Yeni Üyelik
7.
Bölüm

Fırtına Öncesi Sessizlik

@kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

 

“Kalbin ne zaman sussa, zihin konuşmaya başlar. Bu yüzden ne düşündüğüne değil, ne hissettiğine inan.”

Damon Kane’in sözleri zihnimde yankılanıp duruyordu: Benim ol.

O an rüzgâr deli gibi esmiş, sanki dünyada her şey hareketlenmişti ama ben donup kalmıştım. Damon, benim için hep aileden biri gibi olmuştu. Ama şimdi… Her şey o kadar tuhaftı ki, kafam karmakarışıktı. Damon Kane, Klaus Klothon kadar yakışıklı, popüler ve etkileyiciydi. Herkesin hayran olduğu biri olmasına rağmen, bu iltifatları ondan duymak inanılmazdı. İçimde bir yerlerde “Neden ben?” diye soran bir ses yankılanıyordu. Damon'ın gözlerindeki beklenti, her zamanki gibi beni hazırlıksız yakalamıştı.

Damon’la aramda her zaman kopmaz bir bağ vardı. Yıllarca birbirimizden uzak kalsak da bu son olaydan sonra her şey değişmeye başlamıştı. Kane malikanesine ilk geldiğimde geceleri uyuyamıyordum. Bahçeye çıkıyordum, sessizliği solumaya çalışarak. Bir gece Damon beni fark etmişti. Bana yaklaştığında üşüdüğümü bile fark etmemiştim. Hiçbir şey söylemeden üzerime montunu atmıştı.

“Kâbus mu gördün?” diye sormuştu, sesinde alışık olmadığım bir şefkatle.

“Evet.”

Beni kanepeye çekip yanına oturtmuş, saçlarımı okşamaya başlamıştı. O an kalbim hızlanmıştı ama bu yakınlığı yanlış anlamaya korkuyordum. Yüzümü göğsüne yasladım, sanki dünyadaki tek güvenli yer onun kollarıymış gibi.

“Bundan sonra uyuyamadığında beni çağıracaksın, tamam mı? Her şeyle tek başına savaşman gerekmiyor. Beni kalbine al. Ben senin için kötü varlıkları yok ederim.” demişti, gözlerime bakarak. Alnımdan öptüğünde, sanki dünyada yalnızca ben varmışım gibi hissetmiştim.

Bu cümleler… Bu daha eski bir hikayeydi. Eve ve Alina ile çocukluğumuzun en güzel anlarından birinde, hayal dünyamızda üç prenses olarak bir kulede mahsur kalmıştık. Damon o gün oyunumuza katılmıştı ve bizi kuleden kurtaran kahramanımız olmuştu. O zamanlar bile, onun varlığı her şeyi değiştirebiliyordu.

Ben hep sessiz, içine kapanık, utangaç bir tiptim. Kızlar Damon’ı kahramanca kurtarışı için yanaklarından öperken, ben sadece hafif bir gülümsemeyle yetinmiştim. Gülümsemem bile zorla kendini belli ediyordu, ama içimde bir şeylerin değiştiğini hissediyordum. Damon her zaman bana daha farklı yaklaşırdı, sanki gözlerinin derinliklerinde hep beni anlayan bir şeyler vardı.

Kızlar oyuna geri daldıklarında, Damon usulca yanıma gelmişti. Sessizce yanıma oturdu ve gözleriyle bir süre beni süzdü. O anın sessizliğinde, sadece onun varlığı bile beni huzurlu kılmaya yetmişti. Sonra hafifçe kulağıma eğildi.

"Ben senin için kötü varlıkları yok ederim, Aisa," diye fısıldadı. Sözlerinde bir kesinlik, bir vaadin ağırlığı vardı. Sanki o küçük yaştaki bir çocuktan çok daha fazlasını vaat eder gibiydi. Ardından ekledi, sesi neredeyse bir sır verir gibi: "Bir kere olsun kalbine girmene izin ver."

O sırada, dudağımın hemen yanına hafif bir öpücük kondurdu. Sonra, yüzünde beliren o şımarık gülümsemeyle geri çekildi, çocukça bir kahkaha atarak hızla yanımdan uzaklaştı. O anın ardından, aramızdaki bağ derinleşmişti ama Damon bir daha hiç yanıma yaklaşmamıştı.

Ve biz... Biz hiçbir zaman bu değildik, değil mi? O benim için aileden biriydi, ama bir yandan da değildi. Kafam karışıktı. Damon’ın sözleri zihnimde dönüp dururken, içimdeki karmaşa daha da büyüdü. Benim ona hissettiğim şey bu muydu? Yoksa sırf yalnız kaldığım için mi ona sığınıyordum?

