Yeni Üyelik
15.
Bölüm
@kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

 

"Bazı yaralar kabuk bağlamasa da, onları yok etmenin tek yolu vardır: Her şeyi yakıp küle çevirmek. Benim de yapacağım bu. Belki sonrasında hikayemiz küllerinden yeniden doğabilir." — Luca De Santis

Luca

(Bir saat önce)

Oda sessizdi; yalnızca Isabelle’in derin nefesleri duyuluyordu. Fakat içimdeki huzursuzluk, sinsi bir karanlık gibi büyüyor, tüm odayı kaplıyordu. Kendimi kontrol etmeye çalışıyordum; her zamanki gibi, sakin ve dingin olmaya… Ama içimde kaynayan, tanımlayamadığım bir yoğunluk vardı. Daha önce hiç hissetmediğim, baş edemediğim türden bir şey. Isabelle Rose, yatağında masumca uyuyordu; yüzündeki huzur ifadesi, yastığa dağılmış kızıl saçlarının arasında kaybolmuştu. Bu sahne belleğime derin bir iz bırakıyordu, ama beni rahatlatmak bir yana daha da huzursuz ediyordu. Kendimi toparlamam gerekiyordu, odaklanmam gerekiyordu; ama zihnim çoktan başka bir yere savrulmuştu.

Daniel. O ismin Isabelle için ne anlama geldiği. Ve Belle… İsminin neden beni böylesine altüst ettiği.

Asıl mesele buydu. Isabelle’le ilgili her şeyin, tüm hislerimin neden böylesine karışık olduğunu anlamaya çalışıyordum. Duygularım alışık olduğum hiçbir şeye benzemiyordu. Daha önce hiçbir kadın bana böyle hissettirmemişti. Ben her zaman kontrollü, mesafeli bir adamdım; netlik benim hayatımdaki en temel kavramdı. Ama Isabelle, bu dengeyi yerle bir etmişti. Onun varlığıyla birlikte sanki kontrol parmaklarımın arasından kayıp gidiyordu. Bu zayıflık kabul edilebilir değildi. Ama içimdeki kaosun nedenini bulamamak, beni daha da çılgına çeviriyordu.

Bir kez daha Isabelle’in yüzüne baktım. Doktor, bir sorun olmadığını, sadece dinlenmesi gerektiğini söylemişti. Onu yatağa dikkatlice yerleştirip ayakkabılarını çıkarmıştım; ama yanından ayrılmak? Mümkün değildi. Şimdi bu karanlık odada, yalnızca onu izleyerek geçirdiğim her saniye, zihnimdeki fırtınayı daha da güçlendiriyordu. Suratındaki ifade, masum ve dingindi; ama Isabelle’in güzelliği yalnızca dış görünüşünde değildi. Zekası, cazibesi ve içindeki asi ruh, beni bir girdap gibi içine çekiyordu. Sanki her bakışımda biraz daha derine, kontrolümün dışına doğru sürükleniyordum.

Fakat bu hisler… çözemediklerim. Isabelle’e karşı duyduğum çekim, sahiplenme arzusu ve onun geçmişi etrafında dolanan belirsizlik, tüm dengemi bozuyordu. Ve o isim… "Daniel." Zihnimde yankılanan bu tek kelime, yıllardır inşa ettiğim düzeni yerle bir etmişti. Sebepsizce içimde büyüyen kıskançlık ve öfke, damarlarımdaki ateşi körüklüyordu. Isabelle’in hayatında bir erkeğin nasıl böyle derin izler bırakabildiği düşüncesi bile bana ağır geliyordu.

Öfkenin damarlarımda dolaştığını, yakıcı etkisini hissettim. Ben kolayca öfkelenen biri değildim, duygularımı dışa vurmazdım. Ama öfkem tetiklendiğinde, yıkıcı bir kasırgaya dönüşürdü. Isabelle’le tanıştığımdan beri içimde dönüp duran bu karmaşanın sebebini bulamazken, şimdi bu kıskançlık her şeyi daha da karmaşık bir hale getiriyordu.

Evliliğimiz stratejik bir ittifak olabilir, ama Isabelle benimdi. O artık benim karımdı. Ancak "karım" kelimesi bile içimde yankılanan hislerimin karşılığı değildi. Bu sözcüğün yüklediği sahiplenme duygusu bile yetmiyordu. Hayır, o salona adım attığı andan beri bir şeyler değişmişti. Ona "Belle" diye hitap ettiğim o an ise her şey dönüşüme uğradı. "Belle." Bu isimle onu çağırmak, ona olan bağımın ne kadar derin olduğunu, onun bana ait olduğunu hissettiriyordu. Bu evlilik bir stratejinin ötesinde bir şeydi. O, benim için çok daha fazlasıydı.

Ve Isabelle’in bağımsız, güçlü bir ruha sahip olması… En cazip gelen yanı buydu belki de. Ama bu özellik aynı zamanda onu kontrol etmeyi imkânsız kılıyordu. Isabelle’i kendime ait kılmak istiyordum; onu tamamen sahiplenmek… Ama Isabelle gibi bir kadının ruhuna tamamen sahip olmak mümkün müydü? Onun ruhu dizginlenemezdi. Fakat onun kalbinde hâlâ başka bir adama dair izler olması, içimdeki öfkeyi daha da artırıyordu.

