım daha büyüyordu. Onunla aramızdaki her şey beni sarmalarken, nefesim kontrolsüzce hızlanıyordu. "Bir an önce gitmezsen, seni bırakamayacağım," dedi Lucas, sesi bir uyarı kadar gerçek ama bir o kadar da çekiciydi. Benden uzaklaştığında, ayaklarım sanki yürümeyi unutmuştu. Yine de bir adım geriye çekilebildim. Lucas'ın yüzündeki o ifadeyi okurken, dudaklarının kenarında, neredeyse alaycı bir gülümseme belirdi. "Benden kaçmalısın, Lucia," derken, bakışlarında derin bir ciddiyet vardı. "Kaçmazsam?" Sözlerim dudaklarımdan dökülürken sesim hafifçe titredi. "Sana bir daha seçim şansı sunmayacağım," dedi. Gözlerindeki kararlılık ilk kez sarsılıyordu. Bunu görmek hem ürkütücü hem de ilgi çekiciydi. "Eğer gitmezsen," dedi, sesi alçak ve derin. "Seni kendime hapsederim… ya da çok severim." Bu sözleri, sanki hangi seçeneğin daha riskli olduğunu anlamamı beklercesine, sakin ama son derece ciddi bir tonda söyledi. Hangisinin daha tehlikeli olduğunu çözemiyordum. Lucas, düşüncelerimi kelimelere dökmeden anlamakta bir ustaydı. "Her iki durum da senin için riskli olabilir, S." Bu çocukla ne yaşadığımı anlamaya çalışan mantığım bile susarken, gitmeyi düşündüm. Ama ondan bir adım bile uzaklaşmayı başaramıyordum. "Kaçamıyorum," dedim, başımı hafifçe eğerek. Lucas, dudaklarının kenarında ince bir zafer gülümsemesiyle bana baktı. "Kaybettin, S." Çenemi tutup dudaklarını yaklaştırdı. "Sana son şansın olduğunu söylemiştim, S. Oynamayı ya da kuralları bilmiyorsun." "Ben bir hilebaz değilim," dedim, gözlerimle onu okurken. "Değilsin, tatlı işkencem," diye fısıldadı, "Ama ben tam olarak öyleyim." Lucas’ın dudakları dudaklarıma değdiği an dünya durdu. Beklemiyordum. Hazır değildim. Böylesine yoğun bir duygu beni altüst ederken kalbim adeta göğüs kafesimden fırlayacakmış gibi çarpıyordu. Bu, ilk öpücüğümdü. Ama Lucas’ın içinde tuttuğu bir şey vardı, bir engel, bir fırtına. Kendini frenliyordu. Sanki içindeki yıkıcı gücü benden saklamaya çalışıyordu. Derin bir hırıltıyla aldığı nefes, bunun göstergesiydi. Geri çekildiğinde, alnını alnıma dayadı. "Eşsizsin, S. Seninle ne yapacağım?" diye fısıldadı. Ona bakarken yüzümün yandığını hissettim. Birinin beni bu şekilde sevmesi, bana böylesine yoğun bakması… Kelimeler boğazımda düğümlendi. Lucas’ın gözleri ruhuma kenetlendi. "Seni bırakamıyorum. Bırakamayacağım da," diye devam etti, bakışları daha da derinleşti. "Ama şimdilik gitmene izin veriyorum. Nasılsa hep etrafında olacağım." Arkasını dönüp gitmek üzereyken, bir anda kolumu kavradı ve beni kendine çekti. Sıkıca sarıldı, kolları güven doluydu. Bu aşk, bu sıcaklık… Nefesim kesilmişti. "Bu öpücüğü unutma, tamam mı?" diye fısıldadı. Nasıl unutabilirdim? Bu, sıradan bir öpücük değildi. İlk öpücüğümdü ve artık bunun Lucas için de ne anlama geldiğini biliyordum. Alnıma yumuşak bir öpücük kondurdu, sonra yavaşça geri çekildi. Ona baktım, ama bu bakış ondan ayrılmak istememenin