69. Bölüm

66

kitsudaphne
kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

 

Karanlık, ruhumun derinliklerine işleyen bir fırtına gibiydi. Lucas’ın gözlerinde gördüğüm her şey hem kaçmam gereken bir tehlike hem de kaçamayacağım bir kaderdi. Onunla yanmak, karanlığın içindeki tek ışığı bulmak demekti. Ama bu ışık, beni sonsuza dek ateşe sürükleyecek bir alevdi. Ve ben yanacaktım. — Lucia

(Lucia)

Sabah, uykunun ince perdesinden sıyrıldığımda, günün bana sunduklarına dair bir huzursuzluk hissettim. Seçmeli pratik derslerimiz, balo hazırlıkları için iptal edilmişti ve Lucas’tan gelen mesaj ekranımda parlıyordu. Hızla hazırlandım. Kapıyı açtığımda Lucas, her zamanki gibi mükemmel bir soğukkanlılıkla beni bekliyordu.

"Günaydın, tatlı işkencem," dedi, sesi hem sıcak hem de tehlikeli bir melodi gibi.

Bana o eşsiz ve içten gülümsemesini sundu. İçimdeki kelebekler, sanki bir fırtınanın rüzgarıyla kanat çırptılar. "Günaydın, Lucas," diye fısıldadım, sesimdeki titremeyi gizlemeye çalışarak.

"İyi uyudun mu?" diye sordu.

"Evet, ya sen?"

"Ben çok uyumam, S."

Kaşlarımı çatıp ona bakınca, yüzünde o tanıdık, alaycı gülümseme belirdi. Gözleri, sözlerinin ardındaki gizemi daha da belirginleştiriyordu.

"Hadi kahvaltıya gidelim," dedi ve elimi tutarak beni asansöre doğru yönlendirdi.

Asansörle giriş katına inerken sordum, "Yemekhaneye mi gidiyoruz?"

Lucas başını hafifçe yana eğerek, sakin bir şekilde yanıtladı. "Bugün kalabalık. Restorana gideceğiz."

Restoran sözcüğü beni duraksattı. "Ama oraya kafamıza göre gidemeyiz," dedim.
Lucas’ın dudaklarının kenarı hafifçe kıvrıldı, o bilindik kendinden emin tavrıyla karşılık verdi. "
Biz istediğimiz her an, her şeyi yapabiliriz. Bana güven."

Elimi biraz daha sıkıca tutarak beni kendine yaklaştırdı. Gözlerimin içine bakıyordu; derin, karanlık bir uçuruma düşmek gibi bir his. "Sana güveniyorum, Lucas," dedim, sözlerim istemsiz bir itiraf gibi döküldü dudaklarımdan.

Ama Lucas’ın yüzünde bir gölge belirdi. Bakışlarında bir anlığına beliren duyguyu anlamaya çalıştım, ama o hızla kendini toparladı. Her zamanki sakin ve kontrollü haliyle yoluna devam etti.

Restorana girdiğimizde içerisi alışılmadık derecede kalabalıktı. Garson yanımıza geldiğinde Lucas, ona birkaç kelime fısıldadı. Garson hemen harekete geçti, başka bir çalışana işaret ederek cam kenarındaki en iyi masayı ayarlattı. İçimden şaşırmaya devam ederken, hiçbir şey söylemeden onu takip ettim.

Kahvaltımızı sipariş ettikten sonra, gözlerimiz birbirine kilitlendi. O an bir soru dilimin ucuna geldi, ama sormaktan çekindim. Yine de dayanamadım.

"Bir gün kim olduğunu öğrenebilecek miyim?"

Bir an durdu. Gözlerinde, karanlık bir denizin dalgaları gibi bir hüzün vardı. "Evet, tatlı işkencem," dedi. Sesi bir vaadin ağırlığını taşıyordu.

Bu cevabın ardından derin bir sessizlik oluştu. Lucas konuyu değiştirdi. "Bugün kuaföre gidecek misin?" diye sordu. Chloe ile planlarımdan bahsettim. "Seni 7’de alırım," dedi, tartışmaya yer bırakmayan bir kesinlikle.

Bu konuyu kapatmış gibi görünüyordu. Kahvaltıya devam ederken Lucas bir anda gerildi. Bakışları restoranın kapısına kaydı. Onun bu değişimini hissetmemek imkânsızdı. Başımı çevirip baktığımda, Pedro ve Esther’i gördüm. Pedro’nun bize yönelen bakışları, Lucas’ın üzerindeki gerilimi daha da arttırmış gibiydi.

"Lucas?" dedim, sesimdeki merakı saklamadan.

Ama onun bakışları hâlâ Pedro’daydı. "Sevgilim?" diye tekrarladım, bu kez onun dikkatini çekmeyi başararak.

Bana döndüğünde, gözlerindeki karanlık kaybolmamıştı. "Benimle ilgilen," dedim.

Gülümsedi, ama bu gülümsemenin ardında tanımlayamadığım bir şey vardı. "Nasıl?" diye sordu, sesi alaycıydı.

"Tüm dikkatini bana verebilirsin," dedim.

Gülümsemesi bu kez tüm yüzüne yayıldı. "Sen fark etmesen de, tüm dikkatim zaten senin üzerinde, tatlı işkencem."

Bu sözler, beni hem titretip hem de büyüleyen bir güce sahipti.

Bir süre sonra telefonum çaldı ve Chloe ile konuşmak dikkatimi dağıttı. Konuştuklarımızı Lucas’a aktardığımda, yüzündeki ifadenin değiştiğini fark ettim. "Ben yanınıza gelemem, biraz işim var. Ama söylediğim gibi seni 7’de alırım," dedi.

Başımı salladım. Kahvaltıyı bitirince kalktık. Pedro ve Esther’in yanından geçerken kısa bir selamlaşma oldu, ama Lucas’ın tepkisi bambaşkaydı. Onun içinde hâlâ çözülmemiş bir şeyler vardı. Odama dönerken, Lucas’ın yanımda sessizce yürüyüşü bile varlığını tüm bedenimde hissettiriyordu.

Odama vardığımızda, Lucas içeri girmeden beni duvara yasladı. Bir eli sırtımdan belime kayarken, diğer eliyle yanağımı okşadı. "Bu akşam fazla güzel olma, S," dedi, sesi sakin ama gizli bir uyarı barındırıyordu.

"Neden?" diye sordum, sesimdeki meydan okuma hissediliyordu.

"Çünkü dikkatimin dağılmaması gerekiyor," derken bakışlarında sadece tutku gizliydi.

Sonra içini çekti ve ardından bakışlarındaki hayranlıkla bir şekilde gülümsedi. "Ne yaparsan yap," dedi, gözleri benimkilerde kilitli. "Oradaki en güzel şey sen olacaksın. Ve ben senden başka hiçbir şey düşünemeyeceğim."

Lucas’ın bu sözleri, içimde bir fırtına daha kopardı. Ama o, hiçbir şey olmamış gibi geri çekildi.

"İçeri geç, S. Akşam görüşürüz," dedi.

Kapıyı kapatmadan önce arkasını döndüğünde gözlerinde hâlâ o karanlık ve yakıcı alevleri gördüm. Bu alevler, beni yavaş yavaş içine çeken bir girdap gibiydi.

(Lucas)

Lucia... Onunla daha fazlasını istiyordum. Ama onun gibi bir ışık, benim karanlığımda eriyip yok olmadan onu ne kadar tutabilecektim? Onun yanımda olması, her zaman kollarımda olması tek dileğimdi. Sadece anlık bir arzu ya da tutku değildi bu. Lucia’nın her nefesi, her bakışı benim için hayat kadar vazgeçilmezdi. Ancak bu isteğin bedeli, taşıyabileceğimden çok daha ağır olabilirdi.

Telefonuma gelen bildirimle düşüncelerim bölündü. Danışmanlar binasına ilerlerken mesajı okudum.

"İstediğin hediye getirildi, Dante."

Kısa bir yanıt yazdım: "Geliyorum."

Eve vardığımda Marino beni bekliyordu. Elinde siyah kadife bir kutu ile güvenlik planları vardı. İkisini de bana uzatırken çalışma odama geçtik.

