Yeni Üyelik
13.
Bölüm

Ateşle Oynamak

@kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

 

"Bazı yaralar kabuk bağlamaz, onları kapatmanın tek yolu her şeyi yakıp küllerinden yeniden doğmaktır." — Luca De Santis

Isabelle

Gözlerimi açtığımda, odadaki ağır karanlık tüm varlığımı sarmıştı. Yatakta doğrulmaya çalıştım; başım dönerken kalbim hızla çarpıyordu. Gözlerim yavaşça karanlığa alıştığında, karşımdaki gölgeyi fark ettim. Luca. Bir koltukta oturmuş, sessizce beni izliyordu.

"Luca?"

O ismi söylerken sesimdeki belirsizlik, odamın içine yayıldı. Yavaşça ayağa kalktı, hareketlerinde bir avcının soğuk sabrı vardı. Odaya adım attığında, gözleri üzerimdeydi. Işığı açtığında yüzünde, fısıltılarda duyduğum o adamı gördüm. "Il Predatore." Avcı. Sanki karşımda bir canavar varmış gibi, nefesim hızlandı.

Luca’nın sert bakışları üzerimdeydi, beni köşeye sıkıştırmak istiyor gibiydi. Kalbim hızla atarken bir yanım ona teslim olmak istiyordu. Ama diğer yanım… Hayır, ona boyun eğemezdim. Luca De Santis’in gözlerine bakıp korkmadığımı göstermek zorundaydım. Onun kontrolü altına girmek yerine, kendi sınırlarımı çizmeliydim. Kim olduğumu unutmamalıydım, yoksa bu savaşın galibi belli olurdu.

"İyi misin, Belle?"

Sesindeki soğuk ton, adımı böylesine sahiplenerek söylemesi içimi titretti. Adımı o şekilde duymak, canımı yaktı. Bu kadardı, beni korkutması bu kadar basitti. Gözleri daha da koyulaştı, yüzümün her hattını, adeta bir haritayı ezberler gibi inceledi. Tehlikeli bir sakinlikle, bakışları içime işliyordu. Daha fazla bakamadım. Gözlerimi kaçırdım, dudaklarım hafifçe titredi.

"Rose ya da Isabelle demeni tercih ederim."

Kaşlarını hafifçe kaldırdı, gözlerinde karanlık bir parıltı belirdi. "Neden?"

"İsim kısaltmalarını sevmem," diye mırıldandım, yüzümde bir acizlik belirtisi olmaması için savaşıyordum.

"Belki de hatırlattığı şeyleri sevmiyorsundur," diye alayla fısıldadı. Ardından, sesi daha soğuk bir tona büründü. "Ya da kişiyi."

Başımı hızla kaldırdım, kalbim bir an duracak gibi oldu. Bunu biliyor olamazdı.

Tam o an, çenemi sert bir hareketle kavradı, yüzümü kendisine çevirdi. Soğuk parmakları cildime işledi; bakışları buz gibi ve karanlıktı. Avını yakalayan bir avcı gibi, gözleri derinlere indi.

"Belle, benimle evlendiğini asla unutma. Benden kaçamazsın, çünkü sana kaçacak bir yer bırakmam." Sesindeki tehdit, etrafımızdaki havayı keskin bir bıçak gibi kesti. "Ve babanın aksine, sabrım da yok. Merhametim de. Senin her şeyin, bedenin, ruhun, düşüncelerin bana ait olacak. Tamamen benim. Anlaşıldı mı?"

Sözleri tüylerimi ürpertirken, nefes almak zorlaştı. O an, gözlerinde farklı bir tür karanlık olduğunu gördüm. Bu adam beni kontrol etmenin ötesine geçmişti. O bana sahip olma arzusunu saplantı haline getirmişti, her nefesimde bunu hissediyordum.

Ama… Neden bu kadar öfkeliydi? Ne yapmış olabilirdim ki onu böyle delirten? Kolları hala çenemi sıkıca kavramışken, gözlerinde bana ait olma arzusunun vahşetini okuyabiliyordum. Onun kurallarına bağlıydım artık. Kaçış yoktu.

Luca

(Bir saat önce)

Odada sessizlik vardı, ama içimdeki öfke her saniye biraz daha yükseliyordu. Damarlarımda kan yerine dolaşan saf bir öfke dolaşıyordu. Belle, yani Isabelle Rose Moretti, yatağımda yatıyordu, saçları yastığın üzerine dağılmış halde. Yatağıma dağılan kızıl saçları… Tanrım, bu görüntü hafızamdan asla silinmezdi. Kendimi sakinleşmeye zorladım, ama bu boş bir çabaydı. Odağım o olamazdı, olmamalıydı. Ama çoktan olmuştu.

Beni delirten buydu, değil mi? Öfkem de arzum da normal değildi. Hiçbir kadın beni daha ilk andan bu hale getirmemişti. Bunu kabul edemezdim. Her zaman kontrol bende olmuştu, ama bu kez işler değişmişti. Kontrolden çıkıyordum ve bunun sebebi yatağımda, savunmasız bir şekilde yatan kadındı. Belle.

