Yeni Üyelik
10.
Bölüm
@kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

 

"Işığın o kadar parlak ki, ancak bir ay tanrıçası olabilirsin. Yani Selene..." — Lucas

(Lucia)

Eşyalarımı toplayıp Chloe’nin yanına vardığımda yüzünde ilginç bir gülümseme belirdi. "Oldukça... ilginç bir ders oldu," diye alaycı bir ifadeyle konuştu.

"Kimseye zarar vermek gibi bir niyetim yoktu," dedim, başımı hafifçe öne eğerek. Sözlerimde bir mahcubiyet gizliydi, sanki kontrolüm dışında gelişen olayların ağırlığı omuzlarıma çökmüştü.

Chloe, "Ben de Pedro’nun insancıl tarafını görmeyi beklemiyordum," diye ekledi. Onun şaşkınlığını anlasam da asıl endişem farklıydı. "Chloe, birini yaraladım. Konumuz Pedro değil."

Haklı olduğumu kabullenircesine omuz silkti. "Doğru, zor bir gündü. Ama böyle şeyler ne yazık ki oluyor. Bunun için kendini üzme, olur mu? Hem Pedro haklı, eline buz koymalısın. İstersen seni odana götüreyim, yemekhaneden de buz alırız. Olur mu?"

Onu, benim yüzümden daha fazla üzemezdim. "Teşekkür ederim Chloe, ama gerek yok. Kendim hallederim, sen de dinlen."

"Peki, tatlım. O zaman sabah sekizde daireme gel, birlikte kahvaltı ederiz, ne dersin?"

“Olur,” diyerek hafifçe gülümsedim.

Chloe ile sınıftan ayrıldık, o giriş kapısına yönelirken ben de asansöre geçtim ve yemekhaneye doğru ilerledim. İçeri adımımı attığımda Lucas ve Liz’in ayakta, hararetli bir tartışma içinde olduklarını gördüm. Lucas’ın elinde bir buz torbası, sandviç ve süt vardı; bakışları bana çevrildiğinde kararlı bir ifade belirmişti.

Yanlarından geçerken, Liz’in gözleri beni delip geçercesine baktı; içimde bir gerginlik yükseldi.

"Canımı fazlasıyla sıkmaya başladın, ufaklık," diye tısladı Liz, alaycı bir tonla.

Gözlerimi devirdim, yanıt vermeden geçmeye yeltendim.

"Sana söylüyorum!" dedi, sesi daha keskin, daha tehditkâr bir tona bürünerek. "Fazla göze batıyorsun. Bir an önce sınırlarını ve yerini öğren, yoksa ben öğretirim. Senden üstün olanlara saygı göster."

"Yani size mi saygı göstermeliyim?" dedim, sesimde saklayamadığım bir meydan okuma vardı. Gözlerimi onunkilere diktim, bakışlarıma aynı öfkeyle karşılık verdi.

Liz’in gözlerinde, sanki aylardır gizli bir hırsla biriktirdiği öfke kıvılcım gibi parladı. Bir adım öne çıktı, çenesini sıkarak yüzüme yaklaştı. "Bir ders, her şeyi öğrenmen için yeter. Zamanı gelince anlarsın. Arkadaşlarımdan birine daha zarar verirsen, sonuçlarına katlanırsın."

"Bilerek yapmadım," dedim, sabrımın sonuna gelerek.

"Fark etmez!" diye hırladı. "Dediğimi unutma."

Öfkeyle uzaklaşmak üzereydim ki Liz, tişörtümden tutup beni kendine çekti. Gözleri kin doluydu, alçak bir tonda fısıldadı. "Beni hafife alma. Altı yıldır buradayım ve her açıdan senden daha deneyimliyim. Ayrıca asla yerimi alamayacaksın."

Yerini mi? Liz’in içindeki bu hırs, bana garip bir boşluk hissettiriyordu. Tam o sırada Lucas araya girdi. Sesi, bir emir gibi keskin ve soğuktu.