Marino, her zamanki soğukkanlılığıyla konuşmaya başladı. "Balo için alınan güvenlik önlemleri burada. Detayları inceledim. İyi görünüyor ama boşluklar var. Bizimkiler güvenliği artıracak."

Kafamı salladım, kağıtlar üzerinde gezinen bakışlarım bile Lucia’dan uzaklaştıramıyordu. "Tamam," dedim, sanki bu sözcük, içimdeki karmaşayı kontrol edebilecekmiş gibi.

Siyah kadife kutuya döndüm. Parmaklarım, kutunun kapağını usulca kaldırırken içindeki hediyeyi gördüm. Lucia için seçmiştim. Bu gece, onun üzerinde olacak ve bir anlam taşıyacaktı. Ama anlamı, ona henüz açıklayamayacağım kadar karmaşık ve ağırdı.

Hediye, sade ama güçlü bir tasarıma sahipti. Marino, yanımda bir adım geri çekilerek durdu. Gözleri, kutunun içindekine odaklandı ve yüzünde düşünceli bir ifade belirdi.

"Harika görünüyor," dedi. Ama ardından ekledi, sesi biraz tereddütle. "Yalnız bu…"

Başımı kaldırıp ona baktım. "Evet. Tam olarak düşündüğün sembol."

Bir an sessizlik oldu. Marino derin bir nefes aldı. "Ne zaman öğrenecek, Dante?"

Sorusu, karanlık bir sırrın ağırlığını taşır gibiydi. Ona doğru döndüm, ama yanıt vermek için acele etmedim. "Tehditleri azaltabildiğimde," dedim sonunda. "Oyunun kontrolünü kısmen de olsa elime alabildiğimde… her şeyi anlatacağım."

Marino’nun yüzü düşünceli bir hal aldı. "Kim olduğunu bilse… her şey değişir miydi?"

Sözcükler boğazımda düğümlendi. Gerçekler, her şeyi değiştirme gücüne sahipti. Lucia’nın kim olduğumu öğrendiğinde, sırlar tamamen açığa çıktığında nasıl tepki vereceğini bilemiyordum. Ama bu riski göze alacak cesaretim yoktu henüz.

Hediyeye tekrar baktım. Elime aldığım ince zinciri avucumda tarttım. Lucia’nın kolunda bu sembolü görmenin, onun beni bir şekilde kabullendiğini düşünmek anlamına geleceğini biliyordum. Ama ona bunun ne anlama geldiğini söyleyemezdim. Henüz değil.

"Şu an ona söyleyemem," dedim alçak bir sesle. "Ama bir gün bu hediyenin değerini anlayacak."

Marino başını sallayarak ayaklandı. "Ben işlerle ilgileneceğim. Bana ihtiyacın olursa ara."

Tam kapıya ulaşmıştı ki bir an duraksadı. Bana döndüğünde, söylemek üzere olduğu şeyin ağırlığı yüzünde belli oluyordu.

"Liz, baloya gelebilir mi?"

Marino bu soruyu sorduğunda bir an duraksadım. Herkes gibi Liz’in de anlaması gerekiyordu. En çok da durumu kabullenmesi...

"Gelebilir," dedim kısaca.

Marino başını salladı ve sessizce odadan çıktı. Kapının kapanışıyla birlikte içimdeki sessizlik, odanın sessizliğiyle birleşti. Lucia’nın hediyesine döndüm. Kadife kutuyu yeniden açtım, ince zincir üzerindeki küçük sembole dikkatlice baktım, ardından bilekliğin arkasını çevirdim. Cwtch.

Sevir Arem, her zamanki gibi mükemmel bir iş çıkarmıştı. Bu küçük tasarımda, minimal bir zarafetin ötesinde bir anlam vardı. Parçalar birbirine bağlıydı, tıpkı benim Lucia’ya bağlanmam gibi.

Telefonu elime aldım ve Sevir Arem’i aradım. Hat açıldığında tanıdık sesi kulaklarımı doldurdu.

"Sevir amca, nasılsın?"

"İyiyim oğlum, sen nasılsın?"

"Çok iyiyim," dedim dürüstçe. "Tasarım düşündüğümden de güzel olmuş. Teşekkür ederim."

"Beğenmene sevindim," dedi yumuşak bir tonda. "Anlamı sonsuz olanı bulduğun için mutluyum."

Kelimelere ihtiyacımız yoktu. Sevir amca, değerli bir sanatçı olmasının yanı sıra ailemden biri gibiydi. Çocukluğumdan bu yana bana hep destek olmuştu. Onun yaratıcılığı ve anlayışı, Lucia’ya bu hediyeyi seçmemde bana yol göstermişti.

"Ben de mutluyum," dedim.

Kısa bir sessizlik oldu. Ardından o, benim yüzleşmekten kaçındığım bir konuyu dile getirdi. "Baban...?"

"Biliyor," dedim kısaca.

Hafif bir nefes alış duyuldu, anlamıştı. Gerginliğim her halimden okunuyordu.

"İtalya’ya ne zaman döneceksin?" diye sordu.

Henüz bu sorunun yanıtını bilmiyordum. Çok şey vardı yapılması gereken. Henüz buradaki işlerim tamamlanmamıştı. "Henüz değil," dedim. "Burada hâlâ yapılması gereken işlerim var."

"Gelirsen bana uğramayı unutma," dedi. Sesindeki sıcaklık, soğuk gerçekliğin içinde bir anlık bir rahatlama sağladı. "Ve kalbindeki değerli kişiyi de getir. Onunla tanışmak isterim."

Sözleri yüzümde istemsiz bir gülümseme oluşturdu. Sevir amca, kalbi tertemiz olan ve hayatımın karanlığında ışık kalabilen birkaç kişiden biriydi. Ayrıca beni iyi tanırdı.

"Elbette, Sevir amca," dedim. "Sonra görüşürüz."

"Görüşürüz, oğlum."

Telefonu kapattım. Kutuyu bir kez daha açtım, hediyeye son kez baktım. Küçük sembol, bana her şeyin ne kadar hassas bir denge üzerinde olduğunu hatırlatıyordu. Kutuyu dikkatlice kapattım ve masama bıraktım.

Şimdi iş zamanıydı. Yerini bulmam gereken biri vardı. Düşüncelerim, planlarımla birlikte keskinleşti. Lucia’nın güvenliğini sağlamak, benim sorumluluğumdu. Ve bu sorumluluğu yerine getirmek için gereken neyse yapacaktım.

(Lucia)

Elbisemi alıp kuaföre doğru yola koyuldum. Chloe ile orada buluştuğumuzda, benden bir adım öne geçerek spa randevusu aldığını öğrendim. Cilt bakımı, masaj, manikür ve pedikürden oluşan bu özenli hazırlık süreci, bedenimi olduğu kadar zihnimi de rahatlatmıştı. Her şey, bu geceyi kusursuz bir deneyim haline getirmek için düzenlenmiş gibiydi.

Bakımımız tamamlandığında, bizi saç ve makyaj için ayrı bir bölüme aldılar. Chloe, zarafetiyle her zaman olduğu gibi klasik bir balerin topuzu tercih etti. Ben ise dağınık bir topuz istedim; biraz daha doğal, ama çarpıcı bir görünüm arzuluyordum. Saçım tamamlandıktan sonra, makyaj sanatçısı gözlerimi vurgulayan dumanlı bir görünüm üzerinde çalıştı. Dudaklarıma sürülen nude tonlu ruj, son dokunuştu.

Aynadaki yansımama baktığımda, tanıdık bir yüzün ardında daha önce hiç görmediğim bir ışık vardı. Derin bir nefes alarak saçlarımı düzelttim. Sonuç, düşündüğümden de fazla etkileyiciydi.

Chloe’nin yansımasına döndüm ve bakışlarımı ona çevirdim. Zarif duruşuyla her zaman göz kamaştırıcıydı, ama bu gece bambaşka bir ışıltıya sahipti.

"Chris seni gördüğünde sana bir kez daha aşık olacak," dedim içten bir hayranlıkla.

Chloe’nin yüzü, her zamanki gibi utangaç bir pembeliğe büründü. Elimi tuttu ve bana bakarken gözlerindeki sıcaklığı hissettim.

"Ya Lucas?" dedi, sesi yumuşak ama heyecan doluydu. "Tanrım, Lucia. Büyüleyici görünüyorsun."

