Yeni Üyelik
14.
Bölüm
@kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

 

"Onun karanlığı, ruhumun derinliklerine inen bir yankı gibiydi. O karanlığa adım atmak demek, kendi yalnızlığımla yüzleşmek demekti. Ama bu his, tutsaklık ve özgürlüğün iç içe geçtiği o sınırda olmaktan daha ürkütücüydü." — Isabelle Rose

Isabelle

Gözlerimi açtığımda, karanlık tüm odayı yutmuştu. Zihnim hala bulanık, kalbimse delicesine atıyordu. Yatakta doğrulmaya çalışırken başım hafifçe döndü; bedenim yabancı bir mekanda savrulmuş gibi hissettiriyordu. Gözlerim karanlığa alışmaya başladığında, odanın köşesinde bir gölge fark ettim. Luca. Koltukta oturmuş, sessizce beni izliyordu.

"Luca?" dedim, sesimdeki tereddüt odanın içine yayıldı. Onun adı, havada bir yankı gibi kalırken Luca yavaşça ayağa kalktı. Hareketleri öyle sakindi ki... Sanki bütün zaman onun emrindeymiş gibi. Işığı açtığında yüzünü net bir şekilde görebildim. Gözlerinde bir derinlik vardı; onu ağırlaştıran, geçmişin yükü gibi derin bir şey. Göz göze geldiğimizde içimde bir ürperti hissettim. Güvenmek ile kaçmak arasındaki o ince çizgide asılı kalmıştım.

"Luca, neler oldu?" dedim, ama sözlerim bir cevaba ulaşmadan odada kayboldu. Bakışları üzerimde yoğunlaştıkça kalbim hızla çarpıyordu. Ona güvenmek istiyordum, ama içimde uyanan o sessiz fısıltı da kendimi korumam gerektiğini söylüyordu. İçimdeki çatışma, bütün gücümü emiyordu. Bir yanım güçlü kalmak isterken, diğer yanım yorgun ve savunmasızdı.

"Konuştuklarımızı hatırlıyor musun?"

Hatırlamaya çalıştım. O son ana gitmek, zihnimin sislerini aralamak istedim. Luca’nın söyledikleri zihnime dolarken eski yaralar da kendini göstermeye başladı. Daniel… Yavaşça doğruldum ama bir anda keskin bir ağrıyla irkildim. Başımı ovuşturmak için elimi kaldırdım. O an Luca’nın sesi yine beni buldu:

"İyi misin, Belle?"

Adımı o sahiplenici tonda söylemesi içimde eski yaralara dokunmuş gibiydi, ama aynı zamanda başka bir şeyleri de tetikledi. Gözlerimi ona çevirdim. Ayaktaydı, bakışlarında derin bir endişe vardı. İyiyim demek istedim ama başımdaki zonklama o kadar yoğundu ki kelimeler boğazımda düğümlendi.

"Başım… çok ağrıyor," dedim güçlükle.

Yanıma daha fazla yaklaştığında, bakışları sanki ruhuma işliyordu. Kalbim, onun bakışları altında bu kadar hızla atmamıştı hiç. Bu bakışların, bu yakınlığın anlamını çözmeye çalışırken zihnim daha da bulanıklaşıyordu.

"Bugün kendini fazlasıyla zorladığını fark etmiştim, Belle."

Adımı söylerken, sanki geçmişimden bir yarayı kanatıyordu. Daniel gibi değildi; ama isim, onun ağzından çıkarken belleğimin derinlerine inen bir yankı gibi dolanıyordu. En acı anılar, en derin yaralar asla unutulmaz. Derin bir nefes aldım, ağrının etkisiyle bakışlarımı yere çevirdim.

Dudaklarımdan dökülen kelimeler, içimde birikmiş duyguların kırılgan bir yansımasıydı; sesi kontrol etmeye çabaladım.

"Rose ya da Isabelle demeni tercih ederim, Luca," dedim, sesimdeki titremeyi gizlemeye çalışarak.

Kaşlarını hafifçe kaldırdı. "Neden?"

"İsim kısaltmalarını sevmem," dedim yavaşça. Kararlı görünmek için tüm gücümü topluyordum ama onun bakışlarının ağırlığı, bütün duvarlarımı birer birer yıkıyordu. Kendi irademin, onun varlığı karşısında nasıl bu kadar zayıf düştüğünü anlamıyordum.

Luca yavaşça yanıma yaklaştı ve yatağın kenarında durdu. O kadar yakınındaydım ki varlığı bir sarmal gibi beni içine çekiyordu. Bakışları bir kez daha gözlerimi buldu ve artık başka bir yere bakmak imkansız hale geldi. Gözlerinin derinliğinde kaybolurken, sesindeki hafif alaycı tonda bir şeyler vardı.

"Belki de hatırlattığı şeylerden hoşlanmıyorsundur," dedi, ardından sesi daha ciddi bir hal aldı. "Ya da kişiden."