Düşüncelerimden bir araç sesiyle sıyrıldım. Girişe bir araba yanaşmıştı. Damon, o alaycı gülümsemesiyle bana bakarak, "Bu konuşma henüz bitmedi, miliy," dedi. Şaşkınlıkla ona baktım. Miliy... sevgilim anlamına gelen o kelime dudaklarından dökülürken her şey bir an durdu sanki.

Kelimeler dudaklarımda donarken, içimde büyüyen bir öfke vardı. O Damon Kane, bense... bir hiçtim. Ona karşı ne hissettiğimden bile emin olamazken, bu kadar güçlü duygularla nasıl başa çıkabilirdim?

 

Girişte Lilian ve Micheal ile karşılaştık. Bizi fark edince salona geçtiler. Onları takip ederken içimde bir ağırlık vardı. Oturduğumuzda Lilian gözlerini üzerime dikti, konuşmaya başladı.

“Bazı kişiler seni suçlamaya meyilli, evet. Ama Castor ve meclisteki dostlarımızla konuştuk. Bir de Nicholas Klothon buradaydı.”

Şaşkınlıkla gözlerim açıldı. Klothon? Burada mıydı?

Lilian, yüzüme bakarak devam etti. “Seni aileden biri olarak gördüğünü söyledi. Hatta... öyle olmanı istiyor. Okul hayatın boyunca destek vereceğini ve ailene yapılanları çözmeye kararlı olduğunu söyledi.”

Sözlerinde bir soğukluk hissettim, ama kalbim duraksadı. Damon, babasına baktı.

‘Öyle olmanı istiyor’ derken neyi kastediyor?” diye sordu.

“Klaus için seni uygun bulmuş,” diye yanıtladı Michael.

Damon ayağa fırladı. “Asla! Bunu kabul etmeyeceğim.”

“Damon...”

Sesi, odada yankılandı ama Damon kararlıydı. Klaus… Zaman ve Kader'in kontrolünü elinde tutan güçlü büyücülerden biriydi. Kaslı, uzun boylu, gece mavisi gözleri ve lider duruşuyla neredeyse kusursuz bir imaj çiziyordu. O, geleceğin lideriydi ve Nicholas Klothon’un onu benimle bir araya getirmek istemesi... Herkes için sürpriz değildi. Zaten Klaus bir yıl önce Alina’ya çıkma teklif etmişti. Ama o trajik olaydan önce, ayrılmışlardı.

Damon odadan çıkarken, Eve yanımıza geldi. Sessizce oturdu. Damon'ın öfkesi, aramızdaki ince bir çizgi gibiydi; o çizgiye adım atmaktan kaçınıyordum.

Eve bana baktı, “Ne oluyor burada?”

Lilian, durumu kısa bir özetle anlatırken Michael’la göz göze geldim. O da rahatsız olduğumu biliyordu. Lilian bana döndüğünde, sesi yumuşaktı.

“İstemediğin hiçbir şeyin olmasına izin vermeyiz, Aisa.”

“Biliyorum. Teşekkür ederim,” dedim sessizce.

Michael başını salladı, gülümseyerek ekledi: “Aileler teşekkür etmez.”

Kendimi biraz olsun rahatlamış hissettim. Eve yanıma sarıldı ve fısıldadı, “Biz hep buradayız, unutma.”

Onlar gerçekten benim ailemdi. O an bir şeyler biraz daha netleşti.

Bir süre sonra Lilian, “Aisa, Damon'u yemeğe çağırır mısın?” diye seslendi. Eve genelde bu işi yapardı ama şaşkınlığımı gizledim.

Tabii ki, dedim içimden. Damon’un kapısına vardığımda iki kez tıklattım.

“Damon?”

İçeriden sesi geldi. “Evet?”

“Yemek hazır.”

“Gelmeyeceğim.”

Bir an duraksadım, tereddüt ettim. Kapıyı açacakken içimdeki bir şey beni durdurdu. Geri adım atmaya hazırlanıyordum ki Damon'un sesi yankılandı.

“Lütfen, Aisa... Siz afiyetle yiyin.”

Sesi çok daha farklı geliyordu. Kalbim ona itaat etmiyordu. Geri çekilmek istememe rağmen, kapıyı açtım ve... karşımda başka bir kız vardı. Gözlerim büyüdü. “Özür dilerim...” dedim.

Ne demeliydim? Kafam karışıktı. Damon’ın benimle konuşmalarını hatırladım, ama buradayken bu sahne... Aptallık etmiş olmalıydım.

Aşağı indiğimde yemek çoktan başlamıştı. Masaya otururken söyledim, “Damon gelmeyecek.”

Lilian anlayışla başını salladı. “Sorun değil, canım.”

Yemekte göz teması kurmaktan kaçınıyordum. Tam her şey sakinleşmişken Damon aniden salona girdi. Yanımdaki sandalyeyi çekip oturdu.

