@kitsudaphne
|
YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.
"Dünyadaki her şey geçici olabilir ama sen... Sen sonsuzsun. Ruhuma işlenmiş bir izsin, silinmesi imkansız bir gerçek." — Lucas (Lucia) Yemeğin sonuna doğru Chloe ve Chris masadan kalktılar. Restoranda yalnızca Esther, Lucas ve ben kalmıştık. Lucas ile Esther’in arasında yaşanan bakışmadan sonra ortamın havası değişti, gerilim yoğunlaştı. Sebebini anlayamasam da rahatsız olmuştum ama bunu yüzüme yansıtmadım. "Derse geç kalmak istemiyorum," dedim, Lucas’a bakarak. Lucas, telefonuna bakıyordu ve dalgındı. Rahatsızlık hissi büyürken, Lucas’ın düşüncelerinin bile benden uzakta olduğunu hissettim. Bir şeylerin yolunda gitmediği ortadaydı, ama ne olduğunu bulmak için cesaretim yoktu. Telefonundan başını kaldırdığında, "Tamam, S. Şimdilik kendin gidebilir misin?" dedi, sesi her zamanki gibi kontrollüydü, ama bakışlarında bir şeyler gizliydi. "Tabii," dedim, hafifçe başımı sallayarak. Ayağa kalktığımızda, beni kendine çekip hafifçe yanağımdan öptü. Her zamanki Lucas gibiydi, bir sıcak bir soğuk. Gözlerim onunkilere kilitlenirken içimde bir soru yükseldi: Görüşeceği kişi kimdi? Bu soruyu ona sorsam görmezden gelirdi. İstemediği hiçbir soruyu yanıtladığını görmemiştim. Zaten Lucas’ın her hamlesinin bir anlamı vardı, ama o anlamları çözmek zor, hatta imkansızdı. "Akşam yemekten sonra Chloe’nin evine mi geçeceksin?" diye sordu. Sesi hala aynı yumuşaklıkta olsa da, arkasında karanlık bir ton taşıyordu. "Olabilir," dedim, gözleri bakışlarımın derinliklerini araştırırken. "Bana haber vermeyi unutma, tatlı işkencem," diye fısıldadı. Kelimeleri içimde yankılandı, ruhuma işledi. Dayanamayıp sordum, "Yemeğe gelmeyecek misin?" Lucas’ın bakışları bir an için yumuşadı, ama hemen toparlandı. "Kaçta?" derken, ciddi bir tavra büründü. "Yedi," diye cevapladım, bakışlarımı başka bir yöne çeviremeden. "Tamam. Orada olacağım," dedi. Ama o an bakışlarında beliren o kıvılcım, beni kendine çekerken yavaşça dudaklarıma eğilmesine yol açtı. O anın ani yakınlığına her seferinde olduğu gibi aynı şaşkınlıkla kapılıyor, başımın döndüğünü hissediyordum. Bakışları her zamanki gibi yoğundu, ama bu sefer içinde tehlikeli bir kıvılcım dolaşıyordu. "Bana böyle bakma," diye fısıldadı, sesi neredeyse bir buğulu rüzgar gibi tenimde gezindi. Nefesimi henüz toparlayamadan bir sonraki cümlesiyle beni şaşkına çevirdi: "Ve şimdi, seni kaçırmadan buradan uzaklaş, sevgilim." Onun kollarından sıyrılmaya çalışırken yüzümde zoraki bir tebessüm belirdi. Kafa karıştırıcı tavrı kadar sevgilim demesi de zihnimi bulandırıyordu. Henüz ne hissedeceğimi bilmiyordum. Gitmek için hareketlendim, ama bana izin vermedi. Kollarındayken, beni sımsıkı tutuyor; kalbime olduğu kadar ruhuma da derin bir iz bırakıyordu. "Sen bana ne zaman sevgilim diyeceksin?" diye sordu, sesi derinleşmiş, tınısı kulaklarımda yankılanarak daha erkeksi bir hâle bürünmüştü. Söylediği şeyi gerçekten kastediyordu; gözlerinde cevap bekleyen karanlık, sabırsızdı. Onun sorusu zihnimde yankılanırken, ne cevap vereceğimi bilemedim. İçimde aniden beliren cesaret dalgası ile parmak uçlarımda yükseldim ve kollarımı boynuna doladım. Yaptığım harekete şaşırsa da bakışlarında