Luca’nın sözleri içimde eski yaraları açarken, anılarımın ve korkularımın ağırlığını hissettim. Başımı eğdim, derin bir nefes aldım. Onun bakışları, varlığı, dudaklarından dökülen her kelime beni yeniden şekillendiriyordu. Sanki yeniden doğmak için, geçmişimi küllere çevirmem gerekiyordu.

Kalbim bir an duracak gibi oldu. Bu kadar derine inip düşüncelerimi nasıl bu kadar açık okuyabilirdi? Korktum. Luca’nın gözlerindeki o acımasız, yakıcı parıltı beni ürkütmüştü. Daniel ölmüştü, o artık sadece bir anıydı; yaşayanlara zarar veremezdi. Ama Luca’nın bakışlarında başka bir şey vardı. Onun için ne bir anı ne de geçmiş bir hayalet kabul edilebilirdi. Sanki aramızda durmaya cüret eden herhangi bir şeye karşı tahammülü yoktu; onun dünyasında, istemediği her şey yok olabilirdi.

O an, hikayelerdeki canavarın kim olduğunu ilk kez fark ettim. Luca De Santis, gerçek bir avcıydı; kontrollü, soğuk ve acımasız. Geçmişe, anılara, ölü bile olsa, bir hayalete bile tahammül edemezdi. Tüm bu güce ve iradeye sahip olduğunu ve istemediği her şeyi oyun tahtasından tek bir hamleyle uzaklaştırabileceğini o an anlamıştım.

Tam bu düşünceler zihnimde yankılanırken, elini nazik ama kararlı bir şekilde çeneme koydu ve başımı ona çevirdi. Parmaklarının soğukluğu tenime işlerken, bakışları gözlerime derinlemesine sabitlendi. Onun gözlerinde yalnızca tehdit yoktu; karanlık, tutkulu bir yoğunluk vardı. Çıkış ya da kaçışı olmayan bir yoğunluk...

"Belle, bizim bir arada olduğumuzu unutmamalısın. Kaçmak ya da saklanmak yok. Biz artık birlikteyiz," dedi. Sesi ciddiydi ama sözlerinde bir tehdit değil, daha çok bir hatırlatma yankısı vardı.

Sözleri beni iyice içine çekerken devam etti, "De Santis adını alacaksın, karım olacaksın. Bu sana imtiyazlar sağlayacağı gibi, aynı zamanda büyük sorumluluklar da yükleyecek. Kıskanılacak ama aynı zamanda korkulacaksın."

Nefes almam zorlaştı; yüzüme daha da yaklaştığında, her şey daha da ağırlaşmıştı. "Bana sadık kalacağını, benden kaçmayacağını anlaman gerekiyor, Belle. Artık geri dönüş yok. Sen ve ben... bu evlilikte... bu hayatta birlikteyiz. Bu yaşamı nasıl göreceğin ve nasıl şekillendireceğin senin elinde olacak. Ama başka bir erkeğin varlığını aklına bile getirirsen, yalnızca düşünsen bile, o adamı mahvederim. Bunu sakın unutma."

Bu sert, kararlı kelimeler altında ezildiğimi hissettim. Luca, sadakatsizliğe tahammülü olmadığını belirtiyordu, ama sadece bir tehdit gibi değil, bir uyarı ve koruma vaadi gibiydi. Onun yanında kendimi bir yandan güvende hissetmem gerekirken, bir yandan da bana karşı duyduğu güvensizlik içimde bir öfke dalgası uyandırıyordu. Başından beri bana güvenmiyordu. Bu bir iş anlaşması gibiydi… Beklediğimden çok daha soğuk, çok daha mesafeli.

"Beni tanımadan yargılamanı beklemezdim," diye fısıldadım, ama sesim güçsüz çıktı.

O an, yatağa oturdu ve çenemi bir eliyle kavradı. Kalbim hızlandı; gözlerim onunkilere kilitlenmişti. Bakışlarındaki derinliği hissediyordum; bir parçam ona inanmak istiyordu ama bir diğer parçam kendini koruma içgüdüsündeydi.

"O zaman bana bir sebep ver, Belle. Beni yanılt, bana ait olduğunu anlayayım."

Bir şeyler söylemek istedim, ona yanlış düşündüğünü haykırmak, içimdeki öfkeyi anlatmak istedim. Ama dudaklarımdan tek bir kelime bile çıkmadı. Sebep ondan korkmam değildi. Nasıl açıklayacağımı bilemiyordum; 21 yaşındaydım, Daniel dışında bir erkeğe asla yakın olmamıştım. Daniel yalnızca bir dosttu… Onun dışında kimseyle görüşmemiş, tanışmamış, asla yakınlaşmamıştım. Normal insanların yaşamına sahip bir genç kız değildim; kaderimde sadece evlilik anlaşmaları vardı.

Luca’nın bunları biliyordu, buna rağmen beni yargılamış, zihninde beni bir yere yerleştirmişti bile. Bu kadar önyargılı oluşuna öfkem kabardı. Dudaklarımdan çıkan cümle, kendi kulağımda yankılandığında ben bile şaşırmıştım:

"Sen bana sadık kalacak mısın?"

