Yeni Üyelik
66.
Bölüm
@kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

 

"Bazı fırtınalar, yoluna engel koymaz. Yalnızca seni içine alır ve derinlerine saklar."

(Lucia)

Bir şeyi gerçek yapan neydi? Farkındalık, hisler ya da itiraflar mı? Tam o anda bunların hepsi üzerime üşüşmüş gibiydi. Lucas’a olan hislerim basit bir etkilenmenin ötesindeydi. Kalbim onundu ve ona kanat çırpmaktan asla vazgeçmiyordu. Yorucu bir kanat çırpışının ardından önüme dönerken içimde yankılanan tek bir soru vardı: Peki onun kalbi de bana ait mi? Bu soru uzun zamandır peşimi bırakmıyordu.

Lucas’ın bana olan ilgisini gizlemek gibi bir niyeti yoktu. Derste bile elini belimde tutmaktan çekinmiyordu; o güçlü, sahiplenici tavrı beni hem çekiyor hem de tedirgin ediyordu. Gözlerim her seferinde ona kayıyordu. Kalp kimdeyse, gözler ondan kaçamıyordu. Fakat gözlerimi ona çeviren şey yalnızca kalbimdeki bu çekim değildi. Onu, içindeki sırları tam anlamıyla çözebilmiş değildim. Birlikte geçirdiğimiz zamana, paylaştığımız anlara rağmen, Lucas hâlâ kendinden bir şeyler saklıyor gibiydi.

Bu yüzden aramızda bir duvar vardı, görünmez ama hissedilir bir engel. Lucas kendini bana tamamen açmadan bu duvarın kalkmayacağını, ona tam anlamıyla güvenemeyeceğimi biliyordum.

"Lucia, derse odaklanır mısın?"

Pedro’nun sesiyle irkilip önüme dönerken, Lucas’ın belimdeki parmakları sıkıca kenetlendi. Eğilerek kulağıma fısıldadı, sesi alçak ama tehditkârdı.

"Seninim, S. Kalbim de senin. Artık ne zihnimde ne de ruhumda senden başkasına yer yok. Daha fazla gerilme ve derse odaklan. Ama… öfkem geçene kadar beni zorlama. Çünkü kendimi kontrol edemezsem… sanırım ne yapacağımı söylememe gerek yok."

Geri çekildiğinde bakışlarımız birleşti. Sözleri kalbime dokunmuştu; acı ve tatlı. Ne kadar söylemiş olursa olsun, onu yeniden duymak beni heyecana sürüklüyordu. Kalbim senin. Ondan emin olduğum tek şey buydu. Lucas, benim hem yenilgim hem zaferimdi. Onunla her şey nefes kesici, hayat kurtarıcı ve eşsizdi. Tüm çelişkilerim oydu; tüm cevaplarım da.

Elimi usulca yanağına koydum. O an sınıfta olduğumu tamamen unuttum.

"Bir gün bana güvenecek misin, Lucas?"

Soruma şaşırdı, ama kısa sürede kontrolü ele aldı. Gözleri derin bir anlamla parladı ve dudaklarında, o tanıdık, gizemli gülümsemesi belirdi.

"Bu hayatta güvenebileceğim biri olsaydı, o sen olurdun, S. Bu cevap şimdilik yeterli mi?"

Elbette yetmezdi. Bakışlarımdan bunu anladığını gördüm, ama susmayı tercih ettim. Nasılsa duymak istediklerimizi bile algılarımız belirliyordu. Şu an beni ve düşüncelerimi görmezden geleceğini bilirken susmak en doğrusuydu. Nasılsa her sözün bir günü ve zamanı vardı.

"Egzersizlere başlayabilirsiniz."

Pedro’nun sesiyle yerimizden kalkarken, Lucas’ın gözleri üzerimdeydi; belirsizliğin karanlık gölgesi, ona karşı olan güvenimi sorgulatan görünmez duvarımızdı.

Lucas, bakışlarını bir an bile üzerimden ayırmadan yanımdan kalktı. Koşu bandına yöneldiğimde eşofman üstümü çıkardım; Lucas da diğer koşu bandına geçti ve eşofman üstünü çıkararak egzersize başladı. Bakışlarımızın karşılaştığı her an, aramızdaki sessiz çekim alevleniyor, tüm dikkatimi ona vermekten kendimi alıkoyamıyordum. O ağırlık kaldırırken ben kol egzersizime devam ediyordum, ama Lucas’ın gözlerinin üzerimde olduğunu hissetmemek imkansızdı.

