YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.
"Lucas’ın varlığı bir fırtına gibiydi; yakıcı, yıkıcı ve karşı konulmaz. Ama ben, bu fırtınanın tam ortasında huzuru buluyordum." — Lucia
(Lucia)
Lucas’la geçirdiğim günler sanki bir rutine bağlanmıştı. Her sabah beni odamdan alıyor ve Pedro’nun dersine götürüyordu. Öğle ve akşam yemeklerini birlikte yiyorduk; sınıfta da hep yanımdaydı. Onun bu yakınlığı, Pedro’nun ve Liz’in gözünden kaçmıyor ve hoşlarına gitmiyordu. Ama Lucas, sanki dünyanın geri kalanını umursamıyormuş gibi, bütün dikkatini bana veriyordu.
Gecelerimi Chloe’nin kolyesini tamamlama telaşıyla geçiriyordum. Ona hediye etmek istediğim kolye, birkaç gün içinde hazır hale geldi. Zarif, sade ama bir o kadar da anlamlıydı. Ertesi gün Chloe’nin doğum günüydü ve hediyeyi verirken neler hissedeceğini görmek için sabırsızlanıyordum.
Sabah uyandığımda, ilk işim restoranı aramak oldu. Telefonumu elime aldığımda, Lucas’tan bir mesaj bildirimi olduğunu fark ettim: "Günaydın, tatlı işkencem."
Mesaj dudaklarımda istemsiz bir tebessüm oluşturdu. Onunla aramızdaki bağ güçlendikçe, içimdeki kelebekler de coşkuyla dans ediyordu.
"Günaydın Lucas."
"Birazdan yanında olurum."
Her zamanki gibi kontrolcü ve kıskanç tavrını gizleyemiyordu. Ama bu durum beni rahatsız etmiyordu; tersine, kendimi özel hissettiriyordu. "Olur Lucas."
Mesajlaşma bittikten sonra, danışmanlar binasındaki restoranı aradım ve öğle yemeği için dört kişilik rezervasyon yaptırdım. Akşam Chris’in özel bir planı vardı, bu yüzden öğle yemeğini hep birlikte yemeye karar vermiştik. Ayrıca Chloe’nin favorisi olan çilekli ve beyaz çikolatalı pastadan sipariş verdim.
Kahvaltıdan sonra, Chloe’nin hediyesini çantama koydum ve hazırlanmaya başladım. Kapı çalındığında Lucas’ın geldiğini anladım. Çantamı alıp kapıyı açtığımda karşımda duran adamın gözlerinde aşkın en saf halini gördüm. Hiçbir şey söylemeden beni kollarına çekip dudaklarıma kısa bir öpücük kondurdu.
"Seni özledim, tatlı işkencem." Gülümsememi tutamadım.
"Daha dün görüştük Lucas."
"Bu seni özlememek için bir neden değil."
Elimi tuttu ve kapıyı nazikçe kapattı. "Hadi gidelim."
Danışmanlar binasına doğru yürürken elimi hiç bırakmadı. Ama Pedro’nun kapısına gelene kadar tek kelime etmedi. Lucas’ın, Pedro’nun yanında kalmayacağını düşünüyordum ama yanılmıştım. Zile bastım ve birkaç saniye sonra Pedro kapıyı açtı. İkimizle birden karşılaşınca yüzünde belirgin bir gerginlik belirdi.
"Senin danışmanın olduğumu sanmıyorum Lucas."
"Sana da günaydın Pedro."
Lucas’ın alaycı tavrı ortamı iyice gerdi. Pedro, soğukkanlılığını korumaya çalışarak bana döndü. "İçeri geç, Lucia."
Tam Pedro’nun dediğini yapacakken Lucas beni kendine çekti ve yanağıma bir öpücük kondurdu. "Sonra görüşürüz, sevgilim."
