68. Bölüm

65

kitsudaphne
kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

 

"Onun bakışlarında kayboluyorum, ama kaçmak… imkansız." — Lucia

(Lucia)

Lucas ile yemekhaneye indiğimizde, Liz ve diğerlerinin bakışları üzerimizdeydi. Her zamanki gibi. Sessiz bir merakla bizi izliyorlardı. Onlara göre ben, Lucas’la aynı masayı paylaşmayı hak edecek biri değildim. Ama masalar, insanlar gibi geçmişte takılı kalamazdı. Biz bir süre önce o masayı kendimize ait kılmıştık ve bu gerçek, Liz dahil herkes tarafından kabullenilmişti.

Tepsilerimize birkaç şey aldıktan sonra masamıza ilerledik. Lucas her zamanki rahatlığıyla yerini aldı. Ben de karşısına geçip oturdum. Sessizliği, bir süre sonra Marino’nun belirmesi bozdu.

"Merhaba, Lucia."

"Merhaba, Marino."

Marino’nun yüzündeki dostane gülümseme, Lucas’ın yanına eğilerek ona bir şeyler fısıldamasıyla kayboldu. Fısıldadığı kelimeler Lucas’ın keskin yüz hatlarında bir gölge gibi dolaştı. Sonunda Lucas başını hafifçe eğerek onay verdi.

"Lucia’yı odasına bıraktıktan sonra ilgileneceğim."

"Peki, efendim."

Marino'nun uzaklaşan siluetine baktım. Kaşlarımı kaldırıp Lucas’a döndüğümde gözleri bana çevrilmişti. "Bu da şimdi konuşmayacaklarımızdan mı?" diye sordum.

Lucas gülümsedi. O tehlikeli, insanda aynı anda hem tedirginlik hem de büyülü his uyandıran gülümsemesiyle. "Evet, tatlı işkencem. Yemeğini soğutmadan ye."

"Ne kadar da otoriter," dedim, sesimde bir meydan okuma saklıydı. "Ama bana emir vermeyi kesmelisin, sevgilim."

Son kelimeyi özellikle vurguladım. Lucas’ın çenesindeki kas gerildi. Alt dudağını ısırdı ve yüzüne bir gölge indi.

"Böyle söylemeye devam edersen..." dedi, ama cümlesini yarıda kesti. Sessizliği, ne söyleyeceğini düşündüğünden daha ağır bir mesaj taşıyordu.

Lucas’ın bakışları tabağına düştü ve yemek yemeye başladı. Bu suskunluk anlarında bile aramızdaki gerilim o kadar yoğundu ki, nefes almak zorlaşıyordu.

Yemeğimizi bitirdiğimizde Lucas, her zamanki gibi, beni odama kadar getirdi. Kapının önünde durduk. "İyi geceler, S," dedi, sesi alçak ve samimi bir tonda.

"İyi geceler, sevgilim."

O kelime yine o yoğun tonlamayla çıkmıştı ağzımdan. Lucas’ın nefesi durdu. Bakışları karanlıkla doldu. "Bu şekilde söyleme."

"Ne şekilde?" dedim, neredeyse masum bir tonla.

"Bu şekilde söylediğinde beni delirtiyorsun, Lucia. Yapma."

Lucas’ın bu anlarda nasıl bir savaştan geçtiğini görebiliyordum. Ama onun sınırlarını zorlamak hoşuma gidiyordu. "Peki, sevgilim."

Gülüşümdeki meydan okuma Lucas’ın sabrını azalttı. Tepkisi beklediğimden daha hızlı ve daha sert oldu. Bir anda beni kapıyla kendisi arasına sıkıştırdı. Nefes almak bir lüks gibi geldi o an.

"Benimle oynamayı seviyorsun, değil mi?" dedi, sesi bir uyarı kadar alçak ama midemi alt üst eden cinstendi.

Başımı salladım. Bu onu hem memnun etti hem de daha tehlikeli birine dönüştürdü. "Üzerimdeki etkin, sandığımdan daha tehlikeli. Fazla, Lucia. Durduramayacağım kadar fazla."

Tam o an telefonu çaldı. Bir an bakışlarımız ayrıldı. Lucas telefonu cebinden çıkardı, ekrana baktı ve kaşları çatıldı. "Geliyorum," dedi kısa bir süre sonra.

Kapımı açarken gözlerim istemsizce ona döndü. "Sabah görüşürüz, tatlı işkencem," dedi, gülümsemesi her zamanki gibi hem sakin hem de yakıcıydı.

"Sabah görüşürüz, sevgilim."

Kapımı kapatmadan hemen önce bir kez daha döndüm ona. O karanlık bakışları son bir kez daha üzerimde gezindi.

"Beni kalbimden vuruyorsun, S," dedi. Sesi o kadar yoğundu ki, ruhuma işledi.

Kapıyı kapatmadan kalbimin derinliklerinden gelen bir cümle döküldü dudaklarımdan.

"Sen beni kalbimden vurma."

Kapıyı kapattığımda söylediklerimin ağırlığıyla sarsıldım. Lucas beni değiştiriyordu. Kendime bile itiraf edemediğim şekilde.

(Lucas)

Kapının dışında kaldım.

