1. Bölüm

P

kitsudaphne
kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

''P'' yani Prolog, edebi eserlerde önsöz anlamına gelir, tüm kitaplarımın giriş kısmında ''P'' işareti göreceksiniz.

Sevgiler.

 

Bu kurguda geçen kişi ve olayların herhangi bir gerçek kişi, kurum ya da kuruluşla ilgisi bulunmamaktadır. Hepsi hayal ürünüdür.

 

Üç Yıl Önce...

Luca

Depolardan birine saldırı olduğunu duyduğumda, odanın havası aniden değişti. Babamla göz göze geldik. İkimiz de ayağa kalktık.

"Kim?" diye sordum, sesim sertti. "Morettiler," dedi Matteo, kaşlarını çatıp.

Her zaman onlar. Daha çocukken bile hatırladığım tek şey iki aile arasındaki sonsuz düşmanlıktı. Güç ve para... Manhattan’ı şekillendiren iki temel unsur. Ama bu savaş, bir güç meselesinden çok daha fazlasıydı. Beş yıl önce amcamın öldürülmesiyle babamın intikam yemini etmesi, her şeyi daha tehlikeli bir hale getirdi. Biz o gün, aile sloganımızı yeniden tanımladık: "Biz eğilmeyiz, fethederiz."

Gençlik yıllarımdı; hırslı ve zengindim. Ama bu yeterli değildi. Acımasız bir stratejist olmak zorundaydım. Babamın gururunu kazanmak ve ailenin mirasını korumak için gerekirse karanlığa dalmayı göze almıştım.

Ve yaptım. Morettilere ait iki bölgeyi ele geçirdim; babam memnundu, ama ben durmadım. İnşaat sektöründe onları yok ettim, kalan otel ve restoranlarından başka hiçbir şeyleri kalmadı. Adım yavaş yavaş Manhattan’ın karanlık sokaklarında yankılanmaya başladı: Il Predatore. Avcı.

Bir avcı, avını gözünden asla kaçırmaz. Ve ben yalnızca iş hayatında değil, özel hayatımda da bir avcıydım. Kararlılığım, acımasızlığım, sınır ve engel tanımaz içgüdülerim herkes tarafından konuşuluyordu.

Adım, düşmanlarımın korkuyla fısıldadığı bir kelime haline gelmişti:
Luca De Santis. Durdurulamaz bir güç. Stratejik bir deha. Ama her yükselişin bir sınırı vardı. Ve o sınır... üç yıl sonra yaşandı.

 

Üç Yıl Sonra...

Luca

Manhattan’ın taş sokaklarına ay ışığı dökülürken, gece şehre kendine has bir büyü katmıştı. Ama o güzelliğin altında kaos yatıyordu. Biz, görünmek istemeyenlerin ustasıydık. Her şey göz önünde gerçekleşirdi ama hiçbir şey gerçekten görülmezdi. Bu gece de farklı değildi.

Soğuk, keskin havayı içime çekerken adrenalin hala damarlarımda dolaşıyordu. Hedefime ulaştım. Ve onu yok etmek... düşündüğümden de kolay olmuştu. Ama bu zaferin tadını çıkaracak vaktim yoktu. Çatışma bittiğinde meydanda yalnızca bir sessizlik vardı; hüzünle karışık, ezici bir sessizlik.

Elimdeki silahı indirip Matteo’ya baktım. İfadesiz bir yüzle etrafa göz gezdirdim. Yerde yatan adamların arasında hem bizimkiler vardı hem de Morettiler. İki aile de ağır kayıplar vermişti.

Matteo yanıma yaklaştı. "Baban geliyor. Az önce aradı."

Başımı salladım. "Ekibi aradın mı?"

"Yoldalar."

Bu gece yaşanan savaş, geçmişteki çatışmaların hepsinden daha büyüktü. Ama bu savaşın yankıları sadece bugünle sınırlı kalmayacaktı. Kayıplar ağırdı. Düşmanlık... daha derin.

Ve ben, hala en iyi avcıydım. Ama avımı bu sefer yalnızca yok etmek için değil; onunla yüzleşmek, ona meydan okumak için buradaydım. Çünkü bu savaşın sonu, yalnızca benim yazacağım bir hikayeyle bitebilirdi.