Başımı hafifçe sallayıp Lucas’a bir gülümseme gönderirken Pedro’nun huzursuz bakışları üzerimdeydi. İçeri adım atarken Lucas’ın bakışlarındaki zafer dolu ifadeyi yakalamamak imkânsızdı. Kapı arkamızdan kapanırken Pedro derin bir nefes alarak bana döndü.
Pedro’nun keskin ve soğuk sesiyle güne başladım: "Kahvaltı ettiysen derse geçelim."
Onun gergin haliyle tartışmaya girmek istemiyordum. Sesimi olabildiğince yumuşatarak karşılık verdim. "Olur Pedro."
Onunla bu hâlde tartışmak, yapmak istediğim son şeydi. Derse geçtik. Ama Pedro’nun huysuzluğu, sabahki gibi öğleye kadar sürdü. Huzursuz edici bir sessizlik ve aramıza giren görünmez duvarlarla zamanı tüketiyorduk.
Öğle vakti yaklaşırken cesaretimi toplayıp sordum: "Yarım saat erken çıkabilir miyim?"
Pedro, yüzündeki ifadeyi saklama gereği duymadı. Gözleri, duygularını saklamak gibi bir çabaya girişmeden, ruhunun derinliklerindeki öfkeyi yansıtıyordu. "Sevgilinle mi buluşacaksın?"
Sözlerindeki küçümseme ve alay, dayanabileceğimden fazlaydı. Sessiz kalamadım. Ayağa kalkmaya yeltendiğimde kolumu sertçe yakaladı. "Nereye?"
Sesi sertti, tonu otoriter. "İznin olursa banyoya gideceğim."
Burnundan soluyordu. Saniyeler süren sessiz bir meydan okumanın ardından kolumu bıraktı. Hızlı adımlarla banyoya gittim ve yüzümü soğuk suyla yıkadım. Derin bir nefes alarak aynadaki yansımama baktım. Kendimi toparlamalıydım.
Banyodan çıktığımda Pedro, koridorda beni bekliyordu. Yüz ifadesi hâlâ katıydı. "Nereye istersen oraya git."
Sesi sert, katı ve tamamen duygusuzdu. Bu, Pedro’nun en dayanılmaz hâliydi. Bana arkasını döndüğünde, içimdeki öfkeyle hareket ederek kolunu tuttum. "Benimle böyle konuşamazsın."
Bu cesaretimin bedelini hemen ödeyeceğimi biliyordum. Saniyeler içinde beni duvara yasladı, kollarını her iki yanıma koyarak hareket alanımı kapattı. Gözleri, öfkenin ve kontrolsüz duyguların aleviyle parlıyordu. "Nasıl?" Sesi alçak ama bir o kadar tehditkârdı.
"Derdin ne, Pedro? Cidden öğrenmek istiyorum. Lucas ile birlikte olmam seni neden bu kadar ilgilendiriyor?"
Bir anda çenemi kavradı. Dokunuşu sertti, ama gözleri… Gözlerindeki fırtınayı görmemek imkânsızdı. Öfkeyle nefes alıp veriyordu. Sonunda beni bırakıp birkaç adım geri çekildi. "Umurumda bile değilsin. Ama dersime odaklanmaman ve her geçen gün kötüye gitmen umurumda. Bu şekilde devam edersen, danışmanlığını bırakırım."
Bu ikinci tehdidiydi ve sabrım artık tükenmişti. "Nasıl istersen, Pedro."
Sesim titremedi. Onun bu oyunlarına daha fazla tahammül etmek niyetinde değildim. Ancak Pedro, bir adım daha ileri gitti. "Sana haddini ve yerini öğrenmen gerektiğini anlatamadım sanırım."
Ona baktım, ne şaşkınlıkla ne de korkuyla. Bu konuşmanın beni ne kadar yaraladığını hissettirmeden eşyalarımı topladım ve sessizce evden çıktım.
