Yeni Üyelik
8.
Bölüm

Kaderin Ellerimde

@kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

 

"Gözlerindeki korkuyu gördüm, ama o korkuyu bir kalkan gibi kuşanıyordu. Isabelle Rose Moretti, sadece bir piyon değildi. O, oyunu değiştiren taş olacaktı."Luca De Santis

Manhattan’ın akşam havası, gökyüzünde süzülen gri bulutların arasında kaybolmuştu. De Santis malikanesi, şehrin üzerinde karanlık bir gölge gibi yükseliyordu. İçeride, her şey mükemmel bir düzen içindeydi; her parça, her detay, gecenin önemine göre titizlikle ayarlanmıştı. Ama Luca için bu gece yalnızca bir oyun tahtasında oynanan hamlelerden ibaretti. Şimdiyse karşısındaki piyonun gözlerine bakmaya hazırlanıyordu.

Luca

İçeriye girdiği anda, tüm dünya bir anlığına durdu. Vücudunu saran siyah elbise, kızıl saçları ve büyüleyici ela gözleriyle Isabelle Rose Moretti, odadaki herkesi bir mıknatıs gibi kendine çekiyordu. Odaya yayılan o sessiz çekim gücünü anında hissettim; Isabelle, bir bakışta hem gizemli hem de kararlı bir ruh taşıyordu. Özgürlük tutkusu gözlerinden okunuyordu, tıpkı masumiyetinin de ince bir iplik gibi etrafına sarıldığını hissettirdiği gibi. Onun diğer kadınlardan farklı olduğunu anlamak için bir saniye bile yetmedi.

Ama o masumiyetiyle birlikte, içinde sakladığı korkuyu da uzaktan hissedebiliyordum. Şu an bile kaçma fırsatı olsa, benden ve buradan sonsuza dek uzaklaşırdı. Bu düşünce içimde bir kıvılcım çakmasına yetti—çünkü onu bırakmaya hiç niyetim yoktu. Isabelle’e karşı hissettiğim sahip olma arzusu, kaçınılmaz ve kesin bir güçle zihnimi ele geçirmişti.

İçimdeki fırtına büyürken, onun her adımı beni daha da içine çekiyordu. Yavaş ve ürkek hareketleri, içimdeki gerginliği daha da artırıyordu, sanki her adımında ona daha da yaklaşıyordum. Onu kontrol altına almak istiyor, ama bu kontrolün hiç kolay olmayacağını da hissediyordum. Isabelle’in her hali, onu ele geçirmemin imkansız olacağına dair bir uyarı gibiydi.

Daha kötüsü, kahrolası kuzenlerimin de ona hayran bakışlarını fark etmemdi. O bakışlar, içimdeki öfkeyi körükledi, gözlerimdeki karanlığı artırdı. Hiçbiri ona benim gibi bakmamalıydı. Isabelle, sadece benim olmalıydı.

Ailelerimiz önümüzde dururken, Isabelle’in kızıl saçları ve duruşuyla gerçekten "Rose" lakabını nasıl hak ettiğini düşündüm. Eşsiz, güzel, büyüleyici… ama aynı zamanda dikenliydi. Farkında olmasa da, şimdiden ondan etkilenmiştim. Bir anlığına kendime güldüm—bu masum gül, tehlikenin tam ortasındaydı ve bu, onu daha da büyüleyici kılıyordu.

Babam bana döndüğünde, üzerimdeki bakışları hissederek bir adım öne çıktım. Isabelle’le yüz yüze geldik. Ela gözlerindeki korku açıkça görülebiliyordu, ama aynı zamanda benden etkilenmişti. O his, içimde büyük bir zafer duygusu yarattı. Benimle başa çıkamayacağını biliyordu.

"Oğlum Luca. Daha önce tanışmamıştınız," dedi babam, ortamın baskısını daha da yoğunlaştırarak.

