Yeni Üyelik
20.
Bölüm

Fısıldanmayan Kelimeler

@kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

 

"Sana her zaman sahibim, Lucia. Hiçbir şey bu gerçeği değiştiremez." – Lucas

 

Ertesi sabah uyandığımda, Lucas’ın yokluğunu fark ettim. Kulübede yalnızdım, ama kahvaltı masam özenle hazırlanmıştı. Yanında küçük bir not vardı:
"Üzgünüm, S. Acil bir durum çıktı. Kahvaltını et. Seni arayacağım."
Notu okurken, içimde büyüyen belirsizliği yatıştırmaya çalıştım. Lucas’ın ayrılığı derin bir boşluk bırakmıştı, ama kahvaltının titizlikle hazırlanmış olması, bir şekilde onu hâlâ yanımda hissetmeme neden oluyordu.

Kahvaltımı bitirdikten sonra kulübeden çıkarken, zihnimde tek bir düşünce yankılanıyordu: Dün gece. Lucas’ın her hareketi, her bakışı beni tamamen sarmıştı. Söze dökmese de hissettiklerimiz çok netti. Ancak onun bir adım atmadan, ben de atamazdım. Lucas her zaman bir şeyleri kontrol altında tutuyordu ve bu, beni hem etkiliyor hem de tedirgin ediyordu.

Pedro’nun gönderdiği koruma kısa süre sonra geldi. Onun geceyi odamda geçirmediğimi öğrenmediğini anlamıştım. İçimde bir ses, bunun da Lucas’ın planının bir parçası olduğunu söylüyordu. O, bilmeden hayatımda hiçbir şey gerçekleşemezmiş gibi hissediyordum. Her şey onun bilgisi dahilindeydi ve bu kontrol, beni onun dünyasına daha fazla çekiyordu.

Cumartesi günkü derslerime girip çıktım, ama aklım hep Lucas’taydı. Pedro kısa süreliğine yanıma uğrayıp Chloe’nin iyi olduğunu söyledi ve onunla telefonda konuşma şansım oldu. Sahiden sesi iyiydi, bu biraz olsun içimi rahatlattı. Pedro gitmeden önce, pazar günü için antrenman yapmayacağımızı belirtip odadan çıktı. Tüm Pazar boyunca bekledim. Lucas’ın aramasını, mesaj atmasını… Ama hiçbir ses çıkmadı. Bu sessizlik beni yiyip bitiriyordu. Notta belirttiği gibi aramamıştı da.

Beni neden aramıyorsun, Lucas? Neden yanımdan ayrıldın?

Yüzeyde her şey sıradan görünüyordu, ama içimde derin bir huzursuzluk büyüyordu. Lucas’ın ortadan kaybolması aniden ve açıklamasızdı. Attığım mesaja bile geri dönmemişti. Sanki gölgelerin ardında bir şeyler gizleniyordu, ama ne olduğunu anlamakta zorlanıyordum.

Aslında onu henüz tanımadığımı bilen yanımı görmezden gelemiyordum. Onun kontrol tutkusu, soğukkanlılığı ve her şeyi bilirmiş gibi davranması... İçimde bir soru yankılanmaya başladı: Lucas kimdi?

Huzursuz bir gece geçirdim ve ertesi sabah uyandığımda geç kaldığımı fark edip hemen hazırlandım. İşimi bitirdiğimde, Pedro’dan gelen bir mesaj bildirimi aldım.

"Aleksandr 15 dakika içinde yanında olacak. Chloe ile temas kurma."

Onun gibi soğuk, net bir mesajdı. Beklemeye başladım. Kapım çaldığında huzursuz değilmişim gibi yüzüme sahte bir sakinlik yerleştirdim. Eşyalarımı aldım ve kapıyı açtım.

Aleksandr, Pedro’nun tarif ettiği gibi sert ama nazik bir görünüşe sahipti. Gözlerinde, Pedro’nunkilerde hiç göremediğim bir sıcaklık vardı.

"Merhaba Lucia, ben Aleksandr," dedi, nazikçe başını eğerek.

"Merhaba," diye cevapladım, kendimi toparlamaya çalışarak.

Yol boyunca sessizlik aramızda bir uçurum gibi uzanıyordu.