"Yeter, Liz."

Onun bu kelimelerindeki soğuk otorite, Liz’i anında geri çekilmeye zorladı. Yüzünde beliren maske, kibirli bakışını gizleyen ince bir perdeydi.

Lucas ise bana bir an bile tereddüt etmeden yaklaştı, elimi tutarak hızla yemekhane dışına çekti. İtiraz etmeye çalıştım ama kararlılığını kıramadım. Asansörlere doğru ilerlerken sonunda kendimi toparlayıp sordum, "Nereye gidiyoruz?"

"Odana. Dinlenmen gerek," dedi. Sesindeki sertliği yumuşatmaya çalışıyor gibiydi ama gözlerindeki endişeyi gizleyemiyordu.

"Neden benimle geliyorsun?” diye sordum, şaşkınlıkla. İçimde aniden beliren bu yoğun duygular, onu daha iyi anlamaya dair bir isteğe dönüşmüştü.

Lucas'ın gözleri kısa bir an için üzerimde durdu, sanki bir şeyler söylemek istiyordu ama kelimeleri bulamıyordu. Beni asansörün içine çekerken, sessizliği ve içindeki karmaşa, aramızdaki mesafeyi yavaşça eritiyordu. Birkaç öğrenci asansöre binmek üzereydi ama Lucas’ı görünce geri çekildiler. Kapı kapanır kapanmaz Lucas bana yaklaştı.

"Bir daha kendine asla zarar vermeyeceksin," dedi, sesi alçak ama kararlıydı. Sözleri kulağıma fısıldanan bir yemin gibiydi; içten ve sarsılmaz.

Sonra beklenmedik bir şey yaptı: Elimi nazikçe tutup, hafifçe öptü. O an, kalbimde bir yankı uyandı; sanki kalbimin ritmini değiştiren bir şeydi bu. Yanaklarım kızardı. Onunla aramda başından beri bir şey vardı. Görünmez, tarif edilemez, beni çaresiz bırakan… Hep oradaydı, kaybolmayan, fakat asla tamamen açığa çıkmayan bir bağ. Bir adım atsa, her şey değişecek gibiydi. Sanki benzer bir duyguyu o da hissediyordu, belki de ben yanılıyordum.

"Liz neden bana bu kadar öfkeli?" diye sordum, konuyu değiştirme ihtiyacıyla.

"Bu, başka bir günün konusu. Şu an önemli olan sensin," dedi, sözleri yumuşaktı ama taşıdığı keskin tavır bir gerilim yarattı. Onun bu tavırlarına alışamıyor, hatta onu çözemiyordum. Söyleyebilecek bir söz bulamamanın verdiği şaşkınlıkla dudaklarım aralandı, bakışlarımdaki belirsizliği hemen yakaladı, her sözüyle üzerimdeki etkisi daha da artıyordu.

Gözleri yüzümde gezindiğinde, bakışlarında bir yoğunluk hissettim; gözleri içinde barındırdığı her şeyin gizlendiği bir dünya gibiydi. "Keşke bu kadar masum olmasaydın, Lucia," diye fısıldadı, sesi derin bir iç çekişe dönüştü.

Asansör durduğunda Lucas çantamı aldı, içinden oda kartımı çıkardı. Oda kartımın yerini nasıl biliyordu? Tekrar elimi tutup beni odama yönlendirdi. İçeri girdiğimizde, çantamı masaya bıraktı ve cep telefonumu çıkartıp bana uzattı.

"Telefonunu aç," dedi.

"Neden?"

Yanıt vermedi. Telefonu açıp ona uzattığımda, bir şeyler yazdı ve geri verdi. "Numaram artık sende kayıtlı. Bana ihtiyacın olursa, araman yeterli."

"Neden seni arayayım ki?" diye sordum, sorumla birlikte içimdeki merak da büyüdü. Yüzümdeki ifadeye dikkatle bakarken, gözlerindeki duygular gittikçe derinleşiyordu. Bir an için beni dikkatlice inceledi, sanki zihnimdeki tüm düşünceleri görüyormuş gibiydi.

