Yeni Üyelik
4.
Bölüm

Cehennem Kapıları

@kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

 

Karanlık, ışığı bastırdığında, cehennemin kapıları ardında asıl gerçekler görünür.

Cehennem nasıl görünürdü? Bana göre, tam olarak Ulular Meclisi binası cehennemin tasviriydi. Issız bir arazide yer alan gri, soğuk görünümlü bina, taş duvarlarla çevriliydi. Ağaçlar bile binaya canlılık katamıyordu. Sorumlular eşliğinde binaya girdim. Kapılarda özel seçilmiş Sorumlular duruyordu. İçerisi dışarıdaki havaya göre daha kasvetliydi. Sanki Edgar Allen Poe evrenindeydik.

Kapının girişinde yazan yazı hafızama kazındı.

Madem döngüsel bir düzende sürüyor tüm ilişkiler, o zaman son da başlangıç olsun…

Sorumlular beni Ulular Meclisi ana toplantı odasının önüne getirdiklerinde oturmamı söylediler. Beklemeye başladım. Zaman ilerledikçe düşüncelere daldım. Karanlığıma açılan kapıların kilidi kırılmış gibiydi, her an zihnime anıları ya da düşünceleri çekiyordu. Cehennemini yanında taşıyanlardandım.

Yeryüzünde cehennemi tadan herkes bilir, en kötüsü hep araftır. Ben de bir süredir arafta takılıp kalmıştım. İçinde bulunduğum durum kadar etrafımdakiler de araftan çıkmama engel oluyordu. Ulular da cehennemime açılan farklı bir kapıda duruyordu. Bilgeliğin en üst mertebesinde sayılan Ulular, zaman döngüsünü koruyan ve bilgiye hükmeden sınıftı. Bu görevi Lakhesisler’in yardımcısı olarak gerçekleştiriyorlardı.

Mirithen’in değerli ve saygıdeğer üyeleri olsalar da, Liderler sınıfının yani üç büyük ailenin gerisinde onların yönetimi altında yer alıyorlardı. Baş Lider Nicholas Klothon ve ailesi, Black ailesi ve ailem Mortaniuslar kader ustalarıydı.

Kader büyüleyicidir, korkutucudur, cezbeder, büyüsüne kapılıp gidersiniz. Onu korumak, müdahale etmemeyi öğrenmek, sabretmek, akışına bırakabilmek ve kader döngülerinin işleyişine yardımcı olabilmek oldukça zor, dayanıklılık gerektiren bir tavır ve kişilik gerektirmekteydi.

Blackler kader döngüsünü korurken, Klothon ve Mortaniuslar yani ailem döngüyü korumanın yanı sıra ömür ipliğini de dokuyabiliyorduk. Ben her ne kadar büyü konusunda yeteneksiz sayılsam da ailem ve Klothonlar, Klotho’nun gerçek varisleriydi.

Lakhesisler ise zaman döngüsünün gerçek koruyucuları, zamanın ustalarıydı. Ömür ipliğinin uzunluğunu belirlemek en önemli görevleriydi.

Fakat hiçbir aile Klothonlar kadar önemli değildi. Klothonlar Mirithen’in yıldızı, Aldebaranlar ile kurucu ailelerden biri ve Mirithen’in gerçek varisleriydi. Baş Lider Nikholas Klothon’un oğlu Klaus Klothon da tıpkı babası gibi herkesin gözdesi, geleceğin ve Mirithen’in varisiydi. Yakışıklı, güçlü, yetenekli ve şimdiden gerçek lider olarak anılan biriydi. Klaus Çember adlı elit büyücü grubunu yönetiyordu. Bu gruba Liderler sınıfından ayrılmadan önce ailem de üyeydi. Üye alımı sınırlıydı ve güç, yetenek, becerilere göre kişiler davet ediliyordu. Zorlu birkaç sınavdan sonra siz de bir elit oluyordunuz. Elbette bana hiç teklif edilmemişti. Zaten üyelerin hiçbiriyle anlaşamayan bendim.

Blackler’in kızı Melissa, Uluların Ulusu olan Cavalli’nin oğlu Cassian, Lakhesisler’in ikiz kızları Anna ve Lea, yine Ulular Meclisi’nin en değerli üyelerinden olan Graysonlar’ın oğlu Kai ve Knox’ların oğlu Wiliam Çember’in ana üyeleriydi. Bu sene onlarla akademiye başlayacaktım. Bu yüzden her açıdan sınanacağım bir sene olacaktı.