"Sen beni kalbimden vurma."

Sözleri hâlâ zihnimin duvarlarında yankılanıyordu. Basit bir cümle değildi bu; Lucia’nın, bana göründüğünden çok daha kırılgan bir tarafını açık ettiğinin kanıtıydı. Gözbebeğimdi o. Aşkın anlam bulmuş hâliydi. Ama bu cümle, beni tam kalbimden vurduğu kadar, içimde derin bir korkuyu da uyandırmıştı.

Ya gerçekleri öğrenirse? Ya benden vazgeçerse?

Bu düşüncelerle baş başa kalmaya dayanamayarak hızla yemekhaneden çıktım ve Marino’nun yanına gittim. Onun bekleyen ciddi ifadesi, durumun düşündüğümden daha karmaşık olduğunu anlatıyordu.

"Dinliyorum," dedim soğukkanlı bir tonda.

"Roderick harekete geçecek," dedi Marino, sesi titrek bir ciddiyetle.

"Devam et."

"Lucia’ya yaklaşmaya çalışıyor. Bunun için de dışarıdan yardım istemiş."

"Kiminle çalışıyor?"

"Vito’ya ulaşmış."

Vito. Adı geçtiğinde damarlarımda bir sıcaklık hissettim, ama biliyordum; bu bilgi yanıltıcıydı. Çünkü Vito burada değildi. Bu işin arkasında başka bir şey vardı.

"Bilgiye kim ulaştı?"

"Liz," dedi Marino tereddütle. "Ama ya bu da yeni bir oyunsa..."

İçime derin bir nefes çektim. Öfke ve sabrın arasında ince bir çizgide yürüyordum.

"Vito ve Roderick’le ben ilgilenirim. Aurelius ve Ivy’ye Roderick’i yakın markaja almalarını söyle. Lucia’ya asla yaklaşmayacak."

"Anlaşıldı, efendim."

"Şimdilik bu kadar, gidebilirsin."

Marino uzaklaşırken bir süre onu izledim, sonra Liz ile konuşma zamanı geldiğini anladım. Ama önce... Cortez’i aradığımda telefonu birkaç kez çaldıktan sonra açtı. Sesindeki meraklı ton, beni beklemediğini hissettiriyordu.

"Merhaba, Cortez."

"Dante, bir sorun mu var?"

Cevabındaki kesinlik beni duraksattı. Haklıydı; bu hattı yalnızca gerçekten kritik bir durumda kullanırdım.

"Vito nerede?" diye sordum direkt olarak.

"Saratov’a geçti."

Derin bir nefes aldım. Bilgi doğrulanmıştı. Ancak bunun yeterli olmadığını hissediyordum.

"Tamam," dedim kısaca.

"Bu kadar mı?" diye sordu. Sesindeki alaycı ton, üzerimdeki gerilimi dağıtmak yerine daha da artırdı.

"Önemliydi," dedim. Ardından kısa bir sessizlik oldu. Cortez’in beklediğini biliyordum.

"Eduardo ile ilgili bir sorun mu çıktı?" diye sordu.

"Hayır," dedim, tereddüt ederek. Ama asıl sorunun ne olduğunu saklamak istemiyordum. "Lucia ile ilgili."

Cevabım, hattın diğer ucunda hafif bir sessizlik yarattı. Cortez sonunda konuştu.

"Yapabileceğim bir şey var mı?"

"Yardım ettin zaten," dedim.

"Dante?" dedi bir anda, sesinde nadir bir samimiyetle.

"Efendim?"

"Mia seni özledi."

Mia’nın adını duyduğumda içimdeki sıkıntı anlık bir huzura dönüştü. Dudaklarımda istemsiz bir gülümseme belirdi.

"Arayacağım," dedim, daha sakin bir tonda.

"Tamam," dedi. "Sonra görüşürüz."

"Görüşürüz."

Telefonu kapattığımda, kısa bir an için kendimi daha dengeli hissettim. Ancak gerçeklik, bir dalga gibi üzerime çökmekte gecikmedi. Lucia’nın çevresindeki tehditler ve karanlık oyunlar beni daha dikkatli olmaya zorluyordu. Ama ne olursa olsun, onun zarar görmesine izin vermeyecektim.

Lucia benim ışığımdı. Ve bu ışığı, dünyanın karanlığından korumak için her şeyi yapacaktım. Şimdi son bir şey kalmıştı. Kararlılıkla adımlarımı hızlandırdım ve Liz’in odasına yöneldim.

Kapıyı çaldığımda, yüzümdeki ifadeyi gördüğü anda heyecanı hızla yerini tedirginliğe bıraktı. "Marino ile konuştum," dedim, sesim sakin ama keskin bir tehdit gibi odanın içinde yankılandı.

Kapıyı kapatıp ona döndüğümde, Liz’in bakışlarındaki korkuyu hissetmemek imkânsızdı. "Niye yalan söyledin?" dedim, aramızdaki mesafeyi azaltarak.

"Sana yalan söylemedim!" dedi, sesinde bir tür savunmasızlık vardı. "Roderick kızın peşinde."

Bir adım daha attım. Geri çekilmeye çalıştı, ama kaçacak yeri yoktu. Ensesinden tutup onu kendime doğru çektim. Gözleri büyümüştü.