Gülümseyerek teşekkür ettim. Onun yanında olmak her zaman içimi rahatlatıyordu.

Kuaförden çıkıp dışarıya adım attığımızda, Chris’in bizi beklediğini gördük. Sabırsız bir şekilde gözlerini kapıya dikmişti. Bizi gördüğü anda, yüzüne yerleşen hayranlık dolu ifadeyi fark etmemek imkânsızdı. Bakışları Chloe’nin üzerinde uzun süre kaldı ve gözle görülür bir şekilde nutku tutuldu.

Elini kalbine götürerek iç çekti. "Bu kadar güzel olmanız haksızlık," dedi, sesi alaycı bir teslimiyetle doluydu. "Bu akşam iki güzelle başım belada olacak."

Gülmeye başladık; bu küçük, neşeli an, akşamın ciddiyetinden uzak bir nefes gibiydi. Chris, yanıma gelerek yanağımdan zarif bir şekilde öptü. Ardından Chloe’ye döndü ve onu da öptü. İkisinin de gözlerinde derin bir aşk vardı. Onların arasındaki bağ, şefkat ve hayranlıkla örülmüş gibiydi. Her seferinde, onları böyle görmek kalbime bir sıcaklık yayıyordu.

Chris, elbise torbamı alırken, Chloe’nin evine doğru yürümeye başladık. Oraya vardığımızda, masada atıştırmalıklar eşliğinde neşeli bir sohbete daldık. Sohbet, zamanın nasıl geçtiğini fark ettirmeden ilerlerken Chris, saatine bakarak altıyı geçtiğini söyledi.

Onu uğurladıktan sonra Chloe’nin odasına geçip hazırlanmaya başladık. Saçlarımız ve makyajımız kuafördeki tazeliğini koruyordu, ama elbiselerimizi giydikten sonra küçük rötuşlar yapmayı ihmal etmedik. Rujlarımızı tazeledik, ardından parfümlerimizi sıktık. O an, aynadaki yansımama bir kez daha baktım.

Her şey yerli yerindeydi, ama yine de içimde bir şeyler heyecan yaratıyordu. Lucas’ın beni görmesine daha zaman vardı, ama onun bakışlarının üzerimde nasıl bir etki yaratacağını şimdiden hissediyordum.

Kapı çaldığında, kalbim bir an için yerinden fırlayacak gibi oldu. İlk gelen Chris’ti. İçeri girdiğinde Chloe ile kısa bir sohbete daldık ama zihnim kapıya odaklanmıştı. Lucas’ı beklerken zamanın ağırlığını her saniye iliklerimde hissediyordum. Normalde ne kadar hızlı geçen anlar, şimdi adeta duraksamış, beni sabırsızlığın kıyısında bırakmıştı.

Sonunda kapı bir kez daha çaldı ve neredeyse refleksle yerimden fırladım. Koşar adımlarla kapıya yöneldim. Ellerim kapı koluna uzandığında, boğazımdaki kuruluğu fark ettim. Derin bir nefes alıp kapıyı açtığımda, gördüğüm manzara beni hazırlıksız yakaladı.

Lucas…

Karşımdaydı. Simsiyah, mükemmel dikilmiş takım elbisesi, her zamanki gibi kusursuz duruyordu. Ceket cebindeki mendil, elbisemin rengiyle mükemmel bir uyum içindeydi; bu detay, dikkatinden kaçan hiçbir şey olmadığını bir kez daha hatırlattı. Kumaş, kaslı vücut hatlarını zarifçe sarmıştı ve bu kadar basit bir kıyafetin bile nasıl bu kadar çarpıcı görünebileceğine akıl erdiremedim.

Ben onu incelerken, onun bakışları da yüzümde dolandı. Ardından gözleri yavaşça vücuduma kaydı. Sıcaklığını hissedebiliyordum. Bedenim, o bakışlara bir tür itaatle karşılık verdi. Onun gözleri tekrar benimkilere döndüğünde, aramızdaki mesafe kelimelerden çok bakışlarla ölçülüyordu.

Bir süre ikimiz de konuşamadık. O, kontrolsüz bir şekilde nefes alırken benim nefesim tamamen durmuş gibiydi.

Bir adım attı. Sonra bir tane daha. İkimizin arasındaki mesafeyi birkaç saniyede aşıp beni kollarına aldığında, dünya etrafımda dönmeyi bıraktı. Dudakları, dudaklarıma değmeden hemen önce, söyledikleri kalbimi ve zihnimi altüst etti:

"En güzel yenilgimsin, Lucia. Kaybetmeyi asla sevmem, ama sana teslimiyetimi her zaman gönüllü olarak sunacağım."

Sözleri bir fısıltı gibi değdi kulaklarıma, ama yankısı içimde çağlayanlar gibi büyüdü. O anda, yalnızca kelimelerinin değil, tüm varlığının üzerimde bıraktığı etkiden kaçamayacağımı anladım.

Sonra beni öptü.

Bir nefes, bir an... ve her şey gölgelerde kayboldu. Etrafımızda sadece alevler vardı, zamanın kendisi dahi o öpücüğün içinde yok olmuştu. Kalbim, bir kuş gibi kafesine sığamayacak kadar çırpınırken, onun bana olan tutkusunda kayboluyordum. Lucas beni kendine daha sıkı bastırdığında, içimdeki tüm direnç, tüm mantık paramparça oldu. O anda her şeyden vazgeçmeye hazırdım; çünkü zaten esas olan bu yenilgiyi çoktan kabullenmiş olmamdı.

Zafer... Gerçekten aşkta bir kazanan olabilir miydi? Bizim hikâyemizde asla. Çünkü Lucas’a yenilmek, aynı zamanda onunla birlikte kazanmaktı.

Sonunda geri çekildi. Ama aramızdaki bağ kopmamıştı; gözleri hâlâ gözlerimdeydi. Okyanus mavisi bakışları, sakin bir yüzeyin ardındaki derin tutkuyu saklayan bir sır gibi duruyordu. Derin, sakin ama bir o kadar da fırtınalıydı.

Birbirimize baktık. Sözcükler gereksizdi. Zaten onun yanında, kelimeler hep yetersiz kalıyordu.

"Senden tek bir şey istemiştim, tatlı işkencem."

Ensemdeki eli, sırt dekoltemden aşağı inip belime doğru belli belirsiz bir hareketle ilerlerken nefesim kesintili bir hal aldı. Sanki dokunuşu, tenime yazılmış bir şiirdi; her kelimesi, her virgülü beni ele geçiriyordu. Gözlerimi ona dikmiş, dudaklarımda beliren ama söyleyemediğim bir cevapla kilitlenip kalmıştım.

Yüzüme yaklaştı. Bakışları, ruhuma bir emir gibi indi. Gözlerim, iradem dışında kapanıverdi.

"Dikkatimi dağıtmaman gerekiyordu."

O fısıldarken, o kadar yakındı ki, sesi neredeyse içimde yankılanıyordu.

"Lucas?"

Dudağıma uzanan boştaki eliyle beni susturdu. Şimdi tamamen onun insafına kalmış gibiydim; bir sözcükle dünyamı yıkabilir ya da sadece bir nefesle beni yeniden inşa edebilirdi.

"Peki şimdi ne yapacağız?" dedi alçak, tehlikeli bir tonda. "Çünkü aklımı başımdan aldın."

Gözlerimi açtığımda, onun o derin okyanus mavisi gözleriyle karşılaştım. Ve her zamanki gibi, düşünmeden o gözlerin derinliklerine daldım. Dışarıda ne olduğu, kimlerin bizi izlediği ya da konuştuğu bir anda önemsizleşti. Sesler sustu, görüntüler silindi. Sadece o vardı. Benim bütün varlığım, tüm hislerim, her zerrem ona odaklanmıştı.

"Bana bu şekilde bakma, S."

Sesi, ihtar gibi ama aynı zamanda bir yakarış kadar yumuşaktı. Parmakları dudaklarıma kayarken tenimde bir kıvılcım gibi hissettim.

"İkimizi birden yakacaksın."

O an, sözleriyle içimde yükselen yangını daha da harladı. Ama o ateşle başa çıkma cesaretim henüz yoktu. Onun gözlerinde kalmaya, o tehlikeli sıcaklığa teslim olmaya meyilliydim.

