Yeni Üyelik
8.
Bölüm

Karanlığın Kıyısında

@kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

 

Her şeyin bir sınırı vardı ve benimkisi tamamen tükenmişti. Damarlarımda akan öfke, ruhumun her köşesini ele geçiriyordu. O sınıfta daha fazla kalamazdım; boğuluyordum. Günlerdir yaşadığım her sıkıntı, kalbimde ağır bir taş gibi yer etmiş, bedenime yük olmuştu. Çaresizlik… Sanki sonsuz bir okyanusta, küçük bir tahta parçasına tutunmuş hayatta kalma savaşı veriyordum; yardım gelmiyordu. İnsanlar buna nasıl katlanıyordu?

Biri bileğimden yakaladığında, Chris'in peşimden geldiğini fark ettim. Güçlü kolları beni kavrayıp sarmaladığında ağladığımı hissettim. Onun kolları… her zaman sığındığım limandı. Bir kelime bile etmedi. Ağlamama izin verdi, sessizce.

Ruhumun yaralarını saklayamazdım. İşaretsiz olmak, beni görünmez bir lekeyle damgalıyordu. Lucifer, bu gerçeği yüzüme vurduğunda, içimdeki bilinmezlik ve çaresizlik daha da derinleşmişti. Lucifer yalancı değildi; en azından o anda bana söylediği şey doğruydu. Ruhumun karanlıklarına ışık tutmuş, ama aynı zamanda yeni soruların kapısını aralamıştı.

Geri çekildiğimde Chris’in yüzünde sabırsız bir ifade vardı. "Hazel," dedi, gözlerinde çaresizlikle karışık bir endişe. "Ne olduğunu öğrenmemin zamanı geldi, değil mi?" Sessizce başımı salladım. Ne kadarını anlatmam gerektiğinden emin değildim, ama artık saklayamazdım.

"Hazel, iyi misin?" diye sordu.

Cevap veremedim. İçimdeki fırtınanın büyüklüğünü tarif edemezdim. "Bilmiyorum," dedim, sesim titreyerek.

"Gel, göle gidelim," dedi, her zamanki güven veren ses tonuyla.

Sessizce onayladım ve onun peşinden yürüdüm. Gölün huzurlu suları bile içimdeki kaosu dindirmeye yetmiyordu. Chris, "Gabriel sana ne dedi?" diye sordu.

"Bana kim olduğumu sordu," dedim. Chris şaşkınlıkla baktı.

"Ne cevap verdin?"

"Bilmediğimi söyledim."

Chris'in gözlerinde endişe büyüyordu. "Lucifer niye geldi, Hazel?"

İşte o an, asıl soruya gelmiştik. Gerçeği söylememek için ne kadar dirensem de artık bunu gizleyemezdim. "İşaretsiz olduğumu fark etmiş," dedim. Chris'in yüzü aniden kaskatı kesildi. Gözlerindeki korku beni ürküttü.

Chris'in dudaklarından dökülen tek kelime ise bir fısıltı gibiydi. "İşaretsiz mi?"

"Evet." İçimdeki karmaşa, dudaklarımdan dökülen her kelimeyle daha da artıyordu. "Lucifer bunu biliyor. Bana bunu söylediğinde... Şok oldum."

Chris’in gözlerindeki korku daha da belirginleşti. "Hazel, bu düşündüğümden daha büyük bir sorun. İşaretsizler gücü ve sınırları bilinmeyen ve henüz tarafı belli olmayan ölümsüzlerdir." Sesi titriyordu. " O kadar uzun zamandır sessizdin ki, bu yüzden mi?"

"Lucifer bana bugün söyledi," dedim. "Bugüne kadar ben de bilmiyordum." Sesim kısıldı, gözyaşları yeniden gözlerimde birikiyordu. "Ama artık biliyorum ve bu, her şeyin sebebiydi. Kafamdaki değişimin... içimdeki karmaşanın nedeni."

