4. Bölüm

2

kitsudaphne
kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

 

Luca

Ofisimin geniş penceresinden şehrin ufkuna baktım. Gri bulutlar, şehrin üzerine ağır bir örtü gibi çökmüştü ve sanki içimdeki karmaşayı yansıtıyordu. Bu şehir benim imparatorluğumdu, ofisim ise kalbiydi—güç ve kontrolün keskin bir simgesi. Tek bir imza, tek bir bakış ya da tek bir sözle olayların akışını değiştirebilirdim. Yine de bugün düşüncelerim daha kişisel bir meselede dolanıyordu: Isabelle Rose Moretti.

Yarın onunla resmi olarak tanışacaktım.

Kaç gündür onunla ilgili hazırlanan dosya elimdeydi. Sayfalar arasında gezinirken, Isabelle’in hikayesi zihnimde yankılanıp duruyordu. Bu kadın, yalnızca adıyla değil, geçmişiyle de dikkatimi çekmişti. Özellikle de o kaçış girişimi... Bu bile onun hakkında daha fazla şey öğrenmem gerektiğini hissettirmişti. Dosyadaki bilgiler tatmin edici görünse de bazı boşluklar vardı ve bunları doldurmak zorundaydım. Onun hakkında duyduklarım ve okuduklarım, gizemli bir tablo oluşturuyordu. Özgür ruhlu, inatçı ve kararlı olduğu belliydi. Sanatçı, tutkuyla işine bağlı, özgün bir kadın. Isabelle Rose, etrafımdaki kadınlardan tamamen farklıydı.

Bazı dostlarım onu birkaç sosyal etkinlikte görmüş ve güzelliğinden hayranlıkla bahsetmişti. Kızıl saçları, porselen gibi zarif yüz hatlarıyla büyüleyici bir kontrast oluşturuyordu. Ama onları asıl etkileyen şey, bakışlarıydı. Derindi, hatta tedirgin edici bir şekilde. Sanki bir sırrı saklıyor, dünyayı bir maskenin ardından izliyordu.

Benim elimde ise sadece bir fotoğrafı vardı. Yan profilden çekilmiş, ifadesini tam anlamıyla yakalayamayan bir kare. Babamın, bu görüntüyü özellikle seçtiğini düşündüm. Sanki onu benden saklıyordu. Sosyal medya hesabı yoktu; internette de bir izine rastlayamamıştım. Yine de, isimsiz bir anı gibi aklıma kazınmıştı. Günlerdir her düşüncemi ele geçiren bu kadın, kendini bir gölge gibi gizlerken benim için giderek bir muammaya dönüşüyordu.

Belki de onu bu kadar etkileyici kılan, ulaşılmazlığıydı.

En yakın dostlarımdan biri olan Andreas, Isabelle hakkındaki düşüncelerimi tahmin etmişti. Onunla baş başa bir konuşmamız sırasında, bana bilmiş bir edayla yaklaştı:

"Bir planın olduğunu biliyorum, Luca. Ama Rose… o tüm planları alt üst edebilir."

Gözlerimi ona dikerek cevap verdim. "Beni tanımıyormuş gibi konuşuyorsun."

"Tam tersine, seni gayet iyi tanıyorum," dedi. Alaycı bir gülümseme dudaklarında belirdi. "Ama onu gördüm. Çarpılacaksın."

Sözlerini umursamadım. Yirmi beş yaşındaydım ve bugüne kadar aşk gibi bir saçmalığa düşmemiştim. Bunun için ne bir yeteneğim ne de bir eğilimim vardı. Aşk, mantığı körelten, insanı zayıflatan bir tuzaktı ve ben zayıflığa asla tahammül edemezdim. Hayatım planlar, hedefler ve sonuçlar üzerine kuruluydu. Isabelle Rose ile evliliğim de bu çerçevede anlam kazanıyordu: Karşılıklı saygı ve güvene dayalı, sağlam bir ortaklık. Karşılıklı kazançlar.

Tek isteğim benden korkmamasıydı, ama saygısını kazanmak zorundaydım. Kadın kalbinin hassas olduğunu bilirdim. Buna uygun şekilde ona yaklaşacaktım. Onun ruhuna dokunabilirsem, bu evliliği bir iş birliğinden daha fazlasına dönüştürebilirdim. Ama bunun kolay olmayacağını biliyordum. Onun hakkında bildiklerim—özgürlüğüne olan tutkusu, cesareti ve kararlılığı—bu yolda zorlu bir rakip olacağını gösteriyordu.

"Ben aşık olmam, Andreas."