Tam o sırada, arkamızdan gelen bir ses, beni şimdiki zamana geri çekti. Sanki bir anda o büyü kırılmış, gerçeklik kendini hatırlatmıştı. Ama gözlerim hâlâ ondan ayrılmıyordu.

"Hoş geldin, Lucas."

Chloe’nin sesi, bulunduğumuz alanın sessizliğini dağıttı. Lucas, kolunu hafifçe benden çekerken, yüzünde zarif bir gülümsemeyle Chloe’ye döndü.

"Hoş bulduk, Chloe. Harika görünüyorsun."

Chloe mahcup bir şekilde başını eğip gülümsedi. "Sen de," dedi samimiyetle.

Lucas teşekkür ettikten sonra, Chris öne çıktı. Bir anlığına Lucas ile tokalaştı, bakışlarında sessiz bir dostluk ve saygı vardı.

"Merhaba Lucas."

"Merhaba," dedi Lucas, tok bir tonda.

Chris’in bakışları bana kaydı. "Hazırsanız çıkalım mı?"

Ama Lucas cevap verdi, sesi kararlı ve yumuşak bir emir tonundaydı. "Bize birkaç dakika izin verir misiniz?"

Chris ve Chloe birbirlerine bakıp hafifçe başlarını salladılar. "Elbette," dedi Chris, kibar bir şekilde.

Onlar uzaklaşırken, Lucas tekrar bana döndü. Bakışlarındaki yoğunluk beni sarsarken, söylediklerinden çok söylemediklerinde boğuluyordum. Geri çekilmek gibi bir lüksüm olmadığını fark ettiğim anda, ona tamamen teslim olmuştum.

Lucas beni elimden tutarak balkona götürdüğünde, etraf sessizleşmişti. Okyanus mavisi gözleri üzerimde gezinirken, sanki rüzgâr bile onun varlığına saygı duyuyormuş gibi hafifçe esmeyi bırakmıştı. Bakışlarım, dudaklarına kaydı. Alt dudağını ısırdığında içimde bir şeyler titredi. Konuşmaya başladığında, sözlerine odaklanmak için kendimi zorlamak zorunda kaldım.

"Zamanın birinde, Crisan adında genç bir adam varmış. Fakir bir köylüymüş, ama kalbi sevebilme gücü ve cesareti taşıyormuş. Ve o kalbini, köyün en zengin adamının kızına kaptırmış."

Lucas’ın sesi, geceyi büyüleyen bir melodi gibiydi. Sözleri bir hikâye anlatıyor gibiydi ama aynı zamanda bir itirafta bulunuyormuş gibi de geliyordu.

"Crisan bir şekilde kızın dikkatini çekmeyi başarmış," diye devam etti, sesi yavaş ama kararlıydı. "Genç kız da ona aşık olmuş. Ama kızın babası, Crisan’ın fakirliği nedeniyle bu ilişkiye engel olmuş. Crisan ne yaparsa yapsın, sevdiği kadını görememiş. Genç kız üzüntüden hastalanmış. Dadısı ise kızın bu haline dayanamamış ve Crisan’a her şeyi anlatmış."

Elimi tuttu, başparmağı avucumu nazikçe okşarken, zaman durmuş gibiydi. Hikâyesini anlatırken sesi daha da derinleşti.

"Crisan, sevdiği kadını görmek için eve gitmek istemiş ama dadısı onu durdurmuş. Eve giremese bile mesajlarını ileteceğini söylemiş. Crisan üzülse de kabullenmiş. Sonra ormana gidip, karşısına çıkan en güzel çiçeği koparmış. Bir not iliştirip, dadıya vermiş."

Eli ceketinin cebine gittiğinde, nefesim hızlandı. Siyah kadife bir kutuyu dikkatlice çıkarıp elinde çevirdi. Kutuyu bana uzatmadan önce gözlerimin içine baktı, sesi karanlık ve bir o kadar da yumuşaktı.

"Crisan, notuna sadece iki kelime yazmış: Crisan T’aime. Yani ‘Crisan seni seviyor.’ Ve öldüğü güne kadar her gün sevdiği kadına bu çiçeği, notla birlikte yollamış. O günden sonra bu çiçeğe krizantem adı verilmiş.”

Kutuyu açtığında, ortasında zarif bir krizantem figürü bulunan, ince el işçiliğiyle hazırlanmış olağanüstü bir bileklik gördüm. Bir an nefesim kesildi. Gözlerimi bileklikten kaldırıp Lucas’a baktım.

"Crisan T’aime, Lucia."

Bilekliği dikkatlice alıp, bileğime takarken, kalbimin gürültüsü tüm dünyayı bastırıyordu. Lucas’ın sesi, sessizce inşa edilmiş bir yemin gibi kulağımda yankılandı.

"Seni seviyorum, S. Her zaman seveceğim. Bu bilekliği daima kolunda görmek istiyorum. Sana olan aşkımı nasıl kalbinde taşıyorsan, bunu da öyle taşı. Olur mu?"

Gözlerim dolmuştu. Alt dudağımı ısırarak ona baktım. Sözlerim yetersiz kalacak diye korkarak konuştum.

"Bu, hayatımda aldığım en özel hediye."

Ona sarıldığımda, kalbimdeki tüm fırtınalar dindi. İçimde bir huzur dalgası yükseldi ve beni sardı. Lucas’ın kollarında dünya durmuş gibiydi.

"Sandığından daha özel, S." Sesi neredeyse bir fısıltı gibiydi. "Bir gün bunun anlamını daha iyi kavrayacaksın."

O an, sadece kalbimin ona ait olduğunu biliyordum. Ve bu gerçeği sonsuza dek değiştirebilecek hiçbir şey yoktu.

Parmak uçlarımda yükselip dudaklarına uzandığımda, beni bir adım daha kendine çekti. O an Lucas’ın karanlık yanı, o öpücükle dudaklarından taşarak ruhumun derinliklerine aktı. Sanki bir fırtınanın ortasında kalmış gibiydim; hem başımı döndüren hem de içimi ürperten bir hisle sarıp sarmaladı. Geri çekildiğinde gözlerine baktım. İçlerinde saklanan şey, kaçmam gereken bir tehlike ile kaçamayacağım bir kaderin birleşimiydi.

Onunla her şey alev alıyordu. Ama bu ateş, yalnızca aydınlatmak için değil, yakıp kül etmek için de vardı. Onunla yanmak, karanlığın içindeki tek ışığa kavuşmak demekti. Ve bu ışığın bana vadettiği her şeyle, ateşe yürümekten başka çarem yoktu.

"Bir an önce çıkmazsak esas sen beni yakacaksın, S."

Sesi o kadar alçaktı ki, neredeyse bir fısıltı gibi kulağıma ulaştı. Yine içimden geçenleri duymuştu. Bakışlarımı hızla kaçırdım, kalp atışlarım kontrol edilemez bir şekilde hızlanırken elimdeki bilekliği inceledim. Çiçeği incelerken yüzüme yayılan küçük bir gülümsemeyi engelleyemedim. Bilekliği çevirdiğimde, metalin soğuk yüzeyine kazınmış kelimeyi gördüm.

Cwtch.

Geçen gün fısıldadığı kelime. Hızla başımı kaldırdım ve onun beni inceleyen kararlı bakışlarıyla karşılaştım.

"Bu kelime... ne anlama geliyor?" diye sordum. Sesim, nefesim kadar hafif çıkmıştı.

Lucas bir an başını eğip sustu. Çeneme zarifçe dokunarak yüzümü kendine çevirdi. Parmaklarının tenime değdiği yerlerdeki sıcaklık, damarlarımda yankılanan bir melodi gibiydi.

"Belki söylerim," dedi. Alaycı bir tını vardı sesinde, ama bakışları karanlık bir derinlik taşıyordu. "Ya da sen anlamını bulursun, S."

Cevabı beni tatmin etmedi, ama Lucas’ın ipuçlarıyla oynama alışkanlığını artık tanıyordum. Elimi uzattığında, bir saniye bile tereddüt etmeden elini tuttum. Parmaklarımızın birleşmesi, kelimelerin ifade edemeyeceği kadar doğal geliyordu.