Chloe’nin yanına gitmeden önce yüzümü toparlamaya çalıştım. Onun neşesini gölgelemek istemiyordum. Chris’e kısa bir mesaj gönderdim:
"Chloe’yi alıp yanınıza geliyorum."
Chris, Lucas ile restoranda olduklarını yazdı. Bunun üzerine Chloe’nin katına yöneldim. Kapıyı çaldığımda beni karşılayan gülümsemesi, içimde biriken tüm ağırlığı bir an için silip süpürdü. Sarıldık.
"Merhaba biriciğim."
"Merhaba Chloe. Nasılsın?"
"İyiyim, ya sen?"
"İyiyim ama gözlerin öyle demiyor."
Chloe her zamanki gibi her şeyin farkındaydı. Sessiz kalmanın bir faydası olmayacağını anlayarak duraksadım. "Sorun… yok."
"Lucia?"
Kolumdan tutarak beni içeri çekti. Ciddi bir şekilde yüzüme bakıyordu. "Bir şey olmuş, saklama. Lucas ile bir problem mi var?"
"Değil."
Derin bir nefes aldım ve Pedro ile olanları anlattım. Chloe, söylediklerimi dikkatle dinledi. Yüzündeki ifadeler gitgide daha ciddi bir hâl alıyordu.
"Pedro her zaman biraz dengesizdi, ama sanırım…"
"Ne?"
Dudaklarını ısırdı, sonra bakışlarını tekrar bana çevirdi. "Senden etkileniyor, Lucia. Daha önce böyle davrandığını hiç görmedim. Luna hariç."
Luna… Pedro’nun ilk ve belki de tek gerçek aşkı. Anıları, onun ruhunda kalıcı izler bırakmıştı.
"Chloe, ben onu bu şekilde görmüyorum."
"Biliyorum. Ama sanırım duygularını kontrol edemiyor. Bu da onu daha fazla kızdırıyor."
Bu açıklama beni karmaşık bir sessizliğe sürükledi. Chloe, durumun ağırlığını anlamış gibi elimi tuttu.
"Canını sıkma. Pedro profesyonel bir eğitmen. Bunun üstesinden gelir."
"Umarım. Çünkü Lucas…"
Chloe gülümseyerek sözümü tamamladı: "Bunu asla kabul etmez."
Öyleydi. Lucas’ın doğası böyle bir duruma izin vermezdi. Ama bu, Pedro’nun öfkesini körüklemekten başka bir işe yaramazdı. Başımı salladım ve konuyu değiştirdim.
"Bugün drama yok. Bugün özel ve eşsiz birinin doğum günü. Diğer her şey önemsiz."
Chloe’nin yüzüne yayılan gülümseme içimde bir sıcaklık uyandırdı. Ona sıkıca sarıldım.
"İyi ki doğdun ve hayatıma girdin, Chloe."
"Sen de biriciğim."
Kollarını bana doladıktan sonra geri çekildi.
"Güzel bir öğle yemeği bizi bekliyor. Çıkalım mı?"
"Üstümü değiştirip geliyorum."
Odaya yönelmeden önce bana tekrar döndü.
"Sorunlar bazen bizi karanlık bir koridorda bırakır, biriciğim. Ama yürümeye devam et. Yol bir şekilde aydınlanacaktır."
Onun bu sözleri, Pedro’nun ağırlığını hafifletmese de içimde bir umut kıvılcımı yaktı. Ve o günün, bir kutlama günü olmasını istiyordum. Dramadan uzak, sadece mutlulukla dolu bir gün.
Chloe’nin minik papatyalarla süslenmiş yeşil elbisesiyle yanıma geldiğinde yüzünde bir çocuğun saf mutluluğu vardı. Her zamanki gibi ışıl ışıldı. "Harika görünüyorsun. Chris sana yeniden âşık olacak."