"Niye yalan söyledin, Liz?" dedim tekrar, her kelimeyi bir bıçak gibi keskinleştirerek.

Bu kez bakışlarındaki korku yerini çaresizliğe bıraktı. Bir damla yaş yanaklarından aşağı süzüldü.

"Sana asla yanlış bilgi getirmem, Lucas," dedi boğuk bir sesle.

"Son şansın, Liz. Tekrar dene."

"Seni seviyorum," dedi bir anda. Sesindeki kırılganlık beni anlık bir sessizliğe sürükledi. "Beni görmezden gelmen... buna katlanamıyorum."

Ellerimi çekip bir adım geriye gittim. Derin bir nefes aldım, ama içimdeki öfke dinmemişti.

"Yanımdakilerin sadakatine çok önem veririm, Liz. İhanet, asla tahammül edemeyeceğim bir şeydir. Bunu yapmamalıydın."

"Sana ihanet etmedim! Gerçekten peşinde, Lucas!"

"Vito işi yalan," dedim sert bir şekilde. "Onun adını duyduğumda Lucia ile ilgilenmeyeceğimi düşündün, değil mi? İşte bu yüzden beni kandırmaya çalıştın."

Liz gözyaşları içinde titriyordu. "Bunu bana yapma..." diye fısıldadı.

"Ben bir karar verene kadar ekipten ve görevden uzaklaştırıldın," dedim, kapıya doğru ilerlerken. Kapıyı açmadan önce son kez ona baktım. Gözlerindeki çaresizlik, beni etkilemedi.

"Daha fazla hata yaparsan..." dedim, sesimdeki tehdit belirgindi. "Seni mahvederim. Adımlarını dikkatli at, Liz."

Odayı terk ettiğimde zihnimdeki kaosla danışmanlar binasına doğru ilerledim. Asansörle en üst kata çıktım. Dairemin kapısına vardığımda, bir süre duraksadım. Ama tam o sırada asansör bir kez daha açıldı. Pedro, telefonla konuşarak dışarı çıktı. Beni gördüğünde olduğu yerde kaldı.

Esther’in dairesinin kapısı açıldığında, Pedro hiçbir şey söylemeden oraya ilerledi. O anda aramızda sessiz bir anlaşma imzalandı. Bunun anlamını daha sonra çözmek üzere hafızama kazıdım.

Kendi daireme geçtikten sonra bilgisayarımı açtım. Özel ağa bağlanarak Vito’nun yerini tespit ettim. Sinyal, Saratov’da olduğunu doğruluyordu. Bu bilgi beni bir nebze rahatlattı. Henüz onların Lucia’dan haberlerinin olmasını istemiyordum. Eduardo’nun satranç oyunlarında bir piyon olduğumu biliyordum, ama Lucia bu oyunun hiçbir parçası olmayacaktı.

Bilgisayarı kapattım ve duşa girdim. Sıcak suyun altında tüm düşüncelerimi susturmaya çalıştım. Ama biliyordum; içine doğduğum hayat, gecelerimi de esir alıyordu. Bu karanlık dünyada yalnızca birkaç saat uyuyabilecektim. Çünkü o dünyayı korumak benim işim, Lucia’yı korumak ise benim önceliğim olmuştu.

(Lucia)

O hafta boyunca her şey fazlasıyla sessizdi, tek fark artık Chloe ile çalışıyor olmamdı. Onun dışında günler, neredeyse sıkıcı bir düzen içinde geçip gidiyordu. Pedro’yu yalnızca okulda ve özel derslerde görüyordum. Ancak ders saatleri dışında tek bir kelime bile etmiyorduk. Chloe ise çoğu zaman yanımda oluyordu; gerilimlerin farkında olduğu için bana eşlik etmeyi tercih etmişti.

Cuma sabahı Lucas her zamanki gibi beni almaya geldi. Kapıda belirdiğinde bakışları, her zamanki gibi hem sıcak hem derindi.

"Günaydın, tatlı işkencem," dedi.

"Günaydın, Lucas."

"Çıkmaya hazır mısın?"

"Olur sevgilim," diye cevap verdim, sözcüklerin ona olan etkisinin farkında olarak.

Lucas bir an duraksadı. Yüzüne yayılan küçücük bir gülümseme, gözlerindeki koyu gölgeyi bastırmaya yetmemişti. "Bilerek yapıyorsun değil mi S? Beni çıldırtmak hoşuna gidiyor."

Belirsiz bir şekilde gülümsedim. "Belki."

Kapıyı kapatırken içimde bir kıpırtı hissettim. Onu her fırsatta sınamak, kontrolün elimde olduğunu hissetmek, beni bile şaşırtan bir tatmin duygusu yaratıyordu. Asansörlere doğru ilerlerken Lucas’ın dikkatinin başka bir yerde olduğunu fark ettim. Telefonuna bakıyordu, ama sanki zihni çok daha uzaklarda bir yerlerdeydi.

"Asansör geldi," dedim.

İçeri geçtiğimizde, Lucas başını telefondan kaldırarak beni yeniden konuşmalarıyla sarıp sarmaladı. "Akşam yemekten sonra biraz vakit geçirelim mi, sevgilim? Belki sahilde otururuz."