Isabelle elini bana uzattığında, onu nazikçe tuttum ve öptüm. Parmak uçlarımdan tüm vücuduma yayılan çekim gücüyle sarsıldım. Gözlerimdeki ifade anında değişti; bu kızın üzerimde yarattığı etkiyi inkâr edemezdim.

"Tanıştığıma memnun oldum, Isabelle Rose," dedim, sesim derin ve karanlık bir yankıyla doluydu. Onun ismi, tıpkı kendisi gibi yakıcı ve tehlikeliydi. Ve kokusu… Gül gibi, zarif ama aynı zamanda baştan çıkarıcı. O an, kontrolü kaybetmemek için kendimi zorladım, zihnimi toparlamaya çalıştım. Resmi ve soğuk halime geri dönmeliydim. Onu dizginlemek, güç gerektiriyordu.

"Biraz dışarı çıkalım mı, Isabelle?" diye sordum.

O an babasına dönüp baktı. İçimde bir öfke dalgası yükseldi. Bu hareket beni sinirlendirmişti, çünkü artık Isabelle’in tek rehberi bendim. Fikrini sormasına ya da onay almasına gerek yoktu. Hayatındaki tek otorite ve onayı yalnızca benden alacaktı.

"Olur, Luca," dedi, sesi hafifçe titreyerek. O an ismimin dudaklarından bu şekilde dökülmesi... Bu, tamamen baştan çıkarıcıydı. Hiçbir kadın beni bu kadar kısa sürede ve bu kadar derinden etkilememişti. Hem de hiçbir şey yapmadan. Tanrım!

Kolumu uzatıp Isabelle’i dışarı, malikanenin geniş balkonuna çıkardığımda, onun giderek daha da gerildiğini fark ettim. Omuzları hala dikti, ama vücudunun katılığı inkar edilemezdi. Isabelle, her ne kadar dışarıdan güçlü ve kararlı görünmeye çalışsa da, içinde fırtınalar kopuyordu. Bu durum içimde tuhaf bir tatmin hissi yarattı. Onun içindeki karmaşayı görmek, beni daha da çekiyordu.

"Benden korkuyor musun, Isabelle?" diye sordum, alaycı bir gülümseme dudaklarımda belirdi. Gözlerimi ondan ayırmadan, tepkisini bekledim. Sessizlik uzadı ve ardından gelen cevap, meydan okuyucu ama aynı zamanda titrek bir ciddiyet taşıyordu.

"Korkmamalı mıyım?" diye sordu, gözlerini bana dikerek. Sesindeki ince meydan okuma barizdi, ancak arkasındaki korkuyu saklamak için yeterli değildi.

Gözlerimi kısmadan ona baktım, dudaklarımdaki gülümseme daha da büyüdü. "Belki de korkmalısın, Belle," dedim, adını ağzımdan dökerken gözlerinde bir donukluk oluştu. Bu kelimeyi ona fısıldamak, aramızdaki havayı daha da yoğunlaştırmıştı. Isabelle’in bakışları kaçtı, ama bu sessizlik onun zayıflığı değildi. Onun sessizliği bir silahtı; bu kadının derinlerinde, düşündüğümden çok daha güçlü bir ruh yatıyordu. Ona hükmetmek, düşündüğümden daha zor olacak.

"Isabelle Rose Moretti," adını yavaşça telaffuz ettim, her hecesini tattım. Bu ismin ardında ne olduğunu merak ediyordum. Ne kadar katı ve çekingen görünse de, Isabelle’in içinde keşfedilmemiş bir dünya vardı ve bu dünya beni fazlasıyla cezbediyordu.

Isabelle, bu adı duyduğunda yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. O gülüş, ona bakan herkesi büyüleyebilirdi, ama beni asıl etkileyen, arkasındaki gizemdi. Isabelle’in yüz hatları, o gülümseme ile daha da güzelleşti. O anı sonsuza dek hafızama kazımak istedim. Dayanamayarak ona doğru bir adım daha yaklaştım ve beline sarılıp onu kendime çektim. Gözlerindeki şaşkınlık ve korku, içimdeki karanlığı tetikliyordu.