Bir süre sonra doğrulup terini havluyla sildiğinde, Pedro ile göz göze geldi. Lucas’ın yüzünde, o alışıldık oyunbaz ifade belirdi; belli ki bir planı vardı. Pedro ikimize bakarken, Lucas bana uzaktan bir öpücük gönderdi.

"Sınıftan çık!"

Pedro’nun sert sesi yankılandı. Şaşkınlıkla başımı ona çevirdim.

"Ne?"

"Derhal dışarı çık, Lucas! Dersle ilgilenmiyorsan burada bir işin yok," diye ekledi Pedro, sinirle.

Lucas, Pedro’nun karşısında sakince durdu, tek kaşını kaldırarak onu süzdü. Alaycı bir rahatlıkla sordu, "Emin misin, Pedro?"

Pedro’nun yüzü öfkeden gerilmişti. Ama Lucas’ın sakinliği, Pedro’nun kontrolünü kaybetmesine neden olacak şekilde kışkırtıcıydı. Pedro’nun sinirli ifadesine karşılık, Lucas sesini alçaltarak ona fısıldadı.

"Canımı fazla sıkmaya başladın, Pedro."

Pedro, bir an bile tereddüt etmeden Lucas’ı yakasından tuttu ve sertçe sarstı. "Haddini bil, Lucas!"

Lucas alaycı bir ifadeyle sırıttı. "Bilmezsem?"

Pedro’nun gözleri öfkeyle parladı. "Öğretirim."

Lucas, yavaşça yakasını Pedro’nun elinden kurtararak ona meydan okuyan bir bakış attı. "O bana ait, Pedro. Ondan uzak dur."

Pedro’nun dudakları ince bir çizgi halini aldı, sesi buz gibi soğuktu. "Sınıfımdan defol git!"

Lucas, Pedro’yu baştan ayağa süzdü, sesindeki küçümsemeyi gizlemeden alayla sordu, "Duygularına yenilecek kadar mı acizsin, Pedro?"

Yutkundum. Lucas’ın ne yapmaya çalıştığını anlamıyordum ama bu, tehlikeli bir oyundu.

"Defol!"

Pedro, sinirden titreyerek kendini zor tutuyordu. Lucas ise sanki yalnızca onu daha da kızdırmak istiyormuş gibi, alaycı bir gülümsemeyle arkasını dönüp sırasına giderek eşyalarını topladı. Kapıdan çıkmadan önce yüksek bir sesle Pedro’ya döndü, tüm sınıfın duyabileceği şekilde konuştu.

"Sözleri değil, eylemleri daha etkili bulurum. Ama zaten beni yaptıklarımla tanıyorsun, değil mi Pedro?" Pedro, Lucas’a soğuk bir bakış attı. Lucas ise o yıkıcı son cümleyi ekledi. "Peki ama ya yapmadıklarım? Bunu bir düşün Pedro."

Kapıdan çıkarken dönüp bana baktı, gözlerinde şeytani bir kıvılcım vardı. Hafifçe gülümsedi.

"Odanda olacağım, kanaryam. Ders bitince oyalanma ve çabuk gel."

Her kelimeyi, özellikle de "kanarya" kelimesini farklı bir tonlamayla söylemişti. Kıpkırmızı kesildim, sınıftaki herkesin bakışları üzerimdeydi. Tanrım! Lucas kesinlikle delirmişti. Arkasından bakakalmışken Pedro’nun gözlerini üzerimde hissettim.

"Herkes işine dönsün!"

Kelimeleri buz gibi bir tonla ve tane tane söylemişti. Herkes Pedro’nun emrine anında uydu, ben ise yerimden bile kıpırdayamayacak haldeydim. Pedro yanımdan geçerken bir an durup gözlerimin içine baktı. Gözlerinde yalnızca hayal kırıklığı vardı.

Dersin geri kalanını, bana tek bir söz bile söylemeden geçirdi ve sınıfın sonuna kadar masasında oturdu. Sınıftan çıktığında, Liz hemen yanımda belirdi.

"Sen ikiyüzlü, bencil…"

"Liz!" Marino araya girip onu susturdu.

Diğerleri bana garip bakışlar atarken sıramdaki eşyaları hızlıca topladım. Kalbim deli gibi çarpıyordu ve sınıftan adeta kaçarcasına ayrıldım.

