Yeni Üyelik
5.
Bölüm

Kanla Yazılan Anlaşma

@kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

 

Her zafer kazanılanlarla değil, bazen kayıplarla ölçülür.

Isabelle

"Bazı savaşlar silahla değil, sessizce dökülen gözyaşlarıyla kazanılır," diye mırıldandım, elimdeki narin gül yaprağına dokunurken parmaklarımın titremesine engel olamadım. Gözlerim, masadaki solgun yaprağa takılı kalmıştı. Dikenler incecik parmaklarımı delip geçtiğinde hissettiğim acı, içimde fırtınalar koparan korkuya kıyasla neredeyse hiçti. Gözlerim doldu ama ağlayamadım. Bu dünyada gözyaşlarının faydası yoktu, bunu iyi biliyordum.

Neden bu yük bana kaldı? Neden ben?

Büyükannemin sözleri kafamda yankılandı: Bu kararlaştırıldı, Isabelle. Ailemiz için yapman gereken bu.

Aile için… Aile her şeydi. Peki ya ben? Benim isteklerim, benim hayatım? Parmaklarımı dikenlere tekrar bastırdığımda, derimi delip geçen acı bir kez daha gerçeği yüzüme çarptı. Her şeyin ne kadar yanlış olduğunu anladım. Neden bu evliliği kabul etmek zorundaydım? Ailemi kurtaracak olan ben miydim? Tek bir kişi… Bu sorumluluğu taşımak imkansızdı.

Bir zamanlar Palermo’nun en güçlü ailesi olan Moretti’ler, şimdi sadece hayatta kalmaya çalışan bir gölgeydi. Ben bu gölgeyi mi kurtaracaktım? Damarlarımdaki korku, kalbimi sıkıştırıyor, nefes almayı zorlaştırıyordu.

O an kapıdan gelen bir tıklama beni düşüncelerimden kopardı. Henüz cevap veremeden kapı yavaşça açıldı ve büyükannem o sert bakışlarıyla içeri girdi. Onun yüzündeki çizgiler, hayatın verdiği mücadelelerin izlerini taşıyordu. Bu dünyada hayatta kalmanın ne kadar zor olduğunu bana hatırlatır gibiydi. O, her zaman dimdik dururdu. Omuzlarına binen yılların ağırlığı bile onun kararlılığını sarsmamıştı.

"Zamanı geldi," dedi büyükannem, sesi her zamanki gibi sert ve kararlıydı. "Luca De Santis ile yarın tanışacaksın. Düğün iki hafta sonra yapılacak."

Duyduğumda içim bir ateş gibi yanmaya başladı. Kalbim hızla atarken, gözlerim irileşti, geri adım atmak istedim. "Bu adil değil!" Sesim titriyordu, ama bunun bir önemi yoktu. "Hayatımı neden bir anlaşmaya feda ediyorum? Bunu neden yapmak zorundayım?"

Büyükannem sert bir bakış attı, gözlerinde bir parça da olsa anlayış görmek istiyordum ama bulamadım. "Adil değil mi?" dedi soğuk bir tonda. "Bu dünyada adalet yok, Isabelle. Aileyi korumak için fedakarlık yapacaksın. Bu sorumluluğu taşıyamayacağını mı düşünüyorsun? Bu, senin kaderin."

Kader… Bu kelime içimde bir buz kütlesi gibi hissettirdi. Bu evlilik benim kaderimse, kendi hayatım neydi? Bir yandan kaçar gibi büyükanneme bakmaktan kaçındım, ama gözlerimdeki yaşları saklamaya çalışmak anlamsızdı. "Ya bana zarar verirse?" dedim, sesim korku doluydu.

Luca De Santis’in adını bile anmak midemin kasılmasına neden oluyordu. Onun kim olduğunu duymuştum. Acımasızlığı, soğuk ve kontrolcü yapısı… En çok da asla bir kadına bağlanmaması… İçimde buz gibi bir ürperti hissettim. De Santis ailesinin varisi… Hayatım bir anda geri dönüşü olmayan bir yola girmişti. Onunla evlenmek… Hayır, bu bir evlilik bile sayılmazdı. Bu sadece bir anlaşmaydı. Kanla mühürlenmiş, duygusuz bir anlaşma.

