Yeni Üyelik
18.
Bölüm
@kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

 

"Biz eğilmeyiz, fethederiz." — De Santis Ailesi Sloganı

(Luca)

Bir saat daha konuklarla ilgilendikten sonra, çoğu kişi çoktan evden ayrılmaya başlamıştı. Salonda sadece Morettiler ve De Santisler kalmıştı. Her iki ailenin erkekleri, kararlaştırıldığı gibi toplantı odasına doğru yürüdü. Masanın bir ucunda babam oturmuş, diğer ucunda ise Don Moretti yerini almıştı. Gerginlik, odada keskin bir bıçak gibi havayı bölüyordu. Kahve servisi yapılırken, babamın hemen sağında ben vardım, Matteo ise yanımda duruyordu. Amcam ise tam karşımdaydı, bakışlarını odadaki herkesi izlerken tek bir anı bile kaçırmıyordu.

Morettiler tarafında, Belle’in kuzenleri tarafından delici bakışlarla adeta kuşatılmış durumdaydım. Don Moretti’nin bana olan nefreti, ailenin geri kalanı kadar açıktı. Herkes düşmanca bir tavır içinde birbirini izlerken, yıllardır iki aileyi parçalamış olan bu savaşın izleri hâlâ zihnimizde taze kalmıştı. Bu gece, bu anlaşmayla düşmanlık sona erecekti—ya da en azından böyle görünüyordu.

Babamın yanında otururken, her zamanki gibi soğukkanlılığımı koruyordum. Duygularımı saklama yeteneğim, zamanla karakterimin vazgeçilmez bir parçası olmuştu. Aklım sürekli Belle’e gidip geliyordu. Ama odağımı yitiremezdim, çünkü düşmanlıkla dolup taşan bu odada, kontrolü ele almaya çalışıyordum. Gerginlik havada asılıydı, adeta patlamaya hazır bir volkan gibi. Belle’in kuzenlerinin her an bir hamle yapabilecekmiş gibi duran tavırları, her saniye sinirlerimi daha da zorluyordu. Eğer o aptal kuzenler bir hata yaparsa...

Matte, yanımda hafifçe eğildi. "Odada bir gerilim hattı var, Luca," diye fısıldadı. "Bu gece bir an önce bitsin de kurtulalım."

Gözlerimi Morettiler’den ayırmadan başımı salladım. "Farkındayım. Gözünü dört aç."

Babamın sesi, odadaki sessizliği böldü. "Anlaşmanın şartlarına geçelim mi?" Don Moretti’ye dönerek devam etti. "Metni tek tek inceleyelim."

Don Moretti babama baktı, yüzünde hiçbir duygu belirtisi yoktu. "Olur, Giovanni. Başlayalım."

Babam ilk maddeyi okudu. "Barış şartları: Her iki aile arasındaki düşmanlık bu gece sona erdirilecek. Hiçbir aile üyesi, diğerine zarar vermeyecek."

Don Moretti yavaşça başını salladı. "Kabul."

Babam devam etti. "Evlilikle birlikte limanların kontrolü De Santis ailesine geçecek. Ticaret tamamen bizim denetimimizde olacak. Barlar ve gece kulüpleri, her iki ailenin kendi bölgelerinde olduğu gibi kalacak ve yönetilecek. Çıkan sorunlar ortak bir şekilde çözülecek. Otel zinciri Morettilerin kontrolünde kalacak. Ortak yatırımlarda anlaşmalar yüzde elli oranında paylaşılacak."

Bu sırada Mario, Belle’in kuzenlerinden biri, aniden öfkeyle araya girdi. "Otel zaten bizim!"

Don Moretti, elini kaldırarak Mario’yu susturdu. "Kapa çeneni, Mario."

Bu kadar sinirli bir ortamda, onun patlamasını bekliyordum. Mario’ya bir bakış attım. "Bence de susmalısın," dedim sert bir ses tonuyla. "Bu anlaşma, her iki ailenin çıkarlarını koruyacak şekilde hazırlandı. Aksi bir hareket, sadece kaybettirir."

