@kitsudaphne
|
YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.
"Onu gördüğüm anda, tehlikenin birçok surette olabileceğini fark ettim. Ama kimse beni gül ve dikenleri hakkında uyarmamıştı." — Luca De Santis Ona olan ilgimi saklamak istesem de Isabelle’in ürkek tavrı, içimdeki merakı körüklüyordu. Bakışları dikkatle üzerimdeydi, ama bir şey söylemek için acele etmiyordu. Artık sessizliğe daha fazla dayanamayarak en çok merak ettiğim soruyu sordum. "Benden korkuyor musun, Isabelle?" dedim, dudaklarımda hafif bir tebessümle. Gözlerimi ondan ayırmadan, sabırla tepkisini bekledim. Bir anlık duraksama ve ardından gelen ses, hafif bir meydan okuma tonuyla bana döndü. "Korkmamalı mıyım?" diye sordu, gözlerini bana dikerek. Sözlerinde bir çekingenlik olsa da bakışlarındaki kararlılık Isabelle’in gücünü gözler önüne seriyordu. Dudaklarımda beliren tebessüm yavaşça büyüdü. "Belki de korkmalısın, Belle," dedim, adını tatlı bir tınıyla fısıldarken. Gözlerinde anlık bir belirsizlik belirdi. Bu kelimeyi ona fısıldamak, aramızdaki havayı daha da yoğunlaştırmıştı. Isabelle’in bakışları hafifçe başka yöne kaydı. İçinde gizlediği sırlar, belli belirsiz yüzüne yansıyordu. Ona bir soru daha yöneltecekken, tavrı bir anda değişti. Bir anlık tereddüt, yerini keskin bir kararlılığa bıraktı. Ela gözlerinde ışıldayan o sessiz gücü görmek, kalbimde yankılandı. Onu böylesine zarif ama bir o kadar güçlü bulmak, zihnimde gitgide derinleşen bir merak uyandırıyordu. Isabelle’i anlamanın, onu tanımanın aslında zorlu bir yolculuk olacağını hissettim. Kontrolü elden bırakmayacaktım, ama onun bu denli karmaşık dünyasında kaybolmaktan kaçınmak da güçtü. Adını nazikçe telaffuz ettim, "Isabelle Rose Moretti." Her hecesi içimde yankılanarak. Bu kez biraz önceki tereddüdü kaybolmuştu. Bakışları sakin, nefesi düzenliydi. Bu yüzden az önceki tepkisinin ardındaki nedeni öğrenme arzum daha da arttı. "Luca," diye fısıldadı, ismimi dudaklarından süzülen nazik bir melodi gibi. O an içimde bir şey kırıldı ve serbest kaldı. O adımı bu şekilde söylemesindeki gizem, diğer kadınlardan farklı olduğunu bir kez daha hatırlatıyordu. Isabelle’in yüz hatları daha da belirginleşmiş, zarif bir gülümsemeyle tamamlanmıştı. Bu gülümseme her an hafızama kazınacak kadar eşsizdi. Bu gece, Isabelle’i tanıdıkça büyülenen sadece ruhum değil, merakım da tutsak olmaya başlamıştı. Şimdiye kadar karşılaştığım kadınlar arasında ilk kez birini anlamak, hatta onun gizli dünyasına adım atmak istiyordum. Isabelle’de, yüzeydeki güzelliğin ardında keşfedilmemiş bir derinlik vardı. Herkesin gördüğü maskenin ardındaki kişiyi tanımak istiyordum. Çünkü o derinlik, beni kendisine çekiyordu. Isabelle hala gülümsüyordu, ama ben bakışlarımı o yumuşak gülüşten dudaklarına, oradan saçlarına doğru kaydırdım. Kendime hâkim olamayarak dudaklarımdan cevaplamasına bile gerek duymadığım yalnızca kabullenmesini beklediğim bir soru döküldü: "Başkasına böyle gülme olur mu?" Sözlerim karşısında şaşırarak dudakları hafifçe aralandı. Bu anın büyüsüne kapılarak ona bir adım daha yaklaştım ve beline usulca dokundum. Onu kendime çekerken, gözlerindeki şaşkınlığın büyüdüğünü, nefes alışverişinin hızlandığını hissedebiliyordum. Kollarımdayken, bir an için Isabelle’in duygularında yankılanan o kararsızlık beni içine aldı. Bu kadın, beni sarsıyordu; ama onu daha önce tanımanın heyecanı, bütün bu karmaşıklığın üstündeydi. "Luca?" Onun sesinde yankılanan etkiyi inkâr edemezdim. Isabelle’e