O gülümsedi. "Büyük konuşuyorsun, Luca."

"Benim bir kalbim olmadığını ilk söyleyen sendin."

"Kalbinin ölü olduğunu söyledim," dedi, sesi bir bıçak gibi keskin ve sakin. "Bu, kalbin olmadığı anlamına gelmez. Bazen biri gelir, o ölü kalbi yeniden canlandırır. Belki bir bakış, belki bir dokunuş... Sen acımasız bir avcı olabilirsin, Luca, ama herkesin bir kalbi vardır. Senin bile."

Ayağa kalktı ve Prada takım elbisesinin düğmelerini dikkatle düzeltti. Kapıya yürürken arkasından alayla güldüm.

"Isabelle Rose’u gördükten sonra yeniden konuşalım, olur mu?"

Ardından kapıdan çıktı. Arkasında bıraktığı sözler zihnimde yankılanıyordu, ama onları ciddiye almadım. İşe dönmeye çalıştım, ancak düşüncelerim yine Isabelle’e kayıyordu. Onu daha önce hiç görmemiştim, ama şimdiden bir şekilde hayatımın merkezine yerleşmişti.

Andreas yanılmış olmalıydı. Isabelle Rose, benim için bir araçtan fazlası olamazdı. Ama bir yandan… Isabelle’in bakışlarının ve ruhunun, görmeden bile bu kadar etkileyici olduğunu düşünmek bile beni huzursuz ediyordu. Eğer Andreas haklıysa? Eğer Isabelle, gerçekten de planlarımı alt üst edebilecek biriyse?

Kendi kalbime yani bir kalbim olduğuna inanmıyordum. Ama Isabelle’in, beni bile şaşırtabilecek bir kadın olduğunu kabullenmekten başka çarem yoktu.

Masamda biriken belgeleri hızlıca gözden geçirip imzalamam gerekenleri ayırdım. Kalemim kağıdın üzerinde kayarken, zihnim başka bir yerdeydi—Isabelle Rose Moretti ile Andreas’ın günlerdir yankılanan sözlerinde. Kaç kez kendime bu evliliğin yalnızca stratejik bir hamle olduğunu hatırlatmıştım? Isabelle, sadece bir anlaşmanın parçasıydı. Ama… neden onu her düşündüğümde içimde kontrol edemediğim bir merak dalgası yükseliyordu?

Kalemi bıraktım ve Andrew’a mesaj attım:

Ne yapıyor?

Cevap neredeyse anında geldi.

Yeni güller geldi, bahçeye ekiyor.

Telefonu elimde çevirirken bir an duraksadım. Bu kızın daha kaç güle ihtiyacı vardı? Bahçesinin sınırlarını zorlamış olmalıydı. Andrew bir mesaj daha gönderdi:

Il Predatore?

Efendim?

Bugün diğer günlerden daha özel bir gün olabilir.

Nasıl?

Sabahtan beri üzerinde siyah elbisesi var ve ağlıyor.

Cevabı okurken kaşlarımı çattım. Siyah elbise. Gözyaşları. Isabelle’in neden ağladığını anlamaya çalışsam da bir sonuca varamadım. Ama bunu bir şekilde öğrenirdim. Öğrenmek zorundaydım.

Saat başı mesaj atmaya devam et.

Telefonu masama bıraktım ama düşüncelerim bir kez daha Isabelle’e dönmüştü. Yeniden işlere odaklanmaya çalıştım, ancak bu sefer çok daha zordu. Ağlıyor. Isabelle Rose’un üzüntüsü beni etkilemiyordu. Hayır.

Başımı sallayarak kendime geldim. Odaklan, Luca. Bu da hayatındaki sıradan bir anlaşma ve onu bu kadar önemli bulmuyorsun. Etkilenmiyorsun da. Onunla evlenecek, düşmanlarını alt edeceksin ve De Santis adını zirveye taşıyacaksın.

Kapı tıklatıldığında düşüncelerimden sıyrıldım. Matteo içeri girdi; kuzenim, sağ kolum, her zaman güvenebileceğim kişi. Ciddi bir ifadeyle yanıma geldi ve masamın yanındaki bilgisayarı işaret etti.

"Her şey hazır," dedi. "Rakov anlaşması imzalandı. Yatırım süreci başlıyor. Anlaşmayı inceleyebilirsin, az önce gönderdiler."

Başımı salladım. "Mükemmel," dedim, ama sesimdeki ton düşüncelerimin hâlâ başka bir yerde olduğunu ele veriyordu. Matteo, beni dikkatle süzdü ancak hiçbir şey söylemedi.