İçeri girdiğimizde, Chloe heyecanla yüzümüze baktı. Gözlerindeki parıltı bir çocuk gibi merak doluydu. Chris ise daha gergin bir hava yayıyordu. Chloe’yi daha fazla bekletmek istemedim ve sol bileğimi uzattım. Bilekliği fark ettiği an şaşkınlıkla dudakları aralandı.

"Lucia, bu... çok güzel!"

"Lucas hediye etti," dedim sakin bir şekilde. Sözlerim bir fısıltı gibi yankılandı.

Chloe’nin yüzündeki hayranlık, beni istemsizce gülümsetti. Ama bakışlarım, Chris’in sert ifadesine kaydı. Chris, Lucas’a bakarken gözlerinde sessiz bir sorgu vardı. Lucas’ın umurunda bile değildi.

"Chris, harika değil mi?" diye sordum, sesime hafif bir alay tonu ekleyerek.

Chris hemen kendini toparladı, ama cevabı ne kadar zorlayarak verdiğini anlamak zor değildi.

"Çok yakışmış, Lucia."

"Teşekkürler, Chris."

O an Lucas hafifçe başını eğdi. "Artık çıkalım mı?" dedi.

"Olur."

Asansörle aşağı inip akademideki balo salonuna doğru ilerledik. İçeri girdiğim an nefesim kesildi. İlk defa böyle bir ortamda bulunuyordum. Ortada devasa bir kristal avize asılıydı. Işıkların kırılarak her yana yansıdığı bu manzara, masalsı bir atmosfer yaratmıştı. Dans pisti tam ortadaydı; kenarlarına serpiştirilmiş kokteyl masaları zarafetle süslenmişti. Fransızca şarkılar arka planda yankılanırken, davetlilerin gülüşleri ve konuşmaları bu büyülü ortamı tamamlıyordu.

Masalardan birine doğru ilerlerken Liz ve diğerlerini gördük. Gözleri Lucas’a takılmıştı; onun dışında kimseyi görmüyor gibiydi. O an Lucas belimi nazikçe kavradı. Liz’in bakışları Lucas’ın eline kaydığında, gözlerindeki şaşkınlığı fark ettim ama anlamını çözemedim. Lucas daha fazla bekletmeden beni masaya yönlendirdi.

İçeceklerimizi aldıktan sonra, ortamın ambiyansı eşliğinde sohbete daldık. Şarkılar arka planda tatlı bir melodiyle yankılanırken, Chris bile yavaş yavaş gerginliğini üzerinden atmaya başlamıştı. Ama Lucas, her zamanki gibi, hiçbir şey olmamış gibi sakindi. Onun bu rahatlığı, her zaman olduğu gibi, beni yeniden kendine çekiyordu.

Chris’in yanına dövüş eğitmenlerinden biri olan Adrian geldiğinde, aniden odanın enerjisi değişti. Adrian, Chloe’yi yanağından öptü ve Chris’e sıcak bir şekilde gülümsedi. Hareketlerindeki rahatlık, etrafındakilere yaydığı özgüveni tamamlıyordu. Ancak bakışları benim üzerimde durduğunda, Chris’in de beni izlediğini fark ettim.

"Lucia, bu Adrian. Yakın arkadaşımdır," dedi Chris, biraz fazladan bir açıklama yaparcasına.

Adrian’ı tanıyor gibiydim. Pedro ile aralarındaki rekabet ve Av Oyunu sırasında duyduklarım, onun kim olduğunu anlamamı sağlamıştı. Elini uzattı, ben de sıktım.

"Merhaba, Lucia."

"Merhaba, Adrian."

Adrian’ın bakışları Lucas’a kaydığında, atmosfer bir kez daha değişti. Daha önce bana karşı sergilediği nazik tavır yerini bir aslanın avını izleyen kararlılığına bırakmıştı. Lucas da karşılık olarak içindeki jaguarı serbest bırakmış gibiydi; her iki adamın gözlerindeki vahşi enerji, havadaki elektriği artırıyordu.

"Merhaba, Lucas," dedi Adrian, kelimeleri dişlerinin arasından zorla çıkarır gibi. "Merhaba," diye yanıtladı Lucas, sesi bir gök gürültüsü kadar sertti. Sesinde gizli bir uyarı vardı, Adrian’ın gözlerini hemen kaçırmasına neden olan bir uyarı.

O sırada uzun boylu, sarışın bir kadın Adrian’ın yanına geldi. Koluna girip neşeli bir sesle, "Nerede kaldın, sevgilim?" diye sordu. Kadının sıcaklığına tezat, Adrian’ın bakışlarındaki soğukluk Lucas’tan ayrılmadan önce birkaç saniye daha sürdü.

Adrian, Chris’e döndü. "Leila ve diğerleri de sizinle vakit geçirmek istiyor. Uzun zamandır görüşmedik. Gelecek misiniz?"

Chris’in bakışları Lucas ve bana doğru kayarken Chloe hemen devreye girdi. "Siz gidin, birazdan geliyoruz," dedi, neşesini koruyarak.

Adrian bana başıyla nazikçe selam verdi ama Lucas’a bir kez daha bakmadan, sarışın kadınla yanımızdan uzaklaştı.

"Gidelim mi, sevgilim?" dedi Chloe, melodik bir tonda.

O an, Chris ve Lucas arasında yeniden başlayan bakışma beni huzursuz etti. Havada çözülmemiş bir hesaplaşmanın ağırlığı asılıydı.

"İyi eğlenceler," dedi Chris sonunda, sesinde bir diken vardı. "Biz sonra yanınıza geliriz."

"Size de, Chris," diye karşılık verdi Lucas, soğukkanlılığını koruyarak.

Chris ve Chloe uzaklaştığında, Lucas’a döndüm. "Chris’le aranızdaki bu gerginliğin sebebi ne?"

Soru, Lucas’ın umurunda değilmiş gibi belimde duran eli sırt dekolteme kaydı. Tenimde bıraktığı sıcaklık, beynimdeki tüm düşünceleri bir an için susturdu.

"Bir sorun yok, tatlı işkencem. Artık sadece seninle ilgilenelim mi?"

"Lucas?" dedim, sesim daha sertti bu sefer.

"Efendim?"

Bakışları dudaklarımdaydı; beni susturmak istiyormuş gibi. Çenesinden tutup onu, gözlerime bakmaya zorladım.

"Sorularımı asla cevaplamıyorsun."

Alaycı bir şekilde gülümsedi. "Önemli olan, cevaplara sahipsin, S."

Onu ters ters süzdüğümde, gülümsemesi daha da genişledi. "Bu cevaplara da sonra erişirsin. Duyacaklarına hazır olduğunda."

"Bu ne demek?" dedim, sesimde yükselen bir öfke vardı.

Eğilip burnunu boynuma hafifçe sürdüğünde nefesim kesildi. Ardından boynuma kondurduğu tutkulu bir öpücük, içimdeki tüm soruları bir an için susturdu.

"Lucia, beni delirtiyorsun," dedi.

Ona biraz olsun uzaklaşmaya çalıştığımda, belime daha sıkı sarıldı. Gözleri, her zamanki gibi beni tamamen teslim almaya kararlıydı.

"Benden uzak duramazsın, tatlı işkencem. Aramızdaki hiçbir mesafeye tahammülüm yok."

"Peki ya beni sinirlendirdiğinde?" dedim, kaşlarımı kaldırarak.

"Kollarımda istediğin kadar kızmaya devam edebilirsin."

Gülüşündeki özgüven o kadar büyüktü ki, ona karşı koymaya çalışmak bile anlamsızdı. Ne kadar direnirsem direneyim, sonunda yüzüme yayılan gülümsemeyi engelleyemedim.

Tam o anda Liz ve diğerleri yanımıza geldi. Lucas’ın elini belimden çekmemesi, Liz’in gözlerinde bir kıskançlık parıltısı yaratmıştı. Ama Lucas, hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Bütün dünyası yalnızca benim etrafımda dönüyormuş gibiydi. Ve belki de gerçekten öyleydi.

"İyi akşamlar."

"Size de."