"Luca," diye fısıldadı, adımı nefes gibi dudaklarından dökerken. O sesin üzerimde yarattığı etkiyi inkâr edemezdim. Bu kadın beni yok edebilirdi, ama ben onu daha önce fethedecektim.

"Peki Rose," dedim, gözlerimi onun gözlerine dikerek. "Sen de güller kadar tehlikeli misin?"

Isabelle’in yüzündeki küçük tepkileri yakalamak için gözlerimi ondan ayırmadım. Gözleri hafifçe benden kaçtı, bir an durakladı, ardından yavaşça, "Belki," diye fısıldadı. Cevabındaki tereddüt, onun kendine olan güvenini sarsmak için yeterliydi. Ancak onun bu meydan okuyucu doğası, onu daha çok keşfetmek istememe neden oluyordu.

Alaycı bir şekilde ona yaklaşıp fısıldadım, "Öyleyse, asıl soru şu... Dikenlerden mi yoksa güllerden mi korkmalı?" Bu sözlerin ardında onu daha da çözmek isteyen bir merak ve arzu yatıyordu. Isabelle’in gizemi, beni deliliğin eşiğine getirebilirdi.

Gözlerini tekrar bana çevirdi, bakışlarında bir meydan okuma parıltısı vardı. Dudaklarının kenarında beliren zeki bir tebessümle, "Belki ikisi de eşit seviyede tehlikeli," dedi. "Ama en çok hangisinin ne zaman batacağını bilmemekten korkmalı." Bu cevabıyla, beni bir kez daha şaşırttı. Bu kadın gerçekten düşündüğümden daha derindi.

Onu serbest bıraktım, ama içimdeki karanlık, Isabelle’in cesaretine gülüyordu. Bu kadında saklı dikenler vardı ve kimse bana böyle meydan okumamıştı. Bir kez daha kendime hatırlattım; güllerin kokusu ne kadar güzel olursa olsun, dikenleri her zaman acıtırdı.

"Bugün bizden beklenen bir anlaşmaya imza atacağız. Ama şunu bilmen gerek—bu yalnızca bir başlangıç," dedim, sesimdeki derinliği kullanarak bakışlarını tekrar yakalamaya çalıştım.

Isabelle gözlerimi tararken, sanki içimde bir şeyler arıyordu. Ama neyi bulmayı umduğunu bilmiyordum. Yavaşça başını çevirdi ve zarif bir şekilde önüne döndü. "Biliyorum," dedi, sesi güçlü çıkmaya çalışsa da içinde bir titreme vardı. "Ama bana kimse ne olacağımı söyleyemez."

Bir kez daha bana meydan okudu. Ona karanlık bir gülümseme ile karşılık verdim. "Göreceğiz, Isabelle. Göreceğiz."

Bu düğün, bir başlangıçtı. Ama Isabelle Rose Moretti, tahmin ettiğimden çok daha tehlikeliydi. Ve belki de ona karşı hissettiğim bu çekim, tehlikenin kendisinden kaynaklanıyordu. Onunla ilgili her şey, beni daha da büyülüyordu. Ama şunu biliyordum ki, her güzel gülün ardında keskin dikenler saklıydı. Ve Isabelle’in dikenleri, beni her an daha da içine çekiyordu.

Onunla baş edebilecek misin?

Kulağımda Matteo’nun sözü yankılandı. Bu kızda bir şey vardı. İlk kez fark ettiğim o şeyle sarsıldım. Sadece ben bu kızın değil, o da benim kaderimi değiştirecekti. Aramızda karşı konulamaz bir çekim vardı. Ama güç ve meydan okumada. Bu bir satranç oyunuysa bu kız asla piyon olamazdı.

"Onu gördüğüm anda tehlikenin birçok şekilde geldiğini fark ettim. Ama kimse beni gül ve dikenleri konusunda uyarmadı." — Luca De Santis

Loading...
0%