Gözlerim ekrana kayarken aklımın bir köşesi, ısrarla Isabelle’e takılı kalıyordu. Isabelle… Onun varlığı planı karmaşıklaştırıyordu. Sadece tahmin edilemez oluşuyla değil, aynı zamanda o gizemli ve sarsılmaz duruşuyla. Her şeyin üzerinde gibi görünüyordu, ama bir şekilde her hareketi, her bakışı beni tamamen ele geçiriyordu. Odaklanmam gereken hiçbir şey kalmıyordu; çünkü düşüncelerim her seferinde ona dönüyordu. Bu beni rahatsız ediyordu.

İş dünyasında her şey basitti. Kurallar belirgindi; her hamle mantık çerçevesinde bir karşılık bulurdu. Ama Isabelle Rose? O, kuralların ötesindeydi. Yıllardır inşa ettiğim stratejileri yerle bir etmekle kalmıyor, beni kendi içimdeki kaosa sürüklüyordu. Mantığım, onu bir tehdit olarak görüp uzak durmamı söylerken, içgüdülerim tamamen tersini fısıldıyordu. Ve ben, içgüdülerime ihanet eden biri değildim.

Bir kez daha başımı sallayıp düşüncelerimi topladım. Isabelle’in gözyaşlarının sebebini öğrenmem gerekiyordu. Çünkü bu evlilik sadece bir anlaşmadan ibaret değilse—eğer buz gibi bir ittifakın altında gizlenen başka bir şey varsa—onu çözmek zorundaydım. Isabelle’i anlamanın tek yolu, kalbinin en karanlık köşelerine ulaşmaktan geçiyordu. Eğer bunu yapabilirsem, yalnızca zaferi değil, her şeyi kazanabilirdim. Ama bunun bedelini ödemeye hazır mıydım? İşte o sorunun cevabını hâlâ bilmiyordum.

Matteo’nun gözlerindeki alaycı parıltı hemen dikkatimi çekmişti.

"Onu mu düşünüyorsun?" diye sordu, dudaklarının kenarında beliren hafif bir gülümsemeyle.

Ters bir bakış attım. Bu, sorularını bir süreliğine durdurmak için yeterliydi, ama yalnızca bir süreliğine. Matteo sabırsızdı; bilhassa benim rahatsızlığımı sezdiğinde.

"Andreas, odadan çıkarken Isabelle hakkında konuştuğunuzdan bahsetti," dedi, sandalyesine rahatça yaslanarak. Gözlerini üzerime dikti, bir değerlendirme yapıyormuş gibi. "Aklını epey karıştırdığını söyledi."

Derin bir nefes aldım, cümlemi dikkatle seçmeye çalışarak. "Isabelle Rose…" dedim sonunda, sesim istemeden de olsa biraz yorgun çıktı. "Onu anlamak kolay değil. Ayrıca dosya eksik ve elimdeki bilgiler yetersiz. Bu yüzden gerginim."

Hiçbir görüşmeye hazırlıksız çıkmazdım. Ne rakiplerim ne düşmanlarım ne de potansiyel iş ortakları... Hepsi benim için aynı dikkatle incelenir, analiz edilirdi. Masaya oturduğumda yanımda sadece yüzeysel bilgiler değil, onların en küçük ayrıntılarına kadar dokunmuş bir tablo olurdu. İnsanların ne giydiği, ne sevdiği, hatta alışkanlıkları... Hepsi benim için birer silah, birer fırsattı. Küçük bir detay, bazen bir anlaşmayı kurtarır, bazen ise elinizi güçlendiren en değerli koz olurdu.

Ama Isabelle Rose?

Onun dosyası bir bilmece gibiydi. Elimdeki bilgiler yetersiz ve sıradandı. Kaç yaşında olduğu, eğitim geçmişi, sanata olan ilgisi… Bunlar kim olduğunu anlatmaya yetmezdi. Bir de o kaçış vardı; hikayenin en dikkat çekici ama en eksik parçası. Evden ayrıldığı ve döndüğü tarihler yazılıydı; ardından bir daha dışarı çıkmasına izin verilmemişti. Babasına karşı bu kadar cesur bir isyan gerçekleştiren biri, sadece bunlardan ibaret olamazdı.

Ancak yine de bir şey eksikti. Isabelle hakkında ne kadar okursam okuyayım, onun kim olduğunu tam anlamıyla çözmek imkânsız görünüyordu. Sanki her bilgi, bir sır perdesinin arkasına gizlenmişti. O tabloyu tamamlayabilmek için daha fazlasına ihtiyacım vardı. Çünkü Isabelle Rose yalnızca bir insan değil, bir muammaydı. Ve muammalar, çözülmek için var olurdu.

