Yeni Üyelik
7.
Bölüm
@kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

 

"Bazı anlar vardır ki, içimizde fırtınalar kopar ama yüzümüz hiçbir şey anlatmaz." —Isabelle Rose Moretti

Isabelle

Bazı geceler vardır, kalbinde bir öngörüyle başlarsın yola. O akşam, De Santis malikanesinin karanlık yapısı gözlerimin önünde yükselirken içimde belirsiz, ağır bir his vardı. Her tuğlasında bir tür sessiz tehdit, her gölgede saklı bir sır gizliydi sanki. Kapılardan içeri adım attığımda, derin bir nefes almak istedim ama hava bile içimdeki yükü hafifletmiyordu.

Bu evlilik, basit bir bağ değil; aradaki düşmanlığı bitiren resmi bir anlaşmaydı. Ve ben, bu karanlık dünyaya adım atarken içimdeki huzursuzluk giderek büyüyordu. Çünkü bugün, her şey değişecekti; bunun geri dönüşü olmadığını biliyordum. Annemin seçtiği elbise üzerimde bir zırh gibi hissettiriyordu; ince, zarif ama yine de tutsak eden.

Kalbim göğsümde hızlı hızlı atarken, bu kader oyunu nefesimi kesiyordu. Derin bir nefes almak istedim, ama etrafımdaki hava bile içimdeki ağırlığı hafifletmeye yetmiyordu.

Salonun diğer ucunda onu fark ettim. Gözüm o kadar kalabalıkta yalnızca onu kolayca bulmuştu. Luca De Santis. Efsaneler kadar gerçek ve daha da korkutucu. Yüzündeki soğuk ifade, keskin yüz hatları, gözlerinde yankılanan o belirsizlik… Bütün o söylentiler, şimdi tek bir bakışta anlam kazandı. Onun varlığı, odanın enerjisini bile değiştiriyordu. Beni etkileyen sadece fiziksel gücü değildi; bir şey daha vardı, onu her şeyin üstünde kılan bir şey.

Adımlarım beni ona doğru iterken, içimdeki çekimi inkâr edemedim. Luca'nın bakışları, tenimde bir an bile süzülmeden içime nüfuz etmiş ve her sırra ulaşmaya çalışıyordu sanki. Ürperdim, ama farkında olmadan büyük bir fırtınanın merkezine doğru yaklaştığımdan emindim. Luca, tıpkı doğanın engellenemez bir gücü gibiydi; güçlü, büyüleyici ve kontrol edilemez.

Kendi kendime, "Güç gelip geçicidir, akıl sonsuzdur," diye fısıldadım. Bu ailemin sloganıydı. Luca’nın güçlü varlığı karşısında temkinli olmak zorundaydım; savunmasız kalmamalıydım. Ama yüz yüze geldiğimizde… o elleri, o soğukkanlı ama güçlü dokunuşu, hiçbir hazırlığın yetersiz kalacağını fark ettirdi bana. Gözlerimiz bir an için buluştu, içinde soğuk ama keskin bir güce yer bırakarak. Beni nasıl böyle bir anda tamamen ele geçirmişti?

Ailemle birlikte Luca’nın ailesinin önünde durduğumuzda, Luca’nın babası Don Giovanni, babamla tokalaştı. "Hoş geldiniz, Marcello," dedi, sesi sanki odanın tüm köşelerine yayılan bir yankı gibiydi. Ardından büyükannem ve annemin ellerini öptü. Babam da Luca’nın annesi Milena’nın elini nazikçe öptü.

Don Giovanni, bana yaklaştığında, içimde bir ürperti daha hissettim. "Rose… Güzelliğin her zamankinden daha da belirgin." Don Giovanni’nin bu sözleri, odadaki sessizliği delip geçti. "Rose" ismi, çocukluğumdan beri bana verilen ve hem ailemin hem de benim üzerimde büyük anlam yüklenen bir lakaptı. Babamın beni dikkatle izleyen bakışları, omzumda ağır bir yük gibi hissediliyordu. "Teşekkür ederim, Don Giovanni," dedim hafifçe başımı eğerek.

Sonra Don Giovanni, gözlerini oğluna çevirdi. "Oğlum, Luca. Daha önce tanışma fırsatınız olmamıştı," derken Luca gelip tam önümde durdu.

O an, Luca ile göz göze geldim. Zaman sanki durdu. Elimi tuttuğunda, içimdeki her şey bir an için dondu. Luca’nın dokunuşu… parmak uçlarımdan öpmesi... güçlü, sakin ama derin bir anlam taşıyordu. Elinin sıcaklığı, karşısında titredim.

Luca, bakışlarını üzerimden çekmeden fısıldadı: "Tanıştığımıza memnun oldum, Isabelle Rose." Söylediği her kelime, sanki tartılmış, bana dair her detayı yakalamak için dikkatle seçilmişti.

Tedirgin bir şekilde yutkunurken, korktuğumu fark etmemiş olmasını diledim. Ama Luca’nın varlığı her şeyi değiştirmişti; o gözlerdeki belirsizlik, derin bir bilinmezliğin kapısını aralıyordu ve ben, o kapıdan içeri adım atmaktan çekiniyordum.

Ama denemek zorundaydım; kendi korkularımla yüzleşmeli ve Luca’nın karşısında dimdik durmalıyım. Dışarıdan güçlü görünmek için kendime sıkı sıkı sarıldım. "Ben de," dedim, sesim olabildiğince kontrollü ve kararlı çıkmaya çalışarak.

Luca’nın bakışlarındaki değişim, aniden havadaki gerilimi hissettiriyordu; kalbimde ince bir tel gibi titredi. O an, ne kadar güçlüyse, o kadar da kırılgan olduğumu fark ettim. Belki de en çok, Luca’nın yarattığı bu gizemli çekimden korkmalıydım; hissettiğim bu derin bağ, beni yavaşça avuçlarına çekiyor gibi hissediyordum. Gözlerinin derinliklerinde kaybolmaktan korkarken, onun karşısında cesur olmaya çalıştım.

(Luca)

Ona baktığımda, ruhumun en derin yerlerinde bir kıpırtı hissettim. Isabelle, bir güzellikten çok daha fazlasıydı. O, keskin dikenlerle çevrili bir güldü, fakat o gücün ardında belki de bir savaşçı vardı. Beni çeken şey, yalnızca onun yüzeydeki çekiciliği değildi; o gözlerindeki sırrı keşfetme arzusuydu. Belki de kendime bile itiraf edemediğim bir ihtiyacın kıvılcımı. Bu oyunda yalnızca birbirimizin yanında yürümeyecektik, birbirimize meydan okuyacak, kendi güç dengelerimizi test edecektik.

Elini tuttuğumda, onun bu dünyaya uyum sağlamaya çalışan kırılgan bir ruh değil, bir meydan okuyan olduğunu hissettim. Gözlerinde, çelikten yapılmış bir kararlılığın gölgesi vardı. Bu bir evlilik anlaşmasıydı, ama aynı zamanda bir savaşın başlangıcıydı. Ona doğru eğilerek, fısıldadım: "Bu oyunun kurallarını seninle belirleyeceğiz, Isabelle."

"Gerçek savaşlar sessizlikte kazanılır ve kaybedilir; insanın kalbiyle yaptığı sessiz, amansız savaşlar en zor olanlarıdır."

Loading...
0%