Büyükannem kaşlarını çatarken gözlerinde soğuk bir gerçeklik vardı. "Evet, Luca tehlikeli. Ama kendi kuralları var. Bu evliliği idare etmek senin zekana bağlı. Ona uyum sağlamayı öğrenirsen, zarar görmezsin."

Kelimeleri midemde bir ağırlık gibi oturdu. "Ama ben onun gibi değilim," dedim çaresizlik içinde. "Ben bu dünyaya ait değilim. Onunla nasıl başa çıkacağım?"

Gözleri sertleşti, yüzüne acı bir gülümseme yayıldı. "Senin ne istediğin önemli değil. Bu, ailenin geleceği için. Ayrıca... babanın seni affetmesinin tek yolu bu."

Babam… Geçen kış evden kaçtığımda bana sırtını dönmüştü. Beni affetmesi için Luca’yla mı evlenmem gerekiyordu? O an içimde bir şeyler kırıldı. Affedilmek için kendimden, hayatımdan vazgeçmek… Luca De Santis ile evlenmek, tam anlamıyla bir kabus gibiydi. Ama babamın gözünde tekrar değer kazanmak için tek yol buydu. Bu nasıl bir adalet?

İçimde bir umut kıvılcımı aradım ama bulamadım. Büyükanneme son bir kez baktım, belki bir şefkat kırıntısı bulurum diye… Ama o, her zamanki gibi sert ve duygusuzdu.

"Onunla evlenmek istemiyorum," dedim, sesim fısıltı kadar zayıftı. Ama biliyordum ki, bu itirazımın bir önemi yoktu. Bu dünyada bir seçeneğim yoktu.

Büyükannem başını hafifçe salladı. "Ailemizin geleceği sensin Isabelle. Başka seçeneğin yok. Hayatta kalmak için başka şansımız da."

Hayatta kalmak... Bu iki kelime zihnimde yankılandı. Moretti ailesinin bir zamanlar gücüne ve ihtişamına şahit olan ben, şimdi sadece hayatta kalma mücadelesi veren bir gölgeydim. Pencereye doğru yürüdüm, bahçedeki güllere baktım. Rüzgarla dans eden o güller, öylesine özgürdü ki…

Ama ben özgür değildim. Benim özgürlüğüm, çoktan ellerimden alınmıştı.

Luca

Evlilik planlarını zihnimde bir kez daha tarttım. Bu, ailemin gücünü artıracak stratejik bir hamleydi. Moretti’ler eskiden güçlüydü, ama şimdi bizim adımızın ağırlığı olmadan sadece gölgede kalacaklardı. Isabelle’in zayıflığı, bana fırsat sunuyordu. Onu kolayca yönlendirebilirdim.

Yanağımda hissettiğim soğuk, bana geçmiş zaferlerimi hatırlattı. Bu da o savaşlardan biri olacaktı. Fakat bu sefer silahlar değil, kanla mühürlenen anlaşmalar kazanacaktı. İhanet değil, kontrol… Isabelle, bana boyun eğdiğinde her şey yerli yerine oturacaktı.

Matteo'nun sesi, odadaki havayı keskin bir şekilde doldurdu. "Isabelle Rose Moretti. Kızıl saçlı bir gül. Onunla baş edebilecek misin? İnatçı olduğunu duydum." Dudaklarındaki küçümseyici gülümseme gözümden kaçmadı, ama bakışlarımda bir kıvılcım parladı. Matteo, kuzenlerim arasında sevebildiğim tek kişiydi. Yıllardır yanımda, sağ kolumdu. Diğerlerinden farkı sadece zekâsı değildi; kelimelere dökmediğim şeyleri bile anında sezecek kadar beni tanıyordu.

"Korkmuş bir kadın her zaman daha kolay yönetilir," dedim, sesimde kararlı bir tını. "Ona kontrolün kimde olduğunu göstermek yeterli olacak."