Tanrım, bir kadının kalbindeki aşkla savaşmak! Hele ki o kadın Belle ise… Bu, beni paramparça edebilirdi. Onun tüm geçmişini bilmeliydim; yoksa bu belirsizlikle başa çıkamazdım. Zihnimdeki düşünceler şüpheler doğuruyor, şüphelerse içimi kemiriyordu. En azından bu şüpheleri susturmalıydım. Daniel. Kimdi? Isabelle için anlamı neydi? Bu belirsizlik, her an beni daha da derine çekiyordu.

Bu cevapları öğrenmek zorundaydım. Telefonumu çıkardım ve Matteo’ya bir mesaj attım:

"Daniel adında birini bulmanı istiyorum. Geçen yıl Isabelle kaçtığında yanında böyle biri var mıydı?"

Mesajı gönderip Isabelle’e bir kez daha baktım. Uyurken tamamen farklı biriydi—savunmasız, kırılgan ve masum. O an tüm duvarları düşmüş gibiydi; hayatın ona yüklediği acılardan arınmış, en saf haliyle önümdeydi. Gözlerimi ondan alamıyordum. Yüzündeki o dinginlik, içimde kök salmış karanlığı dağıtmaya yetmiyordu, çünkü bu huzurlu yüzün ardında gerçek Isabelle’in başka bir yüzü yatıyordu. O, derinlere saklanmış, bekleyen o asi ruh… Isabelle’in içindeki bu bastırılmış isyan, güzelliğine apayrı bir çekicilik katıyordu; karanlıkla dans eden bir yıldız gibi.

Ancak tüm bu cazibesi bile içimdeki huzursuzluğu dindiremedi.

Belki de herkesin hayatında böyle biri vardır; size rastlar, varlığınıza dokunur, tüm dengelerinizi bozar. Bu kişi artık Isabelle’di, bundan emindim. Onu "benim" olarak görmekten kendimi alamıyordum ve bu sahiplenme hissi kalbimi, zihnimi ele geçirmişti. Daha önce kimseye böyle bir şey hissetmemiştim; her hareketi, her sözü zihnime kazınıyor, benliğimde yankılanıyordu. Isabelle, tüm düşüncelerimin yerini alıyor, zihnimi sarmalayan tek gerçek oluyordu. Matteo’dan gelecek cevabı beklerken içimde kabaran sabırsızlık, her an daha da büyüyordu. Ne yapmam gerektiğinden tam emin değildim; ama bir şey kesindi: Öğreneceğim her detay, yaşadığım her duyguyu şekillendirecekti.

Telefonum titrediğinde, kalbim hızla atmaya başladı. Mesajı açtım ve gözlerim ekrandaki yazıya takıldı:

"Daniel Morris. Beraber kaçmışlar, Luca. Rose eve getirildikten bir hafta sonra Don Marcello Moretti tarafından öldürülmüş. Kendi evlerinde ve Rose’un gözleri önünde."

"Sevgilisi miydi?"

"Henüz kesin değil, ama onunla birlikte kaçtığı için belki de... Emin olduğumda haber vereceğim."

"Her şeyi öğrenmek istiyorum."

"Yarına kadar tüm detaylar elimde olacak, Il Predatore (Avcı)."

Mesaj gözlerimin önünde asılı kalmıştı. Dizlerimin altından yer kaymış gibi hissettim. Isabelle’in hayatını değiştiren, onun ruhunda iz bırakan bir adam vardı: Daniel Morris. Isabelle onunla belki de onun uğruna kaçmıştı, her şeyi göze alarak... Bu yüzden babası tarafından hapsedilmiş, hayatı kökten değişmişti. Ve Isabelle, bir mahkum gibi yaşamıştı.

O an kalbimde bir şeyler paramparça oldu. Isabelle’in acısının kaynağı buydu. O adam... Daha önceki öfkem bile şuan ki öfkeyi gölgede bırakırken, damarlarımda alev gibi dolaştığını hissediyordum. Hayatta olmayan bir adamın hayalinin bile varlığına tahammül edemedim.

Telefonu neredeyse kıracak kadar sıkı tuttuğumu fark ettiğimde kendimi zorlayarak elimi gevşettim.

Belle… İsmini söylediğimde yüzünün aldığı o ifadeyi hatırladım. Yavaş yavaş her şey anlam kazanıyordu. Bu ismi ona Daniel mi söylemişti? Peki o günlerde neler yaşanmıştı? Isabelle, Daniel’i gerçekten sevmiş miydi? Bu yüzden mi kaçmışlardı? Sadece kıskançlık değildi bu hissettiğim; Isabelle’in yaşadığı zorluklar ve çektiği acılar da zihnimde yankı buluyordu, kalbimi sıkıyordu.