daha derin bir ifade saklıydı. Lucas’ın varlığı beni esir alırken, bu etkinin karşılıklı olduğunu görmek beni rahatlatıyordu. "Sen... bir hilebaz değil misin, Lucas?" diye fısıldadım, hafif alaycı bir tonla. Ama sözlerimin ardında, yalnızca onun anlayabileceği başka bir derinlik vardı. Ona teslim olmak kolay değildi, ama bu oyun, aramızdaki sözsüz mücadele beni daha çok kendine çekiyordu. Lucas’ın nefesi düzensizleşti, elleri belimi sımsıkı kavradı. Onun bu kadar savunmasız bir anına şahit olmak enderdi. Ama tam da o haliyle, her zamankinden daha büyüleyici görünüyordu. İçimde, ona duyduğum güvenle korku arasında savrulan ince bir çizgide dans ediyordum. "Bu... benim için çok özel, Lucas. Daha önce kimseye bu kadar yakın olmamıştım, kimseye böyle kapılmamıştım," dedim, bakışlarımı gözlerine sabitleyerek. "Hayatıma senin gibi güçlü, akıllı ve çekici biri girmişken, sence hemen ona teslim olur muyum?" Sözlerimden sonra aramızda oluşan sessizlik, ikimizin de nefesini kesti. Lucas’ın gözlerindeki karanlık parıltı, beni daha derin bir uçuruma sürüklüyordu. Ama bu, benim yönettiğim bir oyun değildi. "Sana güvenmemi sağla, Lucas. Sonra da sevgilin olduğumu hissettir," diye fısıldadım. Bu sözlerimle geri çekildiğimde, bakışlarındaki kıvılcım her zamankinden daha canlıydı. Ama Lucas, yine de kontrolünü kaybetmedi. İçinde kopan fırtınayı, her zamanki gibi derinlere sakladı. "Görüşürüz, Lucas," dedim, sesimde yankılanan güvenle ona son bir kez baktım. "Görüşürüz, tatlı işkencem," diye yanıtladı. Ama bu kez sesi gergin, içinde anlam veremediğim bir derinlik taşıyordu. Onun ne düşündüğünü asla tam olarak bilemiyordum. Restorandan çıktığım anda içimde tarifi zor bir boşluk oluştu. Her şey yolunda gibi görünüyordu, ama bir şey beni geri döndürmeye zorladı. İstem dışı adımlarım beni yeniden kapıya götürdü. Ve o an, içeride gördüğüm şey kalbime keskin bir ağrı gibi saplandı. Lucas ve Esther, karşılıklı oturuyorlardı. Esther'in yüzünde endişe vardı, gergin bir bekleyişle ellerini sıkıyordu. Ama Lucas… Onun gözlerinde ilk kez böyle bir tehlike gördüm. Bakışları buz gibi, soğuk ve mesafeliydi. İçindeki karanlık, restoranın ışığını bile gölgede bırakacak kadar derindi. Neden oradaydılar? Neden karşı karşıya oturmuşlardı? Bu sorunun cevabını öğrenme merakı, ne yazık ki kalbimdeki korkuyla aynı anda büyüyordu. Kapıda duraksadım, ne yapacağımı bilemeden onları izledim. Sanki adım atsam bir felaket patlayacak gibiydi. Arkamı dönüp gitmeye çalıştım, ama kalbim adeta yerinden sökülecek gibi sıkıştı. Lucas’ın bir süredir benden bir şey sakladığını hissediyordum, ama ne olduğunu bilmiyordum. Bu sır neydi? Ve bunu öğrenmeye gerçekten hazır mıydım? Lucas’ın sakladığı sır, aramızda aşılmaz bir duvar gibi yükselirken, oradan ayrıldım. (Lucas) Lucia arkasını dönüp uzaklaşırken içimdeki her şey onu durdurmamı, onu alıp buradan götürmemi istiyordu. Henüz farkında olmasa da, o benim sonsuzluğumdu. Kalbimin derinlerine kazınmış, ruhumun bir parçası olmuştu. Lucia, asla kopamayacağım bir gerçek, ruhuma işlenmiş izdi. Ama içinde bulunduğumuz durum, her geçen gün daha da dayanılmaz hale geliyordu. Onun cehennemiyle benim cehennemim birleştiğinde, her nefes alışımda biraz daha