Odaya girdiğimde donup kaldım; Lucas oradaydı. Bunu öylesine söylediğini düşünmüştüm ama yine izinsiz bir şekilde odama girmişti. Üstelik bunu her seferinde nasıl bu kadar kolay yapabiliyordu, aklım almıyordu.

Beni görünce sakin bir şekilde ayağa kalktı. Sinirle çantamı yere fırlattım ve adımlarımı hızlandırarak üstüne yürüdüm.

"Sen…"

Sözümü tamamlayamadan beni öptü. O anda tüm dünya alt üst oldu; Lucas’ın öpücüğü bu kez yıkıcı ve kavurucuydu, adeta beni istila ediyordu. Geri çekildiğinde nefesim düzensizce inip kalkmaya başlamıştı; yüzümdeki yanmayı hissediyordum. Bir şey söylemeye çalıştım ama zihnim o kadar bulandı ki tek kelime bile edemedim. Sadece geri çekilebildim. Ama Lucas, beni köşeye sıkıştırmaya kararlıydı.

Geri adım attıkça o daha da yaklaştı; sonunda sırtım çalışma masama çarpınca ellerini her iki yanımdan koydu, beni esir almıştı. Nefesi yüzüme vurduğunda gözlerim istemsiz kapandı. Kulağıma eğildi.

"Kaç, S. Fırsatın varken bunu yap," diye fısıldadı. Sesi, içimde yankılandı.

Beni bırakamıyordu, ama sesindeki bir şey beni korumaya çalıştığını da belli ediyordu. Peki kimden? Sesindeki o derin endişe, bana hissettirdiği koruma içgüdüsü, her şeyden önce ikimizin arasında var olan, kimsenin dokunamayacağı bir bağın işareti gibiydi. Gözlerimi açıp ona cesurca baktım. Bu bir fırsat değildi. Kaçmak bir seçenek değildi. Bu seçimi zaten çoktan yapmıştım. Aramızdaki bu bağ, yalnızca birbirimize ait olma kararlılığımızla güçleniyordu. O, beni korurken, ben de ona güvenmeye, bu yolda birlikte ilerlemeye kararlıydım. Bu, bir adım geri atmak değil, hep birlikte ileriye gitmekti.

"Yalnızca iki seçeneğim var, Lucas. Kaçarsam yakalarsın, durursam beni kalbine hapsedersin. İki durumda da kurtuluşum yok. Zaten bunu konuşmuştuk," dedim, kararlı bir tonla. Sözlerim, aramızdaki mesafeyi daha da küçültüyordu. O, kendisini ve hislerini bana teslim ederken, ben de aynı kararlılıkla ona kalbimi sundum. Ve bu, asla geri adım atılmayacak bir yoldu.

"Peki, sen ne yapmayı düşünüyorsun?" diye sordu, gözlerinde o bilindik meydan okuma parıltısıyla.

"Sana karşı koyacağım."

Bu sözüm üzerine Lucas, dudaklarında hafif bir gülümsemeyle bana baktı. "Zekisin." Ardından burnumun ucuna kısa bir öpücük kondurdu.

Çantasını alırken kapıda durup bana baktı. Gözleri ciddiyetle doluydu. "Bugün yaşanan olay için üzgün değilim, S. Pedro haddini fazlasıyla aştı. Bunu görmezden gelmeyeceğim. Yalnız…," diye duraksadı.

Merakla ona baktım. "Yalnız ne?"

"Senden kendi uzaklaşacak."

"Anlamadım?"

Lucas, gözlerinde karanlık bir parıltıyla yanıt verdi. "Düşmanları yenmenin farklı yolları vardır, Lucia. Zihin savaşı en önemlisidir, onu bugün manipüle ettim ve sonuçlarını göreceksin."

Dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. "Roderick’e de bunu yaptın. Onu manipüle ettin ve sana saldırmasına neden oldun. Sırf benim yüzümden, değil mi?"

Lucas’ın gözlerinde bir kıvılcım belirdi. "Zeki olduğunu söylemiştim, S." Dudağının sol kenarı kıvrıldı. "Bugüne kadar istediğim her şeyi elde ettim. Bir tek sana kıyamıyorum."

Sözleri içime işlerken gözlerime derin bir şekilde baktı. "Bir saat sonra seni alırım, S," dedi ve kapıdan çıktı.