Gözleri hemen utançtan yere kaydı. Yüzünde beliren hafif kızarıklık, onun masumiyetini daha da belirgin kıldı. "Teşekkür ederim," diye mırıldandı ve birlikte asansöre doğru yürüdük.
Ama asansörün kapısı açıldığında karşımızda Pedro vardı. Hayatın zamanlaması, kimi anlarda zalimce bir şaka gibi gelirdi. Göz göze geldik, ancak birbirimize bir şey söylemedik. Sessiz bir selamlaşmanın ardından Pedro, Chloe’ye döndü ve yumuşak bir sesle konuşmaya başladı. "Bugün çok hoş görünüyorsun Chloe."
Chloe’nin gözleri parladı, ama Pedro’nun kaşları bir anda çatıldı. Bir şey hatırlamaya çalışır gibi bir ifadeyle başını yana eğdi. Sonunda bir ışık belirdi yüzünde.
"Bugün doğum günün, değil mi?"
"Evet, Pedro. Hatırladın."
Gülümsemesi her zamanki gibi sıcaktı. Pedro, hafif bir mahcubiyetle başını eğdi. "Unuttuğum için özür dilerim. Doğum günün kutlu olsun."
Chloe’ye sarıldı. O an, Pedro’nun ifadesi yumuşamıştı; gerçekten samimi görünüyordu. Chloe, iyi kalbinin doğal bir yansımasıyla teşekkür etti. Pedro geri çekilirken hâlâ gülümsüyordu.
Bir süre sonra Pedro, sanki düşüncelerine yenik düşerek konuştu: "Size bir yemek ısmarlayabilir miyim?"
Chloe’nin yüzü bir an şaşkınlıkla aydınlandı ve bana döndü. Onun cevap vermekte zorlandığını görünce söze girdim. "Yemek rezervasyonumuz var, Pedro."
Pedro, kısa bir duraksamanın ardından anlayışla başını salladı. "Ah, anladım. Affedersiniz. O zaman size iyi eğlenceler."
Görünürde nazikti, ama kararsız bir an yaşasa da yanımızdan uzaklaşmaya başladı. Chloe’nin iyi niyeti, ona engel olamadı. "Sen de bize katılmaz mısın?" dedi masumca.
Pedro tereddütle başını çevirdi. "Planınızı bozmak istemem."
Ancak o anda restoranın girişinde Lucas belirdi. Pedro ile Lucas’ın bakışları havada buluştu ve gerilim adeta fiziksel bir hal aldı. Pedro’nun durumu hemen kavradığı açıktı. Yine de soğukkanlı bir şekilde konuştu: "Aslında çok isterim."
Tanrım, bu bir felaket olacaktı. İçimdeki düğüm gittikçe sıkılaşıyordu. Chloe’nin bakışları bana çevrildiğinde sessizce onu suçlayan bir ifade yolladım. Dudaklarını oynatarak fısıldadı: "Özür dilerim."
Pedro’yla restorana doğru yürümeye başladılar. Arkalarından onları izlerken Lucas’a doğru ilerledim. Gergin duruşunu fark etmemek mümkün değildi. Sert hatları ve keskin bakışları, avını izleyen bir yırtıcıyı andırıyordu.
"Neler oluyor, S?" diye sordu, sesi kontrol edilebilir bir sakinlikteydi.
"Chloe, Pedro’yu da yemeğe davet etti," dedim hafifçe suçlu bir tonda.
Lucas’ın yüz kasları hafifçe gerildi, ama öfkesini bastırmaya çalışıyordu. Yanağına bir öpücük kondurdum, ellerini tuttum. "Üzgünüm, lütfen daha fazla kızma."
Sözlerim ve dokunuşum ona bir an için huzur getirmiş gibi görünse de gözlerinin derininde saklı o karanlık parıltı hâlâ oradaydı. "Sorun değil, S," dedi alçak bir sesle. "O kaba davranmadıkça elimden geleni yaparım."