Matteo, kaşlarını hafifçe kaldırarak beni süzdü. "Kadınlar beklenenden daha fazla sorun çıkarabilir. Özellikle Isabelle Rose. Son yaşananlar, onun ne kadar dik başlı ve özgür ruhlu olduğunu fazlasıyla gösterdi. Kaçışı bile bunun en büyük kanıtı, değil mi?"

Omuz silktim, sanki önemsemiyormuşum gibi. "O da diğerleri gibi. Sonuçta herkesin bir zayıf noktası vardır."

Ama bu sözler içimdeki huzursuzluğu dindirmiyordu. Isabelle Rose Moretti’nin geçmişi, zihnimde bir gölge gibi dolaşıyordu. Bronx’a kaçmış, aylarca izini kaybettirmişti. Babası Don Marcello Moretti için bu kaçış, geri dönüşü olmayan bir ihanetti ve onu affetmedi. Isabelle Rose, güllerle dolu o bahçede bir kafesin içinde yaşamaya mahkûm edildi. Ama Isabelle’in özgürlük tutkusu, o parmaklıkların ardında bile parlıyordu. Ve bu düşünce, beni bir türlü rahat bırakmıyordu.

Beni delirten buydu işte. Isabelle’in ruhu. Kontrol altına alınması gereken ama asla tamamen ele geçirilemeyen o vahşi, dizginlenemeyen ruh. Ne kadar yaklaşırsam o kadar uzaklaşıyordu. Tıpkı yetiştirdiği güller gibi, göz alıcı ama keskin dikenlerle doluydu. Tehlikeli ve büyüleyici. Ona her dokunduğumda, hem daha fazla kendine çekiyor hem de o kadar uzağa kaçıyordu.

Tanıdığım diğer kadınlar gibi değildi. Onlar zayıftı, kolay kırılabilirdi. Ama Isabelle, en baştan kontrolü ele almazsam onu tamamen kaybedeceğim hissini veriyordu. Belki de bu yüzden, Isabelle’le başa çıkmak zorunda olacağımı hissetmiştim.

Yanılmayacaktım. Isabelle Rose Moretti’yi gördüğüm an, neyle karşı karşıya olduğumu anlayacaktım. Ve o an geldiğinde, ya o bana teslim olacaktı... ya da onun direncini yavaşça kırana kadar sabırla mücadele edecektim.

Isabelle

Ertesi akşam geldiğinde, De Santis malikanesi, karanlık ve büyüleyici ihtişamıyla karşımda yükseliyordu. Her bir tuğlasında, gücün ve korkunun keskin izlerini hissedebiliyordum. Kalbim, göğsümde hızlı ve düzensiz bir ritimle atıyordu. Derin bir nefes almak istedim, ama bu çabam bile içimdeki kasveti hafifletmeye yetmedi.

Adımlarım ağırdı; ama her adım, kaçınılmaz sona bir adım daha yaklaştırıyordu beni. Bu, geri dönüşü olmayan bir yoldu. Kapılar ağır ağır açıldığında, içeriden yayılan soğuk hava tenime dokundu. İçimde büyüyen korku ve gerilim, sanki her şeyin ötesinde bir gerçeği haykırıyordu: Luca.

Luca’yı düşündüm, zihnimde canlanan gölgesi bile ruhuma bir ağırlık veriyordu. Onun hakkında öğrendiklerimin, duyduklarımın canlı kanıtını belki de tam karşımdaki bu taş duvarların ardında bulacaktım. Kaçmak artık bir seçenek değildi. Ne yaparsam yapayım, bu yolda geri dönüş yoktu.

İçeri adımımı attığımda, Luca'nın soğuk bakışlarının beni beklediğini biliyordum. Bütün bunlar, beni kaderime zincirlenmişti. Kalbim tekrar hızla atıyordu, derin bir nefes almak zorundaydım ama bu, içimdeki korkuyu geçirmeye yetmeyecekti. Bu sıradan bir evlilik değildi; aşk değil, kanla mühürlenmiş bir anlaşmaydı. Ve ben, bu karanlık dünyaya adım atarken, içimdeki huzursuzluk her geçen an daha da büyüyordu.

Loading...
0%