Lucas gittikten sonra derin bir nefes aldım, duşa girip hazırlanmaya koyuldum. Chris ve Chloe’ye akşam yemeği sözüm vardı. Belki dışarı çıkmak, Lucas ve yaşanan olayların getirdiği düşüncelerin esiri olmaktan kurtarabilirdi beni.

Ne giyeceğimi düşündükten sonra vücuduma tam oturan siyah, mini bir elbisede karar kıldım. Saçlarımı açık bırakıp yalnızca biraz parlatıcı sürdüm. Kapı çaldığında karşımda Pedro’yu buldum.

Bakışları üzerimde dolanırken yutkundu. "Biraz konuşalım mı?"

"Olur," dedim ve bir adım geri çekilerek içeri girmesine izin verdim.

Bakışları vücudumda gezindikten sonra gözlerime döndü. Ancak bu kez, gözlerinde kızgınlık vardı. "Onunla aranda tam olarak ne var?"

Soru beni sarsmıştı ama ne diyeceğimi bilemedim. Kaşları çatıldı, bakışları acı doluydu. "Ondan etkileniyorsun, belki de aşıksın."

Sustum. Konuşmak duyguları gerçek kılardı. Bazen sessizlik, cümlelerden daha fazla şey anlatırdı. Pedro, bakışlarındaki hüzünle bana son bir kez bakıp kafasını önüne eğdi.

"Anladım." Kapıya yöneldi ve kapıyı açtığında, karşısında Lucas duruyordu. Yüzünde berbat bir ifade vardı.

"İyi akşamlar," dedi Pedro, soğuk bir tonda. Bizi yalnız bırakarak koridorda kayboldu. Lucas’ın Pedro’nun ardından attığı bakış, öfkeyle doluydu. Ancak kısa bir an sonra yüzü anlamadığım bir sakinlikle bana döndü.

"Hazırsan gidelim mi?"

Beklediğim gibi ne burada ne konuştuğumuzu sormadı. Sessizliği aramızda bir kasırga gibi büyürken, restoran yolunda adımlarımızı takip ettim. Restorana vardığımızda Chloe ve Chris bizi bekliyordu. Sohbetlerine neşeyle devam ederlerken Lucas’ın onlara nasıl eşlik ettiğini izledim. Beni fark etmemezlikten gelmiyordu; her bakışım, her suskunluğum sanki ona yazılı bir mesaj gibiydi.

Chloe bir ara masadan ayrıldığında Chris bana kolye yapımı için istediğim malzemeleri uzattı. Chloe döndüğünde kahvemizi bitirdik ve yanlarından ayrıldık. Akademiye geri dönerken, Lucas usulca elimi tuttu. Gece, okyanustan gelen serin hava ve ay ışığı, büyüleyici bir romantizmin içindeymişiz gibi hissettiriyordu. Fakat bu muazzam güzelliğin karşısında, aramızdaki gerginlik neredeyse elle tutulur hale gelmişti.

Lucas bakışlarını uzaklara dikip sessizliği bozdu. "Sanırım artık herkese kalbimin sana ait olduğunu açıkça belirtmem gerekecek."

"Nasıl?" şaşkınlıkla ona döndüğümde durduk.

"Pedro’nun geride durmasını sağlayacak tek yol bu."

Elini yanağıma koydu; gözleri, okyanus gibi derin ve sükunet doluydu, adeta içimi görebiliyordu. "Yakında Ulusal Umbra Günü Balosu var, S. Her yıl düzenlenir ve dünyanın dört bir yanından umbralar ve öğrenciler bu özel baloya katılır."

Sesi alçaldı, elini belime koyup beni kendine çekti. "Benimle baloya gelir misin, tatlı işkencem?"

Lucas’ın her kelimesi, kalbime derin bir yankı bırakarak işliyordu. Yanıt veremedim; çarpan kalbim ve titreyen ellerim ona ne kadar güçsüz kaldığımı hissettiriyordu. Gözlerimdeki tereddüdü fark etti ve parmaklarını çeneme yerleştirerek bakışlarımı kendine sabitledi. Fısıltısı bir sır gibi yayıldı havaya: "Evet, de."

Başımı yavaşça salladığımda, yüzünde zafer dolu bir gülümsemeyle geri çekildi. Elimi sımsıkı tuttu, bakışları kalbimi kavuracak kadar keskindi. "O halde, kalbimin sana ait olduğunu herkese göstermenin vakti geldi."