fazla boğuluyordum. Bir çıkış yolu bulmalıydım. Onu korumak için... yaşanacakları engellemek için. Gergin adımlarla Esther’in oturduğu masaya doğru ilerledim. Zihnim karmaşık düşüncelerle doluydu; ağır bir planın yükü omuzlarımdaydı. Karşısına geçtiğimde, Esther ikimiz için kahve söyledi. Sessizlik uzadıkça, dayanamayarak onu bozdum. "Seni dinliyorum, Esther." Garson kahvelerimizi bıraktı, uzaklaştı. Esther’in yüzünde ciddiyet vardı. "Daha ne kadar buradasın?" Bu sorunun amacı açıktı; beni denemeye çalışıyordu. Yalnız, bu oyunun kurallarını ben yazıyordum. "Bildiklerini tekrar sormamalısın, Esther," dedim, bakışlarımı ona dikerek. "Gerçeklere gelelim. Asıl ne öğrenmek istiyorsun?" Dudaklarını sıkarken yüzü daha da gerginleşti. Bu oyalama taktiği boşuna bir çabaydı. "Lucia’yla ne işin var, Diablo?" Esther’in bu oyundaki rolü belliydi. O, yalnızca bir piyondu; ancak farkında olmadığı şey, bu piyonu gözden çıkarmamın an meselesi olduğuydu. Ona katlanmamın tek nedeni, zorunluluklardı. "Bir daha beni okul sınırları içinde çağırma," dedim, sesimde soğuk bir tonla. "Hele ki söyleyecek doğru düzgün bir şeyin yoksa." Tam kalkacakken, Esther’in endişe dolu sesi beni durdurdu. "Eduardo, Lucia’nın peşine birini takmamı söyledi." O anda yüz ifademin değiştiğini fark ettim, çünkü Esther’in gözleri dehşetle büyümüştü. Parmak uçlarımı masaya vurarak kendimi sakinleştirmeye çabaladım. Konuştuğumda, bu durumu nasıl kontrol altına almam gerektiğini biliyordum. "Marino’yu görevlendir. Ne yapması gerektiğini bilir." Ayağa kalktığımda, Esther’in bakışları üzerimdeydi. "Ya Eduardo öğrenirse ne olacak Dante?" diye sordu. Duraksadım. İlk defa adımla hitap etmeye cesaret etmişti. "O kısmını ben düşünürüm, Esther," dedim. "Sen sadece rolünü oyna ve sözümden çıkma. Yoksa..." Dudaklarımda alaycı bir gülüş belirdi. "Cümleleri tamamlamayı sevmem. Düşmanlarım da sevmez." Sözlerim Esther’in üzerinde ağır bir gölge gibi durdu. Yanında dikildim, bakışlarımın ağırlığı onu ezdi. Esther soğukkanlılığını korumaya çalışıyordu, ama titreyen bedeni içinde büyüyen korkuyu ele veriyordu. Ona eğildim, sesimi tehditkar bir fısıltıya dönüştürdüm. "İki seçeneğin var, Esther," dedim, gözlerimi ondan ayırmadan. "Ya düşmanım olursun ya da piyonum." "İkisi de gözden çıkarılabilir olmak demek," dediğinde sesi titriyordu. Zekiydi, bunu biliyordum, ama karşısında ben varken bu onu kurtaramazdı. Esther ne kadar çabalarsa çabalasın, gücüm karşısında duramazdı. Gözlerindeki korku, paniğe dönüşmeye başlamıştı. Yavaşça yutkundu, içindeki endişenin boyutu giderek büyüyordu. Güç kime ait, belliydi. Bu gerçek etrafımızdaki havayı ağırlaştırıyordu. "Düşmanım olmayı seçersen…" Sesim soğuk ve sertti. "Seni mahvederim, Esther. Bu, piyon olmaktan çok daha kötü bir seçenek." Artık oyunun kurallarını tamamen anlamıştı. Korkusu, onu doğru kararı vermeye itti. Marino’yu görevlendireceğini söylediğinde tehlikeli bir gülümsemeyle karşılık verdim. Ona daha fazla zaman tanımak gereksizdi; tarafını seçmişti. Restorandan çıktığımda, telefonumu çıkarıp tek bir mesaj attım: Lucia bana ait. Yanıt hemen geldi: Bunu göreceğiz, değil mi Dante? (Lucia) Ders boyunca Pedro'nun anlattıkları zihnime girmiyordu. Gözümün önünden