çaresizliğiyle doluydu. Lucas… çözülmesi imkânsız bir bilmeceden ibaretti. Adeta, aşka dair çözemediğim karmaşık bir düğümdü. Ya da anlaşılmaz bir matematik denklemi gibiydi. Asansöre geçtiğimde, kendimi toparlamaya çalıştım. Pedro’nun dairesine giderken, zihnimde tek bir soru yankılandı. Biz şimdi neydik? Soruyu henüz yanıtlayamazdım. Elimde sadece soru yumağı varken cevaba erişemezdim. Bu düşüncelerle Pedro’nun kapısını çaldım. Açtığında bakışları yüzümden saçlarıma doğru ilerledi. Bir anlık şaşkınlık sonrası, anında bakışlarındaki ciddiyet keskinleşti. "Geç kaldın," dedi. Ses tonu soğuk olsa da; ilk kez onun sesinde böyle bir tereddüt yakalıyordum. "Kuafördeydim, özür dilerim," dedim, açıklama yapmaya çalışarak. "Gel," dedi, bakışlarını kaçırarak. İçeri geçtim, ama bu tavır Pedro için oldukça sıra dışıydı. "Kahvaltı ettin mi?" diye sordu, sesi önceki gibi ciddiydi. "Hayır." "Kruvasan aldım," dedi kısaca. Mutfağa hızlı adımlarla geçtim, kahve makinesine yönelirken "Kahve?" diye sordum. Başını salladı. İkimize de kahve koyup kruvasanlardan birer tane aldım ve yanına oturdum. Kahvaltı ederken bakışlarını sürekli üzerimde hissettim; derse geçtiğimizde bile dikkati dağılmış gibiydi. Gözleri bir şekilde beni bulurken, aklımdan Lucas ve Pedro arasındaki farkı düşündüm. Lucas’ın her hareketinde hissettiğim güven, bu anlarda daha da belirginleşiyordu. Öğle yemeği vakti geldiğinde Pedro, soğukkanlı bir ifadeyle ara verdiğini söyledi. Artık onun inişli çıkışlı ruh haline alışmıştım; bu yüzden eşyalarımı sessizce alıp kapıya yöneldim. Kapıyı açtığım anda karşımdaki kişiyi görünce bir an nefesim kesildi. Lucas oradaydı, bakışlarında o kendinden emin duruş ve yüzünde o alışılmış çekici gülümsemeyle. "Seni yemeğe götürmeye geldim, sevgilim," dedi. "Sevgilim?" Kelime zihnimde yankılanırken kalbim hızlandı. Heyecan ve tedirginlik aynı anda içimde dolaşırken omzumun üzerinden Pedro’ya baktı. Lucas aniden alaycı bir tavra bürünürken, bakışları Pedro’yu buldu ve aralarında anlamlı bir bakışma yaşandı. Lucas’ın sadece öğle yemeği için buraya gelmediğini anladım. "Merhaba Pedro," dedi Lucas. "Merhaba," diye cevapladı Pedro, sert bir tonla. Yanımıza ilerleyip kapıyı kapamadan önce bakışları üzerime bir an sabitlendi. "Geç kalma," dedi. Kapı kapandığında Lucas hafifçe gülümsedi, ardından elimi tutarak beni asansörlere yönlendirdi. Danışmanların restoranına geldiğimizde duraksadım ve ona döndüm. "Lucas, burada yemek yiyemeyiz." "Niye?" diye sordu, yüzünde merak ve eğlenceli bir ifade. "Biz öğrenciyiz," dedim kısık bir sesle. O ise umursamaz bir tavırla, "Yiyebiliriz, tatlı işkencem. Şimdi gelir misin?" dedi. Restorana adım attığımızda içimdeki gerginlik arttı. Esther bir masada tek başına yemek yerken, Chloe ve Chris de baş başa oturmuşlardı. Gözleri bize iliştiğinde, şaşkınlık bakışlarına yansıyordu. Lucas yanımıza gelen garsona deniz manzaralı bir masa istediğinde ise bir