Söylediği her kelime, kalbimde çırpınan kelebekleri harekete geçiriyordu. Kalbimin sesiyle konuştuğumu fark etmeden cevap verdim. "Olur, Lucas."

Gülümsemesi, gün doğumundan bile daha parlaktı. Tek kelime etmeden, danışmanlar binasına kadar yan yana yürüdük. Ama içeri girdiğimiz anda gördüğümüz manzara, beni tamamen hazırlıksız yakalamıştı.

Pedro ve Esther. Öpüşüyorlardı.

Geri çekildiklerinde Pedro bizi gördü. Lucas’a baktım; yüzünde en ufak bir şaşkınlık yoktu.

"Günaydın," dedi Pedro, sesi biraz boğuk bir tonda.

"Günaydın," diye yanıtladı Lucas, gergin bir nezaketle.

Aralarındaki sessizlik, asansöre doğru ilerlemeye başladığımızda bile üzerimde bir ağırlık gibi asılı kaldı. Düğmeye bastım ve Lucas’a döndüm. "Neler oluyor?" diye sordum.

Lucas sakin bir ifadeyle omuz silkti. "Sanırım birlikteler."

"Sen bunu biliyordun," dedim, suçlayıcı bir tonda.

"Evet," dedi, omuz silkerek. "Görmüştüm. Ve umurumda değil."

Tam cevap verecekken, bir anda beni asansörün duvarına yasladı. Nefesim kesildi; dudakları, dudaklarıma tehlikeli bir şekilde yaklaştı.

"Senin umurunda mı, tatlı işkencem?" diye sordu.

Derin bir nefes aldım, onunla oyun oynamanın beni nasıl etkilediğini fark ederek. "Beni sürekli sınayacak mısın sevgilim?" diye fısıldadım.

Bakışlarındaki yoğunluk beni esir almıştı. "Bu tonlamada söyleme şunu, S," dedi.

Lucas’ın yakasından tuttum ve kendime çektim. Öpmeden önce ona bir sır gibi fısıldadım. "Bana güvenmeyi öğren, Lucas."

Ve sonra onu öptüm.

Lucas’ın kontrolü hemen ele alışı ve tutkusu, bütün dünyamı sardı. İçimdeki bütün sınırları yıktı. Onunla olmak, bir fırtınanın ortasında yanmak gibiydi. Onu tariflemek imkânsızdı; Lucas benim için asla tek bir kelimeye sığamazdı. Ama onunlayken hissettiğim şey, beni yakan, yok eden ve yeniden var eden bir alevdi.

Geri çekildiğinde, nefesi benimki kadar düzensizdi. Bir an için gözlerindeki gölgeyi gördüm ve her şey anlam kazandı.

"Sorun sana güvenmemem değil," dedi, sesi hâlâ derinden geliyordu. "Bu hayatta güvenebileceğim çok az kişi var, S. Ve sen onlardan birisin. Sorun Pedro. Onun sana yaklaşmasına izin veremem."

"Ben de," dedim, derin bir nefes alarak. "Bu artık endişeleneceğin bir konu değil. Artık danışmanım değil."

Lucas başını salladı. "Bu yine de canımı sıkmadığını göstermiyor."

Asansör durağında durduğumuzda, ona daha fazla konuşmasına izin vermeden yanağından öptüm.

"Seninim, Lucas. Seni üzecek hiçbir şeye izin vermem. Sadakat ve güven önemlidir."

Lucas bir adım geri çekildi ve gözlerime baktı. "Benim için de," dedi.

Ona bir kez daha gülümsedim. "O zaman üzülme ve endişelenme."

Lucas’ın yüzünde bir gölge gibi beliren gülümseme, sözlerini derinleştirdi. "Peki, tatlı işkencem."

Chloe’nin dairesine doğru yürürken, Lucas yanımdaydı. Yanımda olması, varlığı, her zamanki gibi bana hem huzur hem de karmaşa veriyordu. Kapıya ulaştık ve zile bastım. Chloe’nin o tanıdık tatlı gülümsemesiyle kapıyı aralaması, günün gri havasını bir anda aydınlatmış gibiydi.

"Günaydın," dedi.

"Günaydın Chloe," diye cevap verdim.

Bakışları Lucas’a kaydı ve o samimi ses tonuyla sordu: "Nasılsın, Lucas?"

"İyiyim, ya sen?" diye yanıtladı Lucas, sakin ama her zamanki karizmasıyla.

"Ben de iyiyim," dedi Chloe, kapıyı biraz daha açarken. "Kahvaltı etmediysen içeri gel. Pankek yaptım."

Lucas hafifçe gülümsedi. O an ona bakmaktan kendimi alamadım; sıradan bir sohbette bile nasıl bu kadar büyüleyici görünebilirdi? "Çok isterdim ama derse gecikemem," dedi.

"Belki daha sonra," dedi Chloe ve Lucas karşılık olarak başını salladı. "Olur."

Lucas yanımızdan ayrıldığında, bakışlarım farkında olmadan arkasından kaydı. Sessizce içeri girdik ve kahvaltı masasının başına oturduk. Chloe’nin dikkatli bakışlarını üzerimde hissediyordum.