"Elini buzla sar ve sandviçi ye," dedi. Lucas’ın sessizliği karmaşıktı; içinde barındırdığı her şeyin bir parçası bana dokunuyor gibiydi. Bunu bana neden yaptığını soramıyordum bile, ona olan minnettarlığımı dile getirmek için fısıldadım:

"Teşekkür ederim Lucas."

Yanaklarıma bir sıcaklık yayılırken aniden belimi kavradı, gözleri bir anlığına yüzüme fazlasıyla yaklaştı. Kararlılık ve gizemli bir duyguyla doluydu bakışları; sözlerinin derinliğinde başka bir şey vardı, anlaşılması zor bir gerçeklik.

"Bir daha yaralandığını görürsem, bunun kimin hatası olduğuna bakmam ve karşındaki kişiye gereken dersi veririm."

Yutkundum. Lucas’ın tehlikeli bir yanının olduğunu biliyordum; açığa çıkmayı bekleyen bir his, bir dürtü gibi. Söylediklerinde ciddiydi, içimde ona dair beliren karmaşayı derinleştirmişti. Beni önemsiyordu… ama neden?

"İyi geceler, S."

"S mi?" diye sordum, ne demek istediğini anlamaya çalışarak.

Lucas sınırları fazlasıyla zorluyordu, fakat bu kez o sınırı açıkça aştı. Burnumun ucuna hafif bir öpücük kondurup geri çekildi. Yakınlığı, o anda zihnimi tamamen ele geçirdi.

"Işığın o kadar parlak ki, ancak bir ay tanrıçası olabilirsin. Yani… Selene…"

Lucas’ın sözleri zihnimde yankılanırken içimde beliren karmaşa büyüdü. Yanımdayken nefes almak zorlaşıyordu ama bu kez nefesim gerçekten de kesilmişti. Lucas, sanki zihnimi okuyormuş gibi hafifçe gülümsedi, kapıdan çıkarken geride iz bırakır gibi… yalnızca ona bakakaldım.

(Lucas)

Lucia'nın odadaki halini izlerken içimdeki her şey daha da karmaşıklaşıyordu. İlk defa böylesine bir ışık beni ele geçiriyordu. Beline dokunduğumda hissettiklerim, sanki yıllarca içimde sakladığım boşluğu dolduruyordu; bir yanda onu koruma içgüdüsü, bir yanda incitme korkusu.

"Bu kız…" diye düşündüm, bakışlarımı yüzünde gezdirirken. İlk defa birine gerçekten böylesine yakındım. Lucia’nın varlığı, içimdeki karanlığı kıran bir ışık gibi içime işliyordu. Geceme doğan ay ışığı, karanlığımda yankılanan tek fısıltı… ulaşılamaz ama vazgeçilmez bir parıltıydı. Ona olan bağlılığım, çoktan sözlerin ötesine geçmişti; bu hislerden kaçış yoktu artık. Buraya geliş amacım oydu; fakat fark etmeden her şey çoktan mahvolmuştu.

Henüz benim için anlamını bilmiyorsun, S. Ama ben… senin için her şeyi göze alırım. Çünkü, ışığın ne kadar parlaksa, içimdeki karanlığın da ne kadar derin olduğunu daha iyi görebiliyorum. Ve karanlık… her zaman ışığa dokunmak ister.

Lucia’nın etkisi içimde yankılanıyordu. O, aşktan öteydi; dokunuşundaki kırılganlık bile ruhumu derinlemesine sarsıyordu. Beni hayata bağlayan, hissettiğim ilk ve tek gerçeğim… benim ay tanrıçam.

"Bazen, karanlık derinliğinde ışığı bulur. Ama ışık… karanlığa daldığında, geri dönmek her zaman mümkün olmaz." — Lucas

Loading...
0%