Lucas soğuk bir şekilde yanıtlarken, bana fazlasıyla yakın duruyordu. Onlar sohbete başladığında Liz’in hiçbir konuşmaya katılmadığını fark Lucas, hâlâ beni sarmalayan o sahiplenici yakınlığıyla yanımda duruyordu. Çevremizdeki sohbet devam ederken Liz’in sessizliği dikkatimi çekti. Gözleri her an Lucas’ın üzerindeydi; hareketlerini bir tür hayranlıkla, ama aynı zamanda bir ağırlıkla izliyordu. Lucas ise onu görmezden geliyordu; ne bir bakış, ne de bir kelimeyle Liz’i sohbete dahil ediyordu.

Liz’in bakışları üzerimde dolanırken garip bir şekilde boğazım kurudu. İçeceğime uzandım, ama bileğimi birinin tuttuğunu hissettiğimde bir an irkildim. Liz, bilekliğimi nazikçe incelemeye çalışıyordu.

Lucas o anda harekete geçti. Bileğimi bıraktırmak için Liz’in elini sertçe itti ve durduğu yerden bir adım bile atmadan kelimelerini soğuk bir tehdit tonuyla sarf etti:

"Bir daha ona dokunursan…"

Sözlerini tamamlamasına gerek yoktu; sesindeki tehlike ve altında yatan soğukkanlı öfke fazlasıyla açıktı.

"Ben sadece… bilekliği incelemek istemiştim," dedi Liz, kelimeleri zar zor çıkararak.

Lucas’ın keskin bakışları Liz’in sözlerini kesti. "İnceleme," dedi kesin bir emirle.

O an, masadaki herkes gerilimi hissetti. Liz’in yüzü solmuştu; bakışlarını hızla kaçırdı ve dudaklarından neredeyse duyulmayacak bir özür döküldü:

"Özür dilerim, Lucas."

Liz aceleyle yanımızdan uzaklaşırken, Ivy’nin tereddütlü bir şekilde ardından gitmesini izledim. Aurelius da onları takip etti. Marino, Lucas’a bir süre baktı. Aralarındaki sessizlik bir ifadeyi saklıyordu; sanki birbirlerini sessizce anlamışlardı. Marino, başını hafifçe eğdi ve alçak sesle konuştu:

"Ben ilgilenirim."

Herkes dağıldığında, Lucas bir an sessizce içeceğini yudumladı. Çevremizdeki atmosferin ağırlığını hissettim, ama sessizliğin içinde cesaretimi toplayıp sordum:

"Aranızda ne vardı?"

Bakışlarını bana çevirdi, gözlerindeki kararlılık ve yoğunluk beni yerime mıhladı. "Liz ile aramda asla bir şey olmadı, S. Olmaz da."

"Ama seni seviyor," dedim yavaşça.

Lucas’ın dudaklarında keskin bir kıvrılma oluştu. "Ve bu umurumda değil."

"Seven bir kalbi incitmemelisin, Lucas," diye mırıldandım, yüreğimde bir ağırlıkla.

Bu sözlerimle Lucas’ın gözleri birden değişti. Şimdi bakışlarının gerisinde bir ilgi, bir meydan okuma vardı. Yavaşça konuştu, kelimeleri hem bir uyarı hem de bir vaat gibiydi:

"Seçimlerimiz kim olduğumuzu yansıtır. Davranışlarımız da. Bu hayatta tolerans gösterebileceğim tek kadın sensin. Bir tek senin bende her zaman sonsuz bir kredin olacak."

Eli yavaşça enseme kaydı, parmakları saçlarımın arasında dolaştı. Gözlerim derin ve yoğun bakışlarının ağırlığından kaçamadı.

"Benden her şeyi isteyebilirsin," diye fısıldadı. Sesi o kadar yumuşak ama aynı zamanda o kadar güçlüydü ki kelimeler tenime dokunmuş gibi hissettirdi.

Başımı yana doğru çevirdiğimde, nefesinin sıcaklığı yanaklarımda yankılandı. "Sana her şeyi veririm. Ne istiyorsan. Aşk, tutku, güven, sadakat, güç. Kalbim, zihnim ve ruhum… Ne dilersen, S."

Sesi alçaldı ama etkisi büyüktü: "Ama başkaları söz konusu olduğunda tek bir şey beni ilgilendirir. O da sensin."

Çenemden tuttu ve gözlerine bakmak zorunda kaldım. Lucas’ın bakışları üzerimdeyken zaman durmuş gibiydi. Aklım karmaşa içindeydi; kalbimse onun nefesini hissettiğim her saniye daha hızlı çarpıyordu.

"Sana olan davranışları, seni önemseyip önemsemedikleri, sana bir tehdit olup olmadıkları… Bunların hepsi benim için önemli. Senin için önemli olan her şey, benim için de öyle."

Bu yakınlık beni hem savunmasız kılıyor hem de daha fazlasını istememe neden oluyordu. Derin bir nefes alarak fısıldadım:

"Umarım beni yarım kalmış bir hikâyenin ortasında bırakmıyorsundur, Lucas."

Gözlerindeki hayal kırıklığı o kadar yoğundu ki nefesimi kesmişti. Bir süre sessiz kaldı, sonra bakışlarını bana sabitleyip konuşmaya devam etti.

"Ben kolay seven bir adam değilim, S. Ama seni gördüğüm ilk andan beri… sana aşığım. Bu bağı, bu çekimi inkar edemezsin."

Sesi kararlılıkla doluydu; her kelimesi birer iddia gibi havada asılı kalıyordu. Diğer eli sırt dekolteme kayarken vücudumun titremesine neden oldu. Tepkilerimden hoşnut bir gülümsemeyle konuşmayı sürdürdü:

"İlk andan beri büyülendim. Işığın… sen hayatımı aydınlattın. Kalbimi, ruhumu."

Kelimelerinin etkisi altında savunmasızca, dudaklarımdan bir cümle döküldü:

"Ama senden hala korkuyorum."

Lucas, sanki bu itirafımı bekliyormuş gibi sakin kaldı. Gözleri derin, ama tehlikeli bir açıklığa sahipti.

"Çünkü korkmalısın. Ben senin dışındaki herkes için korkutucu bir adamım."

Derin bir nefes alarak ona meydan okur gibi sordum: "Sen kimsin, Lucas?"

Yüzüme bir parça acı, bir parça kararlılıkla baktı.

"Senin için kim olduğum daha önemli, S. Ama kim olduğumu da bir gün öğreneceksin. Bu an için sabretmelisin."

Soruma yanıt almayı beklemediğim halde hayal kırıklığımı saklayamadım. Boynuma bir öpücük kondurdu. Bazen beni öyle bir anın içine çekiyordu ki, büyüleniyor ve adımı bile hatırlamayacak kadar kayboluyordum. Benden biraz uzaklaştığında, nefesim düzensiz, kalbim kontrolsüz bir şekilde çarpıyordu.

Bütün bu hisler… bu çekim… sağlıksızdı. Tehlikeliydi. Aramızdaki bağın her geçen saniye beni dengesizleştirdiğini hissediyordum.

Lucas fısıldadı, sesi bir yemin kadar kararlıydı: "Bu aşk... bu çekim... Sen de hissediyorsun. Sen benimsin, ben de seninim. Bu asla değişmeyecek. Kimse aramıza giremez. Ve senden asla vazgeçmem."

Her kelimesi ruhumu sarstı; zihnimde yankılanırken kalbime kazınıyordu.

"Yani… senden başka hiçbir şey umurumda değil, tatlı işkencem. Ayrıca ne yaptığımı biliyorum. Şimdi Liz’i ya da başka birini düşünme. Şu an sadece biz varız."

Ve gerçekten, o an tüm dünya sessizleşti. Etrafımızdaki balo salonu, müzik, insanlar… her şey silikleşti. Geriye yalnızca Lucas ve onun varlığı kalmıştı.

"Seninle dans etmek istiyorum."

Aniden gelen bu cümleyle irkilerek ona baktım.

"Ama ben… daha önce dans etmedim," dedim utangaç bir şekilde.

Lucas’ın gözlerinde yaramaz bir kıvılcım belirdi. "Ben sana öğretirim. Sadece hareketlerime uy yeter."

Elimi tutup beni dans pistine yönlendirirken onu durdurdum.

"Lucas, lütfen… Ben dans edemem."

Ellerini daha sıkı hissettim; gözleri benimkileri delip geçiyordu.

"Kendini bana bıraksan olmaz mı, tatlı işkencem?"