Matteo’nun sesi yine düşüncelerimi böldü.

"Sakin ol," dedi. "Bizimkiler işin peşinde. Dosyayı tamamlamak biraz zaman alacak ama Isabelle hakkında isteyebileceğin her bilgiyi bulacağım. Amcam, dosya işini bize verseydi bu kadar zorlanmazdık."

Kaşlarımı çattım. "Evet," dedim, sesim sert çıkmıştı. "Mattias işi yine batırdı."

Matteo sustu. Beni yeterince iyi tanıyordu; bu anlarda sessiz kalmanın en doğru hamle olduğunu biliyordu.

Sonunda tekrar konuştu, sesi daha yumuşaktı. "Onunla görüşmeye hazır mısın?"

Asıl sormak istediği şey farklıydı. Bu evliliğe hazır olup olmadığımı sorguluyordu. Ama Luca De Santis, tereddüt göstermezdi. Kendime bunu hatırlatmak zorundaydım.

"Isabelle Rose Moretti," dedi Matteo, gözlerinde o tanıdık parıltıyla. "Onunla başa çıkabilecek misin? Eski Moretti onuruna bağlı, güçlü bir kadın. Kolay biri değil."

Bu tahminleri ben de yapabiliyordum. Ama her insan bir şekilde öngörülebilirdi, kontrol edilebilir ve yönetilebilirdi. Bir an bile bundan şüphe duymadım.

"Her insanın bir zayıf noktası vardır," diye mırıldandım. "Isabelle de farklı değil."

Matteo’nun yüzündeki ciddiyet beni şaşırtmadı. "Yanılıyor olabilirsin, Luca. Bu evlilik yalnızca bir ittifak değil. Aynı zamanda çok hassas bir denge gerektiriyor. Eğer onu fazla zorlarsan, bu evlilik çıkmaza girebilir. Dikkatli olmalısın."

Gözlerimi ona çevirdim, soğukkanlılığımı koruyarak. "İnsanlar ve davranışlar tahmin edilebilir," dedim. "Önemli olan sınırlarını bilmek ve doğru yaklaşımı bulmak."

Matteo başını iki yana salladı, yüzünde hafif bir gülümsemeyle. "Bazı insanlar düşündüğünden daha karmaşıktır. Isabelle güçlü bir karakter ve özgür bir ruha sahip. O kızıl saçlı bir gül ve güllerin dikenleri olur, Luca."

Bir an duraksadım. Sözleri içimde yankılanıyordu, ama dışarıya belli etmedim. Omuzlarımı silkerek, sanki söylediklerime gerçekten inanıyormuş gibi, "Kimse tamamen çözülemez değildir," dedim. Ama bu kelimeler, içimdeki huzursuzluğu yatıştırmaya yetmedi.

Isabelle, bizden farklıydı. Bizim dünyamızdaki kadınlar kolaydı; davranışları ve düşünceleri tahmin edilebilir bir düzene sahipti. Isabelle ise yalnızca bir bilmece değil, çözümü sürekli değişen bir labirentti.

Bir fırtına doğru bir stratejiyle yönlendirilebilir. Yeterince keskin bir akıl, kaosun içinden bile bir düzen çıkarabilir. Ancak Isabelle? O, bir fırtınadan daha karmaşıktı—bir güç patlaması, bir kaos. Eğer kontrolü hemen ele almazsam, onu kaybetmek bir yana, onun yarattığı fırtınada yok olabilirdim. Belki de bu yüzden daha ilk andan itibaren, onunla başa çıkmam gerektiğini biliyordum. Zeki, güçlü ve şartları tersine çevirebilecek kadar kararlıydı.

Matteo bir anda omzuma elini koydu. Gözleri ciddi, ama sözlerinde yargıdan çok dostça bir sıcaklık vardı. "Ona ulaşmanın bir yolu var, Luca," dedi yavaşça. "Tek yapman gereken, doğru adımları atmak."

Başımı hafifçe salladım, ama düşüncelerim zihnimde bir karmaşa yaratıyordu. Matteo, sanki içimdeki çelişkiyi okurmuş gibi, konuşmayı sürdürdü. "Bu evlilik başarılı olmalı. Her iki aile için başka bir seçenek yok."

Pencerenin ötesindeki karanlık, yavaş yavaş odayı dolduruyordu. Şehir ışıkları ufukta titreşen yıldızlar gibiydi; sanki bu kaosun içinde bir düzen vaat ediyorlardı. Parmaklarımı masanın üzerinde gezdirdim, düşüncelerimin ağırlığına rağmen fısıltıyla konuştum:

"Kontrol… Belki de çözüm bu. Isabelle’in gücünü kendiminkine katmak istiyorum, onu ezmek değil."