“Gelmeyeceğini sanmıştım,” dedi Lilian şaşkınlıkla.

“Fikrimi değiştirdim,” dedi Damon.

Yemeğe odaklanmaya çalıştım ama on dakika sonra bir kız daha içeri girdi. Tanıdık bir yüz... Ellen. Damon’ın sınıf arkadaşı. O ve Damon bir proje üzerinde çalışıyorlardı.

Kendimi durduramadan kaşlarımı çattım. Damon, bakışımı fark edip dikkatlice bana baktı. İçimdeki garip duygular, birikerek büyüyordu.

 

Yemekten sonra herkes dağıldı. Eve'le odamıza çıktık. Yatağa uzanırken Eve, “İyi misin?” diye sordu.

“Bilmiyorum,” dedim dürüstçe.

Gözlerinde bir şey vardı. “Damon seni üzmedi, değil mi?”

Ona yanıt vermek istemiyordum. Yorgundum. “Şimdilik bir şey sorma, Eve.”

Gece yarısı uyandım. Yağmur şiddetle camlara vuruyordu. Kabusumda yangını bir kez daha görmüştüm. Ama bu kez bir şey farklıydı… Birinin kollarında çıkıyordum o evden. Yanındayım, Aisa. O ses... O kadar güven vericiydi ki.

Mutfağa indim, bir bardak su içmek istiyordum. Damon mutfakta, üstünde sadece pijama altı vardı. Kalbim hızla atmaya başladı, geri adım attım. Ama Damon, beni fark edip adımı fısıldadı.

“Aisa?”

“Lütfen Damon, bir şey söyleme,” dedim, geri çekilirken.

“Sadece arkadaşız. Ellen ile bir şey yok, yanlış anladın.”

“Bunu yapma Damon,” dedim, sesim titreyerek. “Bana neden böyle söyledin? Bugün söylediklerin... hepsi yalan mıydı?”

Bir adım daha attı, artık aramızdaki mesafeyi kapatmıştı.

“Sana aşığım, Aisa. Beni neden anlamıyorsun?” dedi, derin bir sesle.

Onun elleri belimi sararken, kendimi itmeye çalıştım ama kaslarının sıcaklığını hissettiğimde nefesim kesildi. “Lütfen, bana böyle yaklaşma.”

Dudakları kısık bir gülümseme ile kıvrıldı. “Öyle mi? O zaman neden kıskandın, Aisa?”

Elleri kalçalarıma sarıldı ve beni daha da kendine çekti. Kulağıma eğildiğinde nefesi tenime çarptı. “Beni kıskandın çünkü beni önemsiyorsun, değil mi?”

Tüm bedenim titrerken Damon’ın yakınlığı beni daha da ürkütüyordu. Ama daha derinlerde bir yerde, ona karşı koyamayacağımı biliyordum.

Damon bir kez daha yaklaştı. Bu sefer elleri belimde, parmakları kalçalarımı kavrayarak beni kendine doğru çekti. Kulağıma eğildi, nefesinin sıcaklığı tenime değdiğinde içimdeki huzursuzluğu daha da derinden hissettim.

"Bu yüzden mi yakıcı geliyor miliy?" diye fısıldadı. Sesi o kadar alçaktı ki sadece ben duyabiliyordum. O kelimeyi öyle bir tonlamayla söyledi ki, kalbim göğsümde aniden hızlandı. Elim taburenin kenarını sımsıkı kavradı. İçimdeki öfke ve karışık duygular, ona karşı koymam gerektiğini hatırlatıyordu.

"Damon, benden uzak dur," dedim, sesim titredi ama kesin kararlıydı.

"Aramızda olanları görmezden gelemem, Aisa. Artık daha fazla yokmuş gibi davranamam," dedi, bakışları kararlı bir şekilde gözlerime kilitlenmişti. "Saklamanın bir anlamı yok."

"Damon, sen benim için aileden birisin..." Sözlerim yarıda kaldı çünkü o, gözlerini daha da derinleştirip kelimelerimi sanki hiç duymamış gibi davrandı.

"Sakın devamını getirme. Bana bir şans vermeden, aramızdaki bağı görmezden gelmene izin vermem," diye mırıldandı. Sesindeki acı ve arzu birbiriyle savaş halindeydi.

"Lütfen..." Sözlerim neredeyse bir ricaya dönüştü. Ama Damon geri çekilmedi, aksine yüzünü bana daha da yaklaştırdı.

"Ne kadar çekici olduğunun farkında değilsin, Aisa Mortanius," diye fısıldadı ve derin bir nefes aldı. "Senin için yanıyorum. Her şeyinle yakıcısın, miliy."