"Pedro ile Esther’i gördüm," dedim, kelimelerim dikkatlice seçilmişti.

Chloe kaşlarını kaldırdı. "Biz de dün restoranda gördük onları, Lucia. Bugün sana söyleyecektim."

Beni inceledi. Gözlerinde merak vardı, ama aynı zamanda bir endişe.

"Bu seni rahatlatmış gibi," dedi sonunda.

Elimdeki çatalı bırakıp arkamda derin bir nefes aldım. "Lucas’ı rahatlatmasını tercih ederdim," dedim, sesi zor duyulan bir tonda. "Ama öyle olmadı."

Chloe suskunluğunu bozmayınca devam ettim. "Pedro, saygı duyduğum biri, Chloe. Onun mutlu olmasını istiyorum. Esther gibi bir kadının yanında olmasına şaşırdım ama…" Sözlerim titredi ve içimdeki fırtına bir an sustu. "Kalbimdeki, aklımdaki tek kişi Lucas. Yani onları o şekilde görünce rahatladım."

Chloe, kaşlarını hafifçe çatarak, "Lucas rahatlamamakta haklı," dedi.

Bu sözler göğsüme bir ağırlık gibi düştü. "Bu ne demek?" diye sordum.

"Ona aşık değil, Lucia," dedi. Sesinde keskin bir kesinlik vardı.

"Bana da değil," dedim, bir iddia ya da itiraf gibi.

"Bunu bilmiyorum," dedi, omuzlarını hafifçe silkerek. "Ama senden hoşlandığından eminim. Sanırım sadece… deniyor. Seni unutabilmeyi."

"Onu iyi tanıyorsun," dedim, merakla.

Chloe iç çekti. "Biz eski arkadaşız, biriciğim. Esther ve Pedro’yla bir zamanlar çok yakındık. Ama sonra Esther baş yönetici oldu ve her şey bozuldu. Güç zehirlenmesi yaşıyor, bence. O zamandan beri Esther, Pedro’ya aşık. Bu hiç değişmedi."

"Anladım," dedim, sesi titreyen bir fısıltıyla. "Yine de Pedro kendine bir şans vermiş gibi görünüyor. Bu da bir adımdır, değil mi?"

"Belki."

Ama Chloe’nin gülümsemeye çalıştığı halde yüzündeki acıyı görebiliyordum. Aklındaki anılar, yılların ağırlığını taşıyor gibi duruyordu.

"Derse geçelim mi?" dedi sonunda.

Beraber oturup gün boyunca teorik derslerle uğraştık. Ama zihnim Lucas’tan bir an olsun uzaklaşmadı.

Gün sonunda, dövüş eğitimi için Pedro’nun yanına giderken Chloe evde kaldı. Akşam Chris’le bir planı vardı. Pedro’nun bugün çalışmayacağımızı söylediği an, yorgunluğumun yerini bir rahatlama aldı. Kapıdan çıktığımda Lucas’ı beklerken buldum.

"Bekleyeceğini söylememiştin," dedim, onun varlığına şaşırmış ama memnun olmuştum.

Lucas, yanıt vermek yerine gülümsedi ve elimi tuttu. O an gözlerinde bir şey vardı—bir heyecan, bir sır.

"Ne oldu?" diye sordum, yüzündeki anlamı çözmeye çalışarak.

"Odana gidelim," dedi. "Görürsün."

Heyecanla onu izlerken asansöre bindik ve kata ulaştık. Lucas, kapımı açtığında gördüğüm şey karşısında olduğum yerde kalakaldım.

Kapının tam karşısında, kırmızı saten bir elbise asılıydı. Göğüs kısmında zarif, inci detaylarla bezenmiş, uzun, kalın kumaşıyla ihtişamlıydı. Yanında aynı zarafette bir çift stilettolar duruyordu. Gözlerim elbiseye takılıp kalmıştı, ama Lucas’a baktığımda onun yüzündeki mutluluk her şeyden daha parlaktı.

Elbiseye doğru yaklaştım. Parmağımı yavaşça kumaşın üzerinden geçirdim. "Lucas… Bu harika!" dedim, sesimdeki heyecanı gizleyemeyerek.

"Beğenmene sevindim," dedi. Ama bakışları bir anda karardı. İçindeki arzu neredeyse elle tutulur hale gelmişti. "Üzerinde görmek için sabırsızlanıyorum," diye ekledi, sesi alçalmıştı. "Maskeni yarın getireceğim."

Ona doğru adım attım ve dudaklarıma yapışan teşekkürler kelimelerle değil, bir öpücükle geldi.

"Teşekkür ederim," dedim, geri çekildiğimde.

"Rica ederim, sevgilim. Hadi hazırlan. Sonra da bir şeyler yeriz."

Başımı salladım. Lucas odadan çıkarken elbiseye bir kez daha baktım. Gözüme her detayı daha da büyüleyici geliyordu. Onun seçimi… benim için.

Akşam yemekten sonra sahile indiğimizde her şey bir rüya gibi geliyordu. Birlikte yürürken bir şeyin farkına vardım: Lucas’la bu kadar yakın olmamıza rağmen ailesinden hiç bahsetmemişti.