Chris, yanımda durdu, gözlerindeki korku yerini kararlılığa bırakırken, beni saran soğukluğu dağıtmaya çalışıyordu. "Artık korkma Hazel. Ben buradayım. Bu işte yalnız değilsin."

"İşaretsizler hakkında başka ne biliyorsun?" diye sordum sesim titreyerek.

"İşaretsizler bir bilinmeyen, Hazel," dedi. "Hiyerarşinin dışında. Tarafları yok ve bir taraf seçmediğiniz sürece, tanımlanamıyorsunuz. Kendi kaderinizi yazma gücüne sahipsiniz, ama bu... korkutucu. Onlar, Tanrı’nın eliyle çizilmiş bir yol izliyorlar. Siz ise bu çizgiden çıkıyorsunuz."

Bu sözler, içimdeki karanlığı daha da derinleştirdi. Güçlü olsam bile, bu gücü kontrol edebilecek miydim? "Peki taraf seçmezsem ne olur?" diye sordum.

Chris derin bir nefes aldı, gözleri karanlık sular gibi derindi. "Taraf seçmezsen, bu gücün seni ve etrafındaki her şeyi yok edebilir. Tanrı'nın düzeni bozulursa, bu dünya da seninle sürüklenir. Ama bilmediğimiz başka bir gerçek daha var… Eğer işaretsiz kalırsan, seni Hiçlik Dünyası’na sürükleyecekler. Orada ne olduğunu bilen kimse yok, Hazel."

Chris'in gözlerinde çelişki vardı. "Seni kaybetmekten korkuyorum," dedi, sesi çatladı. "Sen benim her şeyimsin."

Bir an için içimdeki fırtına duruldu. "Ben de seni kaybedemem, Chris," dedim. Ama ikimiz de biliyorduk ki bu yolculuk kolay olmayacaktı. Chris’e daha fazla zarar vermekten korkuyordum.

"Ben ne yapacağım, Chris?"

Chris’in gözlerindeki kararlılık beni biraz olsun yatıştırdı. "Sen kendini bulacaksın. Ben de yanında olacağım. Bu süreçte birlikteyiz, Hazel." Bir adım attı ve beni kendine çekti. Öpeceği sırada kafamı çevirdim. İçinde bulunduğumuz an ve yaşadığımız durum hem şaşırtıcı hem de rahatsızlık vericiydi. Chris’in suratı buruştu ve geri çekilirken yüzünde hayal kırıklığı belirdi. Olmazdı. O benim kardeşim gibiydi, onunla bu tür bir bağ paylaşmak bana yanlış geliyordu.

Yavaşça ondan uzaklaştım, bakışlarımı yere sabitleyerek. "Chris..."

O anda, uzaktaki çalılıklarda bir hareket gördüm. Bakışlarım hemen o yöne kaydı. Chris de benimle dikkat kesildi. "Ne oldu?" diye sordu.

"Bir şey gördüm... sanırım."

Ama çalılıkta yeniden bir hareket olmadı. Gözlerimi geri çevirdiğimde, Chris'in yüzündeki mutlu ifadeyi gördüm. Onu kırmadan, yanlış olduğunu nasıl söyleyebilirdim? Öpücüğün aramızdaki bağı nasıl değiştireceğini bile bilmiyordum.

"Chris," dedim, kelimeler boğazımda düğümlenerek. Ama konuşmak için doğru zaman değildi. İçimdeki her şey karanlıktı, derin bir boşluğun eşiğindeydim.

Birlikte gölden ayrıldık. Odamın önüne geldiğimizde Chris yanağıma hafif bir öpücük kondurdu. Kalbim sıkıştı. Bu belirsizlik hepimiz için fazlaydı.

"Bazen en karanlık sırlar, en beklenmedik anda aydınlığa çıkar. Ama o an, gerçeğin seni ne kadar yakacağını asla bilemezsin."

 

Loading...
0%