O an, yara izimin üzerine düşen dudaklarını hissettim. Aniden gözlerim açıldı, nefesim kesildi.

"Damon, yara izim..." dedim fısıldayarak. İçimdeki güvensizlik bir anda gün yüzüne çıkmıştı.

"Her yerin güzel, Aisa," dedi. Sesi sakin ama derin bir içtenlikle doluydu. "O iz, seni çirkinleştirmez. Aksine... seni sen yapan şeylerden biri."

Ama o iz, o korkunç geceyi hatırlatıyordu. Yutkundum, gözlerimde beliren yaşları bastırmaya çalışırken. Damon ciddileşti, sesi artık her zamankinden daha yumuşak ve sakin bir tona büründü.

"O geceyi yaşamış olmanı, aileni kaybetmeni hiç istemezdim. Onları ben de çok severdim, biliyorsun." Gözlerindeki acı, sanki kendi suçluluğuyla baş etmeye çalışıyor gibiydi. "Ama bazen hayata devam etmek için izlerle yaşamayı öğrenmeliyiz."

Bakışları gözlerime derin bir şekilde kilitlendi, sanki bir şeyler arıyor gibiydi.

"Gözlerinde bulutlar görmek istemiyorum, Aisa."

"Neden?" dedim, boğazım düğümlenmiş halde.

"Çünkü... sen benim için çok kıymetlisin. Mutsuzluğun... beni mahvediyor."

Dudaklarıma doğru eğildiği an, zihnimde bir kıvılcım çaktı.

"Klaus!" dedim bir anda, ismini söylerken hem endişeyle hem de çaresizlikle. Damon’ın yüzü aniden karardı, boynumdan tuttu ve üzerime doğru eğildi.

"Seni benden alamaz," dedi her kelimeyi üstüne basa basa. Öfke gözlerinden fışkırıyordu. Nicholas Klothon'un ismi bile Damon’ın sabrını test ediyordu.

"Damon... Nicholas Klothon’a şimdiye kadar kim karşı koyabildi?" dedim, sesim titrerken. Gerçekten de, o adam herkese bir şekilde "evet" dedirtmeyi başaran biriydi. Damon ise benim korkularımı anlamaz bir edayla karşılık verdi.

"Gerçek bir hayır'ı herkes anlar," dedi, keskin ve kararlı bir şekilde. Ama ben onun kadar emin değildim.

Tam o sırada, arkamızdan gelen bir sesle ikimiz de irkildik. Damon hızla geri çekildiğinde, Eve kapıda belirmişti. Bizi garip bir durumda yakalamış olmanın şaşkınlığıyla bakıyordu. Yüzüm kızardı, utançla yere baktım.

"Bir şey mi oldu?" diye sordu Eve, merakla. Sesindeki masumiyet beni daha da sıkıntıya sokmuştu.

"Hayır, minik tavşan. Sadece... konuşuyorduk," dedim. Damon bana hızlı bir bakış attı, yüzünde alaycı bir gülümseme belirdi. O bakışı anlamıştım ve ifademi değiştirmeye çalıştım. Damon arkasını döndü.

"Ben yatıyorum, kızlar. Siz de bir an önce uyuyun," dedi, odadan çıkmadan önce bir kez daha bana baktı. O bakış... içimde her şeyi daha da karmaşık hale getirdi.

Eve yanıma geldi, elimi nazikçe tuttu. "İyi misin?" diye sordu, sesi yumuşaktı.

"Artık emin değilim," dedim, içimdeki karmaşayı bastırmaya çalışarak.

"Abim..." Eve’in söylemek istediği şey vardı, ama onu susturdum. "Şimdilik sorma, lütfen."

"Peki," dedi usulca. "Ama her zaman yanında olduğumu bil. Ne olursa olsun, seni dinleyeceğim." Gülümsedi ve bana sımsıkı sarıldı.

"İyi ki varsın, Eve," dedim, sarılmamı sıkılaştırarak.

"Sen de" diye mırıldandı, hafif bir gülümsemeyle.

Tabureden inip Eve’in elini tuttum. Odaya dönerken bir kez daha Damon’ı ve aramızda yaşanan her şeyi düşündüm. İçimdeki karışıklık çözülmeyecek gibi görünüyordu.

O gece, fırtına öncesi bir sessizlik gibiydi. Damon’ın bana olan hisleri beni ürkütüyor, aynı zamanda baştan çıkarıyordu. Ama bir şey kesindi: Ben Damon Kane'e aşık değildim. Sadece bu kaostan kaçıp kurtulmak istiyordum. Ama kaçmak... hiç de kolay olmayacaktı.

“Kimi zaman kaçmak, kalmaktan daha zor gelir. Ama kaçmak da bazen en doğru seçimdir.”

 

Loading...
0%