an duraksadım. Chloe ve Chris’in yanına uğrayıp ayaküstü sohbet ettikten sonra Lucas ile bizim için hazırlanan masaya geçtim. Karşıma oturduğunda, gözlerinde sarsılmaz bir ciddiyet vardı. "Beni sürekli şaşırtıyorsun ve geriyorsun, Lucas," dedim, hislerimi daha fazla saklayamayarak. Kollarını masaya dayayıp gözlerini bana dikti. "Niye, tatlı işkencem?" Her seferinde bir şey söyleyecek gibi olup sözlerim boğazımda düğümleniyordu. O an garson geldi. "Efendim, ne alırdınız?" Lucas, tek bir bakışla beni susturdu ve garsona döndü. "İki deniz mahsullü salata. Yanında da mineralli su getirin." Gözlerimi devirerek ona baktım. Yüzünde, rahat bir gülümseme belirdi. "Deniz mahsullerine alerjim…" dedim. Beni sakin bir tavırla süzerek, "Yok, S. Senin hakkında her şeyi bilirken bunu atlayacağımı sanmıyorsun, değil mi?" dedi. Şaşkınlıkla ağzım açık kaldı, bu adam… gerçekten beni her açıdan gözlemliyordu. "Sen kimsin, Lucas?" Yüzünü buruşturdu, yine. Hastanede de bu tanıdık ifade yüzünde belirmişti. "Dersin bittiğinde Chris ve Chloe ile yemeğe mi çıkacaksın?" derken, sorumu geçiştirmesinin yanı sıra bunu nasıl öğrendiğinin şaşkınlığıyla donakaldım. "Bunu nereden biliyorsun?" Gözlerini bir an kapattı. "Bunları konuştuk tatlı işkencem, tekrara gerek yok." İçimdeki sabırsızlık ve karışıklık daha da arttı. "Tanrım… sorularımı neden düzgün bir şekilde yanıtlamıyorsun, Lucas?" Elini uzattı, bileğimin iç kısmını hafifçe çevirdi ve nabız noktama dokundu. Parmakları tenime değdiği anda, düşüncelerim alt üst oldu. Bakışlarında derin bir yoğunluk vardı. "Kızma nedenin Pedro mu yoksa ben miyim?" diye sordu, sesi yumuşak ama bir o kadar da keskin. Parmaklarının sıcaklığı, düşünme yetimi neredeyse elimden alıyordu. Onun yanında tüm kontrolümü kaybediyordum. "Sana kızgınım," dedim. "Çünkü?" Derin bir nefes alarak, "Beni kontrol etmeye çalışıyorsun ve bu hoşuma gitmiyor," diye itiraf ettim. "Sen kontrol edilebilecek biri değilsin, S. Yalnız gerçek düşüncen bu değil. Seninle sadece gerçeklere ihtiyacım var." Bu sözleri, aramızdaki her şeyin karmaşasına bir yanıt değildi; daha çok içinde saklı bir vaat gibiydi. "Aramızda bu kadar belirsizlik varken üzerimdeki etkin beni sinir ediyor." Kaşlarını hafifçe kaldırdı. "Gerçeği söyle, S." Gözlerimi kaçırdım. "Benden bir şeyler gizlediğinden eminim." Bir an bekledim, ama Lucas sessizdi. "Sorularımı bu nedenle görmezden geliyorsun ve ben… sürekli etrafımda olsan da bu sakladıkların yüzünden bir gün beni bırakacağını düşünüyorum." Elimi nazikçe tuttu, dudaklarına götürdü ve avuç içimden hafifçe öptü. Bakışlarında şimdiye kadar gördüğüm en karanlık ifade gizliydi. "Senden asla gidemem, S. Seni bırakamam da." Yemekler masaya geldiğinde Lucas, elimi yavaşça bıraktı. O anda garson, bir notu masanın kenarına bırakarak geri çekildi. Lucas göz ucuyla notu okudu, ardından yüzünde ifadesiz bir ciddiyetle konuştu: "Geleceğimi söylersin." "Peki efendim," dedi