''Konuşmayı sevmiyorsun.'' Güldüm. ''Evet.'' Acılar bir gün susarsa belki konuşurdum. Yalnız şu an acılarım konuşkan, dilim suskundu.

Pedro’nun dairesine vardığımızda, Aleksandr gözlerini kaçırmadan bana baktı. "Dikkatli ol Lucia, umarım her şey düzelir."

"Teşekkür ederim." Bir şey daha söyleyecekmiş gibi durdu, ama sustu. O uzaklaşırken kapıyı çaldım, Pedro'nun soğuk ifadesiyle açılan kapının ardında beni başka bir dünya bekliyordu. O dünya, sırlarla ve suskunluklarla doluydu.

"İçeri gel," dedi, sesi her zamanki gibi mesafeliydi. Ne sıcak ne de soğuk... Sadece anlaşılmaz.

Mutfağa geçtiğimizde, Pedro’nun varlığının beni her zamankinden daha fazla etkilediğini fark ettim. O sırada, Pedro'nun gözleri üzerimdeydi. Hareketsiz, sabit, beni çözmeye çalışan bir bakışla. Beni her şeyin ötesinde anlamaya çalışıyordu.

"Kahve içmek ister misin?" diye sordu, sesi neredeyse fısıltı kadar hafifti, ama içindeki tını derindi.

"Olur," dedim, kaçamak bir şekilde.

Kahve yaparken, Pedro'nun her hareketini izliyordum. O kadar sakin, o kadar kontrollüydü ki... Onun gibi olmayı ne kadar istediğimi fark ettim. Şu an içimdeki huzursuzluğu kontrol altına alamıyordum. Aklım yalnızca Chloe’deydi.

Pedro, fincanları masaya koyarken gözlerini bir an bile benden ayırmadı. "Chloe ile ilgili konuşmak istiyorsun, biliyorum," dedi, sanki düşüncelerimi okumuş gibi.

"Ona bir şey olmayacak," dedi, sesi sakin ama kesindi. "Esther ona göz kulak oluyor. Endişelenmene gerek yok."

Esther’in orada ne işi vardı ki? Yüzümdeki ifadeyi beğenmemiş gibi yüzünü buruşturmasını izledim. "En iyi danışmanlarından biri saldırıya uğradı. Ne yapmasını bekliyordun?"

"Umursamamasını. Belki o zaman gerçek yüzünü göstermiş olurdu," dedim soğukkanlılıkla.

Pedro’nun gülüşü hem alaycı hem de şaşkınlık doluydu. "Cesaret iyidir, Lucia, ama gözü kara olmak aptallıktır. Arkanı kollayacak kimse yokken bu cesareti benim yanımda bulmana şaşırıyorum."

Gözleri derin bir sorgulamayla bana dikildi. "Bana nasıl güvenebiliyorsun?"

Söylediklerinde doğruluk payı vardı belki, ama ben korkak biri değildim. Adaletsizliğe boyun eğmezdim. "Bu şekilde yetiştirilmedim," dedim kararlı bir sesle.

"Nasıl?" diye sordu, ilgisi artmıştı.

"Annem bana, adaleti savunmanın cesaret, sessiz kalmanınsa korkaklık olduğunu öğretti."

Pedro başını eğdi, düşünceli bir ifadeyle. "Bilge bir kadına benziyor," dedi yavaşça. "Bazen bir savaşı kazanmak için geri adım atmak gerektiğini öğrenmelisin, Lucia."

"Yıldızları görebilenler, gecenin en karanlık anında dışarı çıkmaya cesareti olanlardır, Pedro. Cesaret sadece yapmaktır, riske atmaktır."

"Belki birbirimizi daha iyi tanımalıyız." Sözleri havada asılı kaldı, bana bir kapı aralamış gibiydi.

Bir an duraksadım, bakışlarım ona kilitlenmişti. "Öyleyse neden hâlâ ön yargılısın?" dedim. "Beni tanımadan hüküm veriyorsun."

Pedro gülümsedi, ama bu gülümseme sertti. "Esas ön yargılı olan ve uzak duran sensin. Peki senin bana yaklaşmana, beni tanımana ya da anlamana izin vermeli miyim?"