Söyledikleri, olması gereken mantıklı bir yaklaşım gibi görünse de bakışlarında gizlenen tehditkâr alt ton, bir şeylerin ters gidebileceğini hissettiriyordu.
Yemek boyunca Pedro ve Lucas arasındaki gerilim adeta havada elle tutulur bir ağırlık yaratmıştı. Yine de Chloe’nin enerjisi ve Chris’in şakaları ortamı biraz olsun yumuşatmayı başardı. Pastanın masaya gelmesiyle yüzler gülmeye başlamıştı.
Lucas, Chloe’nin sevdiği kitabın ilk baskısını ona verirken, ben de tasarladığım kolyeyi hediye ettim. Chloe’nin gözleri doldu; heyecanı, kelimelere dökülecek kadar saf ve gerçekti. "Lucia, bu harika."
Gülümsedim. "Kendim tasarladım."
"Gerçekten mi?"
"Evet, malzemeleri bulmamda Chris’in yardımı çok dokundu."
Chris’le kısa bir gülümseme paylaşırken fark ettim ki Pedro bana bakıyordu. Yüzündeki ifade… Hayranlık mıydı? O an Lucas’ın gözleri Pedro’ya çevrildi ve durumu tamamen kavradı. Geriye yaslandı, yüzündeki ürkütücü sakinlikle. İşte bu Lucas, asıl korkmam gerekeniydi. Gerçek bir avcı gibi hareket eden, plan yapan ve sabırla bekleyen Lucas.
Chloe, hiçbir şeyin farkında olmadan ayağa kalktı, sırayla beni ve Lucas’ı öptü. "İkiniz de harikasınız."
Hediye edilen kolyeyi hemen taktı, mutluluğu yüzünden taşarken bize döndü. "Çok yakıştı. Bayıldım, teşekkür ederim."
"Rica ederim. Mutlulukla kullan," dedim yumuşak bir sesle.
Chris kahveleri sipariş ederken, sessizce kulağıma eğildi. "Sakin ol. Bir şey olmayacak."
Derin bir nefes alıp fısıldadım: "Umarım."
Ama içimde bir yerlerde, fırtına bulutlarının hâlâ orada beklediğini hissediyordum.
Kahveler masaya geldiğinde Chloe, sessizliği bozdu. "Önümüzdeki hafta balo var," dedi neşeyle. "Bu sefer maskeli bir balo yapacaklarmış. Konsept ‘Maskeler ve Gölgeler.’"
Söylerken gözleri parladı. Ardından bize döndü. "Kıyafetini almaya beraber gidelim mi?"
Lucas, beklenmedik bir şekilde konuştu. Sesi her zamanki gibi derindi ama bu kez içinde bir gurur barındırıyordu. "Kıyafeti özel olarak tasarlanıyor."
Hepimiz bir anda Lucas’a döndük. Şaşkındım. Lucas, hiçbir şey olmamış gibi masanın üzerindeki elimi aldı, dudaklarına götürdü ve hafifçe öptü.
"Baloya benimle geleceğini söylediğinde senin için özel bir kıyafet sipariş ettim."
Boğazım düğümlendi. Sözleri, ciddiyetle sarf edilmişti, ama bakışları… İçindeki jaguar yine ortaya çıkmıştı. Karanlık, mağrur ve kontrol edilemez bir güçle dolu.
"Ben… teşekkür ederim, Lucas."
Gülümsemesi yüzüne yayıldı, ama bakışları çoktan Pedro’ya kaymıştı. Pedro’nun gergin ifadesine aldırmadan Lucas’ın sözleri zihnimde yankılandı: "Ben seninle ilgili hiçbir şeyi öylesine yapmam. Hiçbir hareketim sıradan değil, S."
Pedro’nun boğuk sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım. "Derse geç kalacağız, Lucia. Gidelim."
"Olur."
Chloe ve Chris’in yanaklarından öptüm.