Mario’nun öfkesi gözlerinden okunuyordu, ama bir şey söylemedi. Odaya tekrar sessizlik çöktü.

Babam metni okumaya devam etti. "Nötr bölgelere karışılmayacak. Her iki aile de bu bölgelerden kazanç sağlamayacak. Hepimizin yeterince düşmanı var. Ruslarla karşı karşıya gelmek, hem zaman hem de para kaybettirir. Luca, onlarla iyi bir anlaşma yapmak ve düşmanca saldırıları durdurmak için bir plan hazırlıyor. Bu anlaşma, eylemlerimizin ve sonuçlarının her iki aileyi de etkileyeceği bir döneme giriyor."

Don Moretti sessizce düşündü, sonra bakışlarını babama çevirdi. "Bu konuda hemfikiriz. Yeni bir düşmana ihtiyacımız yok."

Don Moretti’nin gözleri soğuk ve hesaplayıcıydı. Bu gece imzalanacak anlaşma, gelecekteki barışın sadece bir görüntüsüydü. O masadaki herkes, kazananın kim olacağını görmek için sabırsızlanıyordu. Bu sadece bir ateşkes. Asıl savaş henüz başlamamıştı.

"Koruma ve güvenlik kısmına geçiyorum," dedi babam, sesi odadaki tansiyonu biraz daha yükseltti. "Bu anlaşma, her iki ailenin tüm üyelerini ve iş anlaşmalarını korumayı; işlerde ya da saldırılarda birbirine destek olmayı da içeriyor."

Tam o sırada Nico, sert ama temkinli bir ses tonuyla konuşmaya başladı. "Luca, önce Rose’u korusun yeter. Ve ona iyi bir koca olsun."

Nico’nun bu sözü, damarlarımdaki kanı daha da hızlandırdı. Mario’nun erkek kardeşi Nico, Isabelle’i en çok seven kuzeni olarak tanınıyordu. Matteo'nun bana söylediğine göre, o da Mario kadar Isabelle’in hayatında etkiliydi. Daha şimdiden Nico ve Mario’yu hedef tahtama yerleştirdiğimi fark ettim. Onların her hareketi, her sözü tahammül sınırlarımı zorluyordu. Aynı zamanda Marcello Moretti’yle de benzer bir konumdaydılar. Fakat asıl çarpıcı olan, Isabelle’in çevresinde etkisi olan ya da onun üzerinde söz sahibi olan hiç kimseden hoşlanmadığımı o an fark ettim.

Yavaşça Nico’ya döndüm. "Onu sizden daha iyi koruyacağımdan emin olabilirsin, Nico."

Nico, bana küçümseyen bir bakış attı. "Önce kendi kötü şöhretini temizle, Luca. Hepimiz senin ona sadık kalacağın konusunda şüpheliyiz."

Sertçe karşılık vermeye hazırlanıyordum ki, babam derin ve keskin bir sesle araya girdi. "Yeter."

Odada herkes bir anda babama döndü, sözleri odadaki gerginliği anında kesip attı. "Bu anlaşmanın en önemli amacı, karşılıklı güvene dayalı bir iş ve aile ilişkisi kurmak. Önce birbirinize güvenmeyi öğrenmelisiniz."

Don Moretti’nin gözlerinde yıkıcı bir öfke parlıyordu. Ancak bu öfke, onun yüz ifadesine yansımayacak kadar derinlerdeydi. Yine de sesi kontrollü ve soğuktu. "Öyle olmasını umuyoruz, Giovanni." Sonra Nico’ya döndü, bakışları sertleşmişti. "Yeterli, Luca. Burada iyi niyetimizi göstermek zorundayız."

Nico, başını eğerek itaatkâr bir şekilde cevap verdi. "Affedersin, amca."

Babam tekrar konuşmaya başladı. "Koruma ve güvenlik maddesine geri dönelim. İhanet durumunda bu anlaşma iptal edilir. Her iki ailenin iş ve güven temeline dayalı ilişkileri bozulur. İhanet eden tarafın mallarına ve işlerine el konulur."