Ve Morettiler bir kez daha yenilmişti. Bu sefer, De Santis ailesinin gücünü hafife almanın bedelini çok daha ağır ödediler. Şehir de, konsey de uzun zamandır bizim tarafımızdaydı. Son üç yıldır yalnızca savaş kazanmakla kalmamış, aynı zamanda hem finansal hem de stratejik anlamda gücümüzü artırmıştım. De Santis ismi artık Manhattan’ın her köşesinde yankılanıyordu.

Ama bu gece... bu gece her şey sonsuza kadar değişmişti.

Moretti ailesinin güç ve otoritesini yok ettim. Kendi ellerimle. Ve bunu Manhattan’ın dışında, kimsenin göremeyeceği ıssız bir bölgede yaptım. O an, tarihe kazınan bir dönüm noktasıydı.

Yarım saat içinde babam alana giriş yaptı. Don Giovanni De Santis. Bizim liderimiz. Benim idolüm. Onun gibi uzun boylu, yapılı bir adamdım. Gözlerimizde aynı acımasızlık ve kararlılık vardı; bunu başkalarından defalarca duymuştum. Ama bu gece onun bakışlarında farklı bir şey saklıydı. Karışık, okunması zor bir duygu...

Babam yanıma geldiğinde önce alanı dikkatle süzdü, sonra bana baktı.
"Gücümüzü gösterdik," dedi, sesi her zamanki gibi soğukkanlıydı. "Ama bu çatışma böyle sürüp gidemez. Morettiler zayıfladı, evet. Ancak hâlâ bir değerleri var. Artık farklı bir çözüm bulmanın zamanı geldi."

Sözlerinin ağırlığını anlamaya çalıştım ama bakışlarındaki anlamı çözmek kolay değildi. Babam her zamanki gibi ifadesiz ve temkinliydi.

Saçlarımı elimle geriye doğru atarken şüpheyle gözlerini aradım. "Ne demek istiyorsun?"

"Konsey toplandı," dedi, kelimelerini özenle seçerek. "Don Marcello Moretti de toplantıya çağrıldı."

Kaşlarımı çattım. Konseyin, karşılıklı fayda sağlayacak bir karar aldığı ortadaydı.

Babamın dudaklarında temkinli bir gülümseme belirdi. "Evlilik," dedi sonunda. "Konseyin kararı bu, Luca. Sen ve Isabelle Rose Moretti evleneceksiniz."

Sözleri havayı bıçak gibi kesti. Kalbim birkaç saniye duracakmış gibi oldu.

"Baba…" dedim itiraz etmeye hazırlanırken, elini kaldırdı ve beni susturdu.

"Morettiler son yıllarda güç ve para kaybetti. Ama onlar kurucu ailelerden biri, Luca. Isabelle Rose Moretti yalnızca barışı sağlamayacak, aynı zamanda ailemize güç ve yeni bağlantılar kazandıracak. Bu savaş her iki aileyi de zayıflatıyor. Dengeleri korumak için bu evlilik gerekli. Konseyin kararı bu."

Isabelle Rose Moretti.

Adını daha önce duymuştum. Ama onu hiç görmemiştim. Don Marcello Moretti, kızları söz konusu olduğunda özellikle de Isabelle Rose’a gelince, takıntılı bir adamdı. Isabelle hiçbir davete katılmamıştı. Cemiyetin yüz yüze tanışmadığı hayalet prensesiydi.

Yine de hakkında duyduklarımı hatırlıyordum. Kızıl saçları yüzünden "Rose" adını almıştı. Ama sadece saçları değil, güzelliği de dikkat çekiyordu. Onun masumiyetine dair hikayeler, güzelliğine dair dedikodular her yerdeydi.

Ama dedikodular arasında en çok bir tanesi aklımda kalmıştı: Onunla evlenmek, bir avcının tuzağa düşmesinden farksız olurdu. Çünkü büyüleyiciydi. Masumiyeti esaret yaratabilirdi.

Babamın gözleri kararlılıkla benimkileri delip geçerken, kalbim hızlandı. Öfke, şüphe ve adrenalin damarlarımda yeniden dolanıyordu.

Bu evlilik yalnızca bir anlaşma olamazdı. Isabelle Rose Moretti... Onu fethetmek zorundaydım. Çünkü bir avcı, avını yalnızca yakalamaz; onu tamamen ele geçirirdi.