Oysa kız kardeşim yaşasaydı her şey farklı olacaktı. Boğazımdaki düğüm geri döndü. Yaşamayı hak eden oydu. Ben değil.

Düşüncelerim hızla o geceye ve pişmanlıkla beni boğan kısma yöneldi. Onları kurtarabilme ihtimalimin olduğu kısım… Onlar kadar yetenekli olsaydım her şey farklı olurdu. Bu beni kahrediyordu. Ama o gece bilinçli olsam da karşı koyamayacağımı, çünkü onlar gibi yetenekli olmadığımı bilen yanımı da görmezden gelemiyordum.

Ben Mendel yasasına göre buruşuk bezelyeydim. İşe yaramayan, kader döngüsünü kontrol edemeyen ve kader ipliğini dokuyamayan hatta aile unvanımı bile hak etmeyen büyücü kızdım.

Ulular da bu durumun farkındaydı. Neden benim geride kaldığımı, yaşadığımı bile sorguladıklarından emindim. En çok nasıl kurtulduğumu… Hiçbirine cevabım yoktu. Yine de ‘Neden ben?’ diye sormadan edemiyordum. Fakat bir şeyden emindim. O gece gelenler her kimse öldürmeye bile değer bulmadıkları kişiydim. Arkada bırakılacak kadar önemsizdim.

Keşke o yıkımdan, korkunç geceden ben de sağ çıkmasaydım. Ailemin sevgisine karşılık bu toplulukta beni seven, kabul eden sadece Kane’lerdi. En kötüsü eskiden görünmezdim, bu trajedi sonrası kaşınan ve kalkan bir kabuk gibi herkesi rahatsız ediyor ve göze batıyordum.

Zaten bir şey asla değişmez. Toplum size ne değer biçiyorsa, herkesin gözünde o olursunuz. Etiketlenir ve rafa kaldırılırsınız. Ben rafta ‘çürük’ etiketiyle duruyordum.

Yanı başımda bir hareketlilik olduğunda kafamı kaldırdım. Toplantı salonunun kapısı açıldı ve ismimi duydum. Sorumlular eşliğinde içeri girmeden derin bir nefes aldım.

Başlıyorduk. Meclisin önüne dördüncüye çıkıyordum. İlerledim ve yarım daire şeklinde oturan meclisin asil üyeleriyle göz göze geldik. Uluların Ulusu Castor Cavalli’nin önünde durduğumda bana gülümsedi. Zeki ama ürkütücü bakışlarıyla karşılaşmak her seferinde endişelenmeme neden oluyordu.

"Hoş geldin Aisa. Nasılsın?"

"Teşekkür ederim. Siz?"

Cevap vermedi. Asla bir cevabı olmazdı, oğlu Cassian da ona benziyordu. Sessiz, soğuk, ölümcül ama zeki bakışları, koyu renk gözlerini daha ürkütücü kılıyordu. Ve yine sorgulanacağım açıktı.

Travmam olan trajediyi bir kere anlatmış olmak bile yorucu ve hırpalayıcıyken benden ne istiyorlardı? Bu kez ne duymayı ümit ediyorlardı? Ne anlatırsan anlat sana inanmayacaklar… Seni küçük yalancı…

"Aisa araştırmalarımızı bitirmeye karar verdik. Altı aydır bu davanın izlem sürecinde olduğumuz halde hiçbir büyü izine rastlamadık. O gece neler olduğuna dair elimizde hiçbir şey yok. Ve senin anılarını incelememize rağmen olaya dair hiçbir sıra dışı durum ya da soruna rastlamadık. Bu nedenle araştırmanın sonlandırıldığını bizden duymanı istedik."

İşte bunu beklemiyordum. Şaşkınlıktan bir süre konuşamadım.

"Peki ama ya bunu yapan kişilere ne olacak? Cezasız mı kalacaklar?"

Yarım bıraktıkları işi tamamlamak için dönecekler mi?

"Korkularını ve endişelerini anlasam da şu an kanıt ya da herhangi bir gelişme olmadan ilerleyemediğimiz safhadayız. En doğrusu yola devam etmek olacak ve sana da bunu tavsiye ediyoruz."

Devam etmek o kadar kolay mıydı? Ani öfkem göğüs kafesimde canlandı. Öfkemi eskiden de kontrol edemezdim, babam bana yardım edebilen tek kişiydi ve artık o yoktu. Katilleri bile yoktu ve çaresiz bir duruma hapsolmuştum.

Gözlerimi kapadım. Babamı, annemi, kardeşimi çok özlemiştim.