Seninle ne yapacağım Belle?

Sevmeyi bile bilmeyen bir adamdım, ama şimdi ellerimde inatçı, vahşi ve özgür ruhlu bir kadın vardı. Bu kadın bir başkasını sevmişti. Dudaklarından onun adını duymuştum ve bu ad, içimde bir volkanı tetiklemişti. Sinirlenmeyen bir adam olarak, kısa bir süre içinde delirecek hale gelmiştim. Ve tüm bunlar, Isabelle'in dudaklarından dökülen o isimle başlamıştı.

Bir süredir derin bir uykudaydı. Doktor, ciddi bir durum olmadığını, sadece dinlenmesi gerektiğini söyleyip gitmişti. Ayakkabılarını dikkatlice çıkarmış, onu daha rahat bir pozisyonda yatağa yerleştirmiştim. Her ne kadar onun kokusu etrafımı sarıp beni adeta felç etmiş olsa da, içimdeki öfke dinmek bilmiyordu.

O adamın adını onun dudaklarından duyduğum an... zihnimde soğuk, keskin bir delilik baş gösterdi. Bunu açıklamaya çalıştım, kendime mantıklı bir sebep bulmak için hala çabalasam da başaramıyordum. Aslında basitti, değil mi? Isabelle Rose Moretti için bir evlilik sözleşmesi imzalamıştım. Bu evlilik, sadece bir stratejiden ibaretti. Ama ne yaparsam yapayım, Belle demekten kendimi alamıyordum. Bu ismi nasıl bu kadar içselleştirmiştim? Bir saçmalıktı elbette. Ancak onu ilk gördüğümde içimde, kahrolası kalbimde, derinlerde bir yerlerde, bir şey hareket etmişti. O güzeldi; evet, ama gözleri... tam bir gizemdi. Onun ruhu hem vahşi hem de özgürdü. Ve ben, bu ruhu kontrol altına almak, ona sahip olmak istiyordum. Tamamen.

Karşı koltukta onu izlerken daha fazla duramadım. Zihnimi kemiren düşünceler şüpheleri körüklüyordu. Belirsizlik asla tahammül edemediğim bir şeydi. Telefonumu çıkardım ve Matteo'ya bir mesaj yazdım.

"Daniel adında birini bulmanı istiyorum. Geçen yıl Isabelle kaçtığında yanında böyle biri var mıydı?"

Cevabı beklerken, gözlerimi bir an için Isabelle'e çevirdim. Nazlı bir güzelliği vardı. Uyurken, tüm dik başlılığı, o güçlü duvarları ortadan kaybolmuştu. Yine de, onu böyle görmek bile içimdeki öfkeyi dindirmeye yetmiyordu.

Belle benimdi. Ama o adam kimdi? Hayır, yanlış soru. O adam, Belle için ne ifade ediyordu?

Yarım saat sonra Matteo’dan cevap geldiğinde, kalbim adeta damarlarımda yankılanıyordu.

"Daniel Morris. Rose eve getirildikten bir hafta sonra Don Marcello Moretti tarafından öldürülmüş. Kendi evlerinde ve Rose’un gözleri önünde."

"Sevgilisi miydi?"

"Henüz emin değilim, ama onunla birlikte kaçmış."

"Her şeyi öğrenmek istiyorum."

"Yarına kadar tüm detaylar elimde olacak, Il Predatore."

Onunla kaçmış...

Bu iki kelime, Isabelle’in dudaklarından çıkan o hüzün dolu tonun sırrını açıklıyordu. Isabelle Rose Moretti, sıradan bir adama aşık olmuş ve onunla kaçmıştı. Ve bu yüzden cezalandırılmıştı. Bu nedenle evde bir mahkum gibiydi.

Öfkemi dizginleyemiyordum. İçimde büyüyen bu alev, tüm mantığımı yakıp kül ediyordu. Isabelle Rose Moretti... Özgür ve inatçı ruhun seni ne kadar ileri götürdü?

Yatağının başında durdum, gölgeler içinde ona bakıyordum. Yüzü huzurlu görünüyordu, ama ben içimdeki fırtınayı dindiremiyordum.

Tek bir an, Isabelle... benden kaçmayı düşünürsen... bu dünyayı kökten yakarım.

Bir anlık sessizliği onun boğazından çıkan hafif bir mırıltı bozdu. Yan tarafına döndü ve hareket ederken bacak dekoltesi açıldı. Gözlerim istemsizce ona kaydı, ama bakmadan edemedim.

Bir parmağımı bacağı boyunca hafifçe gezdirdim, ardından üstünü dikkatlice örttüm. Onunla her şey kızıl bir fırtına içinde gül kokusuyla kayboluyordu. Bu fırtına dinecek mi Belle?

Ama gerçekte cevap çok basitti: Asla.

"Kader bizi birbirimize zincirlediğinde, hangi duyguların kölesi olacağını seçme hakkın kalmaz." — Luca De Santis

Loading...
0%