Don Marcello Moretti alaycı bir şekilde güldü, başını hafifçe eğdi. "Sanırım bu adil olur."

Babamla Marcello arasında sessiz ama anlamlı bir bakışma yaşandı. Babamın dudaklarında hafif bir gülümseme belirdi. "Kesinlikle adil olacaktır," diye konuşmasına devam etti. Derin bir nefes aldı, sonra boğazını temizleyerek bir sonraki maddeye geçti.

"Soyun devamı konusuna gelelim." Bakışları bana döndü. Sessiz kalmam gerektiğini belirtircesine bir an gözlerime baktı. "Bu evlilikten doğan torunlarım, benim soyadımı taşıyacak. Onların büyütülmesi, hangi değerlerle yetiştirilecekleri, eğitim hayatları, devralacakları işler ve evlenecekleri kişiler tamamen benim kontrolümde olacak."

Don Moretti bir anda babama karşı çıktı. "Hayır, Giovanni. Bu konuda kararlar ortak alınmalı."

Babam, Don Moretti’ye alışılmadık bir şekilde ilgiyle baktı. Gözlerinde gizlediği bir planın işareti vardı, bu bakışı tanıyordum. "Bu konuyu düşüneceğim, Marcello."

Bir süre odadaki sessizlik, patlayacakmış gibi ağırdı. Sonunda babam devam etti. "Sadakat ve itaat maddesine gelirsek... Isabelle Rose, evlendiği andan itibaren bu aileye ve onun değerlerine bağlı kalacak. Bize sadakat gösterecek. Bizim aile kurallarımıza göre yaşayacak ve onun üzerinde artık sizin hiçbir söz hakkınız kalmayacak."

Don Moretti, bu kez düşünceli bir ifadeyle başını salladı. "Bu makul bir talep. Kabul ediyorum."

Babam derin bir nefes aldı ve sözlerini tamamladı. "Son olarak, evliliğin feshi kısmına geliyoruz. Eğer evlilik başarısız olursa ya da taraflardan biri ihanet ederse, anlaşma iptal edilir. Eğer bu evlilikten doğan torunlarımız varsa, velayet hakkı bizde kalır. Koruma ve güvenlik maddesinde belirtildiği üzere, ihanet durumunda iki aile arasındaki dostluk sona erer. İhanet eden tarafın malları ve işlerine el konulur."

Odadaki gerilim, her geçen saniye daha da yükseliyordu. Don Marcello, bu şartları kabul ederken, ikimiz de masada henüz sona ermemiş bir savaşın adımlarını atıyorduk.

Don Marcello masadaki anlaşmayı eline aldı, parmaklarının ucuyla anlaşmanın sayfalarını havaya kaldırdı. Soğukkanlıydı, ama bakışları dikkatle üstümüzde dolaşıyordu. "Bu, anlaşmanın diğer hükümlerine uyuyor gibi görünse de şartlar daha çok sizin lehinize görünüyor," dedi. Sesi sakin fakat belirgin bir sertlikle doluydu. "Soyun devamı ve diğer bazı hükümler yeniden gözden geçirilmeli. Bazı düzenlemeler olmadan bu anlaşmayı kabul etmeyi düşünmem."

Babam ona hafifçe başını salladı. "Bu hafta içinde gerekli düzenlemeleri konuşmak için yeniden bir toplantı ayarlarız."

Marcello Moretti başını eğip anlaşmayı tekrar yerine koydu, gözleri bir an parladı. "Belki eklemeler ya da çıkarmalar yapmamız gerekebilir. Avukatımla görüştükten sonra bir toplantı ayarlarız."

"Olur, Marcello," dedi babam sakin bir tonda, ama ben babamın içindeki o stratejik kıvraklığı hissediyordum. Don Moretti’nin her hareketini dikkatle izliyordu.

Don Marcello ayağa kalktığında, tüm Morettiler de birer birer ona eşlik etti. "Şimdilik bu konuları konuştuğumuza göre gidebiliriz," dedi Marcello, gözleri bende sabitlendi. Bir an, sessizliğin içinde bana karşı yükselen düşmanlığı hissettim. "En kısa sürede görüşeceğiz."