garson, başını eğip sessizce uzaklaştı. Onun yanıt vermekten kaçınması ve aramızdaki sırların varlığıyla içimde büyüyen öfke daha da körüklendi. Sinirle salatayı karıştırarak yemeye başladım. Belli ki, Lucas beni konuşturmak yerine, bu karmaşanın içinde olmamı izlemekten keyif alıyordu. "Yavaş yemelisin, tatlı işkencem," dedi, sesinde nazik ama kesin bir uyarı vardı. "Sevgilim demiyorsun artık," dedim, kelimenin bende yarattığı hisse kendim de şaşırarak. Gözlerinde eğlenceyle beliren o tanıdık ifade yüzüne yayıldı. "Hoşuna gitmediğini söyleyemezsin." Gidiyordu, ama bunu ona belli edemezdim. Bakışlarımı ona dikerek soğuk bir tonda karşılık verdim. "Anlamından emin değilim, Lucas. Gerçek anlamıyla mı söylediğini bilmezken hoşuma gidip gitmediğine nasıl karar verebilirim, değil mi?" Öfkeyle büyük bir lokma daha aldım, boğazımda düğümlenen yiyeceği yutmakta zorlandım. Lucas, bana suyu uzattı, kontrollü bir ifadeyle nefesimi düzenlememi izledi. Ardından, beklenmedik bir ciddiyetle konuştu: "Ben, seninle ilgili hiçbir şeyi öylesine yapmam, söylemem. Hiçbir hareketim sıradan değil, S. Yani sevgilimsin." Bu kelimeler, içimde sakladığım bütün tepkileri yıkıp geçti. Onunla nasıl baş edeceğimi bile bilmiyordum. Şimdi bu sözler... bu sözler karşısında sadece düşüncelerim değil, duygularımda karmakarışık bir hale geliyordu. Lucas, bakışlarını bir an bile benden ayırmadan salatasından bir çatal aldı, sakince çiğnemeye devam etti. Yüzünde ufak bir gülümsemeyle gözlerime mağrur bir şekilde baktı. "Seni uyarmıştım. Kaçsaydın, S." Onun bu rahat ve kesin tavrı karşısında adeta dili tutulmuş gibiydim. Hırsla salatamı yemeye devam ettim. Bir süre sessizlikte boğuştuktan sonra başımı kaldırdım; Lucas, gözlerinde eğlendiğini belli eden bir parıltıyla beni izliyordu. "Gerçekten vahşi bir tarafın var, biliyorsun değil mi, S?" "Yani?" diye sordum, sesim biraz daha kontrollü ama içinde derin bir öfke taşıyordu. Yüzünde ciddiyetle süzülen bir gülümsemeyle yanıt verdi: "Tam bana göresin, güzelim." Bu sözlerle kalbim aniden hızlandı, ama boğazımdaki düğüm bir an olsun çözülmedi. Onun bu soğukkanlı ifadesi, beni sarsmaya yetiyordu. Gözlerimi masaya indirdim ve yemeğin geri kalanını sessizce yemeye çalıştım. Yemeğin sonunda bile hâlâ zihnim onunla doluydu. Sorun sadece onun karşımda oturması değildi; gözlerimi her çevirdiğimde onu gördüğüm için de değildi. Sorun, Lucas’ın dediği gibi, kalbimin çoktan ona bağlanmış olmasıydı; aramızda görülmeyen, ama asla kopmayan iplikler vardı. Ondan uzaklaşamıyor, onu aklımdan çıkaramıyordum. Ona ait olduğumu biliyordum. Ancak esas soru, onun bana ait olup olmadığıydı. Ve bu sorunun cevabını henüz alamamak, içimde giderek büyüyen bir fırtınaya dönüşüyordu. "Lucia, seni asla bırakmam. Kalbimizin arasındaki iplikleri ise asla çözemem. Çünkü aramızdaki bağ, belirsizliğin bile ötesinde, sonsuza dek sürecek bir hikaye yazıyor." — Lucas |
0% |