Bu sözler, bir gerçek gibi değil de, daha çok bir itiraf gibi çıkmıştı dudaklarımdan. Isabelle’i kontrol etmek, onu anlamayı ve ona dokunmayı gerektiriyordu. Ama bu, aynı zamanda kendi sınırlarımı zorlamam anlamına geliyordu. Ve o an, bu mücadelede kimin kazanacağını gerçekten bilmiyordum.

Matteo başını hafifçe eğdi, dudaklarının kenarında belli belirsiz bir gülümseme oluştu. "Gerçekten istediğin bu mu? Isabelle’i kontrol etmek mi, yoksa onu yanında görmek mi? Çünkü ikisi aynı şey değil."

Sözleri zihnimde yankılanırken içimde bir ağırlık hissettim. Onu yanımda görmek… Bu düşünce, beklenmedik bir kıvılcım gibi içimde bir yerleri tutuşturdu. Isabelle, yalnızca bir strateji ya da bir ortak değildi. Onunla yenilmez olabilirdim. Ama bu, Isabelle’in benim tarafımda olmayı kabul edeceği anlamına gelmiyordu.

Cevap vermedim. Her sözün bir zamanı vardı. Ve bu, o zaman değildi.

Asistanım odaya girip dikkatimi dağıttığında Matteo, düşüncelerimden sıyrılmamı kolaylaştırdı. "Akşam bara geçelim, biraz rahatlarız, ne dersin?" diye sordu, omzuma hafifçe dokunarak. "Olur," diye yanıtladım, ama zihnim hâlâ başka bir yerdeydi. Isabelle’in gölgesi düşüncelerimin üzerine bir sis gibi çökmüştü.

Asistanım günün geri kalan işleriyle ilgili hatırlatmalar yaptıktan sonra odadan çıktı. Ben ise masama geri dönüp işlerime gömüldüm. Rakov anlaşmasının detaylarını inceledim, düzeltilmesi gereken kısımları Matteo ve asistanıma ilettim. Ardından bir başka otel inşası için saha araştırması raporlarını gözden geçirdim. Projedeki aksaklıkları çözmek için hızlıca planlar yaptım ve proje yöneticisiyle görüştüm. İş dünyasında sorunlar netti; her biri bir çözüm beklerdi. Ama Isabelle? O bir sorun değildi. O, çözülmesi gereken bir güçtü.

Günün sonunda Matteo, Mattias, Tommaso ve Diego’yla bara geçtik. Kuzenlerimle geçirilen zaman, üzerimdeki yükleri hafifletmenin en kolay yoluydu. Andreas Arturo, Luigi Rinaldi ve Stefano Gallo yani en yakın arkadaşlarım çoktan locayı almışlardı. İçki, kahkahalar ve içimizdeki rekabetçi ruhla iş dünyasının yoruculuğundan bir süreliğine kaçmayı başardık. Ama her kahkahanın, her esprinin ardından zihnimde bir gölge beliriyordu: Isabelle Rose.

Gece geç saatlerde eve döndüğümde, doğrudan odama çıktım. Yatağıma uzandım, ama uyku uzun sürmedi. Gözlerimi sabaha karşı açtığımda boğazımın çevresinde bir sıcaklık hissettim. Yumuşak, ince bir dokunuş… Parmaklarımı yavaşça boynuma götürdüm ve nefesim kesildi.

Kızıl saçlar.

Onlar orada olmamalıydı, ama hayal bile olsa Isabelle’in varlığı dokunulabilir gibiydi. Sanki ruhu benimkiyle bir şekilde çatışıyor, ama aynı zamanda birleşiyordu.

Bu kız… Felaketim mi olacaktı?

Bir ses, zihnimin derinliklerinden fısıldıyordu: "Bazı insanlar fırtınalarla savaşır, bazılarıysa onlara boyun eğer. Ama fırtınanın özünde olanlar… İşte onlar, dünyayı yerinden oynatır."

Isabelle, bu dünyayı yerinden oynatabilecek biri miydi? Yoksa, dünyası yerinden oynayacak olan ben miydim?

Bölüm : 22.12.2024 06:29 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
kitsudaphne / KARANLIK GÜL (GÜL SERİSİ 1. KİTABI) / 2
kitsudaphne
KARANLIK GÜL (GÜL SERİSİ 1. KİTABI)

17.79k Okunma

934 Oy

1.2k Takip
21
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...