Onunla evlenmek, düşmanımı tamamen kontrol altına almak demekti.
Ama Isabelle Rose Moretti, evlenmeyi hayal edebileceğim son kadındı. O, düşmanımın kızıydı. Moretti ailesinin son umudu. Ve bu evlilik, hem ona hem de ailesine yeni bir hayat sunacak bir anlaşmaydı.

Yine de, avcı içgüdülerim Isabelle’in varlığını bir tehditten çok bir hedef olarak algılamıştı. Plan yapmaya başladığımı fark ettiğimde içimde karmaşık bir huzursuzluk doğdu.

"Peki ya kabul etmezsem?" dedim, sesimdeki sakinlik ince bir gerilimle örülüydü. Cevabın ne olacağını biliyordum, ama yine de sormak zorundaydım.

Babam, Don Giovanni De Santis, soğukkanlı duruşunu bozmadı. Yüzünde en ufak bir duygu kıpırtısı bile yoktu. "Bu bir seçenek değil, Luca," dedi. "Bu bizim için bir fırsat. Eğer bunu yaparsan, dökülen kanın bir amacı olduğunu göreceğiz."

Dediği sözlerin ağırlığı omuzlarıma çökerken çevreme bakındım. Alanı temizlemeye başlayan ekiplerin sessiz ve dikkatli çalışmasını izledim. Savaşın izleri bir bir siliniyordu, ama içimdeki çelişki kalıcıydı. Mantıksız kararlar almayan bir adam olarak biliniyordum. Ama bu gece, ilk kez kendimi bir köşeye sıkışmış gibi hissediyordum. İstemediğim bir evliliğe mahkum edilmek, dayanıklılığımı sınayan bir yük olmuştu.

Babam, tereddüdümü fark etmiş olmalıydı. "Güç yalnızca zaferlerle değil, ittifaklarla da elde edilir," dedi, sesi biraz daha yumuşayarak. "Bir evlilik... bir imparatorluk inşa edebilir."

Sözlerindeki gerçek beni suskun bıraktı. Babamın gözlerinde gördüğüm kaçınılmaz bir kaderdi. Isabelle Rose ile evlilik, bir zorunluluktu. Bundan kaçış yoktu.

Çene kaslarım gerildi, gözlerimi gökyüzüne çevirdim. Manhattan’ın solgun ay ışığı altında huzursuzluğumu saklamaya çalıştım. "Bu bir evlilik değil, baba," dedim sonunda, sesim kararlı ve soğuktu. "Bu bir fedakarlık."

Sözlerim havada asılı kalırken, içimdeki mücadele sessizce sona erdi. Konseyin ve babamın kararını kabul etmenin başka bir yolu yoktu. Zihnim her zamanki gibi önce devreye girdi. Bu, bir oyun alanıydı. Ve ben asla kazanma ihtimalim olmadan bir oyuna girmezdim.

"Isabelle Rose Moretti ile evlenmemi istiyorsun," dedim, bakışlarımı babamın gözlerinden ayırmadan. "Öyle olsun. Bu evlilik bize zafer getirecek. Belki de güç. Ama düşmanlarımı asla unutmayacağım."

Babamın yüzünde beliren memnuniyet ifadesi, üzerimdeki baskıyı hafifletmedi. Matteo’yla göz göze geldiğimde, onun yüzündeki endişeyi fark ettim. O, Luca’yı değil, Il Predatore yani avcıyı görüyordu. Ve beni tanıyordu. Ben hiçbir fedakarlığı karşılıksız bırakmazdım. Fayda elde etmeden kazançlarla ilgilenmezdim.

Bu evlilik, bir görevdi. Ama bu görev, yeni fırsatlarla doluydu. Isabelle Rose ile evlilik bir fedakarlıksa, karşılığında kazanacaklarımı hesaplamak şimdiden bir oyun haline gelmişti.

Bu gece, fedakarlığın gölgesi yeni bir başlangıcın kapısını aralıyordu. İki aile arasındaki ittifak, yeni bir dönemi başlatacaktı.

Ve ben, her zamanki gibi kazanacaktım. Çünkü yenilmek, benim sözlüğümde yoktu.

Bölüm : 21.12.2024 20:04 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
kitsudaphne / KARANLIK GÜL (GÜL SERİSİ 1. KİTABI) / P
kitsudaphne
KARANLIK GÜL (GÜL SERİSİ 1. KİTABI)

17.78k Okunma

932 Oy

1.2k Takip
21
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...