"Ailenden hiç bahsetmedin," dedim sonunda.

Lucas bir an sessiz kaldı. Gözleri, denizin ufkunda bir noktaya dikildi. Sessizliği, cevabının ağırlığını hissettiriyordu. Ama onu tanıyordum. O, en derin sırlarını yalnızca güven duyduğu kişilere açardı. O an, beklemekten başka çarem olmadığını biliyordum.

"Annem, ben bebekken öldü. Babam da…"

Cümlesi havada asılı kaldı, bakışları denizin ufkunda bir noktaya kilitlenmişti. Sözlerin ardındaki boşluk, sessizliğe hapsolmuş bir hikâye gibiydi. Anlamam için yeterliydi ama tamamlanmış hissettirmiyordu. Onun için ne kadar zor olduğunu gördüğümde sustum. Sessizlik bazen kelimelerden daha güçlüydü.

"Bu konu hakkında şu an konuşamam," dedi sonunda, sesi alçalmıştı.

Kelimeleri, duygularımızın arasına ince bir duvar gibi örüldü. Bunca yakınlığa rağmen bana neden kalbini tam anlamıyla açmadığını düşündüm. Onu huzursuz eden neydi? Hangi karanlık sırlar, kelimelerine ket vuruyordu? Tam da bunu düşünürken parmakları çeneme dokundu. Yüzümü yukarı kaldırdı ve derin, nüfuz eden bakışlarını gözlerime dikti.

"Bir gün her şeyi konuşacağız, S," dedi, kelimelerinde bir sözün ağırlığı vardı.

Ama ben durmadım. "Konuşulmayanlar biriktiğinde ne olur biliyor musun, Lucas?"

Kaşları hafifçe çatıldı, gözleri benimkilere daha da dikkatle odaklandı. "Ne olur?" diye sordu, fısıltıya yakın bir sesle.

"Kalpler arasındaki mesafeler uzar," dedim.

O anda beni kendine çekti. Varlığının ağırlığı, bütün aramızdaki mesafeyi ortadan kaldırdı. Göğsünün sertliği, nefesinin sıcaklığı… Her şey beni kuşatıyordu.

"Seninle arama hiçbir şey giremez, S," dedi, sesi neredeyse bir fısıltı kadar yumuşak ama bir o kadar da kesin. "Bir gün her şeyi anlatacağım. O gün geldiğinde…"

Durdu. Bir yutkunma, sözlerini bölmüştü. Gözlerinde ilk kez korkuyu açıkça gördüm.

"Benden sakın uzaklaşma."

"Lucas…" dedim, bir itiraz gibi.

"Sevgilim de," dedi, fısıldar gibi. Dudaklarından çıkan bu kelime, kalbimi esir aldı. Sadece bir sözcükle ruhumu büyüledi ve zincirledi. Aynı zamanda beni her şeye rağmen kalmaya ikna ediyordu.

"Lu…" Sesim titredi. "Sevgilim."

Kollarımı boynuna doladım. Sözlerim, duygularım kadar kararlıydı. "Senden gitmeyeceğim."

Buruk bir gülümseme yüzüne yayıldı. Ama bu gülümseme bana mutluluk değil, acı verdi. Onun bu hali, içimde bir bıçak gibi dönüyordu. Dayanamadım. Dudaklarına yaklaştım, ama bu kez beni öpmedi.

"Üşümeni istemiyorum," dedi, sesi yumuşak ama kesin. "Hadi seni odana götüreyim."

Başımı salladım. Elimi tutarak beni kaldırdığında, onun her zamanki koruyucu yanını hissettim. Asansöre bindiğimizde, bakışlarımı yüzünden ayıramıyordum. Onu izlerken zihnimde bir fırtına koptu. Bir sorun vardı. Ve bu sorun, hissettiğimden çok daha büyük ve derindi.

Kapıma vardığımızda elimi bıraktı, alnımdan bir öpücük kondurup "İyi geceler," dedi. Ama o an bakışlarım bir şeyleri tetiklemiş olmalıydı. Duraksadı, bakışlarımı gördüğünde bir adım geri döndü. Kapıyı itip beni kendisiyle kapının arasında sıkıştırdı.

"Seni kaybetmekten ölesiye korkuyorum. Ama şu bakışların yok mu, S? Seninle ne yapacağım?" dedi, sesi karanlık bir fısıltı gibi.

Kalbimdeki karmaşa biraz duruldu, dudaklarımda bir gülümseme belirdi. "Beni sev."

"Seni deli gibi seviyorum," dedi, sesi çelik kadar sert, ateş kadar sıcak. "Tüm dengemi mahvedecek kadar büyük bir aşkla."

Ve sonra dudakları dudaklarımı buldu. Öpücüğü, içinde bir fırtına saklıydı. Bu kez nazik değildi. Her şeyi benden talep eden, beni tamamen ele geçiren bir karanlıktı. Lucas, ruhumun en derin köşelerini aydınlatmak yerine onların daha da kararmasına sebep oluyordu. Ama ondan ürkmek bir yana, bu karanlıkta kaybolmaya razıydım.