Gözlerim Moretti’ye sabitlendi, o da bana döndü. "Kızımı da yanımda götürüyorum," dedi, soğuk ve net bir şekilde. Yanıtım anında, tıpkı onun gibi soğuk ve sertti. "Bu gece dinlenmesi gerekiyor, Don Moretti," dedim, gözlerimdeki kararlılık, onunkiyle aynı yoğunlukta.

"Sizinle kalamaz, Luca. Henüz soyadı De Santis değil."

Moretti’nin meydan okuyan tavrına karşı içimde bir dalga yükseldi. Bir yanım sert bir gülüşle karşılık vermek istiyordu, ama sadece sakince karşılık verdim. "Beni henüz tanımıyorsunuz," diye düşündüm içimden. Hiçbiri bilmiyordu. Efsaneler, karşılarına çıkana kadar sadece söylentiydi. Gözlerimi Don Moretti’ye dikerek konuştum. "Burada kalıp dinlenecek, Don Moretti. Yarın kızınıza evine kadar eşlik etmekten memnuniyet duyacağım."

Don Moretti'nin sol kaşı hafifçe seğirdi, çene kasları gerildi. Onun kontrolü kaybetmeye başladığını görmek içimde soğuk bir tatmin yarattı. "Bu gece..." dedi, ama cümlesini tamamlayamadı. Gözlerinin derinliklerinde çatışmanın ateşi parlıyordu.

Sözünü kestim. "Yanında kalmayacağımdan emin olabilirsiniz."

O anda aramızda sessiz bir savaş başladı, ama ben kazanmıştım. Ben, Luca De Santis, girdiğim her savaşı kazanmak için katılırdım. Biz De Santisler, eğilmezdik. Fethederdik.

Don Marcello’nun dişlerinin arasından çıkan ses tiz ve gergindi. "Peki." Sesi sertti, ama kaybettiğini o da biliyordu. "Yarın saat tam 9’da onu getirirsen iyi edersin, evlat."

Başımı ağır ağır salladım, sakin ama kesin bir şekilde. "Sabah 9’da görüşürüz, Don Moretti."

Moretti’lerin tamamı odadan çıkarken, içimde zaferin soğuk alevi yanıyordu. Isabelle burada kalacaktı. Bu, bir başlangıçtı.

Aile üyelerimizin geri kalanı da evden ayrılırken birkaç dakikalığına Matteo ile yalnız kaldık. Gözlerindeki tedirgin bakış, durumu ne kadar ciddiye aldığını gösteriyordu.

"Bu anlaşmadan bile bize karşı bir koz yaratacaklarına eminim," dedi, sesi hafifçe endişeyle titreyerek.

"Farkındayım," dedim sakince. "Ama harekete geçtiklerinde ellerinde hiçbir şey kalmayacak."

Matteo, yüzüne yerleşen endişeli ifadeyle bana baktı. "Luca, hırsın seni kör etmesin."

Ona kararlı bir bakış attım. "Beni zafere götüren şey, hırsım ve hedefime olan bağlılığımdır, Matteo. Zamanı geldiğinde senden de tam sadakat bekleyeceğim. Bu yol, yanımda güçlü insanlara ihtiyaç duyduğum bir yol."

"Her zaman sadıktım. Ama bu kez tehlikeli bir oyuna adım atıyoruz, değil mi?" diye sordu.

Dudaklarım alaycı bir ifadeyle kıvrıldığında Matteo’nun tedirginliği iyice belirginleşti. "Onlar bize karşı gizli bir savaş açmaya cesaret edemeden önce tüm hazırlıklarımı yapacağım, Matteo. Bunu ekstra bir önlem olarak düşün."

"Sen sıradan bir düşman değilsin, Luca. Sen hem ordusun, hem de komutansın," dedi. "Ama neler planladığını merak ediyorum…"

"Elimizdeki kozları unutma, Matteo. Aile sloganımızı da. Biz eğilmeyiz, fethederiz," diye mırıldandım, gözlerimi ondan ayırmadan. "Ve benim istediğim tek şey zafer—ama karşı tarafın tamamen yenildiği bir zafer."