bir türlü silinemeyen Esther ve Lucas’ın son görüntüsü, aklımı tamamen esir almıştı. Pedro'nun, dikkatimin dağıldığını fark ettiğine emindim, ama tuhaf bir şekilde bana hiçbir şey söylemiyordu. Ders sona erdiğinde telefonuma baktım. Chris’ten gelen bir mesaj vardı: "Akşam yedide restoranda rezervasyon yaptırdım güzelim." "Tamam Chris, Lucas ile geleceğiz," diye yanıtladım. Telefonu kapatıp düşüncelere dalmışken Pedro’nun seslenmesiyle irkildim: "Kim?" Bir an tereddütle, "Chris," diye karşılık verdim. Pedro’nun yüzünde bir gölge belirdi, gözlerini kaçırarak, "Hadi hazırlan. Çıkalım," dedi. Eşyalarımı toparlarken Pedro’nun yüzündeki gerginliği fark ettim. Akademiye doğru yürürken dayanamayıp sordum, "Pedro, bir sorun mu var?" Pedro'nun bakışları sertleşti, bana dönüp tek bir kelime söyledi: "Efendim?" Şaşkınlıkla duraksadım. Ne demek istediğini anlamaya çalışırken, "Ne?" diye mırıldandım. "Bana efendim diyeceksin, Lucia." Sözleri beni olduğu yere mıhladı. Ona inanamaz gözlerle baktım. Zoraki bir saygıyla, kelimelerini tekrar ettim: "Peki efendim, bir sorun mu var?" Sözlerim alaycı bir tınıya büründüğünde gözlerinde öfke çaktı. Birden kolumu sertçe yakaladı. Beklenmedik bu tepki canımı acıttı. "Yok," diye karşılık verdi, sesi soğuktu. Kolumu çekmeye çalıştım. "Canımı acıtıyorsun." O an kendisini zorlayarak kolumu bıraktı, ama bakışlarındaki öfke duruyordu. "Bir an önce kendine gelmelisin, kanarya." Sözlerinin ardındaki anlamı kavramaya çalışarak, "Neden bahsettiğini anlamıyorum," dedim. Pedro’nun çenesindeki kaslar gerildi. "Gidelim." Cesaretimi toplayıp onun kolunu tuttum. "Sözünü tamamlar mısın?" Pedro dönüp bana baktığında, yüzü alabildiğine asıktı. "Ben senin arkadaşın değilim, Lucia. Eğer bir daha benimle bu şekilde konuşursan ya da Lucas yüzünden dikkatin dağılırsa danışmanlığından ayrılırım." Lucas mı? Konu bu muydu? Pedro, gözümde her zamankinden daha anlaşılmaz bir hale gelmişti. "Dersimde dalgın ve odaklanamayan bir öğrenci istemiyorum. Eğitilmeye layık değilsen, gitmen en doğrusu olur." Bu kadar sert bir konuşma beklemiyordum. Şaşkınlıkla sustum; sessizliğim Pedro’nun gerilimini daha da artırdı. Bakışları sorgulayıcı ve tavizsizdi. "Anlaşıldı mı?" Zorlukla yutkundum. "Evet efendim." Gergin bir tavırla döndü ve akademiye ilerledi. Pedro’yu sessizce takip ettim. Sınıfa adım attığımız anda, Lucas’ın gözleri hemen üzerimize çevrildi. Bakışlarındaki zeka dolu parıltılar, hem Pedro'nun hem de benim yüzümdeki ciddiyeti anında kavradığını gösteriyordu. Pedro’nun telefonu çalmaya başlayınca, tek kelime etmeden sınıfı terk etti. Yerime geçtiğimde Lucas hızla yanıma geldi; gözlerinde sert bir ifade vardı, beni olduğum yere sabitledi. "Sadece bir kere soracağım," dedi, sesi derin ve karanlıktı. "Ne oldu, S?" Kalbim hızlandı; Lucas böyle olduğunda, dikkatli olmam gerektiğini biliyordum. Ama şu an ona karşı koyacak gücüm yoktu. "Sonra konuşalım mı, Lucas?" dedim; sesimdeki titremeyi saklayamadım. Bir an sessiz kaldı, bakışları daha da keskinleşti. "Umarım düşündüğüm gibi bir şey değildir," dedi, sesi ciddi bir uyarının izleri saklıydı. Başımı kaldırıp ona baktım. "Ne düşünüyorsun ki?" O anda, bir eli belime, diğeri ise kararlı bir biçimde