O an aklıma gelen düşünce, içimdeki öfkeyi daha da harladı: Ne kadar ileri gitmişlerdi?

Bu sorunun ağırlığı ruhumu derin bir karanlığa sürüklüyordu, Isabelle’e dair öğrendiğim her detay, içimde yankılanan bu karanlığı biraz daha derinleştiriyordu.

Daniel bir hayaletten ibaret olsa da geçmişin hayaletleri asla kaybolmazdı. Kabuk bağlamayan yaralar da… Bu yaralar insanı içten içe çürütür, ardında sonsuz bir boşluk bırakırdı. Isabelle’in yarası, sevdiği adamın ölümünü gözlerinin önünde izlemesinden kaynaklanmıştı. O yara, onun kalbinde bir yük olarak taşınacak, hiçbir zaman kapanmayacaktı.

Ayağa kalktım, Isabelle’in yanında durup nefesini dinledim. Solukları düzensiz, yüzü acı çeken birinin yüzü gibiydi; derinlerde onu huzursuz eden şey ne ise, onu uykusunda bile serbest bırakmıyordu. Yüzündeki çizgiler, yaşadığı acıların izlerini taşıyordu. Uyurken bile huzuru bulamayan bu kadın, bana daha önce hiç kimsenin hissettirmediği duyguları hissettiriyordu.

Bir an, Isabelle’in benden kaçtığını hayal ettim. Eğer Isabelle benden kaçmayı düşünseydi… dünyayı yerle bir ederdim. Onu bulana kadar durmaz, onu tekrar yanımda görene kadar ruhuma hükmeden bu fırtınayı dindirmezdim. Peki Isabelle’in gözünde ben kimdim? Bir koruyucu mu, yoksa bir tehdit mi? İçimde aniden başlayan bir başka fırtına, ruhumu sardı; sert ve soğuk rüzgarlarıyla kalbimi dondurdu.

Yavaşça yatağın yanına yaklaştım, ona doğru eğildim. Parfümünün kokusu burnuma dolarken, tenine değen nefesimle fısıldadım:

"Isabelle, kader bizi birbirimize bağladı. Bir gün tamamen bana ait olacaksın. O günden sonra her an yanımda kalacaksın. Yanımda kalman, kaçış yollarını kapatman demek. Ve ben, buna engel olacak her şeyi ortadan kaldırırım. Gerekirse kaderi bile zorlarım."

Odadaki sessizliği, Isabelle’in uykusunda çıkardığı hafif bir mırıltı bozdu. Bedeninin hafifçe yana dönmesiyle bacak dekoltesi açıldı ve gözlerim, istemsizce o yöne kaydı. Derin bir nefes alıp ona dokunmamak için kendimi zorladım, sonra üstünü dikkatlice örttüm.

Geri çekilirken saçlarından bir tutamı nazikçe parmaklarımın arasında hissettim. Isabelle bir kez daha mırıldandığında dudaklarından dökülen kelimeler içimdeki volkanı ateşledi.

"Beni bırakma…"

Duyduğum sözler içimde geriye kalan son dengeyi alt üst etti. Isabelle’in yaşadığı acı, bende derin ve sarsıcı bir yankı buldu. Bazı yaralar asla kabuk bağlamaz, bunu bilirim. Ve şimdi onun yaralarını yok etmek, yaşadığı her şeyi öğrenmek zorundaydım.

"Belle… Bazı yaralar kabuk bağlamasa da onları yok etmenin bir yolu var: Her şeyi yakıp küle çevirmek. Benim de yapacağım bu. Belki sonrasında hikayemiz küllerinden yeniden doğabilir."

İçimde fırtınalar koparken, sessizce yerime geçtim. Duygularımın karmaşasında kaybolmuş, zihnimde dönüp duran düşüncelerle baş başa kaldım. Ellerim başımın arasında, kısa bir an boyunca her şeyin sonsuza dek bu şekilde sürebileceğini düşündüm. Bir noktada bu karmaşadan kurtulmamız gerekecekti. Ya birlikte güçlenecektik ya da birbirimizi mahvedecektik. Ama Isabelle, her şeyin merkezinde, tüm fırtınaların kalbindeydi ve ben de ona sahip olmaktan başka bir şey istemiyordum.

Biliyordum; böyle duygular sıradan bir hayatın sınırlarına sığmazdı. Isabelle’e olan hislerim, kontrol edemediğim bir kasırga gibi içimde dönüp duruyordu. Varlığı, sarsıcı bir güçle dünyama girerek beni en zayıf yerlerimden vurmuş, alışık olduğum düzeni tamamen yıkmıştı. Onunla birlikte her şey yeniden şekillenmişti, sanki bildiğim tüm gerçekler Isabelle’le karşılaştıktan sonra geçerliliğini yitirmişti.

Bu duygunun, bu tutkuların bizi nereye götüreceğini bilmiyordum, ama bildiğim bir şey vardı: Sonsuza dek süremezdi.

"Kader bizi birbirimize bağladığında, hangi duyguların seni yönlendireceğini seçemezsin." — Luca De Santis

Loading...
0%