Matteo derin bir nefes aldı. "Bu intikamla oynanacak bir oyun değil, Luca. Hele de Rose söz konusuyken…"

Rose’un adı geçince içimde beliren koruma içgüdüsünü bastırdım. "Belle’i riske atmayacağımı sen de biliyorsun, Matteo. Ama ben savaşçı olarak doğdum—düşmanlarını asla unutmayan ve kimseye güvenmeyen bir savaşçı."

"Her ne olursa olsun, Luca, her zaman yanında olacağım," dedi. "Ama yapacakların konusunda benimle konuşmalısın."

"Bakarız," dedim, yüzümde belli belirsiz bir gülümsemeyle. Matteo endişeyle arabasına ilerlerken, ben içeri girdim. Babamın odasına doğru ilerledim. Hazırlıklarım daha yeni başlıyordu.

"Her durum için kazanan biz olacağız," dedi babam, gözlerini üzerime sabitleyerek. "Sanırım bu konuda hemfikiriz, Luca."

"Elbette baba. Düşmanlarımı asla unutmayacağımı söylemiştim," dedim kararlı bir sesle. Gözlerinde beliren ince bir gülümseme, onayını aldığımı hissettirdi.

"Onlar da aynı hatayı tekrarlamayacaklar, Luca. Ama... biz daima hazırlıklı olacağız."

"Farkındayım,” dedim. "Bu yüzden kozlarımızı biriktirmeli, elimizi güçlü tutmalıyız."

Babamın yüzündeki memnuniyet ifadesi, söylemesi gereken her şeyi anlatıyordu. "İyi geceler, Luca."

"İyi geceler, baba," dedim. Odasından ayrılıp kendi odamın yolunu tuttum. Fakat içeri girdiğimde gördüğüm manzara karşısında bir anlığına duraksadım. Belle yatağımdaydı; elbisesi yere bırakılmış, benim tişörtlerimden biriyle yatağa uzanmıştı. Yanına yaklaşıp yatağın kenarına oturdum. Uyuyordu; yüzünde huzurlu bir ifade vardı. Saçları yastığın her köşesine dağılmışken, onun bu haline dalmışken hissettiğim karmaşayı bastırmaya çalıştım.

Onu gördüğüm andan beri içimde bir ateş yanıyordu. Kızıl saçlı bir gülden başka ne bekleyebilirdim ki? Kontrolümü onun yanında bu kadar kolay kaybedebilmem endişe vericiydi. Ama onu kaybetmeyeceğimi, kaybedemeyeceğimi biliyordum.

Fısıldar gibi konuşurken, "Seni karanlığımda kaybedemem, Belle," dedim. "Bu yüzden seni korumak zorundayım. Bazen kendimden bile."

Yavaşça elimi uzattım, buklelerinden birini parmaklarımla okşadım. Sessizce nefes alıp verişini izlerken, içimdeki duygular kaynama noktasına geliyordu. Güzelliği, beni deliliğe sürükleyecek kadar gerçekti. "Seni… tamamen…" diye fısıldadım ama cümleyi tamamlayamadım. İçimdeki karmaşa beni susturdu.

Onu korumak için her şeyi göze alacaktım. Yavaşça elimi yüzüne götürdüm, teninin yumuşaklığı parmak uçlarımda yankılanırken, ani bir tepkiyle gözleri aralandı. Hızla elimi geri çektim.

"Luca?" diye mırıldandı, uykulu bir sesle.

"Uyumaya devam et," dedim, ses tonumu ölçülü tutmaya çalışarak.

"Ailem…" diye fısıldadı.

"Gittiler," dedim, bakışlarımdan kaygısını silmeye çalışarak. "Yarın seni evine ben bırakacağım."