karşı hissettiklerim yalnızca meraktan ibaret değildi. Kollarımdan ayrılmasına izin vermeden çenesini nazikçe tuttum ve bakışlarını gözlerime kilitledim. Bu an, bir adım daha attığım Isabelle’in sırlarına giden yolda yalnızca başlangıçtı. "Peki, Rose," dedim, gözlerimi onun gözlerine kilitleyerek, bakışlarımın derinliğini ona aktararak. "Sen de güller kadar tehlikeli misin?" Isabelle’in yüzündeki en ufak tepkiyi bile dikkatle inceledim. Gözleri bir an için benden kaçtı, sanki düşüncelerinde uzaklara dalmış gibiydi, ama sonra yavaşça gözlerimi tekrar buldu. Ardından fısıldadı, "Belki." Tek kelime, ama o kadar ani ve beklenmedikti ki, içimde bir başka merak kıvılcımı çaktı. Yanımda her anıyla daha fazlasını keşfetme arzusunu körüklüyordu. Ona biraz daha yaklaştım, dudaklarıma hafif bir alay yerleştirerek fısıldadım, "Öyleyse, asıl soru şu… Dikenlerden mi yoksa güllerden mi korkmalıyım?" Sözlerimde hem ona duyduğum merak hem de dayanılmaz bir arzu gizliydi. Isabelle’in dudaklarının kenarında beliren o ince tebessüm gözlerimdeki dikkatimi bir an için dağıttı. Bakışlarında bir meydan okuma parıltısı belirdi; dudaklarında ise zekice bir tebessüm. "Belki ikisi de eşit derecede tehlikeli," dedi sakince. "Ama en çok hangisinin ne zaman batacağını bilmemekten korkmalı." Bu cevabı duymak hoşuma gitmişti. Aynı anda, cesur ve girişken tavrından da derinden etkilendim. Isabelle, düşündüğümden çok daha zekiydi; bir vahşiliği, kendine özgü bir tehlikesi vardı. Onu serbest bıraktığımda, içimdeki karanlık, Isabelle’in cesaretine gülümseyerek karşılık veriyordu. Bu kadının içinde gizli dikenler vardı, ve kimse bana böyle meydan okumamıştı. Isabelle ile olan bu yolculuğun ilginç olacağı kesindi. Yine de bu asi yanı konusunda dikkatli olmam gerekiyordu. Çünkü Isabelle geçmişte bir kez kaçmayı seçmişti. Ve bu onun yeniden kaçmayacağı anlamına gelmiyordu. Gözlerimi tekrar onun gözlerine dikerek, "Bugün, bizden beklenen bir anlaşmaya imza atacağız," dedim, sesimi daha derin ve kararlı bir tona bürüyerek. "Ama şunu bilmen gerek—bu yalnızca bir başlangıç." Isabelle gözlerimi dikkatle süzüyordu, sanki içimde bir şeyler arıyordu. Ama neyi bulmayı umduğunu bilmiyordum. Birkaç saniyelik sessizliğin ardından yavaşça başını çevirip zarifçe önüne döndü. "Biliyorum," dedi, sesi güçlü görünmeye çalışsa da içinde belli belirsiz bir titreme vardı. "Ama bana kimse ne olacağımı söyleyemez." Bir kez daha bana meydan okuyordu. Hafifçe gülümseyerek karşılık verdim, "Göreceğiz, Isabelle. Bunu zamanla göreceğiz." Bu düğün, yalnızca bir başlangıçtı. Ama Isabelle Rose Moretti, tahmin ettiğimden çok daha özeldi. Farklı ve eşsizdi; onu diğerlerinden ayıran bir şey vardı. Belki de ona karşı hissettiğim bu çekim, içindeki tehlikeden kaynaklanıyordu. Güzelliği kadar derinlikleri de beni büyülüyordu. Ama biliyordum ki her güzel gül, ardında keskin dikenler saklar. Isabelle’in dikenleri, beni her an daha da fazla çekiyordu. Tam o anda Matteo’nun sözü kulağımda yankılandı, "Onunla başa çıkabilecek misin?" Bu kızda fark edemediğim bir şey vardı, belki kaderimin değişeceğini sezdiren gizemli bir şey. Sadece ben Isabelle’in değil, Isabelle de benim kaderimi değiştirecek biriydi. Aramızdaki çekim, tahmin ettiğimden çok daha güçlüydü. Ve bu oyunda, karşımda gerçek bir şah vardı—onun asla piyon olamayacağına emindim. "Gülleri de, dikenleri de severim, Isabelle. Ama seni severken, hangisinin beni mahvedeceğini asla bilemem." — Luca De Santis |
0% |