Her kelimesi kalbime işlendi. Sözleri içimde derin yankılar bırakırken, onun yanında sanki hiçbir duygu saklı kalamıyordu. O, kelimeleriyle savunmamı parçalamıştı bile. Akademiye vardığımızda beni odama kadar getirdi. Yanağıma dudaklarını yavaşça dokundurdu; öpücüğü sıcak ama sahipleniciydi, sanki bu anı sonsuza dek mühürlemek istercesine. Gözleri gözlerime derin ve anlamlı bir bakışla kenetlendi, sessiz bir veda ama her kelimeden daha güçlü.

"İyi geceler, tatlı işkencem," dedi, sesi kulaklarımda yankılanırken.

"İyi geceler, Lucas…" diye fısıldadım.

O koridorda uzaklaşırken, her adımı ardında bir parıltı bırakıyordu; karanlık içinde kaybolurken bile, tüm ışık hala ondaydı.

(Lucas)

Ona bakıyordum; Lucia’nın gözlerinin içine, her kelimeyi ona daha da derin hissettirmek için sesimi alçaltarak fısıldadım: "Evet, de." Sadece bir sözcük, ama onunla her şeyin yerine oturacağını biliyordum.

Gözlerindeki tereddüt kaybolduğunda, o yavaşça başını salladı. Bu küçük hareket beni beklediğim her şeyden daha fazla tatmin etmişti. Başarmıştım. Geri çekildim ve elini sıkıca tuttum, o anın tadını çıkararak hafifçe gülümsedim. "O halde," dedim, sesimdeki kararlılığı bastıramayarak, "kalbimin sana ait olduğunu herkese göstermenin zamanı geldi."

Yüzündeki şaşkınlık ve heyecan, kalbimde kendi ritmini yarattı. Öylece orada, onun tam yanında olmak bile zihnimin derinlerinde bir bağımlılık yaratıyordu. Akademiye yürürken elim hâlâ onun elindeydi; bu dokunuş öyle sakin, öyle doğal geliyordu ki, kelimeler anlamsız kalıyordu.

Lucia’yı odasına kadar bırakırken bakışlarını kaçırıp yüzünü aşağıya çevirdi. Onun bu çekingen, kırılgan hali… İçimden gelen dürtüye engel olamayıp hafifçe yanağına eğildim ve bir öpücük kondurdum. Ona dokunmak her defasında, kendimi bir adım daha kaybederken bulduğum o anlardan biriydi.

"İyi geceler, tatlı işkencem," dedim. İstediğim her şeye o anda sahipmişim gibi, ama bir adım geri çekilmiş gibi.

O içtenlikle, yumuşacık bir sesle yanıt verdi: "İyi geceler, Lucas…"

Kapı kapandığında koridorda yalnızdım ama zihnimde fırtınalar kopuyordu. Eduardo’nun oyunları, Pedro’nun kıskanç bakışları, hepsi iç içe geçiyordu. Lucia… O benimdi, ve bunu Pedro’ya da, Eduardo’ya da göstermek gerekiyordu. Pedro'nun bakışlarında bir şeyler vardı, bir sahiplenme, bir kıskanma. Ama onun anlaması gereken bir şey vardı: Lucia da kalbi de yalnızca benimdi.

Özellikle Eduardo bunu anlamalıydı. Başından beri onunla olan bu çekişme, yalnızca Lucia yüzündendi. Ve şimdi, her şeyin netleşmesi için, Lucia’nın sadece bana ait olduğunu hem ona hem de herkese göstermek gerekiyordu. Bu fırsat, yaklaşan Ulusal Umbra Günü Balosu’ydu. Balonun, Lucia’yı korumak ve onu tam anlamıyla sahiplenmek için atacağım ilk adım olacağını biliyordum.

Bunu yalnızca Lucia için değil, aynı zamanda Pedro’yu kıskandırarak gerçekleri yüzlerine çarpmak ve Eduardo’ya onun bir piyon olmadığını göstermek için yapacaktım. O gece, gecenin sonunda herkes için tek bir gerçek yankılanacaktı: Lucia, kalbimle bağlı olduğum ve tüm varlığıyla sahip olduğum tek kişiydi. O, bana ait olmalıydı, ve ben de ona.

"Bazı cevaplar, sadece kalbin fısıltısında saklıdır. Fısıldamak cesarettir; duymaksa bir kader."

Loading...
0%