Bakışlarını kaçırdığında öfkeliydi. ''Lucas’ı tanımakla fazla zaman harcıyorken sana gerçek Pedro’yu neden göstereyim?''

Sözleri canımı sıkmıştı. "Lucas seni bu kadar mı ilgilendiriyor?" diye sordum, beklemediğim bir cesaretle.

Pedro gözlerini kısıp dikkatle bana baktı. "Sen gerçek bir yanıt verebildiğinde ben de sorunu belki cevaplarım Lucia. Ayrıca gerçek hislerini söyleyeceksen konuş, yoksa sus."

Sessizlik. Bakışlarımız birbirine kilitlendi. Aramızdaki gerilim yoğun ve keskin bir hal aldı.

"Bir gün cevap vermeni bekleyeceğim," dedi, sesi karanlık bir vaadin tonunu taşıyordu.

"Neden?"

"Çünkü bu Lucia’yı ve oynayacağı rolü çözememişimdir."

Pedro’nun içeri adım attığını gördüm ve onu takip ettim. Kafamda bir soru yankılanıyordu: Bu bir oyun muydu? Neden umursuyordu?

"Pedro," dedim, ağzımdan kelimeler istemsizce döküldü, "Bunu neden öğrenmek istiyorsun? Lütfen söyler misin?"

Bir anlığına bakışları sertleşti. "Dikkatin dağılacaksa, bunu bilmem gerekiyor."

Soğuktu. Kaba. Ama çok da umursamaz değildi. Sonra kollarımı bir anlığına yakaladı, fakat anında geri çekildi. "Hadi derse geçelim."

Sorun her neyse susacaktı. Onu bir şekilde rahatsız ettiğim de açıktı. "Bana ders vermeyi neden kabul ettin?"

Bir anlığına durdu. "İki nedeni var. Chloe iyi bir dostumdur, ona hayır diyemem. İkinci sebep ise..." Duraksadı, gözleri üzerimde gezindi. "Sen eğitilmeye değersin."

Anlaşılmazdı, kafa karıştırıcıydı. Sessizlik yeniden aramıza çöktüğünde bu kez onu bozan bendim. "Esther... Ona güvenebilir miyiz?" diye sordum, sesim istemeden titremişti.

Pedro hafifçe gülümsedi, ama bu gülümseme yüzüne yerleşmekten çok, gözlerinde bir anlık bir ışıltı gibi belirdi ve kayboldu. "Her zaman güvenebileceğin biri yoktur Lucia. Ama güvenmediğin insanlarla nasıl başa çıkacağını öğrenmelisin. Özellikle konu Lucas ise… O seni yanıltır."

Pedro’nun bu kadar açık bir şekilde Lucas’ı hedef almasını beklemiyordum. Neden Lucas’tan bu kadar uzak durmamı istiyordu? Lucas’a karşı hissettiklerimi biliyor muydu?

"Sen daha fazlasını hak ediyorsun, Lucia." dedi, bakışlarında tehlikeli pırıltılar gezinirken.

"Ne demek istiyorsun?" diye sordum, sesimde bir meydan okuma vardı. "Sadece seni uyarıyorum, Lucia. Lucas göründüğü kadar masum değil." Bu sözler içime işledi. Pedro’nun söylediklerini anlamaya çalışırken, gözleri bir an için benimkilerle buluştu. O an, kelimelerin ötesinde bir şey vardı.

Pedro’nun gözleri, bir fırtınayı saklayan bulutlar gibiydi. İkimiz de hiçbir şey söylemedik, ama aramızdaki sessizlik her kelimeden daha gürültülüydü. Beni tanıyordu, hatta belki de düşündüğümden daha iyi. Ve bu, beni rahatsız ediyordu.

"Hadi derse geçelim," dedi Pedro, her zamanki mesafeli tavrıyla. Onun bu sakin otoritesine uyarak sessizce dersimize geçtik. Tüm ders boyunca birbirimize bakmadık. Ancak Pedro’nun varlığı, her anı dolduruyordu. Sessizlik bir perde gibiydi ama o perdenin arkasında, beni izleyen gözlerinin ağırlığını hissediyordum. Her hareketimle beni çözmeye çalışıyor gibiydi.