Bir an için bakışları değişti. Etrafımızdaki karanlık yoğunlaştı. Zaman sanki donmuş, anın içindeydik sadece. Luca, sorumu cevaplarken sesi her zamankinden daha derindi, daha sarsıcıydı:

"Sen, Isabelle... bana ait olduğun sürece benden sadık başka birini bulamazsın."

Sesi derin, karanlık bir yankı gibiydi.

"Beni seçtiğin sürece, tüm dünyanın gözünde bile yanımda olacaksın. Seni asla bırakmam; seni kendimden bile daha çok korurum. Tek bir şartım var: Kalbim seni ararken gözlerin benden başka birine bakmayacak."

Onun dudaklarından dökülen bu sözler, kalbimdeki tüm duvarları bir anda yıkıp geçti. Sanki karanlık bir yemin gibiydi—acımasız ama bir o kadar da büyüleyici bir vaat. Bu sözlerin ardından, gidebileceğim tek bir yol kalmıştı, başka bir ihtimal bırakmayan tek bir yön. İşte, bunu o an tüm hücrelerimde hissettim.

"Şimdi bana bir söz ver, Belle," dedi Luca, sesi keskin ve meydan okur bir tonda. Gözlerindeki karanlık daha da derinleşmiş, dudaklarında alaycı bir tebessüm belirmişti.

"Yoksa henüz bir söz veremeyecek durumda mısın?"

Onun bu meydan okuyuşu, içimde tanımlayamadığım bir karışıklık yarattı. Boğazıma düğümlenen kelimeleri zorla yuttum. Aslında söz vermemek için bir sebebim yoktu; fakat onun gözündeki şüpheleri gerçekten silip atabilecek miydim? Bir an cesurca, sanki bütün güvensizliğini sorgularcasına ona baktım.

"Söz versem bana inanacak mısın, Luca?" dedim, sesimdeki kırılganlıkla savaşarak.

Luca, bakışlarını gözlerime dikmiş, düşüncelerimin derinliklerine iniyormuş gibi beni izliyordu. Keskin, zekice bakışları, tüm savunmalarımı yerle bir eden bir ağırlığa sahipti. Bir süre sessiz kaldı; sonra, beni nazikçe bırakarak yavaşça ayağa kalktı.

Onun bakışlarının üzerimden kalkması bir an için bana rahatlık verse de içimdeki ağırlık hemen geçmemişti; kalbimde yankılanan o boşluk hâlâ oradaydı. Luca, kısa bir süre pencereye doğru yürüdü, dışarıdaki karanlık geceye bakarak derin bir nefes aldı. Ardından sakin ama kararlı bir sesle konuştu.

"İnanmak mı?" diye mırıldandı kendi kendine. "İnanmak… Güvenmek demek, Belle. Şimdiye kadar kimseye, hatta kendime bile tam anlamıyla güvenmedim." Sesi yankılanan bir sır gibi ağırdı, içinde kırılgan bir yankı gizliydi. "Ama sen, Belle..." dedi, bakışlarını tekrar bana çevirirken. Gözlerinde bir parıltı vardı; karanlığın içinden fırlamış gibiydi. "Benden kaçmana izin veremem. Bir gün gerçekten güvenmen için gereken ne varsa yapacağım. Ama sadakat konusunda bir söz veriyorsan, bunu içtenlikle yapmanı beklerim."

Bu sözler içimde bir şeyleri alt üst ediyordu. O kadar güçlüydü ki, içindeki kırılganlığı hissetmek beni derinden etkiliyordu. Kendime bile açıklayamadığım bir bağla ona karşı duyduğum hisler daha da karmaşık bir hâl almıştı; ne onu anlamak kolaydı ne de ondan kaçmak.

"Bir gün, Luca," dedim alçak bir sesle. "Belki bir gün."

Bu sözlerle ona bir umut sunduğumu düşünerek sessizce bekledim. Luca'nın bakışlarında, derinlerde gizlenmiş bir yumuşaklık belirdi; belki de anlaşılmayı bekleyen bir yarası vardı. Ama hemen ardından yüzüne güçlü, soğuk bir maske oturdu, o eski ifadesi geri geldi.

"Bunu unutma, Belle," dedi, sesi soğukkanlı ve alçaktı. "Bir gün gerçekten bana ait olduğunda, hiçbir şeyin önemi kalmayacak. Duracağın yeri iyi seç. Çünkü yanımda olduğun sürece kimsenin seni benden alma şansı olmayacak."

Aramızdaki bu ağır sessizlikte, onun yanındayken hiçbir şeyin artık eskisi gibi olmayacağını anladım. Bu gece, Luca’nın karanlığını kabul etmek zorunda kaldım; onun dünyasına adım atmak, sınırları olmayan bir bağın içine girmekti.

"Bir gün, Belle, kendini bana ait hissedeceksin; o zaman ne kalacaksa, o kalacak geriye. Yanımda kalman demek, tüm kaçış yollarını kapatman demek. Ve ben, buna engel olacak her şeyi ortadan kaldırırım." — Luca De Santis

 

Loading...
0%