Katı olmam gerektiğini biliyordum; ama Belle’in bakışları, ilk tanıştığımız andan itibaren beni zayıf düşüren o ifadeyle üzerime kilitlenmişti. Onun yanında kontrolüm her an kayıp gitmeye hazır bir ip gibi geriliyordu. Duygular ise en tehlikelisiydi; en savunmasız anında, kontrol edilemeyen şeyler insanı felakete sürüklerdi. Belle’in üzerimdeki etkisi gibi...

Daha önce hiç kimse… Hayır, hiçbir kadın beni bu kadar etkileyememişti. Belle ise her şeyiyle bir ilkti. Bana yaklaşması, o çekici bakışları, kızıl saçlarının büyüsü, kokusu… Belle zihnime işlenmiş katı öğretilerimin her birini alt üst ediyordu.

"Bir sorun mu var, Luca?" diye sordu Belle, sesi hafif ve dikkatlice ölçülmüş.

Kolumda hissettiğim eli, tenimde yankılanan sıcaklığı… Belle’in bana bu kadar yakın olması, kontrolü eline alabileceği düşüncesi… Her zamankinden daha gerçekti. Ve asıl tehlike şuydu: Ondan uzaklaşmak yerine, ona daha da yakınlaşıyordum.

Yataktan hızla kalktım, o an gözüm yerdeki elbisesine kaydı. Belle bakışımı anında yakaladı, yüzünde hafif bir suçluluk vardı.

"Üzgünüm, izin almadan tişörtlerinden birini ödünç aldım," dedi yumuşak bir sesle. "Elbise fazla sıkıydı."

"Önemli değil," dedim, kelimeler zorla çıkıyordu ağzımdan.

Gözlerim bir an tişörtün ona nasıl oturduğuna takıldı, sanki zihnimin derinliklerinde bir uyarı çanı çalıyordu. Belle, odama giren, eşyalarıma dokunabilen tek kadındı. O… bana aitti. Ya da en azından öyle olmalıydı. Bu düşüncenin beni bu kadar alt üst etmemesi gerekiyordu; ama tam tersine içimde bir şeyler yıkılıyordu, kontrolden çıkıyordum. Buradan hemen uzaklaşmalıydım.

"Ben misafir odasında olacağım, " dedim, sesimi kontrol altında tutmaya çalışarak. "Bir şey olursa…" Komodinin üzerinde duran telefonu işaret ettim. "10 numarayı tuşlaman yeterli."

Tam gidecekken duraksadım, gözlerim bir kez daha ona kaydı. Karanlık gözlerinin derinlerinde bir kırılganlık gördüm.

"Bu akşam hiçbir şey yemedin," dedim. "Aç mısın?"

Gözlerini benden kaçırdı. "Sadece uyumak istiyorum," diye fısıldadı.

Sözlerinin altında haykıran gerçek açıktı. Her şeyi unutmak istiyordu; belki de yaşadığı her şeyin sadece kötü bir kabus olmasını diliyordu.

"Peki," dedim kısaca, yüzümde hiçbir ifade belirtisi göstermemeye çalışarak.

Arkamı döndüm ve odadan çıkarken ona bir kez daha bakmamaya çalıştım. Kapıyı arkamdan kapattım ve misafir odasına doğru yürüdüm. Ama içeri girdiğimde tek düşünebildiğim, sadece oydu. O, Belle. Bütün karmaşasıyla, savunmasızlığıyla, inatçı güzelliğiyle… benim olmalıydı. Ne olursa olsun, bundan sonra Belle benim dünyamın bir parçasıydı.

Gözlerimi kapattım ama düşüncelerimin içine işleyen bu gerçek bir türlü sönmüyordu. Bundan sonra ne olacaksa, Belle benim için vardı. Her şeyin sonunda, Belle benim olmalıydı.

"Belle, seni ilk gördüğüm an içimde bir ateş yandı; kontrolümü kaybettim. Ama seni kaybetmeyi asla göze alamam. Karanlığımda seni yitiremem, Belle. Beni deliliğe sürükleyecek kadar güzelsin. Ve seni… seni korumak için her şeyi göze alırım." — Luca De Santis

Loading...
0%