Yanındayım, mi luz. Korkma. Yalnız değilsin.

"Zor olduğunu biliyorum."

Gözlerimi açtığımda herkesin yüzündeki gerginliği fark ettim.

"Nereden?"

Öfkem kontrollü değildi, ilk kez bu kadar agresiftim.

Çünkü kabullenemiyordum. Çünkü haksızlıktı. Çünkü ailem yaşamayı hak ediyordu.

"Eşimi bir saldırıda kaybettim Aisa. O yüzden hislerine saygım var, yalnız bu tavrın doğru değil. Biraz sakinleşmelisin."

İçten olup olmadığını anlayamadım. Yine de sözleri karşısında sustum.

"Ailen toplumumuzun en değerli, saygın ve gözde büyücü ailelerden biriydi, yerleri asla doldurulamayacak. Her zaman bu toplumun yararına çalıştılar, dürüst ve erdemliydiler. Senin de böyle yetiştirildiğini düşünüyoruz. Bu yüzden fikirlerimizin değişmesine neden olmamalısın."

Derin bir nefes aldı.

"Şimdi gelelim sana, ne yazık ki ailen gibi büyü güçlerine sahip değilsin ve bir kader döngüsü koruyucusu ve büyücüsü değilsin. Dövmen ya da gücün yok ve aile güçlerinin sana geçmesiyle ilgili bir işaret henüz göremedik."

Konuşmanın yönü öyle hızlı değişmişti ki öfkemi unuttum. Neler oluyordu?

"Bu durumda yapabileceğimiz tek şey seninle ilgili karara zamana bırakmak olacak. Bu yıl akademiye başlayacaksın ve Ulular ile Liderler tarafından yıl sonuna kadar inceleneceksin. Eğer mensup olduğun aileye layık bir büyücü olduğunu kanıtlayamazsan yıl sonunda seni Öngörülemeyen sınıfına dahil edeceğiz."

Şimdi asıl konuya gelmişlerdi. Öngörülemeyenler toplumun dışlanan sınıfıydı. Güçleri belirsizdi, toplumda ise bir rolleri yoktu. Ulular ve Sorumlular tarafından kontrol ediliyorlardı. Nefesim içimde dondu.

"Üzgünüm Aisa."

Üzgünler miydi? Sanmıyorum.

Bu sadece bir gösteriydi. Yıl sonunda beni bir şekilde Öngörülemeyenler’in yanına göndereceklerdi. Kanıtlayamasam da buna inanıyordum.

Hikayelerin dahil olanlar kadar tarafı mevcuttur. Bu yüzden sadece olaya dahil olanlar değil, olayın içindeki tarafsızlar da hikayelere dahildir. Ben tarafsız, önemseyen kısımda olduğuma inanırken Ulular her zamanki gibi olayın her yönünü inceleyip beni de işin içine dahil etmişlerdi.

Belki de plan başından beri aynıydı. Sonuç her iki durumda da değişmiyordu. Ben bir suçlu ya da sorundum. O yüzden bana uygun olan ceza ve çözüm bulunmuştu. Toplumumuz aykırı olanları sevmezdi. Kurtulmak için doğru hamle en uygun ve süslü kılıfla seçilirken sessiz kaldım.

Yetenekleri olmayan, bunları gösteremeyen, ailesinin toplumdaki saygın konumunu elde edemeyen Aisa Mortanius… O bir çürük olduğu için Öngörülemeyen oldu.

Haber başlığı zihnimde canlanırken kanım dondu.

Karanlığım beni boğarken toplum dışı biri olma ihtimali… Bu kadarı fazlaydı. Bunu kaldıramazdım.

"Şimdilik bu kadar, gidebilirsin."

Castor Cavalli’ye baktığımda bunun nihai karar olduğunu anladım. Sözler bazı durumlarda gereksizdi, konuşmadım.

Sorumlular eşliğinde dışarı çıkarken artık hiçbir şey umurumda değildi. Duygularım bile donuktu.

Ailem varken görünmezdim, şimdi bir hiçtim. İstenmeyendim.

Tüm çürükleri gözler önünden çekmek de Ulular’ın işiydi. Bana da yapacakları şey tam olarak buydu. Buna izin verecek miydim?

 

"Acı, ruhun derinliklerine işlediğinde, güçlü bir ateşin ateşini besler. Öfke, zayıflığı yenip içsel gücümü ortaya çıkarmamı sağlar. Karanlık, yalnızca aydınlığa yol açan bir geçittir ve bu yolculukta ben kendi ışığımı bulacağım."

Loading...
0%