Ondan çekildiğimde bakışları hala aynıydı. Bir okyanus kadar derin, bir fırtına kadar şiddetli.

"Beni ele geçirdin, S. Ve bu beni mahvediyor."

"Sen de beni," diye yanıtladım.

Lucas güldü, ama bu gülüş onun karanlığını tamamen silemedi. Fırtına hala oradaydı, bekliyordu. Lucas, benim en büyük çelişkimdi. Zihnim onun gizemleri ve açıklanmayan sırlarıyla savaşırken, kalbim çoktan teslim olmuştu. Lucas’a direnemezdim.

Direnmek istesem bile ikimiz de bir şekilde hep birbirimize yenilirdik.

(Lucas)

Ona doğru adım attığımda, aramızdaki hava neredeyse elektrik yüklüydü. Gözleri, tanımlayamadığım bir duyguyla aydınlanmıştı. Gördüğüm her şeyden daha çekici, daha cezbediciydi. Parmaklarımı sırtına dokundurup beline kaydırdım, hareketlerim hem dikkatli hem de sahipleniciydi.

"Bunu sen de hissediyorsun," dedim alçak bir sesle. Bu bir soru değildi, açıklama gerektirmeyen bir gerçeğin ilanıydı.

Başını eğdiğinde gözlerindeki duygular beni çepeçevre sardı. Onun kalbine dokunmuştum; orada ne bulacağımı bilmiyordum ama o karanlık beni içine çekiyordu. "Bu nasıl mümkün olabilir?" dedi, sesi fısıltıya dönüşerek.

Onu daha da kendime çekerken, dudaklarıma bir tebessüm yerleşti. Bu dünyadaki hiçbir şeyin bizden kaçamayacağını biliyordum. Ama bir cevap beklediğini de fark etmiştim.

"Gözlerinde derin bir karanlık var," diye mırıldandı. "Ve seninle olmak tam olarak karanlığa dokunmak anlamına geliyor. Her durumda başımı döndürüyorsun. Bu tutku ateşle harman oluyor. Çekinsem de uzak duramıyorum. Ve alevler… Her yerde Lucas. Senden kaçmak…"

Sözleri, vücuduma yayılan tatlı bir sıcaklık gibiydi. Gülümsememe engel olamadım, içimdeki jaguarın memnuniyetle kükrediğini hissettim. "Birbirimizden kaçmamız imkânsız, tatlı işkencem," diye karşılık verdim.

Onun korkularını ve çekincelerini hissettim, ama aynı zamanda her bir hücresinin bana çekildiğini de. Aramızda tarif edilemez bir bağ vardı; o, ruhumun en derin köşelerine kadar işlenmişti. Kafasını eğip uzaklara bakmaya çalıştı ama ben onun gözlerini bulmak için bekledim.

"Senden kaçabilecek gücüm yok, Lucas. Bunun için artık çok geç."

Sözleri beni hem şaşırttı hem de memnun etti. Parmaklarımı çenesine dokundurarak yüzünü kendime çevirdim. Bu yakınlık… Bu bağlılık… Kalbimde bir şeyler yerine oturuyordu. "Ben de sana hapsoldum, S," dedim, gözlerimin onu ne kadar derin hissettiğimi anlatmasını umarak. "Hem de seni gördüğüm ilk andan itibaren."

Onun savunmaları teker teker düşerken bunu hissettim. Bu savaşı kalbi kazanıyordu, benim istediğim gibi. Ama bunun bir zafer mi, yoksa bir felaket mi olduğunu kim söyleyebilirdi?

"Seni seviyorum, Lucas."

Bunu söylediğinde, kelimeler sanki etrafımızdaki havayı değiştirdi. "Ben de seni seviyorum, S." Bu, bir itiraf değil, bir yemin gibiydi.

Onu yüzüme doğru çektim. "Bir gün beni her anlamda tanımana izin vereceğim," dedim, sesim daha karanlık ve daha derinleşmişti. "O gün geldiğinde, kalbim ve bedenime hükmettiğin gibi gerçeklerime de sahip olacaksın."

Başını salladı. "O gün... bana güvenmeyi seç olur mu?" diye ekledim.

"Her zaman ilk tercihim sana güvenmek olur, sevgilim."

Sesi, adeta ruhuma dokunuyordu. Bu kelimeler, uzun zamandır beklediğim bir vaatti. Gözlerimi kapadım, onun bu sözlerini kalbime hapsedip, zihnimde dondurmak istedim. Gözlerimi tekrar açtığımda, dudaklarından yüzüne ve boynuna kadar her detayını inceledim.

"Seninle olmak bir ateşin içinde yanmak gibi," dedim. "Kişisel cehennemimsin, S. Ama biz o ateşte küllerimizden doğacağız. Bana güven, elimi asla bırakma. Çünkü biz biriz, birbirimize aitiz."

Onu kollarımda tuttuğumda hissettiğim her şey kesinleşti. O benimdi. Bundan kaçışımız yoktu, onun için de yoktu. Dudaklarım onun kulağına eğilirken kelimeler kendiliğinden çıktı: "Kalbinin derinliklerindeyim. İçinde yankılanan her fısıltı seni bana bir adım daha yaklaştırıyor. Benden kaçamazsın, saklanamazsın."