"Bir hafta sonu birlikte bir plan yapalım," dedi Chloe.
"Harika bir fikir. İsterseniz size pizza da yaparım," dedim.
Chloe heyecanla alkışladı. "Mükemmel! Sen de gelmelisin, Lucas."
Lucas başını sallayarak sakin bir gülümsemeyle diğerleriyle vedalaştı. Üçümüz asansöre ilerlerken sessizliğimi korudum. Asansör kapısı kapandığında Pedro’nun yanındaki enerji, neredeyse fiziksel bir ağırlık taşıyordu. Kata vardığımızda Pedro önden ilerledi. Lucas ise geride kaldı.
Elimden tuttu, beni olduğu yere sabitledi. Sesi alçaldı, ama ciddiyeti bir fısıltıdan daha keskin bir şekilde hissediliyordu. "Aklındaki saçma düşünceleri unut, S. Sadece sana özel bir kıyafet almak ve seni mutlu etmek istedim. Ama..."
Bir elini çeneme koydu, yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Bakışlarındaki kararlılık nefesimi kesti.
"Baloda herkese, özellikle Pedro’ya, bana ait olduğunu göstereceğim."
"Lucas…"
Sözlerim boğazımda düğümlendi. Sesi daha da sertleşti.
"Her şey özel olacak, çünkü Pedro sınırları çoktan aştı."
Burnumun ucuna küçük bir öpücük kondurdu, sonra kulağıma eğildi. "Tüm dengemi mahvediyorsun, S. Seninle de sensiz de talan oldum."
Geri çekildiğinde gözlerimle ona karşı koymaya çalıştım, ama o çoktan dönmüş ve yürümeye başlamıştı.
Eve girdiğimde Pedro’nun sesi bütün salonu doldurdu. "Lucia!"
Adımlarını hızlandırdı. Öfke, adımlarına ve bakışlarına kazınmıştı. "İçeri geç."
Bu emir veren tonu, canımı sıkmaya başlamıştı. "Pedro, artık benimle bu şekilde konuşma. Bu tavrın—"
Üzerime geldi, sırtım kapıya çarptı. "Evet, bu tavrım ne Lucia? Söyle bakalım."
Gözlerimi ona diktim. "Mevkin ne olursa olsun bu bana kaba davranabileceğin anlamına gelmiyor."
"Öyle mi?" dedi, sesi alaycı ve öfkeli bir karışımla doluydu. İlk kez bu kadar kontrolsüzdü.
Bir elini yanımdaki duvara koydu, diğer eliyle bana işaret etti. "O zaman sana yeni haber, kanarya. Canım fena halde sıkkın ve bunun tek sorumlusu sensin."
Şok içinde ona baktım. "Bu ne demek?"
Pedro’nun gözleri karanlık bir girdaba dönüştü. "Yerini ve haddini bilmiyorsun."
"Sınırları asla aşmadım," dedim titreyen bir sesle.
Başını bana eğdi. "Kalbimi aştın."
Bu kelimelerle dünya durmuş gibiydi. Yutkundum, kelimeler bulmaya çalıştım ama hiçbir şey çıkmadı.
"Tahammül edemiyorum, Lucia. Seni onun yanında görmeye, sana dokunmasına, bakışlarındaki aşka…" Gözlerini kapattı, acıdan dudakları gerildi. "Sana yenik düştüm, kanaryam."
"Pedro…" dedim, ama ne söyleyeceğimi bilmiyordum.
Elini çeneme koydu, beni ona bakmaya zorladı. Bakışları anlam yüklüydü, hüzün ve arzu arasında kaybolmuş gibiydi. "Duygularımı kontrol edebilecek kadar güçlü değilim. Bugün danışmanlık görevimden ayrılıyorum. Tekrar Chloe ile çalışmanı sağlayacağım."
Sadece başımı salladım. "Peki."