enseme yerleşti. Nefesim kesildi. Lucas’ın dokunuşları her zaman derin bir sahipleniş hissi taşıyordu; gözlerinde ise bir jaguarın bakışı vardı. O bir avcıydı, ve şu an avını kuşatmış gibiydi. "Pedro’nun hayatını zorlaştırmam için bir sebep yarattığını düşünüyorum, S." Sözleri içimde yankılandıkça, Lucas beni kendine daha da çekti. Onun kollarında kaybolmak üzereydim. Boyun eğmek, tüm kontrolü ona vermek anlamına gelecekti; ancak o an içimde tuhaf bir cesaret buldum. Enseme koyduğu elini hafifçe ittim, yüzümü ondan çevirdim. Sesimde soğuk bir kesinlik vardı. "Restorandaki sahneyi bana açıkla, ben de Pedro’yla olan durumu anlatayım, Lucas." Lucas, beni belimden biraz daha çekip kendine tamamen yakınlaştırdı; artık aramızda nefes alacak yer bile yoktu. "Dikkat et, tatlı işkencem," dedi, sesi derin ve sakin bir uyarı taşıyordu. O düşük ama keskin tınısı, beni bir kez daha alt üst etti. "Benden uzaklaşabileceğin bir yer yok, Lucia. Biz birbirimize bağlandık. Cesaretin ve inatçılığın hoşuma gidiyor, ama şu an sınırları zorluyorsun. Sana daha önce de söyledim, tatlı işkencem... Seni tehlikeye atabilecek herkesi mahvederim. Çünkü sen, bu dünyadaki en değerli varlığımsın." Lucas’ın sözleri beni derinden etkilerken, kalbim ona karşı koyacak gücü bulamıyordu. Ona karşı koymam imkansızdı. Gözlerim onunkilere kenetlendi, nefesim onun etkisiyle düzensizleşti. Beni sakin bir kararlılıkla tutarken, ben onun çekim gücüne tamamen hapsolmuştum. Lucas, gözlerini üzerimden ayırmıyordu; bakışları derin, ifadesi yoğundu. Sanki tüm savunma duvarlarımı yıkıyordu, bense bu yıkıma karşı koymaya çalışırken tükeniyordum. Ama Lucas, pes edecek birisi değildi; o, avını bir kez yakaladığında asla bırakmayan bir avcı gibiydi. "Benden kaçmaya çalışma, S. Zaten başaramazsın." Sesi giderek daha fısıltıya dönerken, içinde keskin bir yan taşıyordu. "Ben denedim, bir yolu yok. Boşa uğraşma." Onu bir şekilde durdurmalı, bu etkiden kurtulmalıydım. "Lucas… Bu fazla. Lütfen beni bırak," dedim, sesim kırılgan bir dua gibiydi. Onun baskısı, gözlerindeki derinlik her şeyden vazgeçmem için beni zorluyordu. Ama yine de içimde son bir direnç kalmıştı… "Cevap verirsen, seni bırakırım," dedi. Sözleri o kadar kesindi ki, tüm itirazlarımı susturmuştu. Aramızdaki sessizlik derinleşirken, kalbimde kopan fırtına beni alt üst etti. Aramızdaki bağ, aşktan bile derindi. Gözlerimde her ne gördüyse, bakışlarında yankı buldu. İfadesi yumuşadığında, eli saçlarıma gitti, okşadı. "Senden önce neyi istediğimi bile bilmiyordum. Sen hem en büyük zaferim hem de yenilgimsin." Sözleri, samimiyetiyle beni sarsmıştı; tüm savunma duvarlarım anında çöktü. "Seninle ilgili bilinmeyenlere tahammülüm yok. Beni belirsizlikte bırakma, neler olduğunu anlat, tatlı işkencem," diye ekledi, sesi çekici olduğu kadar keskin bir uyarı taşıyordu. Her kelimesi ruhuma işliyordu. Bu sözler bir itiraf gibiydi ama aynı zamanda korkutucuydu; içimde yarattığı tüm bu karmaşayı artık taşıyamıyordum. "Bir şey olmadı, Lucas," diyebildim sadece, ama kelimelerim zayıftı. Lucas, gözlerimi delip geçercesine bakmaya devam etti. O an Pedro içeri girdi ve bizi böylesine yakın bir halde yakaladı. "Lucas, yerine geç," dedi Pedro, sesindeki öfke