Lucas benim yenilgimdi. Onun karşısında her zaman kaybedeceğimi biliyordum. Elini uzattığında tereddütsüzce tuttum. Ve onunla birlikte dans pistine ilerledik.

Lucas’ın kollarında, Fransızca şarkının ritmine teslim olmuştum. Melodinin ahengiyle beni kendine daha da yaklaştırırken, sağ eli belimi kavradı; sert ama zarif bir hareketle beni kendine çekti. Sağ elimi tereddütle omzuna koyduğumda, diğer elimi nazikçe tuttu. Ancak bu naziklik, elinin gücünü ve kontrolünü hissetmeme engel olamıyordu. Ona bu kadar yakın olmak, hissettiğim kaslarının varlığı, bedenimi titretiyordu.

Gözlerim istemsizce onunkilere takıldı. Okyanus mavisi derin bakışları o kadar yoğun, o kadar büyüleyiciydi ki… Kendimi bir su köpüğü gibi onun içinde kaybolmuş buldum. Fısıltılı bir tınıyla bana daha da yaklaştı, sol kolumu da omzuna yerleştirip aramızdaki mesafeyi tamamen yok etti.

"Şimdi kendini bana bırak. Sadece eğlenmeye odaklan. Bu gece yalnızca ikimiz varmışız gibi düşün."

Başımı hafifçe salladım, onun güven veren sıcaklığına teslim oldum. O ne yaparsa yapsın, ona uymaktan başka çarem yoktu. Dansımız sakin bir tempoda ilerlerken Lucas’ın bakışları, dokunuşları beni tamamen ele geçirmişti. Alevler her yanımı sardığında dayanamadım ve başımı göğsüne yasladım.

Şarkının melodisi, nefeslerimizin senkronu kadar yavaş ve huzurluydu. Lucas’ın göğsüne yaslanmış halde dans ederken, kalbinin ritmi kulaklarımda yankılanıyordu. Bir süre bu huzuru koruduk. Ama içimdeki fırtına durmak bilmiyordu. Başımı kaldırıp onun yüzüne baktım.

"Senin yanındayken… alevler her yerde oluyor," dedim, sesim tedirgin bir fısıltıydı.

Gözlerindeki sıcaklık, sessiz bir yangın gibiydi. "Bu seni korkutuyor mu?" diye sordu.

Gözlerimi yere indirip derin bir nefes aldım. "Emin değilim. Ama... alevler yok etmez mi, Lucas?"

Sözlerim havada asılı kalırken, Lucas beni kolumdan tutup zarif bir hareketle döndürdü ve tekrar kendine çekti. Gözlerimiz bir kez daha birleşti; dudaklarının kenarında o tehlikeli, baştan çıkarıcı gülümseme vardı.

"Her alev öldürmez, S. İyileştiren alevler de vardır."

Bu kelimeler ruhuma dokunurken, Lucas bir kez daha beni döndürdü. Farkında olmadan pistteki yerimiz değişmişti. Gözlerim tam karşımdaki figürü buldu; Pedro, takım elbisesinin içinde karanlık ve tehditkâr bir şekilde bizi izliyordu.

Lucas’ın sesi, bakışları kadar sert ve kararlıydı. "Bu gece herkes tek bir şeyi anlayacak."

Ne demek istediğini tam kavrayamadan bakışlarımı Lucas’ın gözlerine çevirdim. Gözlerindeki kararlılık, bir yırtıcı hayvanın hedefine odaklanışını andırıyordu.

"Sei mio, S. Sen benimsin."

Lucas aniden arkamda belirdi, sırtım göğsüne yaslanmıştı. Pedro’nun gözlerinin üzerimizden ayrılmadığını hissediyordum. Lucas’ın vücudu sertleşmiş, kasları gerilmişti. Tutuşu sıkı, sahipleniciydi.

O sırada Esther, gece mavisi, derin dekolteli bir elbiseyle Pedro’nun yanına geldi. Elini Pedro’nun omzuna koysa da Pedro'nun bakışları hâlâ bizim üzerimizdeydi. Esther’in gözleri bakışlarımızın buluştuğunu gördüğünde öfkeyle kısıldı. Ama Lucas’ın dudakları kulağımdan boynuma kayarak o anı tamamen benim için gerçeklikten kopardı. Nefesini tenimde hissederken, Pedro’nun yüzünün beyazladığını fark ettim.

Gözlerimi kapattım. O an sadece Lucas vardı. Onun kokusu, sesi, bakışları… Her şeyin ötesindeydi. Lucas’ın beni kendine çevirdiğini hissettiğimde, pistin tamamen boşaldığını fark ettim. Etraftaki ışıklar bir anda söndü; yalnızca üzerimizde bir spot ışığı kalmıştı.

Şarkı değişti. Amir & Indila’nın Carrousel parçası yankılanmaya başladığında Lucas beni tekrar kendine çekti. Belimdeki eli nazik ama sahiplenici bir dokunuşla sırtımda geziniyordu. Gözlerimi kapatırken dudaklarını kulağımın hemen yanında hissettim. Fısıldadığı kelimeler, şarkının sözleriyle birleşerek beni esir aldı:

"Bana neler oluyor?

Vezüv’ü hissediyorum damarlarımın derinliklerinde.

Beni cezbeden acı, hayatın bana indirdiği en güzel darbe."

Her sözcüğüyle, her notayla daha da içine çekiliyordum. Lucas bir volkan gibiydi, hem yakıcı hem iyileştirici… ama geri dönüşü olmayan bir şekilde yok edici.

Lucas’ın kollarında hareket ettikçe bedenlerimiz ahenk içinde birleşmişti. Her adımı, her dokunuşu bir hikaye anlatıyordu; benim hikayemizdi. Fransızca şarkının sözleri havada asılı kalırken Lucas’ın varlığı zihnimi ve kalbimi tamamen ele geçirmişti. Ona uyum sağlamaktan başka çarem yoktu, çünkü kontrol tamamen onun ellerindeydi. Aşkın yoğunluğu, hissettiklerim, dokunuşlarının gücü... her şey başımı döndürüyor, beni sarsıyordu.

"Başım dönüyor, S. Başımı döndürüyorsun," dedi, sesi kısık ama bir o kadar kararlıydı. "Zar zor tutunuyorum."

"Lucas…" dedim, sesim fısıltıdan öteye geçememişti.

Gözleri bakışlarımı hapsetmiş halde konuştu. "Kalp atışımı hızlandırıyorsun. Bu ilk defa oluyor."

Sadece elleri değil, dudakları da sahipleniciydi. Boynumu ve yüzümü minik öpücüklerle kutsarken, her öpücüğünde vücudumdan geçen dalgalarla neredeyse dengesizleşiyordum. Eğer beni tutmasa, yerçekimine yenik düşeceğimden emindim.

"Tenimin altında sakladıklarımı açığa çıkarıyorsun," dedi, sesi fısıltıyla karışık bir emir gibiydi.

Bakışlarımız buluştuğunda, kalplerimiz arasında görünmez bağların daha da sıkılaştığını hissettim. Nefesi tenime değerken sözleri kulağımı doldurdu.

"Senden bir cazibenin yüceliği gibi korkuyorum."

Sesi karanlık ve büyüleyiciydi. Bakışlarındaki kararlılık, beni daha derinlere çekerken karşı koyamadım. "Peki beni iyileştirecek misin yoksa bizi mahvedecek misin, Lucas?" diye sordum, gözlerimdeki endişeyi gizleyemeden.

Lucas’ın bakışları değişti; o derin mavilikte gölgeler belirirken, gözlerindeki karanlık bir anlığına kendini açığa vurdu. Ama o, sakinliğini kaybetmeden konuşmaya devam etti.

"Beni sevdiğin zaman, korumak zorunda kalacaksın. Son nefesini verene dek."

Şarkının sözleri aramızda yankılanırken melodinin bizim için taşıdığı anlamı bir kez daha fark ettim. Bu şarkı yalnızca bizimdi; her notası, her kelimesi Lucas ve benim ruhumuza işlenmiş gibiydi.

Aniden Lucas beni havaya kaldırdı ve döndürdü. Nefesim kesildi. Yavaşça beni yere indirirken gözlerimiz birbirine kenetlendi. Ellerinin sıcaklığı, bakışlarının gücü, varlığının ağırlığı… her şey beni tamamen ona bağımlı hale getiriyordu.