Aramızdaki mesafe bir uçurum gibi hissettiriyordu. İçeri doğru yürürken Pedro’nun son sözleri yankılandı kulaklarımda: "İmkânsızsın, kanaryam."
Evden çıkmadan önce Pedro, derin bir ifadeyle bana baktı. "Özel derslere devam edeceğiz."
Hemen itiraz ettim. "Hayır, Pedro. Buna gerek yok. Ben sana daha fazla yük olmak ya da acı vermek istemiyorum."
Buruk bir şekilde gülümsedi. "Sen bana yük olmazsın, Lucia. Ayrıca… en azından arkadaş kalabilmeyi isterim."
Bu sözler, içimde bir şeyleri yerinden oynattı. Pedro benim eğitmenimdi. Arkadaş olmak… düşündüğümden daha zordu. Yine de onu daha fazla zorlamak istemedim. Hafifçe başımı salladım. "Teşekkür ederim. Esther ile bugün konuşacağım. Pazartesi Chloe yeniden danışmanın olur."
"Tamam."
Evden çıktık. Okula giderken ikimiz de sessizliği bozmadık. Sınıfa adım atar atmaz Lucas’ın bakışlarının üzerimize sabitlendiğini hissettim. Pedro her zamanki gibi soğukkanlı görünüyordu, ama Lucas bir şey fark etmişti. Dudaklarının bir yanı alaycı bir şekilde kıvrıldı.
Yanına ilerlediğimde yüzündeki ifade hızla değişti, ama o ilk anlık bakışı görmüştüm: zafer ve intikam.
"Neler olduğunu biliyorsun, değil mi?" diye fısıldadım ona.
"Seninle ilgili bir şeyleri kaçıracağımı sanmadın, değil mi, S?"
Yanına oturduğumda, kulağıma eğildi. "Sana söylemiştim, S. Her savaş fiziksel olarak verilmez."
Bana daha önce söylediği cümle zihnimde yankılandı. "Zihin savaşı en önemlisidir. Onu bugün manipüle ettim ve sonuçlarını göreceksin."
Derin bir nefes aldım. "Sana inanamıyorum."
Pedro’nun sesi sınıfta yankılandı. "Lucia, Lucas. Önünüze dönün."
Lucas, sanki hiçbir şey olmamış gibi keyifle gülümsedi. Önüne dönerken o anlık zaferini ilan edercesine mırıldandı: "Söz konusu sen olduğunda yapacaklarım bazen beni bile ürkütüyor, S. Ama pişman değilim. Pedro’yu senin etrafında görmekten hoşlanmıyorum."
Teorik ders boyunca yanımda oturdu, ama gerginliğim bir an olsun azalmadı. Pratik ders için eşleştiğimizde karşımdaydı. Hareketlerime odaklanamıyordum, bu da Lucas’ın dikkatinden kaçmadı. Durdu ve yanıma geldi.
"Bana kızma, tatlı işkencem."
Kaşlarımı çattım. "Bazen beni de manipüle ediyorsun gibi geliyor."
Gözlerinde yumuşak bir parıltıyla bana baktı. "Seni kimse manipüle edemez, S. Bunu sadece zeki olduğun için söylemiyorum."
Yanağımı okşadı. Bakışları derin bir aşkla doluydu. "Farkında bile değilsin, ama ruhlarımız aynı. Bu yüzden denesem bile başarılı olamazdım."
Gözlerimi ona diktim. "Bazen canımı fazla sıkıyorsun, Lucas."
Hafifçe gülümsedi. "Farkındayım. Yine de bana karşı koyamıyorsun."
"Bu bir manipülasyondu. En azından dikkat dağıtma."
"Gördün mü? Denesem bile başaramayacağımı söyledim. Anında fark ettin."
Belime sarılıp beni tamamen kendine çekti. Gülümsemesi derinleştiğinde bir an sınıfta olduğumuzu unuttum. Yanağındaki gamzesi kalbimi çılgına çeviriyordu, ama öfkeme tutunmaya çalışıyordum.