Kendini tamamen bana bıraktığında, "Cwtch," diye fısıldadım, kelimenin anlamını tam olarak hissederek. Bu kelimenin benim için iki anlamı vardı. Belki bir gün onunla da paylaşırdım. Yüzünü inceledim. Kafası karışmış gibiydi, ama bu hoşuma gitti.

"Seninle her şeyin sonuna kadar gitmeye hazırım, Lucia," dedim, sesim bir vaadin ağırlığını taşıyordu. "Ama unutma, bu yolda yürürken yalnızca benim olacaksın. Benim kalacaksın."

Yutkunmasını izledim, yüzündeki tereddüdün yavaşça yerini kabullenişe bırakmasını. "Ateşe beraber koştuğumuzu unutma," dedi, sesi yumuşak ama kararlıydı. "Daha büyük bir ateşe sürüklendiğimizi de…"

Bu, benim için bir kabul edişti. O da her şeyi göze almıştı. "Şimdi gerçek cevabını istiyorum, tatlı işkencem," diye ekledim.

"Seninle olacağım, sevgilim. Her zaman yanında olmayı seçeceğim."

Sesi beni tamamıyla teslim aldı. Gözlerinde beliren korku ile heyecan karışımı ifadeyi izlerken, içimdeki jaguar sakinleşmişti. O, benimdi. Her zaman benim olmuştu, ama bu an, bunu ona da anlatıyordu. Fırtına durmuş, derin bir huzur kaplamıştı beni. Yarın, bizim hikâyemiz için yeni bir sayfa olacaktı. Boğazımdan memnuniyetle yükselen hırıltıyı bastırmaya çalışmadım; onun her bakışına, her kelimesine verdiğim içgüdüsel bir cevaptı.

"Yarın akşam seni Gölge Balo’ya ben götüreceğim," dedim, sesim derin ve kesin bir kararlılıkla yankılandı. "O gece bana ait olduğunu herkes anlayacak. Pedro da."

Adını söylediğimde hafifçe irkildi. Kıskançlık ruhumun derinliklerine kök salmıştı; onu bir başkasıyla paylaşmak düşüncesi bile tüylerimi diken diken ediyordu. Ama onun bakışlarındaki teslimiyet, bana ihtiyacım olan huzuru verdi.

Nefes alışverişi hızlandı; bir an konuşamayacakmış gibi göründü. Gözlerim, onun her hareketini dikkatle izledi. Kaçmayı denedi mi? Hayır. Çünkü o da benim kadar biliyordu ki birbirimizden kaçamayız.

"Bu bir gösteri mi olacak?" diye sordu, sesi alçak ama meydan okuyan bir tonla.

Sözleri beni gülümsetti. Kafamı hafifçe eğdim, ona sadece bizim anlayabileceğimiz bir yanıt vermek istedim. "Gösteriler tekrarlanabilir," dedim, yavaşça her kelimeyi tartarak. "Bu, bir kez yaşanacak ve asla tekrarlanamayacak bir an olacak. O gece seni tamamen bana ait kılacağım. Ve herkese karşı benim olduğuna dair silinmez bir iz bırakacağım."

Bu sözlerimle, aramızdaki bağ daha da derinleşmişti. Onun kararsızlığı, çekingenliği ve korkuları bile bu gerçek karşısında kayboluyordu. Çünkü o da biliyordu: Bizim hikâyemizde sadece bir son vardı, ve o son bizi birbirimize daha sıkı bağlayacaktı.

Kalbini bana teslim ederken yüzündeki ifade değişti. Bunu görmenin verdiği tatmin, içimde yankılandı. Başımı eğdim ve alçak bir sesle fısıldadım: "İyi geceler, tatlı işkencem."

O da aynı tonda karşılık verdi, sesi benimki kadar yoğun ve duygularla yüklüydü. "İyi geceler, Lucas."

Odanın kapısından çıkarken, bir an için arkamı dönüp ona baktım. Orada duruyor, nefesi düzensiz bir ritimle göğsüne çarpıyordu. Dengesi, nefesi, hatta belki de kalbi… Hepsi benimle birlikte odadan çıkmıştı.

Koridorda yürürken, bu gece ona daha fazla yaklaşmanın verdiği tatminle doluydum. Ama aynı zamanda yarın geceyle ilgili planlarımın ağırlığını hissediyordum. Gölge Balo, sıradan bir etkinlik olmayacaktı. O gece, yalnızca onun benim olduğunu ilan etmeyecektim; aynı zamanda onun bu dünyadaki yerini de sağlamlaştıracaktım.

Ama en önemlisi, o gece onun ruhunu tamamen kendime bağlayacaktım. Ve bu düşünce, içimde bir fırtına gibi yankılandı: Hem tutku hem de sonsuz bir huzur. Çünkü o benim ışığım, karanlığım ve nihayetinde benim olan her şeydi.

"Gösteriler tekrarlanabilir. Bu, bir kez yaşanacak ve asla tekrarlanamayacak bir an olacak. O gece seni tamamen bana ait kılacağım. Ve herkese karşı benim olduğuna dair silinmez bir iz bırakacağım." — Lucas

Bölüm : 21.12.2024 19:38 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...