Ders bittiğinde telefonuma gelen bir mesaj bildirimiyle kalbim hızlandı. Ekranda Lucas’ın adı parladı. Onun sadece adını görmek bile içimde bir fırtına kopmasına yetiyordu. Mesajı açtım ve içime bir ürperti yayıldı.
"Onunla asla yakınlaşmayacaksın, S. Her zaman seni izlediğimi unutma."

Ne zaman bu kadar kontrol edici olmuştu? Ve beni aramamıştı bile. Hızla cevap yazdım: "Böyle bir şey mümkün değil. Sadece ondan ders alıyorum, Lucas."

Telefonu elimde sıkarak ekrana baktım, ama o an sadece sessizlikle karşılaştım. Ekran bir süre karanlık kaldı, ardından bir mesaj daha geldi:
"Uyarımı unutma, benim küçük hilebazım."

Bu kelime—hilebaz—Lucas’ın her zaman olduğu gibi bir adım önde olduğunu gösteriyordu. Oyun oynamayı severdi, ama bu sefer bu oyun beni kontrol altında tutmanın bir yoluymuş gibi hissettirdi. Sinirlerim geriliyordu. Telefonu elime alıp, mesaj yazmaya başladım: "Niye beni aramadın, Lucas?"

Bir süre sonra, beklediğim yanıt geldi: "Acil ve sıkıntılı bir durumun içindeyim, S. Üzgünüm. Bu sorunu halletmem gerekiyor."

Dudaklarım sıkıldı. "Peki, her şey yolunda mı?" diye yazdım, içimde büyüyen endişeye rağmen. Lucas’ın her zamanki gibi işlerini hallederken beni nasıl dışarıda bıraktığını anlamak zor değildi. Ancak onun dünyasında olup bitenler hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Ve bu beni huzursuz ediyordu.

"Onunla yakınlaşmazsan… evet."

Bu kısa, kesin cevap onun otoritesini hissettiriyordu. Lucas, tüm kontrolü elinde tutuyordu. İçimde bir yerlerde buna isyan eden bir parçam vardı, ama ne yaparsam yapayım bu kontrolden kaçamayacağımı biliyordum.

"Lucas?" dedim, endişemi gizleyemeden.

"Endişelenme, S. En kısa sürede yanında olacağım. Beni özledin mi?"

Sorusu, klasik Lucas tavrıydı. Benimle oynamaya devam ediyordu. Ne cevap verirsem vereyim, bana sorduğu sorularla üzerimdeki etkisini sürdürüyor, hislerimi kontrol ediyordu. Gözlerimi devirdim ve bir emojiyle karşılık verdim.

Bir süre geçti, telefon yeniden titreşti. Gelen mesaj içimi daha da karıştırdı:
"Sana her zaman sahip olmayı isterdim, S. En çok kalbine… Sana sahip miyim, S?"

Bu soru, ruhumun derinliklerine kadar iniyordu. Lucas’ın dünyasında bir yerim vardı, bunu çok iyi biliyordum. Ama bu yer, özgürlüğüm kadar vazgeçilmez ve kaçınılmazdı. Ona ait olmak, tuhaf bir şekilde doğal geliyordu. Kalbim, zihnim, ruhum… her şeyim onundu. Ona yazmak istedim: "Lucas, senin olmadığım bir an bile yok." Ancak son anda vazgeçtim. Çünkü biliyordum; bunu söylememe bile gerek yoktu. O zaten biliyordu.

Sonunda dayanamayarak yazdım: "Ben sana sahip miyim, Lucas?"

Ekranda kısa bir an bir şeyler belirdi, sonra kayboldu. Cevap gelmesini beklerken, içimde bir yerlerde onun yanıtının gelmeyeceğini biliyordum. Lucas her zaman soruları atlatırdı. Sonunda, ekranda beliren mesaj beni şaşırtmadı:
"Beni özlediğini biliyorum, S."

Asla istemediği sorulara cevap vermezdi. İçimde bir ağırlık vardı. Lucas’ın kontrolündeki her an beni daha da içine çekiyordu, ama bu oyunun ne kadar süreceğini artık kestiremiyordum.

"Lucas... Senin olmadığım bir an bile yok. Ama bunu zaten biliyorsun, değil mi?" – Lucia

Loading...
0%