Yeni Üyelik
6.
Bölüm

Tehlikenin Kırmızı Gülleri

@kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

 

"Karanlığın çekiciliği, insanın ruhuna sinsice işleyen bir zehir gibiydi. Ve ben, o zehire çoktan teslim olmuştum." — Isabelle Rose Moretti

Isabelle

De Santis malikanesinin devasa girişinden içeri adım attığımda, üzerimdeki baskı daha da ağırlaşmaya başladı. Annemin tasarımcısının özel olarak diktiği siyah elbise vücudumu sıkıca sarmış, adeta beni boğuyordu. Gecenin karanlığı içime işlemiş, kendi karanlığımda kaybolmuştu. Kalbim göğsümden çıkacak gibi atıyor, bu kader oyunu bana daha fazla nefes aldırmıyordu. Derin bir nefes almayı denesem de, etrafımdaki soğuk hava boğazımdan geçmiyordu. Boğun eğmek… ve bu ağır yükle başa çıkmak zorundaydım.

Salona adım attığımız anda, gözlerim anında onu buldu. Luca De Santis. Söylentilerde duyduğum o tehlikeli adam, karşımda tüm gerçekliğiyle duruyordu. Keskin hatları, jet siyahı saçları ve derin, koyu kahverengi gözleri... Onun varlığı, etrafındaki her şeyi gölgede bırakıyordu. Hakkında anlatılanlardan çok daha fazlasıydı. Etrafına saçtığı soğuk ama karşı konulmaz tehlike, salondaki havayı bile ağırlaştırıyordu. Yaklaşık 1.90 cm boyunda, geniş omuzları ve kusursuz atletik yapısıyla, sadece bakışları bile tüm dikkatleri üzerine çekiyordu.

Ancak en ürpertici olan, onun da beni aynı anda fark etmesiydi. Gözleri bana kilitlenmişti. O an, içimde bir şeyler kıpırdadı, omurgamdan aşağı bir ürperti yayıldı. Sanki o karanlık gözler, tüm sırlarımı bir anda çözüvermişti.

Adımlarım istemsizce onu izlerken, farkında olmadan bir fırtınanın merkezine doğru çekiliyordum. Luca, bir doğa olayı gibi güçlüydü, yok edici ve sarsıcı. Kendime defalarca onu hafife almamam gerektiğini hatırlatırken, yine de içimde ona karşı koyamadığım, kontrolsüz bir çekim hissediyordum. Güçlüydü, evet. Tehlikeliydi, şüphesiz. Ama onun tehlikesi, tıpkı bir mıknatısın çekimi gibi kaçınılmazdı.

Ailemle birlikte De Santis ailesinin önünde durduğumuzda, Luca’nın babası Don Giovanni, babamla tokalaştı.

"Hoş geldiniz, Marcello."

Sesindeki soğukkanlılık tüylerimi ürpertiyordu. Ardından büyükannem ve annemin ellerini öptü. Babam da Luca’nın annesi Milena’nın elini nazikçe tuttu. Don Giovanni bana dönüp elimi tuttuğunda, nefesim iyice daraldı.

"Rose... Giderek daha da büyüleyici olmuşsun." Don Giovanni’nin sesi, odadaki her şeyin üstünde yankılandı. Rose... Kızıl saçlarım ve güllere olan tutkuma atıfta bulunan bu lakap, yıllardır benimleydi. Annem ve babam her zaman bu yönümü parlatmamı istemişti, sanki beni bu isimle dünyaya kök salmaya teşvik ediyorlardı. Babamın kontrol edici bakışları omzumda bir ağırlık gibi dururken, sesim istemsizce titredi.

"Teşekkür ederim, Don Giovanni," dedim, başımı hafifçe eğerek.

Don Giovanni ardından, bana büyük bir dikkatle bakan adama döndü. "Oğlum, Luca. Daha önce tanışmamıştınız."

Ve o an, Luca ile göz göze geldim. Zaman sanki durdu. Elimi tuttuğunda, kalbim bir anlığına gerçekten durdu sanmıştım. O dokunuş... Sarsıcı, hatta ezici bir güç taşıyordu. Elinin sıcaklığı, tenimde bir iz bırakmış gibiydi. Aramızda yoğun bir çekim vardı, neredeyse yerçekimine meydan okuyordu. Gözlerinde bir şeyler değişti, fakat bunun ne olduğunu anlamak için yeterince uzun süre bakmaya cesaretim yoktu.

"Tanıştığıma memnun oldum, Isabelle Rose," dedi, o derin, zekice ama tehlikeli ses tonuyla. Her kelimesi dikkatle seçilmiş, her ifadesi beni ölçüp biçiyordu.

O anda korkumu anlamış mıydı? Yoksa bu yalnızca bir test miydi? Her iki durumda da ona karşı hiçbir silahım yoktu. Luca De Santis’in varlığı bile beni savunmasız hissettiriyordu. Gözlerinde beliren derinlik, ruhumda bir yankı uyandırmıştı. O, farkına varmadan içimde bir yarık açmıştı bile.

Korkularımla yüzleşmek zorunda kalacaktım. Ama belki de en çok ondan korkmalıydım.

 

Loading...
0%