açıkça hissediliyordu. Lucas ona baktı ama benden bir santim bile uzaklaşmadı. Sesi sakindi, ancak her kelimesi ince bir tehdit seziliyordu. "Yerimdeyim zaten, Pedro." Bu durumun ortasında sıkışıp kalmıştım, yüzüm utançtan yanıyordu. Lucas aldırış etmeden belimdeki elini çekmemişti. Sadece bir iki santim geri çekildiğinde, bu onun için fazlasıyla yeterliydi. Pedro ders anlatmaya başladığında, Lucas eğilip fısıldayarak kulağıma yakınlaştı. O kadar yakındı ki nefesini tenimde hissedebiliyordum. "Pedro’yu benden koruyabileceğini mi sanıyorsun, Lucia? Sana bir kez bile yaklaşırsa, onu mahvederim. Kimse sana dokunamaz." Sesi, içimde yankılanan fırtınayı büyüttü. "Buna hakkın yok. Böyle konuşmaya, beni bu şekilde sahiplenmeye," dedim, ama sözlerim fısıltıdan ibaretti. Lucas, karanlık bir gülümsemeyle karşılık verdi, elimi tutup kalbime götürdü. "Bir kere daha düşünmelisin, S," dedi, sesi yumuşak ama kesin bir uyarı taşıyordu. "Çünkü kalbine sahibim. Bu da beni hak sahibi yapar." Nefesim kesilmişti. Bu kararlı cümle, her şeyi alt üst ediyordu. Bu kez elimi kendi kalbinin üzerine koyarken, onun bakışlarının ağırlığı altında eziliyordum. "Burası nasıl seninse," dedi Lucas, sesi yankılanarak devam etti, "ben nasıl sana her şekilde aitsem, sen de benimsin güzelim. Yeryüzünde bunu değiştirebilecek hiçbir güç yok." Lucas’ın sözleri, içimdeki tüm dirençleri sarsıyordu. Bu tehlikeli kararlılık, bir yandan içimde bir korku yaratırken, diğer yandan ona karşı dayanılmaz bir çekim hissetmeme yol açıyordu. Zihnimde eski bir cümle yankılandı: "Korku ve arzu, aynı ateşi besler." Lucas’ın yanındayken hissettiğim tam olarak buydu; içimdeki bu karışık duygular, birbirine zıt gibi görünse de aynı kaynaktan besleniyordu. Lucas gözlerimin içine bakarak fısıldadı, sesi yumuşak ama keskin bir tınıyla doluydu. "Sana söylediklerimi anlıyorsun, değil mi, S? Seni korumak için her şeyi yaparım. Beni tanıyorsun; bu konuda ne kadar ileri gidebileceğimi sen de biliyorsun." Lucas’ın bu sözleri, içimdeki karmaşayı bir süreliğine susturdu. Bakışları, yüreğime nüfuz eden derinlikteydi; sanki tüm sırlarımı, korkularımı ve isteklerimi tek bir bakışıyla anlıyordu. Yakınlığının yarattığı ürperti, bir anda yerini bir güven duygusuna bıraktı. "Lucas…" diye fısıldadım, sesimdeki titremeyi kontrol edemeden. Gözlerinin derinliklerinde sadece beni saran bir sahiplenme değil, aynı zamanda orada saklanan kırılgan bir samimiyet vardı. Bu, ondan daha önce hiç görmediğim bir ifadeydi. "Seninle dengemi buldum," diye devam etti, sesi sakin ama kesin bir kararlılıkla. "Kaçmaya çalıştıkça aslında bana daha yakınlaştığını sen de fark edeceksin. Bu bağ, bu ateş, bu sevgi yalnızca bizim, Lucia. Sen benden uzaklaştıkça, seni daha sıkı sararım. Çünkü sen benim dengemsin, sonsuzluğumsun ve hiçbir şey, bizi birbirimizden koparamaz." Lucas’ın kararlılığı beni şaşırtıyor, bir yandan da tüm korkularımı yatıştırıyordu. Onunla olan bu bağ, kendi içimde de bir denge yaratıyor, korkularımı bastırarak yerini bu derin bir aşkla sarmalanan bir güvene bırakıyordu. Belki de gerçekten kaçmanın bir yolu yoktu, diye düşündüm. Lucas’ın yanında kalmak, bu ateşte yanmak ve onunla birlikte bu dengeyi bulmak kaderimdi. |
0% |