"Sinirlenme. Şakalaşıyorum sadece. Seni asla manipüle etmem, köşeye sıkıştırmam. Bu ilişkide her şey senin tercihin olacak. Seni asla zorlamam. Sen benim en kıymetlimsin. Ama sana yaklaşanlara… ya da beni çileden çıkaranlara… izin vermem, tatlı işkencem. Yaptığım şey için üzgün değilim."
Pedro’nun sesi, ortamın gerilimini daha da artırdı. "Antrenmanı aksatacaksanız, sınıfımdan çıkın. İkiniz de."
İrkilirken Lucas’ın kollarından kurtulmaya çalıştım, ama Lucas hiç oralı olmadı. Hala beni bırakmamıştı. "Çıksak iyi olacak, Pedro," dedi sakin bir şekilde.
Şaşkınlıkla ona baktım. Beni yavaşça bıraktı, ama bu sefer çantalarımızı aldı ve kolumu tutarak beni sınıftan dışarı çıkardı. Pedro’nun öfkeyle kıpkırmızı olmuş yüzü, kapıdan çıkarken zihnime kazındı.
Asansöre varana kadar Lucas konuşmadı. İçeri girer girmez beni asansör duvarına yasladı. "Sen delirdin mi, Lucas?"
Dudakları dudaklarıma kapanırken cümlelerim boğazımda tıkandı. Geri çekildiğinde zar zor nefes aldım. "Senin delinim, S."
Kata ulaştığımızda elimi tuttu, odama doğru yürüdük. Kapıyı kapattığında beni nazikçe yatağa yönlendirdi. Yanıma uzandı ve beni göğsüne çekti.
"Bir süre böyle kalalım, olur mu?"
Sesi yumuşak, ama bir o kadar derindi. Saçlarımı kokladığında, içimdeki bütün direnç dağıldı.
"Bazen düşündüğümden, hatta nefesimden bile daha fazla sana ihtiyacım oluyor, Lucia. Bu asla değişmeyecek."
O an daha fazla düşünemedim, ona kızgın kalamadım. Beline sarıldığımda derin bir nefes aldı. "Her şeyimsin. Kalbimdeki yerin o kadar büyüdü ki beni aştı, Lucia. Senin için her şeyi göze alırım. Alıyorum da. Seni dünyanın sonuna kadar takip eder, korurum. Beni yargılama."
Çenemi tutup yüzümü yukarı kaldırdı. Gözleri kararlı ve doluydu. "Seni seviyorum, tatlı işkencem. Ne aramızdaki bağ ne de bu sevgi asla değişmeyecek. Bunu sen de biliyorsun."
Sözlerinin doğruluğunu reddedemedim. Kalbimde, derinlerde bir yerde, her şeyi hissediyordum. Dudaklarımı aralayıp ona fısıldadım. "Sen kimsin, Lucas?"
Gözlerindeki karanlık dalgalandı. Hırçın bir fırtına koptu. Yanağını nazikçe okşadım, fırtına biraz olsun yatıştı.
"Belki bir gün söylersin, sevgilim."
İlk kez ona bu şekilde hitap ediyordum. Sözlerimle yüzü değişti. Bakışlarında karanlık kayboldu, yerine huzurlu bir parlaklık geldi. Dudakları, mutluluk dolu bir şekilde benimkileri buldu.
"Bir gün beni yok edeceksin, S. Ne şekilde olacağını bilemesem de…"
Sonra beni tekrar göğsüne çekti. Yemek vaktine kadar öylece kaldık. Huzur içinde.
"Bazı savaşları kazanmak için her şeyden vazgeçersiniz. Ama onun gözlerinde kaybolmak… işte bu, kendi ruhumu bile feda etmeme değerdi." — Lucas
Okur Yorumları | Yorum Ekle |