@kitsudaphne
|
YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.
"Her insan, ardında bıraktığı gölgeleriyle yeniden şekillenir." — Anonim Luca "Belle..." Bu isim diğerlerinden farklıydı. Daha önce kimse ona böyle hitap etmemişti. Yalnızca bana ait, yalnızca benim ona verdiğim bir kelime gibiydi. Belle... Bu isimle, Isabelle’in geçmişindeki tüm izleri de sahiplenmiş gibi hissettim. Dudaklarımdan ikinci kez döküldüğünde, yüzünde o tanıdık huzursuzluk belirdi. Gözlerinde bir korku, yitik bir acı. Sanki bu isim, içinde taşıdığı tüm karmaşayı dışa vuruyordu. Bir an bakışları uzaklara daldı, geçmişin gölgeleri arasında kayboldu. Eski bir anı ya da acı bir sır gibi. Sadece onun değil, geçmişinin de sahibi olmak istiyordum. Onun hayatında var olduğum gibi, geçmişinde de iz bırakmak, anılarına dahil olmak... Çünkü artık o, benim dünyamın bir parçasıydı ve bu dünyada sadece benim yanımda kalacaktı. Gözlerinde beliren acı, derinlerde bir yara gibi içimi sızlattı. "Belle." Ona bir kez daha seslendiğimde, çenesini nazikçe tutarak gözlerini tekrar bana çevirdim. Geçmişin karanlık köşelerinden çıkmıştı belki ama acısı hâlâ oradaydı. Kaçma isteği de öyle. "Kaçışın olmadığını artık biliyorsun, değil mi?" Onun için tüm yollar kapalıydı. İlk defa, bir kadın beni bu denli korkutuyordu. Ruhunda özgürlüğe aç, asi bir parıltı vardı. Rose, o ilk anda bile bu istekle içimi ürkütmüştü. Şimdi kollarımdayken bile, o bağımsız ruhuyla kaçış yollarını zihninde aradığını hissedebiliyordum. Korkum, sadece kaybetme korkusundan değil; özgürlüğün ona sunduğu engin hayal gücünün, beni her an terk etme ihtimalinin yarattığı derin bir boşluktan kaynaklanıyordu. "Ben… kaçmaya çalışmıyorum," dediğinde, sesi ilk kez yalancı bir tını taşıyordu. Belki de kendi kendini ikna etmeye çalışıyordu. Yalanını fark ettiğimi anladığında, daha da ürktü. Dudaklarımda alaycı bir tebessüm oluştu. "Elbette," dedim, parmağımı yanağında gezdirerek. Sonra boynuna indirdim. Teninin yumuşaklığına, savunmasızlığına odaklanmak istedim. Ama onu uyarmadan geçemedim. Gözlerindeki karanlığa bakarken, "Ama hep bir kaçış yolu arıyorsun, Isabelle. Özgürlüğün tadını bir kez alan biri, onu tekrar bulmak için her şeyi yapar," dedim, sesimdeki tehlikeli tonla. Sözlerimle kalbinin hızla çarptığını hissettim. Onu korkutmuştum. Gözleri, başka bir zamanın acı dolu anılarına daldı. Ellerimle beline dolanıp onu dengede tutmaya çalışırken başı hafifçe titredi. "Benden kaçamazsın, Belle. Buna asla izin vermem." Nefesi düzensizleşmeye başladığında, korkuyla bir elini başına götürdü. Titremesi artarken, parmakları bir şeyleri kavramaya çalışır gibi havada dolaştı. Bir an ne yapacağımı bilemedim. Sonra, gözleri kapandı ve vücudu ağır bir şekilde kollarıma yığıldı. Dünya o anda durdu. Isabelle’in bedeni, porselen bir bebek gibi kollarımda gevşedi. Etrafımdaki şaşkın bakışlara aldırmadım; onu güvende tutmaktan başka bir şey düşünemiyordum. "Isabelle," diye fısıldadım, kaybetme korkusu içimde bir fırtına koparıyordu. Onu sıkıca tutarak kalabalığın arasından geçip kapıya yöneldim. Annem ve Isabelle’in ailesi hemen arkamdaydı. "Onu odama götüreceğim, siz davetlilerle ilgilenin," dedim, kararlı bir sesle. Emirlerim tartışmaya açık değildi. Yukarı kata, odama çıktım. Kapıyı açtığımda, odanın karanlığı bizi karşıladı. Burası, benim dünyamdı; güvenli, saklı ve Isabelle’in endişelerine tamamen kapalı. Onu nazikçe yatağa yatırdım. Gözleri kapalıydı, yüzü endişeyle buruşmuştu. Yanağının üzerindeki o ince çizgileri izlerken, bir kez daha güzelliği karşısında büyülendim. Fakat içimdeki endişe, bu hayranlığı geride bırakıyordu. Isabelle’i tanıdıkça, kalbimde daha önce hissetmediğim duygular uyanıyordu. Onun yanında kontrolümü kaybetmemek için büyük bir çaba sarf ediyordum. Elim, farkında olmadan, alev kırmızısı saçlarına uzandı. Tam o sırada kapı aralandı... Annem, Isabelle’in annesi ve kız kardeşi odaya girdiğinde, annemin sorgulayan bakışlarını hissettim. Odaya bu zamana kadar hiçbir kadın girmemişti, Isabelle hariç. Isabelle’in annesi, endişeyle bana döndü, sesi titriyordu. "O iyi mi?" "Doktorumuz yolda," dedim, soğukkanlı bir şekilde. Kız kardeşi ürkek bir bakışla bana baktı. "Burada kalacağım, anne," dedi; sesi belirsizlikle karışıktı. Bakışlarında, benden çekinmenin, ablasına duyduğu kaygıyla birleşmiş hali vardı. Ama Isabelle’in yanındayken, onunla baş başa kalmak dışında bir şey düşünemiyordum. "Hepiniz aşağı inin ve ona biraz yalnız kalma fırsatı verin," dedim, nazik ama kesin bir tonla. Sözlerim, sessizliğin ortasında yankılanarak bir emir gibi yerleşti. Hayal kırıklığı dolu bakışlarını üzerimde hissetsem de Isabelle’in yanında başka kimseye katlanamazdım. Kapı yavaşça kapanırken, bu anın sorumluluğu üzerime ağır bir yük gibi çöktü, ama aynı anda onun yanında olmanın verdiği tuhaf bir huzur, içimdeki karanlık arzuyu körükledi. İçimde yükselen sahip olma arzusuyla, Isabelle’in yanına döndüm. Düzenli nefes alıp verişi, odanın sessizliğini dolduruyordu. Ona her baktığımda, daha derinlere saplanan bir hisle, bu genç kadının ruhunun tüm kırık parçalarına sahip olmak istiyordum. Tam o sırada, dudaklarından dökülen bir kelime duyuldu: "Daniel…" O ismi duymak, damarlarıma keskin bir öfke gibi yayıldı. İçimdeki kasvet aniden güçlendi. Bu yabancı adamın, Isabelle’in geçmişinde ona bu kadar yer etmiş olması… İçimde alevlenen kıskançlık, ona sahip olma arzumu daha da körükledi. Kendime bir söz verdim o an: Isabelle’in hayatında Daniel’in gölgesine yer yoktu. Bu geçmişi çözmeli, bir şekilde gölgeye itmeliydim— çünkü artık, Isabelle’in hayatındaki karanlığı dağıtma zamanı gelmişti. |
0% |