Beni kendine çektiğinde, nefeslerimiz bir oldu; bir an için dünya tamamen durmuş gibiydi. Zarif bir hareketle sağ koluna yatırdı, üzerime eğildi ve gözleriyle beni içine çekti.

"Seni ömrümün sonuna kadar korur ve severim, S. Ama bir başkasının olmana izin vermem. Çünkü seninle hayatın anlamını buldum. Seni buldum. Artık kalbini de kendini de yalnız bana emanet edeceksin."

Sözlerinin etkisiyle göğsüm sıkıştı, kalbim çılgınca atıyordu. Lucas beni yerden kaldırdı ve dudaklarını dudaklarıma yaklaştırdı.

"Cwtch."

"Bu ne demek, Lucas?" diye sordum, sesim zar zor duyuluyordu.

"Sevilen kişinin sarılması durumunda kendini cennetteymiş gibi hissetmek ve onun yanında güvende olmak anlamına gelir."

Lucas’ın kollarında her zaman güvende hissetmiştim. Ancak bu kez sözleri, kalbimi yavaşça ele geçirerek ruhuma işliyordu. Bakışları derinleşti ve bir fısıltıyla ekledi:

"Kayıp cennetimsin, S. Seni asla bırakmam."

Dudakları dudaklarımı bulduğunda, dünya bir kez daha sessizleşti. Müzik sustu; birkaç kişinin nefesini tuttuğunu fark ettim. Ama o an yalnızca Lucas vardı.

Sonra aynı anda iki şey oldu. Öfkeli bir çığlık, hemen ardından bir sürü bardağın kırılma sesi salonda yankılandı. Lucas bir adım geri çekildi, bakışları arkamda bir noktaya kilitlenmişti. Gözlerindeki ifade, zaferin karanlık bir dansını sergiliyordu. Tekrar bana döndüğünde, yüzündeki gülümseme yumuşak ama tehlikeliydi.

Burnumun ucuna bir öpücük kondurdu. "Artık gidebiliriz." dedi, sesi sakin ama sarsılmaz bir otoriteyle doluydu. O an, Lucas’ın yalnızca aşkımı değil, tüm kaderimi ellerine aldığını hissettim.

Lucas’ın söylediklerinin yankısı zihnime çarpıyor, ancak net bir anlam çıkaramıyordum. Kafam karışıktı; kelimelerinin arasında saklanan bir gerçek olduğu kesindi, ama Lucas bu gerçeği bana vermeye henüz hazır değildi.

"Bu tam olarak neydi?" dedim, sesim titremeden.

Lucas, beni sıkıca tutmuş, kendinden emin bir şekilde yüzüme baktı. "Artık herkes senin bana ait olduğunu biliyor."

Beni nazikçe elimden tutarak masamıza doğru yönlendirdi. Kalabalığın arasında Liz’in Ivy ve diğerleri tarafından sakinleştirilmeye çalışıldığını gördüm. Masadan çantamı alırken gözlerim istemsizce Pedro’yu aradı. Onu bulduğumda ayaklarının dibinde bir sürü kırık bardak vardı. Esther’in eli kesilmişti; Chloe ve Chris, onunla ilgileniyordu. Ama Pedro’nun bakışları… buz gibi sert ve korkutucuydu, sanki ruhumun derinliklerine kazınıyordu.

Lucas beni çıkışa yönlendirdiğinde daha fazla dayanamadım. Durup kolundan tuttum.

"Bana bir açıklama borçlusun," dedim. "Burada yaptığın her şey... hepsi planlı mıydı?"

Lucas’ın yüzü ciddileşti. Hiç acele etmeden, beni nazik ama kararlı bir şekilde duvara yasladı. Nefesim kesilmişti; aramızdaki mesafe neredeyse yok gibiydi.

"Söz konusu sen olduğunda her şeyi planlamak zorundayım."

"Neden?" diye sordum. Kalbim delicesine çarparken, gözlerim cevap arıyordu.

Sustu. Bu, basit bir sessizlik değildi. Bu, fırtına öncesi tehlikeli bir durgunluktu. İçinde sakladığı sırlar, her kelimenin ağırlığını artırıyordu. Bu sessizlik, aramızdaki bağı tehdit eden, aşkımızı sarsan bir şeydi.

"Sana aşığım, S," dedi sonunda, sesi alçak ama kesin bir tonla. "Bilmediğin şeyler var ve ben attığım her adımı planlamak zorundayım."

Acı bir şekilde gülümsedim. "Bir gün bana anlatacaksın, öyle mi?"

Çenemi nazikçe tutarak yüzümü yukarı kaldırdı. Gözleri, sözlerinin doğruluğunu mühürleyen bir samimiyetle doluydu.

"Her şeyi anlatacağım. Ama şimdilik bana güven ve soru sorma. Tek istediğim sensin ve tek önceliğim seni sevmek ve korumak. Bu kadarı senin için yeterli değil mi?"

Bu akşamın bir oyun olduğunu anlamıştım. Fakat bu oyunun kurallarını Lucas yazmıştı.

"Bu akşamki bir gösteriydi," dedim, sesimdeki hayal kırıklığını saklamaya çalışmadan.

"Hayır, eşsiz bir andı," dedi, sesi sertleşmişti. "Sadece görmesi gereken herkese senin benim olduğunu kanıtladım. Hem de her şeyi riske atarak."

Gözlerim onunkilere kilitlendi. Bu kadar keskin ve emin olmak nasıl mümkün olabilirdi? "Kafamı karıştırıyorsun."

Lucas, bir adım geri çekilmeden önce yüzündeki ciddiyeti koruyarak konuştu. "Cevaplara eriştiğin gün, senin için neleri göze aldığımı anlayacaksın. Ama bunların hiçbirini övgü toplamak ya da kahramanlık için yapmıyorum. Yaptığım tek şey sevdiğim kadını korumak."

Sözleri, kalbimde bir karmaşa yaratmıştı. Balo salonunun yankıları hala kulaklarımdaydı. Ancak hangi adım beni gerçeğe götürecekti, bilmiyordum.

Lucas’ın sesi, düşüncelerimi böldü. "Benden korkma ve uzaklaşma. Yalvarırım."

Bakışlarıma kilitlendiğinde, orada gördüğüm tek şey aşk ve bağlılıktı. Bana bunları hissettiren adam hakkında ne kadar yanılıyor olabilirdim ki?

"Kalplerimiz birbirine karıştı, ilmek ilmek bağlandık, S." dedi, sesi karanlığın içinden gelen bir ışık gibiydi. "Şimdilik soru sorma ve yanımda durmayı seç. Bir gün sana karanlıkta yol gösteren tek ışığın ben olduğumu anlayacaksın."

Gözlerimi kapatarak derin bir nefes aldım. "Peki, Lucas," dedim, sonunda teslim olmuş bir sesle. "Sana inanmayı seçiyorum."

Gözlerini bir anlığına kapadı. Açtığında bakışlarında derin bir bağlılık ve aşk vardı. Dudaklarında o büyüleyici ama aynı zamanda çekici gülümsemeni bana sunduğunda dünya bir anlığına durdu. "Teşekkür ederim, tatlı işkencem," dedi. "Güvenini asla boşa çıkarmayacağım."

Bana tekrar baktığında, gözlerimden geçen endişeyi hissetmiş gibiydi. "Kalbimi kırma, Lucas," dedim, sesim titrek ama kararlıydı. "Sakın beni kalbimden vurma."

Lucas, bir adım daha yaklaşıp gözlerini gözlerime kilitledi. "Asla, S. Asla bunu yapmam."

O gece, Lucas’ın sözleri ve sırları aklımı doldururken, bir şeyleri daha derinlemesine anlamaya başlamıştım. Bir gün, gölgelerin ardında kalan sırlar açığa çıkacaktı. Çünkü gerçekler her zaman bir yolunu bulurdu. Ama o gün geldiğinde, kimin doğru kimin yalan söylediği ve kimin kazanan ya da kaybeden olacağı en büyük soru olarak kalacaktı.

"Dans ederken sadece adımlarımız değil, kalplerimiz de birbirine karışacak. Peki, karanlıkta bile sana yol gösterecek tek ışığın ben olduğumu fark edebilecek misin, S?" - Lucas

Bölüm : 21.12.2024 20:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...